geceye bir şiir bırak
-
tatlıydı akrebin sana kıskacı,
acıya acıda buldun ilacı;
diyordun, geldikçe üst üste acı:
bir azap isterim bundan da beter.
nfk/mansur.
not: şahsını sevmem. -
çokluk senindir
özenle soyduğum şu elma söyle şimdi kimindir
özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir
suya giden bir adam mesela omzunu eğri tutsa
güneş, su ve adamın omzundaki eğrilik senindir
ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın
kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir
kararan dünya yeni bir güle bir ateş parçasıdır
bir ateş parçasından arta kalan soylu karanlık senindir
bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın
ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir
benim sevdiğim su senin suyunun öz kardeşidir
senin suyunun bıraktığı güçler artık senindir
çünkü bir silah gibi tutarsın tuttuğun her şeyi
her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir
senindir ey sonsuzveren ne varsa hayat gibi
tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir
ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın
aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir
(bkz: turgut uyar) -
“gel, gel berû kim savm u salâtın
kazâsı var
sensiz geçen zamân-ı hayâtın
kazâsı yok”
seyyid nesîmî -
ölüler ki, bir gün gömülür
icimizdeki ölüler
dışımızdaki ölüler . -
ben sana teşekkür ederim, beni sen öptün,
ben uyurken benim alnımdan beni sen öptün;
serinlik vurdu korulara, canlandı serçelerim;
sen mavi bir tilkiydin, binmiştin mavi ata,
ben belki dün ölmüştüm, belki de geçen hafta.
sen bana çok güzeldin, senin ayakların da
ülkü tamer -
zaman ilerliyor, bir gün o da ölümü bekliyor artık.
aradıklarının çoğunu bulamamış,
beklediklerinin çoğu gelmemiş bir insan olarak
göçüp gidiyor bu dünyadan.
işte yaşamak maceramız bu.
yaşarken beklemek, beklerken
ve yaşayıp beklerken ölmek!
(bkz: ümit yaşar oğuzcan)
(bkz: aşka dair nesirler) -
gel seninle bir kez daha ağlayalım.
yaşanmışlara, yaşanmamışlara, bir de hiç yaşanmayacaklara.
-oğuz atay -
gümüştenim ve hatasızım. önyargısızım.
gördüğümü anında yutarım.
olduğum gibiyim, sevgiyle ya da sevgisizlikle puslanmadım.
zalim değilim ben, yalnızca gerçekçiyim –
dört köşeli, küçük bir tanrı gözüyüm.
çoğu zaman karşı duvarı düşünürüm.
benekleriyle pembedir. sanırım o denli baktığımdan
yüreğimin bir parçasıdır. fakat çırpınır.
yüzler ve karanlık bizi tekrar tekrar ayırır.bir gölüm şimdi ben. araştırarak
kendisi olan ufuklarımı, eğilir üzerime bir kadın.
sonra döner o yalancılara, mumlara ya da aya.
sırtını görürüm, ve yansıtırım sadık bir şekilde.
göz yaşlarıyla ve ellerin tahrikiyle ödüllendirir beni.
onun için önemliyim. gelir ve gider.
yüzüdür her sabah karanlığın yerini alan.
içimde boğdu genç bir kızı, ve korkunç bir balık gibi
yaşlı bir kadın doğrulur ona doğru içimde günden güne.
sylvia plath (1932-1963, abd) -
"bir ara sokakta öldüm, dün
öylece yani, birdenbire
boşluğa düşer gibi
sarı bir sessizliğin içinde
granit duvarlı binanın anlamsızlığına,
şehrin boşu boşunalığına içerlerken
bırakmışım son nefesimi kaldırıma
bitmiş, öylesine yani
birdenbire yan binadaki otel odasından izliyordu oğlan
yüz ifadesini göremesem de
anlamış mıydı acaba öylece oturmadığımı?
o sokakta bitti her şey
öğleden sonralarını bir bardak sütle geçiştiren apartman sakinlerini düşlerken
sıkıntıdan ölmüşüm.
dün arka odada ütü yapıp
buharını burnuna çeken kadını,
mutfağında her öğün için soğan doğrayıp
gözyaşını kabuklara saklayan madam mari'yi
kocasıyla artık sevişemediği için,
kapı komşusu gar sabunu satan adamı düşleyen servi'yi düşündükçe
ölüvermişim.
dün böylece bitmiş yani,
birdenbire sıkılıvermişim derinden zahir.
tutunca da nefesimi
portakal kabuklarıyla çay demini döktükleri çöpe
iki kedi de bulanınca
kaldıramamış nefsim demlenmiş portakal kedilerini
balkabağı mevsimi bile değilken
dönüşüvermiş her şey baldan kabağa
ve saat henüz 12'yi vuramamışken
kalkmış otobüsler durmamaya
mecal mi bulamamışım,
yere döktükleri bala mı basmışım
hatırlamam ama
öylece kalakalmışım, kalkamamışım.
şehrin insanı haberdar değil mi bu öldüresiye sıkıntıdan?
vagonlar boş, birkaçı kiremit taşıyor topraktan kayıklar da serseri misinalar
otobüsler kimseyi almadan
durup durup geçiyorlar duraktan
arabalar yürüme mesafelerini öldürüyor
her gün, her öğle, her gece
bisikletleri balkonlarında unutanlar
her an yağmur yağsın diye dua ediyor
üç öğün yemek yiyip, dört öğün uyuyorlar
buna rağmen erken uyanıp, geç yatıyorlar.
aynı kuru kahveciden gün aşırı
iş olsun diye yüzer gram kahve alıp
evde, iş olsun diye öğütüyorlar
ve bir gün bile sormuyorlar öğütülmüşünü
kimse sormuyor
iş olsun diye yapılan iş, iş midir diye?
bunlar olurken ölmüşüm o ara sokakta
balkondaki beyaz brandalar
rüzgarla sökülürken
sökülüvermişim
şişip patlayan bir eteğin dikişi gibi
sıkıntı işte ya da ölmek yerine
iki adım yol yürüyeydim de
konuşuverse miydim şu gelin çiçeğiyle
gitmek yerine." -
..
yorgun ve üzgün gidiyorum harap evime, yemin ederim deli yüreğimi senin şehrinden alacağım..
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap