• şimdi biz küçüklüğümüzden itibaren örf ve adetlerimiz gereğince ailemizin maddi durumu ne olursa olsun, ailecek lokantaya gittiğimizde tek bir bardak meşrubat istemeye alıştırılmış insanlarız. bu genellikle de cola ya da ayran olur, ya da gazoz. ama bu meşrubat hep önceden gelir, küçüklüğün verdiği gazla önden bir hüpletilir, sonra yemek gelince eşlik edecek meşrubat miktarı azalmış olur. yemeğin sonarına doğru derin bir sıkıntı hissederiz ama ikincisini istemek aklımızın ucundan bile geçmez, çok ayıp bir şeydir bu. öyle büyütülmüşüzdür. yıllar böyle geçer, geçer, geçer. bir zaman sonra büyürüz ve bir gün tek başımıza dışarda yemek yeriz. yemeğin ortalarına doğru bir bakarız ki meşrubat iyice azalmış. yine aynı sıkıntı basar. ama birden şimşek çakar. "ulan madem o kadar istiyorsun bir tane daha söylesene be adam" deriz kendi kendimize. kısa bir yeniden düşünme (rethinking) süresinden sonra siparişi veririz. gelir. "oh be" deriz sonra. dünya varmış. orta sınıf türk gencinin hayatında çok önemli bir dönüm noktasıdır bu. ondan sonra hiçbir şey artık eskisi gibi olmaz, ilk seks gibidir desem yeridir.
  • kendini ve sinirlarini yavas yavas kesfetmeye basladigin yasin etrafinda dolasan bir yastir. ikinci meşrubat hiçbir zaman ilki kadar keyifli olmaz o ayrı.
  • ilk kez meşrubatla başlayan bu eğilim eğer kontrol edilmezse, ikinci porsiyon iskender, ikinci kez aynı filme gitme, ikinci telefon, ikinci araba şeklinde devam ederek tüketim çılgınlığının esiri olmaya kadar gidebilir. bu bağlamda ikinci mesrubati isteyebilecegini farketme yasinin insan hayatındaki pitfalllardan biri olduğu söylenebilir rahatlıkla.
  • bu dönemler vapurda çay içilebileceğini fark etme yaşına tekabül eder. küçükken annem babamla vapura bindiğimde çay deniz suyundan yapıldığı için, bardaklar yıkanmadığı için, çaycılar pis paraları tutan elleriyle çay doldurduğu için ya da gerek olmadığı için vapurda çay içilmezdi. ya da bizim zamanımızda öyleydi. büyüyüp, kocaman adam olup, 7.45 vapuruyla işe yetişmeye çalıştığım dönemlerde kahvaltı etmek için tek şansım vapurlar olduğu için, yeniden düşünme (rethinking) yaparak kendime geldim, bir çay söyledim, hayatım değişti.
    yani işte 1950lerde istanbul böyleydi. vapurla nişantaşındaki babaanneme giderdim. abimle kavga ederdik, vs vs...
  • bizlerin* allah gecinden versin dedikleri bir yas.
  • kimileri icin ise bu 'ilk mesrubati isteyebilecegini farketme yasi'dir. cunku baba kebapciya giderken tembih etmistir..orda mesrubat istenmeyecektir, zira eve donunce cay yapilacaktir..
    bu sebepten boyle bir kisim genclerin bu yasa erene kadar butun lokmalari bogazlarina dizilir de birinin aklina 'ulan bi ayran isteyeyim' diye gelmez..
  • insan ne zaman ki "bütün kolaları içmeliyim, bütün şekerleri yemeliyim" mantığından vazgeçer, o zaman ihtiyaca yönelik ikinci bardakları içme hakkına sahip olur.
  • babanın, içtiği bardak boşaldıkça garsonu çağırıp doldurttuğunun fark edildiği yaştır. bu aile içi eşitsizlik kafaya dank ettiğinde en tatlı, en umursamaz, en eğlenceli yaşlar artık geride kalmıştır. ama o yaştan sonraki her restoran seferi ikinci ve hatta daha sonraki meşrubat bardaklarını devirmiş olmanın dayanılmaz huzuruyla son bulur.
  • yillar gecip, kendini amerikada yasar bulan turk genci, bu aliskanligiyla mesrubatina cabuk bitmesin diye buz istemeyecek, etrafindaki herkes kendisine 3. turu bindirirken, yuzunde kacamak bir tebessumle free refill hadisesini hatirlayacak, gizli gizli basini sallayacaktir belki de.
  • kızlar için; "sandalyeye oturulduğunda ayakların yere değmesi" ile "ondan artan bana girsin" cümlesinin duyulduğu yaş aralığı, erkekler için ise; "at bakiim topu babanın kıllı göğsüne" cümlesi ile "kasim'da askerim abi" cümlerinin sarfedildiği yaş aralığıdır.
hesabın var mı? giriş yap