• eşi yeter gültekin'in can dündar ile yaptığı söyleşide söylediğine göre, 2 temmuz 1993 sivas katliamı gecesi hastaneye getirildiğinde nabzı hâlâ atıyormuş ve morga konmamış, özel bir odaya alınmış. sırt çantasını iki eliyle göğsünde tutar vaziyetteymiş.

    bir hemşire hasret gültekin'in yaşadığını fark ediyor, diğer hemşire arkadaşını çağırıyor. nabzın olduğunu, oksijen çadırına alınırsa kurtarılabileceğini söylüyor. sonra odaya gelen doktor iki hemşireyi çıkarıp kapıyı kilitliyor. hemşireler yan odanın camından geçmeye çalışıyorlar, geçemiyorlar. gültekin, ertesi gün morga koyuluyor.

    yani hasret gültekin aslında 2 temmuz madımak cehenneminden kurtulmuş ve gereken müdahale yapılsa kurtarılabilirmiş ama madımak oteli'nde elinden kurtulduğu zihniyet onu bu sefer hastanede yakalamış.

    ölümünden sonra cenaze teslimi sırasında hasret gültekin'in amcasına verilen çantasında, altı adet fotoğraf makinesi filminden boş olanlar duruyorken, dolular (çekilmiş fotoğrafların olduğu filmler) yokmuş. ayrıca bir ses kayıt cihazının, içindeki kaset alınmış ama kendisi duruyormuş. bir kısmı bozdurulmuş 1000 mark aynen duruyormuş. bu da birilerinin hırsızlık için değil, kanıt olabileceği için, bütün materyalleri topladığını gösteriyor.
  • 2 temmuz 1993 yılında, henüz 22 yaşındayken hayatı son bulmuştur. çok ah ettiğim insanlardan biridir, gencecik bir insan, yaşam dolu ve kaliteli bir sanatçı. yaşının çok üstünde bir olgunluk, sanat yeteneği ile dolu. yaşasa muhtemelen türk müziğinin doruğundaki isimlerden biri olacaktı, kimbilir neler yapacaktı. hayatı çalınan kocaman bir değer.

    edit: "ah etmek" ifadem sebebiyle mesaj atanlar oldu, "ah etmek" deyimini üzülmek, içi cız etmek manasında kullandım tabii ki."
  • "şairler şiirler yazıyor.ressamlar resimler yapıyor ve biz ozanlar türküler söylüyoruz.peki bütün bunları niçin yapıyoruz?dünya alışkanlıktan değilde,sevgi ve mutluluktan dönsün diye." hasret gültekin
  • ancak çok uzun yıllar sonra arkasından yazabildiğim dostum.

    ***

    hasret ile tanışıklığım, 1986 yılına dayanıyor.

    o yıl, kadıköy anadolu lisesi'nde lise 1. sınıfı, 4-d şubesinde birlikte okuduk.
    yılın büyük bölümünü de aynı sırada, yanyana oturarak geçirdik.
    okulda sınıflar her yıl değişirdi, karışırdı. o yıl şans beni hasret ile aynı sınıfa düşürdü. hasret daha önce 1 yıl kaybetmişti; bizden 1 yaş büyüktü o yüzden.
    açıkçası lisedeki tüm sınıflarım içinde en sıradan insanlardan kurulu sınıfımdı.
    o nedenle o yılı düşündüğümde, hasret dışında pek bir şey hatırlamıyorum diyebilirim. yani hayatımın o yılından kalan bir tek hasret oldu.

    hasret, her sabah sınıfa bağlamasıyla birlikte gelirdi.
    bağlaması, her zaman tüm sınıfın karşısında, öğretmen masasının arkasında,
    duvara dayalı dururdu. yani tüm sınıf bir öğretmene bakardık, bir de bağlamaya.
    zira hasret her gün okul çıkışı mutlaka ya stüdyoya giderdi, ya bir yerlerde birileriyle bağlama çalardı. o yüzden bağlamasından hiç ayrılmazdı. belki bağlaması olmadan okula geldiği olmuştur bir kaç kez, ama inanın hatırlamıyorum. her zaman orada, sınıfta, karşımızda dururdu bağlama. bağlama orada yoksa, hasret de sınıfa gelmedi demekti bu.

    çoook güzel bir bağlaması vardı. özel yapım, özel bir tınısı olan, üzerinde de işlemeler olan bir bağlamaydı.
    sanki o işlemelerin yurtdışında bir yerde yapıldığıyla ilgili bir şeyler anlatmıştı, belki japonya; ama buna emin değilim.
    o zamanlar sınıfta arada top falan da oynanırdı, çocuk yaşta öğrenciler sonuçta. her seferinde hasret sınıftakileri uyarır, "aman bağlamaya dikkat edin" derdi.
    oldukça değerli bir bağlamaydı.

    solcu bir aileden geliyordum. ailemin solcu geçmişi, elbette hasret ile daha yakın ilişkiler kurmamıza neden oldu.
    hasret'in hem yaşça büyük olması (o zamanlar 1 yaş bile önemli farktı), hem de sanatçı kimliği ve ondan gelen gücü, kendimi o dönemde daha az yalnız hissetmemi sağlamıştı.
    sonuçta sohbet edecek, birlikte bir şeyler paylaşabileceğim, içindeki sıkıntıları anlayabilecek bir insan buluyorsun. o yıllarda hele, bu bayağı bir zordu.

    hasret ile politika konuşurduk zaman zaman.
    çok teorik konuşmalar değildi bunlar, memleketin o günkü halini konuşurduk genelde. anap iktidardaydı o yıllarda. ortak tepkimiz de 12 eylül ve onun devamı niteliğindeki anap iktidarına karşıydı.

    o yıllarda arif sağ da shp milletvekili idi. hasret de arif sağ ile görüşür, onla saz çalar, sohbet ederdi. onun hakkında hep överek konuştuğunu, onunla yaptığı sohbetleri heyecanla aktardığını iyi hatırlıyorum.

    örneğin bir rakı masasında, arif sağ'ın istanbul'a, “istoş” demesi çok hoşuna gitmişti, onu anlatmıştı. sık sık “istoş” derdi istanbul’a...

    bir de mecliste arif sağ'ın sağcı milletvekillerine meydan okuması, ağzına çok yakışan küfürler savurmasını keyifle anlatırdı hep.

    sınıfta gerek boş geçen derslerde, gerekse de teneffüslerde hasret ile sohbet ederdik. genellikle sınıftan bazı insanlar da katılırdı bize.
    hasret dolu dolu sohbet eden biriydi. bizim 15 yaşımızın yüzeyselliğine karşın, onun hem hayat deneyimi, hem sanat deneyimi çok dolu doluydu. o nedenle genelde o anlatır, biz dinlerdik.

    bu arada hasret her gün okula sadece bağlamasını değil, bir de cumhuriyet gazetesini getirirdi. liseye gazete getirmek, hele dönemin en solcu gazetesini getirmek bile bir kendine güvenin ispatı ve meydan okumaydı o zaman.
    hasret ile her günün cumhuriyet'ini birlikte okuduğumuzu, haberlere yorumlar yaptığımız hatırlıyorum.

    kadıköy anadolu lisesi, çok baskıcı ve sağcı bilinen bir okul olmamıştır hiç bir zaman. hatta 1980 öncesi solun kale okullarından biri olarak bilinirmiş.
    bizim dönemizde de organize bir baskı olmadı sol eğilimli öğrencilere karşı.
    ama dönemin ruhunda baskı vardı.
    buna rağmen hasret sağlam duruşuyla hep güven verirdi bize.

    okulda hasret'e özel bir saygı gösterildiğini de biliyorum.
    öğretmenler, yöneticiler, onun özel bir yetenek olduğunu bilir ve başarılarından okulu haberdar eder, onu onore ederlerdi.

    birlikte sigara da içerdik diye hatırlıyorum ama çok net değil bu anım.
    o yıllarda ben de başlamıştım sigaraya, o da içiyordu yanlış hatırlamıyorsam.
    okulun tenha köşeleride birlikte sigara içtiğimizi hatırlıyorum.

    hasret, tabi ki bağlama da çalardı bize.
    bir kaç kez tüm okulun bir arada olduğu organizasyonlarda bağlama çaldığını hatırlıyorum. ama biz daha şanslıydık, çünkü hasret bizim sınıfımızdaydı.
    çok sık değil, ama bazen çalardı.
    benim babam da bağlama çaldığı için, çocukluktan daha aşinalığım vardı bağlamaya ve halk müziğine.

    hasret'in bağlama çalması, tek kelime ile büyüleyiciydi.
    işte o zamanlar kaç yaşındaydı? 16 falan olmalı. o yaşında bir virtüöz kabiliyeti vardı.
    bağlama çalarken, bağlamayı yücelttiğini, ona büyük değer verdiğini anlardınız.
    benzer bir duyguyu sonralarda tanıştığım erdal erzincan'ı dinlerken de hissettim mesela. ama hasret bambaşkaydı. bir insanın çaldığı enstrüman ile bir olduğunu ilk onda gördüm ben. sonra da pek göremedim zaten.

    hasret bize bağlama çalarken, çok fazla türkü söylemezdi, genelde enstrümantal çalardı. bazen, yeni bir beste yaptıysa ancak, "bu türkü nasıl olmuş?" diye sorar ve dinletirdi. o nedenle bugün hasret’in vokalinden çok, bağlamasını hatırlıyorum.

    ben trakyalı olduğum için, bizim halk müziği ve bağlama kültürümüz farklıdır.
    benim dinleyerek büyüdüğüm bağlama, hasret'in anadolu tarzından farklıydı.
    hasret ile en anadolu halk müziğini tanımaya başladım. hele şelpe tekniğini falan hiç duymamıştım. hoş, o zamanlar kimse bilmezdi zaten.
    yanılmıyorsam hasret bu şelpe tekniğini kitlelere tanıtan ilk isimdi.

    o yıllarda alevi/sünni ayrımını bilmezdik pek. hasret'in alevi olduğunu bilip bilmediğimi bile hatırlamıyorum mesela. önemli olan ne olduğu değil, ne düşündüğü, ne yaptığıydı. fikirleri, dobralığı, sanatı daha önemliydi.
    aynı şekilde türk-kürt kimliği üzerine konuştuğumuzu, onun herhangi bir vurguda bulunduğunu da hatırlamıyorum.

    hasret, ilk kasetini o yıl çıkardı (gün olaydı).
    o zamanki moda sinemasında bir de resital vermişti.
    biz de oradaydık.
    insan 15 yaşında, sıra arkadaşını bir sürü insanın önünde, sahnede görünce gurur duyuyor tabi ki.

    konserden hatırımda kalan, hasret'in daha ziyade türkü söylemesiydi.
    ne yalan söyleyeyim, ben hasret'in sadece bağlama çalmasını o kadar çok seviyordum ki, türkü söylemesi bağlamayı arka plana ittiği için çok hoşuma gitmiyordu.
    bize çaldığı zaman arkada vurmalılar, elektronik altyapılar falan olmazdı. yani eski tarz, yüzlerce yıldır çalındığı gibi çalar, nadiren de söylerdi.

    benzer duyguları erdal erzincan için de taşıyorum diyebilirim. erdal da ne zaman (kendisinin de sevdiği gibi) sadece bağlama çalsa, bambaşka şeyler çıkıyor ortaya.
    ama genel halk müziği dinleyen kitlenin de türkü sözleri ve vokal duymak istediğini iyi biliyorum)

    sonuç olarak ben hasret'i, sadece kendi istediği gibi müzik yaparken dinlemiş/izlemiş olduğum için onun o müziğini çok özel ve farklı bulmuştum.

    albüm, hasret dünyasının ancak küçük bir bölümünü yansıtıyor gibi gelmişti bana. onun o albümden çok daha fazlası olduğunu düşünüyordum.
    bugün de, yaptığı tüm albümlerin bile, tüm hasret gültekin'in ancak küçük bir bölümü olduğunu düşünüyorum ve onun verebileceklerinin eksik kalmasına ayrıca üzülüyorum.

    bu ilk albümde benim en beğendiğim yorumu, "dersim dört dağ içinde" türküsüydü.
    bu türküyü de ilk defa ondan dinlemiştim zaten. başka yorumu da keyif vermedi sonra...

    hasret'in dersleri pek iyi sayılmazdı. okulla, derslerle bağı oldukça zayıftı. o kendini müziğe adamıştı.
    hatırladığım kadarıyla o yıl sınıfı geçemedi ve ertesi yıl da okulda olmadı bu nedenle.
    sanırım kadıköy anadolu lisesi'ndeki son yılıydı birlikte geçirdiğimiz.
    bir sonraki sene onun yokluğunu hissettiğimi, okuldan ayrılmış olmasına üzüldüğümü iyi hatırlıyorum.

    biz o yıldan sonra hasret ile görüşemedik bir daha.
    basından ve yeni albümlerinden takip ediyordum yalnızca.

    sonra o kara gün yaşandı.
    sivas'ta olaylar olduğunda, evde televizyon izliyordum.
    sivas'ta olaylar çıktığı haberlerinden sonra, ilk altbant yazısı geçti:
    olaylarda ölenler: hasret gültekin.
    ilk onun ismi geçti.
    zaten başta bir kaç kişinin ismi ancak geçiyordu.
    başımdan aşağı kaynar sular döküldüğünü hatırlıyorum.
    sadece o gün değil, çok uzun zaman üzerimdeki etkisi sürdü.
    benim için ve bir çok kişi için, o gün hayatın akışının değiştiği bir gündü.
    belki önceki kuşaklar maraş'ı, çorum'u, malatya'yı yaşadığı için bu travmayı biliyorlardı.
    ama bizim kuşağımız için sivas, ardından da gazi mahallesi, yaşadığımız coğrafyanın gerçekleriyle yüzleşme oldu.

    öfkenin dizginlenmesi gerektiğine inanırım genelde, bir çok zaman, en azından bir süre geçtikten sonra, bunu başarabiliyorum.
    ancak sivas ve hasret aklıma geldikçe, halen bastıramadığım bir öfke var içimde, itiraf edeyim.
    bunun nedeninin sadece hasret'i tanımış olmak olduğunu da sanmıyorum.
    belki de bir insanın ötesinde; duruşuyla, sanatıyla bir örnek teşkil etmesinden dolayıydı bu.
    yani bir insanın yok edilmesinin ötesinde; bu kadar değerli bir örneğin yok edilmiş olması bu öfkeyi canlı tutan.

    hasret o yıllarda işçi partisi ile birlikte hareket ediyordu. kaybından bir kaç yıl sonra, partinin onun anısına bir kitap hazırladığını okumuştum. bir gün beyoğlu’ndaki parti merkezine gitmiştim kitabı almak için. o gün kitabı gördüm, ancak alamadım; çünkü o kadar para yoktu cebimde. öğrencilik yılları...
    kitabı orada okumuştum mümkün olduğunca. o kitapta hasret ile çekilmiş bir fotoğrafımız da vardı: okulda, bir sırada (en arka sıra) üç kişiydik. ikimiz ve yanımızda ibrahim diye bir arkadaşımız...

    hasret’ten geriye bir çok anı, bir çok tını ve bir de bu fotoğraf kaldı işte:
    https://twitter.com/…gi_/status/1410720725527302147
  • selpe'yi ilk defa televizyona çıkaran adam budur... "müziğe adamış" bir tipi vardı adamın, gözlüklüydü... takip ederdik abimle... 22 yaşında öldü, geleceği vardı aslında, tam tanınıyodu adam, "türkü"nün tekrardan dinlenmeye başladığı yılların başlarında...

    güle yel değdi'yi söylerdi, bi de "her akşam olmadan önce, solgunlaşır gökyüzü ve herşey geçer usulca ve her şey daha yorgun sessiz" diye bi şiir okurdu şarkının birinde, o zaman çok etkilenmiştim... sözlere bakınca "evet lan gökyüzü solgunlaşır, sessiz olur ortalık" diye düşünebilirsin. fazla abartacak tarafı yok gibi.

    ama adam daha 20 yaşında o şarkıyı söylerken. kendine bak, ona bak, duygusuna bak. sonra gel görüşelim.
  • gece gece aklıma düşen, kendisiyle aynı gün doğduğum* için mutlu olduğum, müthiş bir yetenek, müthiş bir ses, müthiş bir insan, müthiş bir can... hasretim sana...

    bu dünyada gördüğüm en güzel, en iyi, en temiz, en naif, en düzgün ve mesleki olarak en yetenekli insanlardan biridir hasret gültekin. nasıl kıydınız abi bu güzel insana. benim aklım almıyor. nasıl bir yobazlık bu? nasıl bir seviye bu?

    dünya çapında bir yetenekti. kendisine özenerek bağlama almış ama birkaç yıl uğraşıp beceremeyince de bırakmıştım. bizde yetenek yoktu ama onun yeteneği doğuştandı. aklıma her geldiğinde bir ah çekerim. hasret gültekin, hep 22 yaşındadır. huzur içinde yat güzel insan.

    - (bkz: dağlar atamadım sevdamı/#159098435)
    - (bkz: kucaklarım seni/#159099136)

    edit: ayrıca: (bkz: #122458793)
  • ben çok küçüktüm
    babam hasret gültekin kasedi koydu arabanın teybine
    erzurumdan muğlaya gidiyorduk
    yaz tatili için
    annem babam memur
    bak bu adam ilerde feci bi müzisyen olacak dedi
    anlar babam müzikten biraz
    3 gün sonra sivasta yaktılar
    babam 3 gün konuşmadı...
  • sivas'ta öldürülen büyük müzisyen. güzel insan tanımının karşılığıdır hasret gültekin. tam olarak adı hasret şükrü gültekin'di, ama hasret gültekin olarak bilinirdi. kadıköy anadolu lisesi'nde okumuştu. daha 20'li yaşlarına varmadan sazın virtüözlüğüne yükselmeyi başarmış bir kabiliyetti. solcuydu. dürüst insandı. eğlenceliydi. doğru bildiğini söylerdi. en önemlisi kendini müziğe adamıştı. bu ülkede hayatı erken karartılan en önemli değerlerden biriydi. öldürüldüğünde karısı oğluna hamileydi.
    ayrıntılı bilgi:
    1 mayis 1971 'de sivas'in imranli kazasina bağlı han koyünde, süleyman ve hacihanım gültekin'in -
    nazire ve güler'den sonra- üçuncü cocugu olarak dogdu. kadikoy anadolu lisesi'nden ikinci sinifta
    ayrıldi. 1987 yilinda, ilk calismasi "gün olaydi" adiyla diyar müzik yapim tarafindan yayimlandi.
    ilk resitalini kadikoy moda sinemasi'nda 1987 yilinda verdi. 1989 yilinda, "gece ile gündüz
    arasinda" adli ikinci çalismasi saltuk müzik yapim tarafindan yayimladi. 29 ekim 1989 yilinda
    hollanda kültür bakanligi'nin daveti uzerine, "genç türkler" festivalinde birsel acar'la birlikte
    turkiyeyi temsil etti. 1990 yilinda ayni ulkede "türk haftasi" etkinliklerine bircok sanatci ile birlikte
    katildi. müzik yonetmenligini ustlendigi -resmi olarak ilk tefa kürtçe muzik yasagini delen "newroz"
    adli kaset, 1990'da once enstrumental olarak, sonra da nilufer akbal ve riza akkoc'un katilimiyla
    gerçeklestirildi. 1991 yilinda, "rüzgarın kanatlarında" adli uçuncu çalişmasi nepa miizik yapim
    tarafindan yayimlandi. 1991 yilinda yeter firtina ile eviendi. tiirkiye'nin dort bir yanında konserler
    verdi. bircok avrupa ülkesinde festivallere katildi ve konserler verdi. aydinlik gazetesi icin; ankara,
    izmir ve istanbul'da erosechos grubu ile birlikte resitaller verdi. 2 temmuz 1993'te, sivas'ta
    madimak oteli'nde 37 insania birlikte katledildi. 13 eylül 1993'te oglu, roni hasret gultekin
    dunyaya geldi.
  • bu adami diri diri yaktilar. yakanlar iktidarda. sunu soyleyen adami:

    http://www.youtube.com/…v=4oopauxfkyk&feature=share

    ve bizim icin hayat; okula gitmek, ise gitmek, evlenmek, coluk cocuk sahibi olmak. falan.

    diri diri yaktilar hasret gultekin'i, kac yasinda idi? benden genc idi. yakanlar iktidarda.
  • 1 mayıs 1971'de sivasta doğmuştur. 1987 yılında ilk albümü "gün olaydı" piyasaya çıktı. 1990 yılında çıkardığı "newroz" adındaki kasetle türkiye'deki kürtçe müzik yasağını deldi. 2 temmuz 1993'de sivas'ta madimak oteli'nin yakılmasıyla 36 insanla beraber hayatını kaybetti.
hesabın var mı? giriş yap