• nam-ı diger baba gündüz..
    tarihe galatasaray'ı şampiyon yapan ilk türk teknik direktör olarak gecmiştir. günümüzde ise kendisine sadece fatih terim bu konuda ortak olabilmiştir.
    kendisi, genç yeteneklere güvenmesi ve onları daha çocuk yaşta keşfedip galatasaray'a kazandırmasıyla efsane olmuş.
    söylediği ve vardığı hükümler türk futbolunda kanun olarak geçermiş. baba'nın iyi dediği adam mutlak iyi, kötü dediği adam ise mutlaka kötü futbolcu olurmuş..
    metin oktay izmirspor formasın giyerken ''metin diye biri var cok büyük futbolcu olacak'' söylemi üstüne izmir'e kadar gidip metin'i canlı izlemiş. herkes bir gözle metin'i izlerken bir gözle de baba gündüz'e bakıyormuş. baba gündüz 45 dakika bitince sinirle ayaga kalkmış ve ''beni taa istanbul'dan bu adam için mi getirdiniz, oraya bi direk diksem daha iyi oynar'' demiş ve ayrılmış.. herkes şokta bunu metin oktay'a nasıl söyleyeceğini düşünürken baba gündüz havalimanından galatasaraylı yöneticilere ''bu çocuğu kacırmayın, hemen imza attırın'' demekle meşgulmuş..

    teknik direktörlüğü bıraktıktan sonra spor yazarlığı yapmış. o dönem de yine aynı teknik direktörlüğü gibi söylediği şeyler kanun kabul ediliyormuş, zamanın en büyük otoritesiymiş.
    hatta şöyle de güzel bir anısı var;
    gündüz kılıç bir gün yazdığı gazeteye altay da mehmet diye bir genç var, geleceğin en büyük futbolcusu olacak diye bir yazı yazmış. ertesi gün her tarafta mehmet konuşulmaya başlamış. muhtelif gazetelerde spor yazarlarları altaylı mehmet'e dikkat cekmiş..
    aslında altay'da mehmet adında bir futbolcu yok, baba gündüz bunu sadece eğlenmek icin yazmış.
  • galatasaray 1980 yılında baba gündüz kaybedildikten sonra ilk çıktığı maç olan orduspor maçına 9 numaralı forma olmadan çıkmış. 9 numara baba'ya saygıdan dolayı katlı bir şekilde 90 dakika yedek kulübesinde durmuş.
  • “sizin hiç babanız öldü mü?

    benim bir kere öldü kör oldum.”

    cemal süreya

    elbette girecek değiliz nedenine, niçinine, ama buruk ayrılmıştı baba gündüz kılıç galatasaray’dan, o meşhur 1968 baharından bir önceki baharda. buruktu ama yine de görevini yapmış olmanın mutluluğu vardı gönlünde; yürüttüğü mütevazı transfer çalışmaları sayesinde galatasaray içine girmiş olduğu mali krizden kurtulduğu için. “başarısız teknik direktör” etiketi yapıştırılmıştı takım şampiyon olmadığı için, ama varsın olsundu. galatasaray sağolsundu (1).

    yaz ayında her zaman olduğu gibi ingiltere’ye gitti, mesleki kurslara katılmak için. döndüğünde bazı kulüpler kapısını çaldı, teknik direktör teklifiyle. ama reddetti onları, yazı yazmaya ağırlık vereceği bahanesiyle. sonra da bir dünya turuna çıktı, unutmak için olup biteni, hazırlanmak için olup biteceğe. dünya turuna çıkmadan o zamanlar çalıştığı milliyet’te yazdığı bir yazı sayesinde daha bir anlaşıldı ne kadar incinmiş olduğu galatasaray’da:

    “galatasaraylıyım… galatasaray’da okudum… galatasaray’da futbol oynadım… galatasaray’da antrenörlük yaptım… kırk küsür senemi doldurdu bütün bunlar. şimdi bu kırk küsür senenin etkilerini, hatıralarını içimden atmaya, onlardan sıyrılıp artık galatasaraylı olmamaya kalksam kalan ömrüm yetmez buna sanırım. kırk yıllık kâni hikâyesi anlayacağınız… böyle gelmişiz, er geç de böyle gideceğiz….

    “…. şimdi gidiyorum. çok sevdiğim mesleğimde tazelenmek, eksikliklerimi gidermek için gidiyorum. dönüşte hasret kaldığım futboluma, mesleğime kavuşmak için gidiyorum…

    “…. allahaısmarladık hepinize… allahaısmarladık unutamayacağım, güzel, temiz senelere…”

    üzerinde yapışmış bulunan “başarısız teknik direktör” etiketini bir çırpıda silmek için dönüşte yine göreve soyunacağı o kadar belliydi ki. 1960’ların ilk yarısındaki kupalar, şampiyonluklar kazanan muzaffer teknik direktör olmak istiyordu yine ve yeniden. olmadı, olamadı. dünya turundan döndükten sonra önce altay’ı, bir sezon ara verdikten sonra da beşiktaş’ı çalıştırırdı, ama yeniden tırmanamadı zirveye. 1971-1972 sezonunun son maçından önce teknik direktörlüğe veda ettiğinde iki şey kalmıştı elinde. bir “baba” unvanı, bir de kalemi. o andan sonra o kalemle dindirmeye çalıştı acılarını, içindeki futbol aşkını o kalemle anlattı, o kalemle büyüttü sevinçlerini.

    işte o yazarlık zamanlarında bir illet geldi buldu onu. akciğer kanseri teşhisi konuldu baba’ya, haydarpaşa göğüs cerrahisi merkezi’ne yatırıldı 1979’un kasımı’nda. elbette giden geleni çoktu, ama ne gâm. gazetede yazamadıktan sonra, sağlıklı olmadıktan sonra.

    mucize bir ilaç bekliyorum

    o zor zamanlarda, türkiye gelsenkirchen’de jupp derwall’in almanya ulusal takımıyla oynayacaktı baba gündüz yatarken hastanede, aralık ayının 22’sinde. tam 28 yıl öncesine götürdü almanya-türkiye maçı baba’yı. kaptan olarak çıktığı ve berlin’de ulusal takımın almanya’yı 2-1 yendiği 17 haziran 1951’deki o maça.

    39 derece ateşle çıkmıştı o maça gündüz kılıç, iğnelerle. ilk yarı tamamlandıktan sonra soyunma odasında fenalaşmış yerine başka bir galatasaraylı, muzaffer tokaç dahil olmuştu oyuna. maçın ikinci yarısını sarıp sarmaladıkları battaniyeler içinde izledi baba gündüz. bitime beş dakika geldi muzaffer tokaç’ın ayağından galibiyet golü. o galibiyetle birlikte ne hastalığı kalmıştı baba gündüz’ün, ne de ateşi. işte o ateşti maçtan sonra bazı alman gazetecilerin de dediği gibi almanya’yı yakan.

    baba gündüz tam 28 yıl sonra, yatarken hasta yatağında, bir mucize bekliyordu türkiye ulusal takımından ve aslında kaderden. kimbilir belki yenerdi türkiye almanya’yı, belki de geçerdi o “götürür” denilen hastalık. işte bu ruh haliyle yazdı son yazılarından birini gazeteye, “almanya’dan mucize ilaç bekliyorum” başlıklı.

    “sizlere yazmayalı, sizlere içimi boşaltmayalı 4 aydan fazla oluyor. bir yılışık, yapışkan, inatçı hastalık yapıştı yakama. bugüne kadar bırakmadı…. amacım kendi sağlık sorunlarımla sizlerin başını ağrıtmak değil. ne yaparsınız ki, söylemek istediklerime varabilmek için bu dekor arasından geçmek zorundayım.

    “…. son gecelerim 28 yıl önce berlin’de almanlar’ı yenmemizle dolu. bu arada o maçtan daha mühim olan gelserkirchen’i düşünüyorum. 1951 yılındaki o maçta takım kaptanıydım. o maçın öyküsü uzun. hem o kadar anlatıldı ki herkes ezberledi. yinelemeyeceğim. ancak dört gün 39-40 derece ateşle yattıktan sonra sahaya çıktığımı da söylemeden edemeyeceğim. bir devre dayanabilmiştim o halimle. devre arasında ağzımdan kara sular boşandı, başım fırıldak gibi dönmeye başladı. devam edemedim. sonunda kazandık maçı. hayret! artık turp gibi sağlamdım.

    “siz tesadüfe bakın yarın yine çok önemli bir almanya maçı var ve ben gene ateşler içinde yataktayım. odama bir televizyoncuk koydular. oradan izleyeceğim çocukları. içimde bir inanç var, futbolcularımız almanya’dan, yataktan kaldıracak mucize bir ilaç yollayacaklar bana.”

    gelmedi o mucize ilaç almanya’dan o gece. yenildiler türkiye’nin çocukları 2-0 derwall’in almanyası’na. belli olmuştu artık akıbet. baba gündüz son bir umut new york’a gitti tedavi için. memorial hastanesi’nde radyoterapi seanslarına devam etti umutsuzca. aklında ve kalbinde galatasaray. onun gibi takımı da hastaydı çünkü; o da ölüm kalım mücadelesi veriyordu tarihinde ilk kez ligden düşmemek için. “son istanbul haberlerinden galatasaray’ın kritik durumunu öğrendikçe bayağı üzülüyorum.”

    son yazı, son selam

    son yazısını new york’tan yazdı baba gündüz. “sizlere selamım var” başlıklı bu yazı son bir vedaydı dünyaya, türkiye’ye, futbola, insanlara. türkiye’deki futbolun yavanlığından, seyircinin heyecanının basitleşmesinden şikâyet eden baba gündüz, ustalık ve güzelliğin futboldan uzaklaştığına çekiyordu dikkatleri o son yazıda.

    sonra da tek tek aklına gelen türk futbolunun dürüst işçilerini selamlıyordu. trabzonspor’dan şenol güneş, turgay semerci, necati özçağlayan. eski takım arkadaşı ve bursaspor’un teknik direktörü muhtar tuçaltan. fenerbahçeli ziya şengül. galatasaray’dan fatih terim. beşiktaş’ta hamdi serpil tüzün ve diğerleri.

    “ancak muhakkak unuttuklarım, hakları olan selamları yollamadıklarım da var. onlar da beni yaşantımda ilk kez bu kadar uzak kalışıma bağışlasınlar. zaten selam tanrı’nın selamı, hepinize selam dostlar…”

    son yazısının son cümleleri bunlar olmuştu.

    new york’taki doktoruna göre çok az bir ömrü kalmıştı baba’nın. rahat ve acısız bir ölüme hazırlanmak dışında bir şey gelmezdi artık elden. döndü baba gündüz ülkeye. zamanlar, sonradan bir galatasaray bayramına dönüşecek, bir 17 mayıs baharını gösterirken de son kez nefes aldı baba gündüz.

    sonra? ne o güne ne de bugüne kadar olmamış, görülmemiş bir şey oldu. babasız kaldı galatasaray ve türkiye. galatasaray’ın son dört başkanı suphi batur, selahattin beyazıt, prof. dr. mustafa pekin ve prof. dr. ali uras, baba’nın hürriyet’teki masasının önünde biraraya geldiler. ve bir çocuğun ayaklarını bitiştirip uslu bir biçimde büyüğünün sözünü dinlemesi gibi saygı duruşunda bulundular orada, oracıkta baba’ya.

    cenazesi 19 mayıs 1980, pazartesi günü kaldırıldı baba’nın. galatasaray lisesi, galatasaray spor kulübü, gazeteciler cemiyeti ve hürriyet’te yapılan anma törenlerinden sonra aşiyan’a defnedildi türkiye futbolunun bu dev çınarı.

    kader bu ya. aynı gün orduspor’la deplasmanda karşılaşıyordu galatasaray. çubuklu sarı-kırmızı forma, beyaz şort ve kırmızı çoraplarla çıktı takım sahaya, kollarda siyah bir bant. 9 numarası yoktu o gün galatasaray’ın sahada.

    o forma, onun 9 numaralı forması eski takım arkadaşı naci özkaya tarafından santraya getirildi saygı duruşu yapılırken. daha sonra da saha kenarında hazırlanan bir iskemleye konuldu 9 numara, takım kaptanı fatih terim’in yanına bıraktığı sarı-kırmızı karanfillerle birlikte.

    ordu’da oldu bu. peki istanbul? aynı gün inönü stadı’nda oynanan fenerbahçe-altay maçında, o güne dek duyulmamış, sonsuza dek de bir daha duyulmayacak bir tezahürat patladı. “baba gündüzler ölmez. kalbimizde yaşıyor.”

    kulak verin bakın. hâlâ duyuluyor bu tezahürat orada. orada ve her yerde.

    http://gayin-sin.net/…rihi-babanin-olumu/#more-1358
  • 70'li yılların ilk yarısı... suadiye'de bağdat caddesi üzerindeki iki katlı evinin camekanlı kucuk balkonunda robdoşamberını giymiş gazete okurken hatırlarım
  • kutsal galatasaray formasını giyen her futbolcunun asla unutmaması gereken, büyük galatasaray taraftarının galibiyet veya başarı değil sahada görmek istediği ruhu en güzel şekilde özetleyen sözlerin sahibi. baba gündüz. soyunma odasında çamura bulanmış tozlukları, sarı kırmızının ruhuyla ıslanmış emek dolu formayı izlerken çekilmiş fotoğrafıyla en uzun şubatlarda çekilmiş bir fotoğraf ayrılığıdır bizler için. hiç unutulmayan hatıraların en güzel demli çayıdır. biz her bahar aşık olurken nice 17 mayıslar göreceğiz inanıyoruz ve baba gündüz'ün ruhu hep bizimle, camiamızla olacak.

    tüm futbolcularımızın kulağına küpe olsun baba gündüz'ün bu sözleri; ''bilirsiniz ki her insanın ayrı bir huyu, ayrı bir karakteri olduğu gibi, her futbol takımının da kendine has bir karakteri vardır. biz sizlere burada galatasarayımız’ın huyunu suyunu açıkça ve iyice anlatabilirsek, onu adamakıllı tanıyıp, inşallah senelerce dost geçinirsiniz.

    galatasaray bir his takımıdır. renklerine aşık birbirlerine seven futbolcuların takımıdır. galatasaray feragat ve fedakârlıklarla çalışacak futbolcuların takımıdır. galatasaray şımarıkları, kendini beğenmişleri, yalnız kendini düşünenleri sevmez. kısacası galatasaray, bir halatı hep birlikte çekenlerin, hep birlikte üzülüp, hep beraber sevinmesini bilenlerin takımıdır''

    galatasaray bir his takımıdır.
  • halktan kopuk, sahaya çıktığı zaman büyük kalabalıklar tarafından yuhalanan galatasaray takımını halkla bütünleştiren, taraftar sayısında ciddi artışa vesile olan eski galatasaray kaptanı. büyük futbolcu.
  • devrin ünlü futbolcularından biri olan gündüz kılıç, ünlü asker ve siyasetçi kılıç ali'nin oğludur. gündüz kılıç, başından geçen bir olayı hürriyet gazetesindeki köşesinde kaleme almıştır. atatürk, yakın arkadaşı kılıç ali’nin evine bir ziyaret için uğradığında, evde başka kimse bulunmadığı için gündüz kılıç tarafından ağırlanmıştır. gerisini ise gündüz kılıç şöyle anlatıyor:

    “atatürk şerbetini yudumlarken ‘gel şöyle otur da seninle konuşalım biraz’ dedi ve bana karşısındaki koltuğu gösterdi. oturdum, ama inanın içimin yağları eridi. işin asıl zor tarafının bundan sonra başlayacağını hissediyordum. çünkü atatürk’ün özellikle gençlere değişik zekâ soruları sorarak onları imtihan etmekten pek hoşlandığını biliyordum. utanma korkusu bütün benliğimi sarmıştı. fakat çok sükür sorduğu soru korktugum türden olmadı. o sıralarda milli futbol takımımız halk evleri takımı adı altında rusya’da 5–6 maç yapmıştı. maçların çoğunda fena sonuçlar alınmıştı. yaşımın pek genç olmasına ragmen, ben de kadroya alınmıstım. ülkesinde olup biten her şeyle ilgilenen atatürk’ün rusya yenilgileri de gözünden kaçmamıstı. ilk sorusu ‘neden yenildiniz?’ oldu. kem küm ederek bir şeyler söylemeye çalıştım. atatürk pek üstelemeden ikinci sorusunu sordu. ‘peki, bu yenilgiler seni çok üzdü mü?’ dedi. son derece üzüldüğümü anlatmaya çalışırken, bir el hareketiyle beni susturup kendi konuştu;

    ‘dünyada yenilmeyen kimse, yenilmeyen ordu, yenilmeyen takım, yenilmeyen kumandan yoktur. yenildikten sonra üzülmek normaldir, bu üzüntü insanın yürek gücünü yok edecek, onu çökertecek seviyeye varmamalıdır. yenilen hemen toparlanmalı, kendini yeneni yenmek için olanca gücüyle, azmiyle çalışmalıdır’ dedi. sonra futbolun nasıl oynandıgını anlatmamı istedi. hemen kâgıt kalem aldım, oyun sahasını çizerek o zamanki deyimiyle, ‘müdafileri, muavinleri ve muhacimleri’ yerlerine yerlestirip onların görevlerini ve ana kurallarıyla hedeflerini anlattım. atatürk, ‘yahu desene bizim harp oyunları gibi, sizin iş de strateji bilgisi ve kurmay kafası ister’ diye önemser önemser başını salladı.”
    http://basitoyna.blogspot.com/…-klc-ve-ataturk.html
  • saha icinnde oldugu kadar saha disi hareketleriyle de o donem calistirdigi ve kaptanlik yaptigi futbolculara ornek olmus bir insandir. giyim kusam, yeme icme zevki, kitap , sinema kulturu, kisaca yasam kalitesi olarak kendi donemine fark atmis bir insandi, ve cevresine de bu kazanimlari aktarmis bir insandir. galatasaray'i sampiyon yapmis ilk turk hocadir.
  • kılıç ali'nin oğlu.
  • altemur kılıç'ın da ağabeyiydi.
hesabın var mı? giriş yap