6 entry daha
  • buram buram 90'lar kokuyor. varlığımı sanki şarkıların kıyısında köşesinde hissediyorum chrome ve ferment albümlerini dinlerken. hiç bir saniyesi boş geçilmemiş bu iki albüm. aylardır aralıksız dinlediğim bu iki albümün yaratıcısı grup. vokalistlik artık genlerden mi işliyor bilemiyorum ama rob dickinson'ın sesi bir nevi kulaklarımda 24 saat hapsoluyor. ferment'in daha girişinde texture ile birlikte hazır olun dercesine bir giriş yapılıyor daha sonra sırayla insan beyninde o ses dokuları yerleşmeye başlıyor her seferinde bizim kendi irademizle tamamlayamadığımız adeta, i want to touch you ile ulaşılamaz güzelliklerin içimizdeki acısı, indigo is blue'nun destansı girişi daha sonra ferment diye haykıran rob'un dinleyiciyi oracıkta fermente edip, dinleyinin hücrelerini yeniden şekillendirdiği ve albümün peak yaptığı tumbledown ve bill and ben şarkıları ön plana geliyor bana baştan sona epik olan bu albümün içinde daha kişisel algıladığım şarkılar olduğu için. ferment bitiyor. daha sonra ikinci perde başlıyor adeta chrome albümüyle, kill rhythm nispeten daha sert bir albümün habericisi. ama bu albümde de genel bir manik hava var. chrome en iyi kozlarını sonlara saklıyor, zirvesini sonlara doğru müthiş bir trilogyiyle yapıyor adeta. the nude, ursa major space station (adeta ikinci bir souvlaki space station vakası, ne gariptir ki bu iki şarkının çıkışı arasında yaklaşık 1 ay var) ve fripp ile. arada crank'i de unutmamak lazım tabi ki. grubun kalan 3 albümünü pek dinlemek gelmiyor içimden, bu iki albümün çizgisinde olmadığı için belki de. happy days ise tam anlamıyla arafta bir albüm. ama bu iki albüm zaten catherine wheel'i tamamlayan, tanımlayan öğeler. ayrıca bu grup mutluluğunun müziksel tanımı olabilir benim için. ne kadar dinlesem yetmiyor:

    (bkz: too much is not enough)
6 entry daha
hesabın var mı? giriş yap