• altay türkçesinde kün olan ve ilk kez 8. yüzyıl kayıtlarında örneklenen kelime. güneş (kün ışığı), güney (dağın güneşe bakan tarafı), gündüz (aydınlanmak) gibi pek çok kelimenin kökünü oluşturur.
  • sanılanın aksine, 24 değil 450 saattir. izafiyetine sokayım albırt.
  • şimdi bi kaç söyleyeceğim:

    1- bir gün 24 saat değildir. gün, uyandığın andan takip eden uykudan uyandığın ana kadar geçen süredir. uyandın; 17 saat ayakta kaldın, yattın 12 saat uyudun. ne etti? 29. alsana 29 saatlik gün. burası tamam mı?
    2- gün gece 12'den sonra değişmez. gün uykudeyken değişir. çarşamba günündeyiz diyelim ve cuma günü işim var. çarşamba gecesi 12'yi geçtikten sonra cuma 'yarın' olmaz. ben ne zaman ki yatacağım, kalkacağım, o zaman 'yarın' olur. yani ben çarşamba gecesi 01.37' de 'cuma işim var' dersem, 'yani yarın' demeyin. çünkü daha perşembe olmadı. ben ne zaman yatacağım, kalkacağım, perşembe o zaman olur. bu da tamam mı?
    3- günler geçiyor ama tatsız tuzsuz. anlamsız. geçse de olur, geçmese de. bana fark etmiyor.
  • zamanın, kişi yaş aldıkça daha çabuk geçişine dair eskil bir saptama:

    "bütün gün
    şakıdı durdu tarlakuşu-
    günler ne kadar kısa!" (başo, "haiku'lar"dan)

    çünkü gençlik sonsuza dek yaşayacağını düşünür; berikiler ise sonsuzluğu yitirmiş gibi kayıp giden günler hakkında durup düşünür. kayıp zamanın izini sürenler de denebilir bu ikinci gruptakilere. günler onlara yeni çağrışımlar sunmaya devam edecektir. proustyen karanfilli madeleine'in platonvari çağrışımları gibi.

    günler bitiyor. geride kalıyor her şey. okunacak/yazılacak kitaplar, öpülecek sevgililer, içinde kaybolunulacak filmler var oysa!

    son sözü yine şiire sığınarak bağlayalım:

    "hazine işte,
    sakince geçirilen
    her gün." (aina, "haiku'lar"dan)
  • bu yazının bitirildiği andan 32 saat kadar önce bir arkadaşın doğum gününü kutlamak için toplaştık birkaç kişi ve evine gidip kızıyla işbirliği içinde saklanarak sürpriz yaptık. arkadaş urfa'lı, geceyarısına beş varken bize bir sofra kurdu ki -ceza gibi- sofrada yok yok. lebeni, tepsi köftesi (tarçın et yemeğine ne yakışırmış meğerse), ekşili su kabağı ve etli pilav evet gece gece ağır geldi. lakin yemezsek bize çok darılacak arkadaşa büyük ayıp olacaktı. çaresiz ona sürpriz yaptığımız için; için için minik laflar söylenerek yedik yemeğimizi. "çöpe gidip ziyan olmasın aman" düşüncesiyle de tabağını bitiren kalanlardan bir daha istedi. israf iyi bir şey değil, evet. aldığımız kalpli pasta, ironik bir şekilde işin tuzu biberiydi ve zaten az önce oturduğumuz sofraya nazaran çok sönük kalmıştı; ama işte arkadaşlık fedakârlık gerektiriyor. ne yaparsınız, çaresiz ince dilimler halinde onu da bitirdik.

    beş kişi bizdik, kızı ve sevgilisiyle arkadaş ise üç kişi, toplamda sekiz kişi fonda çalan türk sanat müziği eşliğinde yedik, güldük, eğlendik. hazırlayıp tavana yapıştırdığımız balonların uçlarına minik notlar hazırlamıştık. onların hepsine kafa attı doğum günü kızı, sonra alıp okudu. güldük bir süre ve sonra da oradan buradan konuşmaya başladık ve bir karar aldık. -biraz da benden dolayı- çok ihmal ediyorduk birbirimizi ve bundan sonra gün yapacaktık -ki onun bahanesiyle bu kadar ayrı kalmayalım.

    ama bu gün, diğer günlere benzememeliydi, her günün bir teması olmalıydı. ve hikâyeci kişilik olarak temaları bulmak da bana düştü. herkes o ayın teması neyse ona göre giyinip gün çıkan kişiye gidecekti. bundan kaçış yoktu, kaçan ya da uymayana ortaklaşa vereceğimiz evrilmiş cezalarımız olacaktı.

    her neyse çekilişimizi yaptık. sonuç aynen şöyle:

    nisan - mafya
    mayıs - 60'lar
    temmuz - çingene
    ağustos - 80'ler
    eylül - köylü

    evet 60'lar ve 80'ler pek hayal gücü gerektirmiyor ve onları bulmak kolaydı. tamam övünmeyeceğim.

    haziran bana çıktı.

    bütün bu nümayiş içinde eve dönüp uyumam saat 02:56'yı buldu. bunu net hatırlıyorum, çünkü saate baktıktan sonra galiba havada süzülerek geldim yatağa. yastığa 15 metre kala uyumuş olmalıyım, gerisi yok.

    tabi az daha işe geç kalacaktım sabah.

    bugün, uykusuzluk sebebiyle iş yerinde cansız bir varlık gibiydim. masamda duran zımba teli neyse, ben de aynen öyleydim. oradaydım ama olayların gidişatına bir katkım iki kâğıdı birbirine tutturmanın ötesine geçmiyordu. onu da bir zımba olmasa yapamazdım ya, hadi onu boş verelim..

    sonra mucize gibi bir şey oldu, elektrikler kesildi. ilk bir saat, sohbet etmeye çalıştığımız iş arkadaşlarıyla pek anlaşamadığımızı anlamamla sonuçlandı. hepsinin gözünün üstünde kaşı vardı ve ben hiç bilgisayardan o kadar uzun ayrı kalmamıştım; en azından 4-5 yıldır. sonra başka iki arkadaş, yürüyüşe çıkacaklar diye gittim peşlerine takıldım. resmen peşlerine takıldım, onlar için ben hesapta yoktum çünkü. sohbet ede ede yaklaşık 4 km. yol katettik. içlerinden biri, emekliliği gelmiş ağabey olanı, ne hikayeler anlattı bize, hem de tek tük kelimelerle, inanamazsınız. az kelimeyle müthiş iletişim yeteneğine sahipmiş meğerse, mucize gibi bir şeydi. oysa ben başlasam duramazdım, illa boş çene yapacak bir iki kelam bulurdum. ama o ağabey 3 kelimeyle karnımıza ağrılar soktu desem yeridir. o nasıl bir bakış açısı, nasıl bir hayat birikimi şaşarsınız. diğer arkadaş pek gülmeyi seven biri değil; o da askerlik anılarından bir girdi, 4 km. nasıl yüründü hiç anlamadım bile.

    geri döndüğümüzde elektrikler gelmişti.

    sonra eve geldim, yolda marketten hazır köftelerden aldım. bir de makarna yaptım. kızımla yedik ve onun yaptığı çayı içtim. geçtim laptop karşısına açtım bir dizi, izleyeceğim hesapta. önceki geceden kalan arkadaşlardan biriyle de sözleşmişiz, işten çıkınca saat 20:00 gibi beni alacak ve hamama gidip sıcak su havuzuna konuşlanacağız aklımızca.

    nerde tabi, forever'ı izlerken, az önce uyandım ve uyuyamıyorum şimdi, bunları yazıyorum. tekrara alınmış sıyrılıp gelen dinliyorum bir yandan da.

    24 saatlik zaman diliminde hem gün planları yaptım, hem işçi diye -belki de burun kıvırıp- selamdan öteye gitmediğim iki insanı daha iyi tanıdım ve ne kadar yıkmaya çalışsam da yine de gelip beynime konuşlanan önyargılarımdan dolayı utandım, hem kesintisiz bir uyku çekmenin keyfini hatırladım, hem günüm geceye karıştı (bu saat nedir ya hu, hâlâ uyuyamadım ben) ve hem de...

    gün geçti gitti, bunları buraya yazıyor olmam sanki yüzyıl önce yaşanmış gibi hissetmeme engel değil.

    gün, geçip gidiyor ve gidecek. ucundan yakalayabildiklerimizi ister büyük ekşınlarla ister minik dokunuşlarla renklendirmek elimizde.

    hayat, uçuca eklenen anların toplaşıp gün elde etmesinden ibaret.

    (bu arada haziran - pavyon)
  • insan ismi olarak muazzam...
  • uyanır uyanmaz, şuur henüz yataktayken başlanmalıdır kendisine. aksi takdirde, olmuyor.
    çalan alarmın iğrenç sesiyle fırladığım yataktan kalkar kalkmaz giyinip çıkmazsam eğer, çıkamıyorum. bir türlü başlayamıyorum gün denilen ve sinir bozucu bir sürü şey gerektiren naneye. saklanırsam geçer belki diyorum. elimde kahve bardağı, mutfak dolaplarında gün geçene kadar saklanabileceğim müsait bir yer arıyorum. yer bulduğumda kapağı hafif aralık bırakıyorum ki yan yan bakıp ''batsana goduuuum'' diye güneşe çemkirebileyim.
    ben aslında '' günaydın güneş, seni sevgiyle kucaklıyorum'' diye uyanan esra ceyhan olmak istiyorum.
  • uyandım baktım çevreme
    bugün
    her şey yarinki gibi
  • eşşek kadar adam olmuş ama hala ailenizle birlikte yaşıyorsanız, eskiden dünden kalma kek, börek vs. ile tatlı bir mutluluktan ibaret iken, bugün ciddi ciddi bir travma haline dönüşen, kadınların toplaşıp pasta, çörek yedikleri ve aralarında erkekleri istemedikleri bir oluşumdur. hadi hafta içi yapılanları bana uzak ama kadınların iç dünyalarına yakın olduğu için zerre kadar ilgimi çekmez ama pazar günü böyle bir etkinlik düzenlenir mi hiç yahu. ben burada ağız tadıyla pazar sendromumu yaşayacağım. dizi, film vs. izleyip kitap falan okuyacağım. ama neymiş hadi kadınlar rahatsız olmasınmış, ben şöyle bir dışarı çıkayımmışım. bir şey değil kendi odamda 6-7 saatlik mahrumiyeti bile kabul etmişken, bu önerim de an itibariyle pek kabul görmedi. hava da soğuk. neyse sıcak bir cafe bulayım da kitabımı okuyayım bari.
    kıssadan hisse misali entry'den hisse ise kazık kadar bir adamsanız acilen ailenizden ayrılıp ayrı bir eve çıkın.
  • güneşin üzerimizdeki neşesi
    (bkz: yatay akrostiş)
hesabın var mı? giriş yap