• deniz gezmiş'in adeta kendi eliyle seçtiği yazar. kendi kitabında yazdığı gibi, mamak günlerinde geçen şu diyalogtan sonra okuduğumuz kitaplara ulaştığımızı düşünüyorum:
    "reis sen iyi belgeliyorsun', dedi deniz. 'che guavera'yı belgelediğin öykü çok iyiydi. belgeye dayalı iyi şeyler yazacaksın sen. yazmalısın, bizi de yazmalısın.' şaşırmıştım. 'bizi sen yazacaksın. bizim şu anda tek görgü tanığımız sensin. boku bokuna asılıp gideceğiz. yanımıza sokulan tek yazar sensin. bizlerden sen sorumlu ol reis. bizleri iyice incele. bize sorular sor, gerekli her şeyi yaz öğren, yaz bizi. yazar mısın?"
    sonra yazdı erdal öz. bilmediklerimizi, öğrenirken yutkunduklarımızı. sonra da saatini kurdu hıdırellez'e. o üç gencin ölüm yıldönümlerine eşlik ederek belki yıllar önceki utancını hafifletmeye çalıştı: asılmayı bekleyen o üç gencin yanına gidip tahliye kararını bildirmek zorunda kalan oydu. belli ki o günün acısını silip atamamıştı.
  • 14 yaşında yanlışlıkla eline geçen yaralısın'ı okuyan birinin dünyanın kaç bucak olduğunu aniden farketmesini sağlayan yazardır.
  • gidişi ile çıkmaz sokakları hatırlatan...
    bir mektup uydurdum ondan:

    "merkez cezaevi 6 mayıs 1972 (merkezi cezayurdu 6 mayıs 2006)

    baba,

    bu mektup elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunacağım (ben göçtüm). ben ne kadar üzülmeyin dersem yine de üzüleceğinizi biliyorum (ama yaşıyorum böyle de, kendimce, anlayana...). fakat bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum (arkamdan ağlama). insanlar doğar, büyür, yaşar, ölürler. (insan doğar, büyür, yaşar (yaşamak; yeni terlemiş bıyık kadar ince, öyle ülküyle filan değil işte... bitti mi gidiyor can, kalan canlar bizimdir) geçici birşeydir, böyle benden sana, senden bir başkasına) önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir (bazan az çoktur...).

    bu nedenle ben erken gitmeyi normal karşılıyorum (her ölüm erkenmiş). ve kaldı ki benden evvel giden arkadaşlarım hiç bir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir (gülünün dikildiği akşam ona bir cansuyu ver). benim de tereddüte düşmeyeceğimden şüphen olmasın (yaşamaktan pişman olunur mu baba?). oğlun ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir (yaşamak, ölümü göze almaktır). o bu yola bilerek girdi ve sonunun da bu olduğunu biliyordu (sonunu bilmeden yaşadığını sananlara notumdur).

    seninle düşüncelerimiz ayrı, ama beni anlayacağını tahmin ediyorum (herşeye rağmen, yine de kardeşiz...). sadece senin değil (öteki), türkiye'de yaşayan kürt ve türk halklarının da anlayacağına inanıyorum (beriki).

    cenazem için ....
    milleti teselli etmek sana düşmez... kitaplarımı kardeşlerime bırakıyorum. hepsine özellikle tembih et, onların okur-yazar olmasını istiyorum. hıdırellezin olanca ateşiyle kucaklarım kalanları.

    oğlunuz erdal öz *
  • yaralısın, cem yayınevi, 1980 baskısı,sahife 134,-alıntıdır;

    "hayır hayır hayır bilmiyorsun duymadın o evden taşınalı belki bir yıl oldu evet bir kız arkadaşınla evet sinemadan çıkınca arkadaşının evine yoo hayır evde kimse yoktu anahtarı havagazı saatinin üzerine yağmurlu bir gündü sinemanın girişinde evet ama insan yalnız sevişmek için mi sonra görmedin hayır nerde olduğunu adı mı adı yanılmıyorsan sonra ayrıldınız dolmuşla hayır ertesi gün öğlene kadar sokağa bile çıkmadın yorgundun yalnızca canın çıkmak istemediği için evet bilirsin o sokaktan geçmişsindir ama şimdi sorsalar zaten pek arkadaşın yoktur ki evet seversin yalnızlığı olabilir ama seninle ne ilgisi var hem ilk kez burada hayır öyle bir şey olmadı hem hayır bilmiyorsun duymadın bile duymadın bilmiyorsun ilgin yok belki ama ilgin yok bir başkasıyla hayır olamaz hayır hayır hayır-
    bitiyor mu? hayır bitmiyor."

    yaralıyız.
  • ''denizleri hep sevdim ben, suları hep sevdim; seni denizler, sular gibi sevdim; sular ne güzelse seni öyle sevdim'' diyen yazar.
  • can yayınlarının can - ıdır.
    çok güzel insandır.
    babam tanıştırmıştı ben çocukken
    bana iki koli dolusu çocuk kitabı hediye etmişti.
    hala da kitaplığımda durur.
    ve birçok can yayınları kitapları arasında.
    çocukluğumun 80 ler öncesi ve sonrasını karanlığında en aydınlık/neşe ya da tek mutluluk kaynağı olan kitapları basan candır.
    huzur içinde olsun daima.

    oğlunun da kendi gibi güzel ve iyi bir insan olduğunu görmek mutluluk verici.
  • erdal öz'ü en güzel yazdığı kelimeler anlatır...
    ne desem yarım, boş kalacak biliyorum. ama bildiğim bir şey varsa o da ortaya koyduğu eserlerinin yarım kalan dimağımı, boş kalan ruhumu doldurduğudur.

    yaralısın kitabını bastırmadan önce cumhuriyet gazetesinde bölüm bölüm yayınladı. ihtilalden yeni çıkmış bir ülkenin sıkı döneminde büyük cesaret isteyen bir işti yaptığı aslında. ardından 1975 yılındaorhan kemal edebiyat ödülünü alan yaralısın, edebiyat dünyasında büyük yankı uyandırdı. siyasi görüşten cezaevine, işkenceye düşen bir adamın o yalın, sade çığlığını çok başarılı aktarmıştı okurlarına. herkes o dönem dahilinde eleştirdi kitabı. siyasi fraksiyonların gidişatından dem vuruldu, öyküde yer alan nuriler, işkence bölümleri didik didik edildi. fakat erdal öz'ün -bir yazarın en çok isteyeceği şeylerden biri olan, eserin ses getirmesi sapına kadar gerçekleşmesine rağmen- isyan ettiği önemli bir şey vardı...

    yaralısın, o güne kadar türk edebiyatında yapılamayan bir şeyi kotarmıştı. eserin tümü ikinci tekil şahıs üzerinden yazılmıştı. bir anlamda kitabı okuyan kişi hem kendisini karakterle daha rahat özdeşleştirebiliyordu hem de erdal öz'ün kendisine dışarıdan üçüncü bir gözle bakmasının verdiği farklılığın yarattığı mükemmeliyet duygusuna varıyordu. işte koskoca türk edebiyatı, tenkitinde olsun eleştirisinde olsun bu büyük yeniliği, yazım devrimini atlamıştı. üstad, eserinin bu yönden irdelenmemesine çok içerlemiş ve bu üzüntüsünü de defalarca dile getirmişti...

    erdal öz, kelepir dükkanında sattığı kitapları ambalajlamak için kullandığı jelatinlere mustafa kemal atatürkün deyişlerini yazdığı için hapse giren, topukları falakadan şişen, kan işeyen, dayak yiyen, ciğerleri su toplayan, kaleminden başka bir silahı olmayan bir edebiyat cengaveriydi...

    bu adamlar unutulmasın. çektikleri acılar, şimdilerde saftirik tv programlarında üçüncü sınıf türkücülerin dangalak ilan-ı aşk cümlelerini alkışlayan gençlerin bir kaç dakika sonra elinde atatürk'ün nutuk kitabını tutan bozuk, kaypak düzenine kurban gitmesin...

    bütün nurilerin başı sağolsun...
  • tek bir kitabı* yeter onu anlamak ve tanımak için. tam da 3 gülün* solduğu 6 mayıs akşamında aldım ölüm haberini. koca koca çınarlar şu hastalıklara yenik düşmüyor mu beni deli ediyor...iyi uyu erdalım özüm, iki gözüm iyi uyu....
  • "türk yazarlarını zangin etmemeye çalışmak" gerekçesiyle edebiyatı sabote etmekle suçlanmadan önce, bazıları şu an oldukça ünlü olan "sayısız" türk yazarının ilk kitaplarını yayınlayan, yayınlamaya cesaret eden ilk yayıncının erdal öz olduğunu unutmamak gerekir.

    başka büyük yayınevleri de can yayınları'nın genç yazarlara verdiği desteği taklit etmişlerdir, hatta bunlardan bazılarının başındaki editörlerin genç yazarların kitaplarını yayınlarken, "belki çok tutar, piyango bize de düşer, erdal öz'ün yayınladığı her beş genç yazardan biri ünlü oluyor ne de olsa," dediğini bizzat kulaklarımla duymuşluğum vardır. erdal öz, her yeni kitabının billboard afişleriyle tanıtılmasını isteyen, yayınevleri arası transferlerden yüz binlerce dolar alan üç beş tane ünlü yazarın peşinde koşacağına, ümit vaat eden "yüzlerce" saygın genç yazara açmıştır kapısını, ne mutlu ki.

    hak ve emek kavramlarını götünden anlayanlara yaranmak böyle mümkün olmuyor demek.
hesabın var mı? giriş yap