• seyin cogulu.
  • şeyler.
    her şey.
    sahip çıktıkların.
    gözden çıkardıkların.
    kullandıkların.
    dokundukların.
    sahip oldukların.
    olmak istediklerin.
    kırınca üzüldüklerin.
    tahammül edemediklerin.

    sen işte.

    eşyalarımla ilişkim mülkiyetle ilgili değil. ya da belki mülkiyetle ilgisi olmayan direkt benimdir bilemiyorum, bunu bilmek için önce mülkiyeti anlamak lazım. bir şeye hükmedebilmek midir bu? onun ne olacağına karar vermek, üzerinde istediğin gibi hak kullanmak, varlığını tamamen kendine tabi kılmak gibi bir şey mi, sözünü ettiğimiz?

    işte o zaman, evet, benim eşyalarımla ilişkim mülkiyet olmuyor olamıyor.

    hemen sol tarafımdaki kitaplığımın raflarında duran, tekrar bakayım, evet her şeyin bana geliş anını hatırlıyorum. kimini ben aldım, kimi hediyeydi. kimini de bir yerde görüp öyle beğendim ki, sahibi "al senin olsun" dedi.

    biraz önce kahve yaptığım makine bana arkadaşımın hediyesiydi, altına koyduğum kupa ablama aitti. ben kullanamazdım. çünkü çocukken ablamın eşyası benim için dokunulmazdı. şimdi ablam o kupayı hatırlamıyordur bile muhtemelen.

    eşyamla bağımın mülkiyetten farklılığını konuşuyorduk.

    bu bir anlam meselesi.

    ben anneannemin evinden kalan bakır vazoya, herhangi bir yerdeki herhangi bir şeymiş gibi davranamam. gerçi burada mülkiyete aykırı bir şey de yok aslında, "o vazoyu istediğim gibi yok edemem" diyorum ama onu yok etmeyi zaten isteyemem. böyle bir hissimin olması mümkün değil.

    çünkü o bir vazo değil. bir anlam.
    anlamı yok edemezsin.

    ona bakmış gözler, beğenip almış eller var. anneannem sever miydi hiç hatırlamıyorum, kendisi benim aklımda maalesef istediğim kadar kalabilmiş değil. sağlıklı zamanlarında çocuktum. ama netice olarak, o vazoyu evinin bir köşesine belki mutlulukla, belki de sırf birilerine ayıp olmasın diye koymuş bir anneannem var. yıllarca durduğu bir ev, o evde olan onca şey, oradan alıp istanbul'a getirmiş bir abla, ev dağılırken içinde adana'ya gönderildiği bir koli, sonra oradan tekrar buraya taşındığı bir çanta var.

    ona bakınca andığın bir geçmiş, tadı hala damağına gelen bir patatesli kıymalı börek var.

    iki alt rafta, aslında pek de anısı olmayan bir kaplumbağa var. ama bir de onun, "ulan ne güzeldi onlar yaa" diye hatırlattığı, annenin çöp diye attığı bazı muhteşem eşyalar sınıfından kinder oyuncakların var.

    ahşap çerçeve içinde cam bir nazar boncuğu var, ama içinde aslında işyeri hediyesi diye alınıp çok beğenildiği için verilmediği bir hikaye var.

    her bir şeyde çok şey var. hepsini çok seviyorum.

    biraz önce kahvemden bir yudum daha aldım ve o yudumda, yine solumda duran binbir gece masalları'nı aldığım akşam kabataş iskelesi'nde içtiğim çayın tadı var.

    çok sevdiğim bir yüzüğüm vardı, ablama düğün hediyesi ararken kapalıçarşı'dan almıştım. yıllarca hiç çıkarmadım. sonra bir gün, arabanın üzerindeki karları elimle ötelerken, parmağımdan düşüvermiş. mecidiyeköy'ün ortasında, duran trafikte. o an değil, birkaç dakika sonra fark ettim. ilerlemiştik biraz, yani dönüp bakmak mümkün değildi.

    olacak iş değil ama, bir mucize olmuş da biri bulup almışsa, inanılmaz mutlu eder beni bu. ben onu çok severek kullandım, başkası da "aa yüzük buldum eheh pek de güzelmiş" desin isterim. asfalta karışmışsa o da bir varlık şeklidir ve tüm şekiller gibi çok kıymetlidir, ama ben o kıymetin bilinmesini isterim.

    çünkü o bir yüzük değil. bir anlam.
    anlamın kıymetini bilmelisin.

    o yüzden, çocukların koleksiyon sevdalarını çok önemsiyorum. gazoz kapağı da olsa, bir eşyanın varlığıyla mutlu olabilmeleri çok hoşuma gidiyor.

    o gazoz kapağıyla olan ilişkilerinin, istedikleri gibi tahakküm sürecekleri bir alan veya kendilerini ait hissedecekleri bir dünya mı yaratmak olacağı ise, ailelerin tutumuyla belirlenecek.

    sanırım annem haklı ve çocuklar gerçekten huyuyla doğuyor; oğlumun arabalarla hiç alakası olmayan bir ailenin içinde doğup da daha el kadarlığından beri oyuncak araba delisi olmasının başka açıklaması yok. bu arada oğlum derken yeğenimden bahsediyorum :)

    bundan çok yıllar sonra, kocaman bir adamken, o arabaları bulunduğu yerden çıkarıp, kendini tekrar "el kadar" hissedebilmesi ihtimalinden çok hoşlanıyorum. (yalnız ablamdan şüpheliyim, çocuğun arabalarını saklamak istemeyebilir, teyze kuvvetleri olarak görevimin başında olmam lazım.)

    çünkü ben lisedeki gömleğimi giydiğim zaman, kendimi gerçekten çok iyi hissediyorum.

    insanın bu hissi bilmesi gerekir. o zamanlardaki güzel günlerini, o arabalarla oynarken kendini ne kadar mutlu hissettiğini, o gömleği giydiği gün dershaneyi nasıl ektiğini, hiç beklemediği o hediyeyi alınca nasıl sevindiğini, o şehir anısını aldığı gün ne kadar eğlendiğini hatırlaması gerekir.

    her şey, ama her biri, nefesimizi alış şeklimiz ve klavyeden gelen her bir tuş sesi, her biri birer var oluş yansıması.

    eşya, o yüzden iyidir. çünkü o sensin.
  • sahip olmamak için direnip sahip olduğumda kopamadığım "şeyler"

    işin aslı şu ki ben bir şeyleri satın almayı sevmiyorum. mesela evlenirken ev eşyası almadım. fakirlikten değil, direkt uyuzluktan. az biraz da obsesyon var sanırım. eski eşyalarımdan ayrılamıyorum. kedilerce işenmiş yatağı bile kıyıp atamadım, şehir şehir geziyor benimle.

    4 adet çantam var. biri yaz çantam, biri kış çantam, biri on tl'lik düğünlerde kullandığım pazardan alınma portföy çanta, bir tane de çok amaçlı sırt çantası. özellikle portföy çantam yüzünden alaylara maruz kalıyorum. 10 yıl önce fukara üniversite öğrencisiyken mazur görülen ucuz çanta 32 yaşında bir avukata yakıştırılmıyor. bu alaylar tabi ki yüzüme karşı değil, hep arkamdan. gülüyorum. hayır bir bakmaya da anlıyorlar, ben mesela bakarak bir çantanın fiyatını mümkün değil tespit edemem. bu çantalarımdan birinin başına bir şey gelse de yenisini almak zorunda kalsam aylarca alışamam. her birinin bölmeleri, rengi vs. tanıdık, diğer kıyafetlerimle uyumlu. bir tane çizmem var kış çantamla çok uyumlular* başına bir şey gelse oturur ağlarım herhalde. ya bir çizme her kıyafetle mi yakışır. canım benim. biz ne badireler atlattık, ne yürüdük o çizmeyle*

    3 sene kadar önceydi, artık kıyafet almayacağım dedim. şimdi sayınca (çorap /çamaşır hariç) 10-15 parça* civarında kıyafet almışım. onların da çoğu aşırı ucuz olmalarından kaynaklanmış. söz gelimi bu kıyafet almama kararı çok işime yaradı. bavul toplamak, ne giyeceğime karar vermek aşırı kolaylaştı.

    toplamda 5 ürün içeren bir makyaj çantam var. zaten normalde makyaj yapmıyorum, düğünde bayramda lazım olur diye. 2 tane de oje var. biri parlatıcı, biri bordo. yetiyor. bazen çok bile geliyor.

    ıvır zıvır da sevmiyorum. bir adet küpem var. o da aynı çizmem gibi, her kıyafetimle mükemmel. tam sekiz yıldır aynı küpeyi takıyorum, daha bir kişi çıkıp "sen de hep aynı küpeyi takıyorsun" demedi. belki bunu da arkamdan konuşan vardır da benim kulağıma gelmemiştir*

    eşya sayısı ve eşyaya harcanan para azaldıkça vakit artıyor. nasıl bir korelasyon var da eşyanın kapladığı yerin azalması içimi açıyor bilmiyorum. ama tüketmenin kıskacından az biraz kurtuldum sanki. eşyaya ayırdığım yer azaldıkça kendime daha çok yer kaldı sanırım. yükleri attıkça hafifledim. yıllar önce aslında lazım değilken aldığım yüzlerce eşya yıllarca götürür beni. alışverişten de nefret ederdim zaten. yapmaya üşendiği bir işi baştan yapıp bitirmiş insanın iç huzuruyla hayatıma devam ediyorum. en az on yıl, yılda bir kere falan alışveriş yapsam yeter. belki o bile gerekmez. müthiş bir şey değil mi?
  • “rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner”
    her şey yerli yerinde
    ahmet hamdi tanpınar
  • bir zaman makinesi.

    iç kapağında "dagny, iühf ekim 2003" yazan bir idare hukuku kitabını tam 14 sene sonra, bu kez sınav falan değil çok önemsediğim bir dava çalışması için kurcalıyorum ve bu sırada gözüm başka bir eşyaya, sağ elimdeki alyansa takılıyor.

    14 sene önce bugünlerde kitabın sağına soluna notlar alırken neler düşündüğümü hiç hatırlamıyorum. ama yine kapağın içine, yeni türkü'nün cevriye'sinin sözlerini yazıp şarkıyı kendime yakıştırmışım ve o yakıştırmayı hatırlıyorum. "ah cevriye, güzel hanım" olmak fikri hoşuma giderdi. daha alyans falan yok tabi o zamanlar.

    19 yaşında olmak ne güzel bir şey diyeceğim ama 33 güzel değilmiş gibi de olmasın. bu da güzel. çünkü beni 33'e getiren 19 güzel. çok şükür yarabbi.
  • "eşya, bütün kötülüklerin anasıdır."

    bunun diğer bir anlamı da, yorgun kadın asabi olur. yorgun ve asabi kadınsa, dırdırcı.. tüm gününü ve gücünü temizlik uğruna harcamış bir kadının hazırladığı akşam yemeğini (evet, bir de yemek yapmıştır) sorunsuz terk edip, huzur içinde televizyonun karşısına geçebiliyorsanız, bu, karınızın evliya taifesine dahil olduğunu gösterir. mevlâ sırf onun yüzü suyu hürmetine size rızık nasip etmektedir. zira mevzubahis kadın ben olsam, gömlek ütüleme (evet, ütü de yapmıştır) faslından kafa ütüleme faslına geçisim, henüz eşim eve gelmeden önce, telefonla yapacağımız bir görüşmeye denk gelirdi. haftasonu temizliğinde eşine, eşyaların altındaki tozu almakta yardım eden erkek, ilişkinin sükuneti açısından sinemaya yahut yemeğe götüren erkekten daha uzun vadeli bir yatırım yapmış olur. bilim insanları ömrümüzün tuvalette geçen miktarının ortalamasını almakla vakit harcamak yerine, bir ev kadınının toplamda kaç yüz bin ton eşyayı oradan oraya ittirip kaktırdığını hesap etseler, sosyolojik anlamda daha faydalı bir ilimle iştigal etmiş olurlardı.

    "bana çiçek almaktansa, haftada bir kez toz al sevgilim."
  • necati cumalı şiiri:

    eşya

    bekar odası ne olacak
    bir masa iki sandalye
    yatak odanın dibinde
    masanın üstünde şişe
    iki kadeh
    bütün eşyası!

    sanırsın ne varsa kalkıp gidecek
    masa, masa da olsa
    sandalye, sandalye de olsa
    oturmaz seninle

    madem senin için dar
    kulağın ayak sesinde
    masanın sandalyenin de
    bir beklediği var

    şişenin gözü pencerede
    kadehler kapıyı dinler
    yatak ümitler içinde...
  • bir yığın eşya karaya vurmuş gemi gibi gidip gelen dalgaların arasında yönünü bulmaya çalışıyor. şaşkınlık içinde; duvarların arasında nefes almakta zorlanırken artık aylaklık akıyor efkârından. ben burada lal kanepelerin münasebetsiz yargıcıyım. zamanın sıhhatine gergef işleyen tokmağımla kararları veriyorum. evin sıcaklığının dayanılmaz gürültüsü tavandan terler damlatıyor. yaşanmamış hülyalı yaşamın diplomatik özverisi içinde çerçeve asacağım boş meydanlara. anlamaya çalışırken sandalyeler durdu. gökyüzü daha genişti, boyun eğdi. bitişik ülkelerin arasına kurulan masada hava almaya çıkan ufkumun kesiştiği noktaya kadeh kaldırıyorum. duvar saati günlerine asılı kalmış. geçmeyi unutmuş; kadehinin sessizliğinden...
  • "bir insan eşyayı da suçlayamazsa, divana istediği gibi tekme atamazsa onun insanlığı nerede kalır?"*
  • garip bir sekilde ve ozellikle geceleri, canli olduklarina dair suphelere kapildigim nesnelerdir.

    gece oldu mu korkunc sekiller alan esya,
    icime urpermeler, korkular salan esya...

    ben cileden cikarken seyrime dalan esya,
    sabaha dek gozleri gozumde kalan esya...

    bana soyleseydiniz, - tasam oldu sirriniz -,
    donmus kimildamayan birer ruzgar misiniz?

    bencileyin dusunur, dalar, aglar misiniz?
    ben sizi var sanirim, sahiden var misiniz?

    cahit sitki taranci
hesabın var mı? giriş yap