59 entry daha
  • son nefesim isimli otobiyografik kitabının 'sevdiklerim-sevmediklerim' bölümünden alıntıladığım bazı notlar:

    - kubrick'in paths of glory'sini, fellini'nin roma'sını, eisenstein'ın potemkin zırhlısı'nı, marco ferreri'nin la grande bouffe'unu çok severim. la grande bouffe, bence hedonizmin bir anıtı, tensel isteklerin büyük trajedisi, bir başyapıtıdır. jacques becker'in goupi-mains-rouge ve rené clément'in jeux interdits filmini de beğenirim. daha önce de söylediğim gibi fritz lang'ın bütün filmlerini severim. buster keaton'ı ve marx brothers'ı da çok severim. potocki'nin romanı ve has'ın filmi olan manuscrit trouvé à saragosse filmini üç kez görmüştüm, ki bu benim için olağandışı bir şeydir. bu filmi alatriste'nin meksika için simon del desierto filmi karşılığında satın almasını sağlamıştım.

    - vittorio de sica'nın sciuscia'sını, umberto d ve ladri di biciclette filmlerini çok beğenirim. bu filmde de sica, bir iş aletini filmin yıldızı yapma başarısını göstermişti. kendisini iyi tanırım ve çok yakınlık duyarım.

    - renoir'in savaş öncesi filmlerini, bergman'ın persona'sını da çok beğenirim. fellini'den de la strada'yı, le notti di cabiria'yı, la dolce vita'yı severim. i vitelloni'yi hiç görmedim ve buna hâlâ çok üzülürüm. buna karşılık casanova filmini seyrederken sonunu beklemeden çıkıp gitmiştim.

    - eric von stroheim'ın ve sternberg'in filmlerini de severim. underworld, bana o dönemde muhteşem gelmişti.

    - fred zinnemann'ın from here to eternity filminden nefret etmişimdir. milliyetçi ve askeri unsurlar içeren bir melodram; ama ne yazık ki büyük bir başarı kazandı.

    - vajda'ya ve filmlerine çok değer veririm. onunla hiç karşılaşmadım, ama uzun zaman önce cannes film festivali'nde, film yapma isteğinin benim ilk filmlerimle uyandığını açıklamıştı. bu da tıpkı benim fritz lang'ın ilk filmlerine duyduğum hayranlığı anımsatıyor. bu filmler yaşamımı çok etkilemişti. bir ülkeden diğerine, bir filmden bir başkasına durmaksızın gidip gelen bu gizemli akışta beni etkileyen bir şeyler vardı. vajda, bir de bana "çırağınız" diye esprili bir biçimde yazıp imzaladığı bir kart göndermişti. bu hareketi gördüğümde bende büyük bir hayranlık uyandıran filmlerinden çok daha fazla duygulandırmıştı beni.

    - white shadows of the south seas'i murnau'nun tabu'sundan çok daha üstün bulmuştum. fazla tanınmayan, ama şiirsel ve büyüleyici bir anlatımı olan ve jennifer jones'un oynadığı portrait of jenny'ye hayran kalmıştım.

    - rossellini'nin roma, città aperta filminden hiç hoşlanmadım. bitişik odada işkence gören direnişçi ile kucağında genç bir kadın, şampanya içen alman subayı arasındaki çelişkinin veriliş biçimi son derece ucuz gelmişti bana.

    - bilgiçlikten ve bilimsel jargondan tiksinirim. cahiers du cinéma'daki bazı yazıları okurken kahkahalarla güldüğüm çok olmuştur. bir gün fahri başkanı olduğum meksiko city'deki centro de capacitacion cinematografica adlı yüksek sinema okuluna davet edilmiştim. beni üç dört profesörle tanıştırdılar. aralarında kılık kıyafeti yerinde, efendi, mahcubiyetinden kızaran genç bir adam vardı. branşının ne olduğunu sordum. şöyle yanıtladı: "klonik görüntülerin göstergebilimi." onu oracıkta öldürebilirdim.. paris'e özgü tipik bir tavır olan bilimsel jargon, az gelişmiş ülkelerde üzücü boyutlara ulaşmaktadır. bu, kültürel sömürgeciliğin çok açık bir örneğidir.

    - hayvanların canlı canlı kesilmesinden müthiş tiksinirim.

    - kara yılanları, özellikle de sıçanları severim. tüm yaşamım boyunca, son yıllar hariç, sıçanlarla birlikte yaşamışımdır.

    - barlara, alkole ve tütüne bayılırım.

    - gizli geçitleri severim. sessizliğe açılan kitaplıkları, karanlıklara gömülü merdivenleri, gizli çekmeceleri..

    - sıcak ülkeleri hiç mi hiç sevmem. eğer meksika'da yaşıyorsam, bu bir rastlantıdır. çölü, kumu, arap, hint ve özellikle de japon uygarlığını sevmem. bu açıdan devrin adamı sayılmam. aslında yalnızca içinde yetiştiğim yunan-roma-hristiyan uygarlığını severim.

    - yalnızlığı severim. yeter ki, bir dostum gelip ara sıra bundan söz etsin.

    - kalabalıktan nefret ederim. altı kişiden fazla her topluluk benim için kalabalık sayılır. çok daha büyük insan topluluklarına gelince, weegee'nin bir pazar günü coney adasındaki plajı gösteren o ünlü fotoğrafını anımsıyorum. bu tür görüntüler beni tam anlamıyla dehşete düşürür.

    - işçileri severim ve onlara hayranlık duyarım. ve onların becerikliliğine imrenirim.

    - körleri pek sevmem, çoğu sağır gibi. bir gün meksika'da yan yana oturmuş iki kör adam görmüştüm. biri yanındakine masturbasyon yapıyordu. bu görüntüyü oldukça yadırgamıştım.

    - dünyanın tüm körleri arasında hiç sevmediğim biri varsa, o da jorge luis borges'tir. tabii ki iyi bir yazar, ama dünya iyi yazarlarla dolu. zaten iyi bir yazar diye de kimseye saygı gösteremem. başka nitelikler de gerekli. altmış yıl önce bir-iki kez karşılaştığım jorge luis borges, bana oldukça kasıntı ve kendini beğenmiş görünmüştü. her sözünden bilgiçlik akardı. ne bazı sözlerindeki gerici tavrını beğenmişimdir ne de ispanya’yı hor görüşünü. çoğu kör gibi onun da ağzı iyi laf yapardı. gazetecilerle konuşmalarında durup durup nobel ödülü'nden söz ederdi. ödülden başka bir şey düşünmediği bundan da belliydi. isveç akademisi, jean paul sartre'a nobel ödülü'nü verdiğinde onun parayı ve unvanı reddetmesiyle borges'in tutumunu hep karşılaştırmışımdır. sartre'ın bu hareketini gazetede okuyunca, hemen kendisine telgraf çekip kutladığımı bildirdim. çok duygulanmıştım.

    - ilahi komedi'yi yeniden okumayı denedim. bana şiirsel açıdan dünyanın en güçsüz kitabı gibi geldi, hatta incil'den bile daha az şiirsel. ya lusiades'e ne demeli ? ya jérusalem délivrée'ye ? kendi kendime şöyle diyordum: bütün bunlardan önce sade okutmalıydılar bana ! ne yararsız kitaplarmış hepsi de !

    - fabre'ın souvenirs entomologiques (böcekler üzerine anılar) kitabına hayranım. aşırı gözlemleme tutkusu ve canlı yaratıklara duyduğu o sınırsız sevgiden dolayı bu kitap bana eşsiz görünür. hatta incil’den de üstün.

    - psikolojiyi, çözümlemeyi ve ruh çözümünü sevmem. şu da var ki, freud'un kitapları ve bilinçaltının gün ışığına çıkarılması gençliğimde bana çok şey kazandırmıştır.

    - temel yedi günah içinde 'çekememezlik', gerçekten de nefret ettiklerimin başında gelir. diğerlerinin hiçbiri bir başkasını inciten bir günah değildir. kişiseldir daha çok. bazı öfke anlarının dışında tabii. ama çekememezlik, zaman zaman mutsuz olduğunu görüp de bundan mutluluk duyduğumuz bir insanın ölümünü istemeye kadar bizi götürebilecek tek günahtır.

    - politikayı sevmem. kırk yıl oluyor ki, politikanın her tür dalaveresinden sıyırdım kendimi. artık inanmıyorum buna. iki-üç yıl önceydi; madrid sokaklarında, solcu göstericilerin elinde taşıdıkları pankartta şu sloganı okuyunca irkilmiştim: "franco'ya karşı birlikte olduğumuzda güçlüydük."

    - gerçekleri saklayanları sevmem. kim olurlarsa olsunlar. bu, beni ürkütür ve çok canımı sıkar. bağnazlığa karşıyım, bağnaz bir şekilde !
54 entry daha
hesabın var mı? giriş yap