• bazen yapılmayan, sadece yapıldığı zannedilen bir şey.

    şöyle ki, "ben kitap okuyorum" derken, okuduklarınız pucca, diğer dişlek karı ya da orta sınıf amerikan kadınlarının yazdığı şeylerse, isimleri bir yumak mutluluşluk, iki yumak fingirdeklik, bir gece ansızın yatağıma gel, sikindirella'nın maceraları, grinin elli zıkkımı, sana soyundum (çünkü kaltağım), zengin koca bulmanın 50 fahişesel yolu, 7 günde süper bi adam ol (bunu yutacak kadar da salak), meleklerle yaşarken cinlerden 3,5 atmak, 123456 aklını alırım, haremi sallayan azgın cariye, 10 günde paraya para deme gibi malca şeylerse, konu açıklamaları "kadınların dostluğu üzerine biber gazı gibi bir kitap", "son derece kan ve cinsel şiddet içeren saykadelik bir polisiye", "büyük şehirde yaşayan ve (belki koca bulurum diye) önüne gelene veren stephanie'nin/merve'nin gerçek aşkı bulma yolculuğu", "lord sikko'nun dikbaşlı kızkardeşi sikkobeth, acaba kendisi gibi dikbaşlı olan kont playboy'la sevişecek mi?", "vampirlerle dolu bir okulda tek kurt adam olan michael acaba vampir bellanur'u düdükleyebilecek mi?", "sadist iş adamının seks kölesi olmayı kabul eden beyinsiz karı" falan filansa, ve "çok akıcı ve anlaşılabilir bir dille yazılmış, dondurma gibi eriyip giden, adeta vıcık vıcık bir eser" - new york times, "uzun zamandır bu kadar harika (yani aptalca) bir roman okumamıştım, nefesim kesildi (umarım benim sadık gerizekalı okur kitleme konmaz)" - başka bir ucuz edebiyat meşalesi vb. elinden çıkma arka kapak yazılarına sahipse, üzgünüm ama biri sizi kitap okuma konusunda fena kandırmış :(((((
  • 65 yaşında olduğunuzu hayal edin. yaklaşık 110 milyar dolar servetiniz var. yarından itibaren her gün 3 milyon dolar para harcasanız, bundan sonra hiç para kazanmasanız bile sahip olduğunuz servet size 100 yıl yetecek miktarda. fakat 65 yaşındasınız, önünüzde yaşayacak o kadar yıl yok. nasıl bir hayat sürerdiniz? kitap okumak böyle bir hayat için öncelikli uğraşlardan bir tanesi olur muydu?

    bill gates’i hepimiz tanıyoruz, dünyanın en zengin ikinci kişisi. her sabah saat 6’da uyanıyor. içinde 8 – 10 tane kitap olan bir çantayla ofise gidiyor. sabah 8’den akşam 6’ya kadar süren toplantılara girip çıkıyor. toplantılar arasında kitap okuyor. çantasındaki kitapları her hafta yeniliyor.

    bill gates’in kitap okuma alışkanlığının microsoft sonrasında bir emeklilik aktivitesi olduğunu düşünmeyin. çocukluğundan itibaren okumaya düşkün olduğunu söylüyor. günlük okumaların dışında her yıl 1 hafta süreyle inzivaya çekiliyor. sosyal medya, televizyon ve süregelen iş temposundan kendisini soyutluyor ve bu zamanı sadece kitap okumaya ayırıyor!

    bill gates’in 1 haftasının maliyetini bir düşünün. tahminen bu yazıyı okuyan tüm insanların hayatı boyunca kazanacağı toplam paradan fazladır.

    warren buffett, bill gates’in yakın dostu, sık sık bir araya geliyorlar. dünyanın en zengin üçüncü kişisi, yatırım uzmanı, portföy yöneticisi. röportajlarında gününün %80’ini kitap okumaya ayırdığını ifade ediyor. warren buffett’ın gününün %80’inin değeri nedir?

    dünyanın en zenginleri arasında bulunan mark zuckerberg, larry page ve benzeri isimlerin ortak özelliği; tahmin edemeyeceğiniz yoğunlukta kitap okumaları. kitaplar bu insanlara ne veriyor olabilir? 20$’lık bir kitap, bill gates’in bir saatinden daha değerli ne içeriyor olabilir?

    bu insanlar bulundukları noktalara geldikten sonra böylesine kitap okumaya başlamış değiller. kitap okuma eyleminin hayatlarının önemli bir parçası haline geldiği dönem çocukluk zamanlarına denk geliyor. dolayısıyla hayatları boyunca yoğun bir şekilde kitap okuduklarını ve bulundukları noktaya gelebilmelerinde bu alışkanlığın büyük katkısı olduğunu ifade ediyorlar.

    bu insanlar kitap okumanın kendilerine katmış olduğu geniş hayalgücü kabiliyeti sayesinde dünyaya, insanlığa ve teknolojiye katkı sunabilmişler. bu durum tabii ki kitap okuyan her insanın zengin olacağı ve teknolojiye katkı sunacağı anlamına gelmiyor.

    kitap okumak öğrenme ve kendini geliştirme azminin bir işaretidir. her kitap okuyan insanlığa katkı sunacaktır diye bir şey yoktur ama insanlığa katkı sunan tüm yenilikçi fikirler; kitap okuyan, öğrenme azmiyle yanıp tutuşan ve bilgiye hasret olan zihinlerden çıkar.

    bill gates dünyanın sayılı zenginlerinden biri olabilir fakat asıl zenginliğin bilgi sahibi olmaktan geçtiğinin farkında. bu yüzden 20$'lık bir kitaba saatlerini ayırabiliyor.

    zenginliğin tek ölçütü cebinizdeki veya banka hesabınızdaki para değildir. okuduğunuz kitapların; karakterinizde bıraktığı etki, hayata bakışınızda yarattığı vizyon ve ufkunuzda oluşturduğu genişlik asıl zenginlik ölçütleridir.

    bu yüzden zenginlik banka hesabınızdaki paranın büyüklüğüyle değil kitaplığınızın büyüklüğüyle ölçülür. kitaplığınız 100 kitap içeriyor olsa bile en az bill gates kadar zenginsiniz demektir.

    edit: yazıdaki bilgiler inside bill's brain belgeseline dayanmaktadır. belgeseli izlemenizi de ayrıca tavsiye ederim.
  • bazen okuduğum kitaptaki karakterlerin hayatlarına devam etmeleri için beni beklediklerini düşünüyorum. en son amin maaloufun yüzüncü adını okurken oldu. yatarken okuyordum. elemanlar bir kervanla yolculuk yaparken gece bir yerde durdular. yemek yeyip ateş falan yaktılar. ben de fırsat bu fırsat kapattım kitabı yattım. ertesi gün işteyken " şu ibnetor gelse de yola çıksak artık" dediklerini duyar gibiydim.
  • 1800'lü yıllardan kalma, kitap okumak için tasarlanmış antika bir sandalye: görsel
  • kitap okumakla alakalı duyduğum iki genel itiraz var. biri "kitap okumanın bana ne faydası olacak" diğeri “ben kitap okuyamıyorum, sıkılıyorum” şimdi, bu iki itiraz da kitap okuma eyleminin altında yatan temel amacı görememekten kaynaklı. kitap okumak, kendi içerisinde disiplini olan bir eylemdir ve aslında bize gündelik hayatımız için faydalı olan tarafı da bu disiplin kısmından gelir. yoksa, kitap okumanın entelektüel açıdan öyle sanıldığı gibi dev faydaları yoktur.

    kitap okumanın esas faydası, bize sürekli fokurdayan bir tencere misali kaynayan zihnimizin altını kısıp, kendimizi tek bir şeye odaklayarak eğitme fırsatı tanımasındadır. “ben kitap okuyamıyorum” demek, “ben bu dünyada ömrümün sonuna kadar benimle birlikte olacağı kesin olan tek şeye yani “zihnime” hakim olamıyorum demekle aynı şey. sen bir köşeye çekilip belli bir süre kendinle vakit geçiremiyorsan yani zihnine hakim olamıyorsan, hayatına, kaderine, geleceğine nasıl hakim olmayı bekliyorsun? şimdi kitap okuma eylemine bir de böyle bakın. yani kitabın kendisinin size katacağı şeyleri değil, kitap okuma eyleminin size kattığı şeyi fark edin. o zaman bu basit olayın önemini daha iyi anlayacaksınız.
  • birkaç gündür "birinin kitap okuyup okumadığı nasıl anlaşılır?" diye düşünüyoruz, vay işte son okuduğu on kitap neymiş, yok onla olmazmış, hatta belli bir yaştan önce klasikleri hiç okumamak lazımmış diye atılıp tutulan yazıları okuyorum. ne büyük, ne büyük laflar!

    ben çok kitap okudum ama "çok kitap okuma güzellemesi" yazmaya gelmedim buraya. zaten iyi bir okur, evvela işin sadece sayıca "çok kitap okumak"la ilgili olmadığını bilir. okuduklarının neler olduğu, senin onları ne derinlikte okuduğun, ne kadarını özümseyebildiğin ve çapraz okuma yapıp yapamadığın gibi daha mühim mevzular var konu "okumak"sa. bu biraz uzun bir yazı olacak, ama okuma eylemi üzerine düşüneceksek bunlara kafa yormadan olmaz. okumanın kendisine kıymet veren ve bu eylem üzerine düşünmek isteyen birine faydası olacağını, belki birlikte düşünmeye kapı açacağını umarak yazıyorum bu yazıyı. (kitap okuyan insanlara da zaten bu uzunluktaki yazı neymiş!)

    şimdi, birinin okuduğu son on kitaba bakıp "peh, anna karenina'yı bu yaşta okuyor!" demekle bu iş olmaz tabii. birincisi, evet o yaşta okuyabilir, zira çok okumak da, iyi okurluk da rus klasikleri okumaya indirgenemez. türkiye'de müthiş bir rus klasikleri fetişi var. sevdiğimiz şeyi fetiş haline getirmek zorunda mıyız, inanın bilemiyorum. rus edebiyatına ömrü boyunca özel bir ilgi duymayıp başka birçok alanda çok iyi okur olabilir birisi. keza belli bir yaştan sonra da ilk kez merak salabilir. şahane bir okur olan, ama rusu, fransızı klasik edebiyatla komple arası çok barışık olmayan bir arkadaşım var örneğin, ne oluyor yani, okuduğu tüm güzel kitaplar çöpe mi gidiyor bu durumda? büyük meseleleri sadece klasikler mi anlatabiliyor, bugün aynı meseleleri başarıyla ele alan modern veya çağdaş roman örneklerinden bazılarının da 200 yıl sonra okunacak kadar zamana meydan okuyabilecek bir evrensellikte olmadığı ne malum? yani neyi neyle genelliyorsunuz hiç anlamıyorum, ama tüm bunlar bana iyi okur olmaktan ziyade "iyi okur personası çizmek" alametleri gibi geliyor. ve bu tarz aşağılayanlar yüzünden "hiç kimse klasikleri ilk kez okumaz" lafına daha çok hak veriyorum, ilk kez okusa da söyleyemiyor insanlar. ne saçma genelleme... en sevdiğim yazarın okumadığım kitapları var benim, sırf onun bir romanını ilk kez okuma heyecanından kendimi mahrum bırakmamak için beklettiğim kitapları var. ve inanır mısınız, "iyi okur"ların böyle hevesleri var.

    “ilerleyen yaşlarda tekrar oluyor olabilir” meselesine gelince, hakikaten bu ihtimal nasıl düşünülmemiş olabilir bilemiyorum. şahsen, hayatında hiçbir kitabı ikinci kez okumamış bir "çok okur/iyi okur" görmedim. (yoktur demiyorum, ama hiç rast gelmedim.) ancak bunu da "bazı kitaplar tekrar tekrar okunmayı hak eder" diye değil, "bazı kitapları tekrar tekrar okumayı canınız çeker" tonlamasıyla söylüyorum. bayağı böyle en sevdiğiniz yemeği canınızın çekmesi gibi... evvela kitaba bence böyle bakmak lazım zaten, ödev gibi okunmaz ki kitap, sevdiğiniz için okunur. ikinciye okunması hadisesi de böyle, evet bir kitap tekrar tekrar okunmayı hak edebilir, ama ben okuyacaksam bu sadece benim vaktimi bu şekilde geçirmeyi tercih etmemle ilgilidir.

    vakit geçirmek... niyeyse vakit geçirmek çok ayıp bir şeydir ve vakit geçirmek için kitap okumak da çok ayıp bir şeydir! kitap okumayı kutsallaştıran insanlar, esas "vakit geçirmek için kitap okuyan"ın gerçek bir okur olduğunu genellikle idrak edemezler. onlara göre kitap, sanki sadece klasikleri okuyup hayata dair büyük dersler çıkarmak veya bilgi edinmek için okunur! ne boş kuruntu... oysa kitap okumak eylemi gerçekten hayatının içinde yer alan insan, eğlenmek için de, vakit geçirmek için de okur, her şey için okur! zaten o yüzden "okur"dur ya. moduna göre, o anki amacına göre okur. kimisi için eğlenmek kitapla olmaz, kitap okumak eğlenceli gelmez, kimisi için ise olur. "kutsal okur"ların anlayamadığı şey de budur, bir insan kitap okumayı çok severse zaten bu onun hayatının her alanına sirayet eder. görev gibi oturup okumaz öyle, içinden geldiği, zevk aldığı için okur. bunlara kalsa, kitap okumak ne asık suratlı şey yarabbi, evlerden ırak!

    keza neymiş, klasikler belli bir yaşın, belli bir hayat tecrübesinin altında iken okunmazmış. bunu ara ara duyuyorum bazı insanlardan ve her seferinde karşı çıkıyorum. zira burada mantıktan da, duygudan da tamamen yoksun, hatta bence epeyce ezbere bir laf var. "belli bir yaşın, tecrübenin altında anlaşılmaz o kitaplar", o yaş ve tecrübenin çizgisini kim, nasıl çekecek, tart bakalım kaç kilo tecrüben? kim, hangi yaşta ne kadar tecrübeli? tecrübeliyse hangi alanda tecrübeli? tüm alanlarda tecrübeli olabilir miyiz sahi? "insan her şeyin ölçüsüdür" lafını hatırlayalım mı az biraz?

    burada, belki farkında olmadan yapılan müthiş kibirli bir varsayım da söz konusu üstelik: yani size göre (artık orası her neresiyse) belli bir yaşa, tecrübeye geldiğinde siz bir kitabı tamamen anlayabiliyorsunuz, öyle mi? bu öyle kof bir kibir ki aslında, az geriden baksanız görülebilir.

    1- bir kitabı hiçbirimiz tamamen anlamayız, çünkü yazarın beyninin içimde değiliz ve hiçbirimizin zihni aynı düşünce örüntüleriyle çalışmıyor, yani hiçbirimiz yazarın yazarken neler anlatma kastı olduğunu tam olarak bilemez. algılarımız da, yorumlamalarımız da asla bire bir aynı olamaz. bu yüzden en somut bir olgusal bilgi kitabını (diyelim ki bilimsel bir el kitabı olsun) dahi okurken, zihnimiz kendi hayatımız, birikimlerimiz, şahsi tecrübelerimiz ışığında, orada yazılanları birbirinden farklı şeylerle bağdaştıracak ve haliyle, o bilgilerin depolanması bile farklı şekilde olacaktır. o devasa klasikleri düşünün, her birimiz neresinden bakarak okuduk acaba ve bu yüzden kitapta nereler bizim için ön plana çıkarken nerelerin farkında olmadık, anlamadan, fark etmeden es geçtik? bu yüzden aynı kitabı hayatımızın farklı dönemlerinde tekrar okuyunca bizim için farklı anlamlar kazanıyor zaten. "burayı neden çizmişim ki?" diyorum bazen ve ne zaman okuduğumu hatırlamaya çalışıyorum. çoğu zaman, okuduğum dönemki olay ve hislerimi hatırlayınca anlıyorum neden orayı çizdiğimi. insan algısı, hislerine göre çok değişken. o yüzden emin olun, her kitabı belli bir anda, belli bir duyguduruma göre algılıyoruz. edebiyat olmayanlar da buna dahil... çünkü hayat görüşümüz de sürekli evriliyor, aynı doğrultuda kalsa bile o doğrultuda yeni tartışmalar, yeni bilgiler giriyor hayatımıza ve bu da hayat görüşümüzü etkiliyor, okuduklarımızı algılamamızı etkiliyor yine.

    2- evet, belli bir yaşın veya tecrübenin altında olmak, bazı şeyleri es geçmemize sebep olabilir. ama yukarıda ayrıntılı şekilde belirttiğim gibi, aslında bundan hiçbir zaman muaf değiliz, yaşımız ve tecrübemiz ne olursa olsun. bu yüzden "şu yaşta, bu tecrübedeyken okumayın" demenin rasyonel olmadığı açık. bu "şöyle şöyle olmadan okumayın" cümlesi, rasyonellikten uzak ve alttan alta (çoğu zaman farkında dahi olunmadan sahip olunan) bir kibri içermesinin yanında, şu ünlü sözün duyulmadığına da ikna eder beni: "hayat, bütün hataları yapıp öğrenmem için çok kısa, o yüzden kitap okuyorum." şakayla karışık bu gönderme, bence çok güzel bir noktaya işaret ediyor; insan sadece yaşayarak değil, okuyarak da tecrübe kazanır. aynı durumda başka insanların neler düşünebileceğini, bir olayı nasıl farklı kavrayabileceklerini, bizden farklı ne gibi tepkiler verebileceklerini biz kitaplardaki karakterler aracılığıyla da öğreniriz. sanat hayata dahil, edebiyat hayata dahil, hiç de ondan kopuk ve onun dışında şeyler değiller, o yüzden hayatı deneyimlerimiz kadar kitaplardan da öğrenmemizin önünde hiçbir engel yok. zaten tecrübe edinmeyi sadece bizzat yaşamaya indirgersek o zaman gerçek hayatta da kimsenin yaşadıklarından ders çıkarmamamız, bize akıl veren kimseyi dinlemememiz, kimseden sorup soruşturup akıl almaya çalışmamamız gerekir. bir insan her konuda tecrübeli olamaz. hem fiziki kısıtlılık hem de duygusal manada olamaz, şunun ebeveynliği onun ebeveynliği ile aynı tecrübeyi vermeyecektir ki. o halde kiminkini "tecrübe"den sayacağız mesela? ne kadar çok sesi işitirsek, o kadar iyi anlar ve muhakeme ederiz, ama aynı anda 100 farklı babalık deneyiminden geçmemiz, 500 farklı baba-oğul ilişkisi geliştirmeniz mümkün değildir. bu anlamda bence empati yeteneği gelişkin iyi bir okur, kâh latin amerika'dan kâh güney afrika'dan yazarları okuyarak, sadece "hayat okulu"nun tedrisatından geçmiş bir oğuldan daha iyi anlayabiliyorsa bazı şeyleri, o da tam olarak kitaplardan edindiği "dolaylı tecrübeler"dendir.

    işte, madem kitap okumak tecrübe edinmenin bir yolu, tam da bu sebeple "şu tecrübeye gelinceye kadar şunları okuma" demek bence kendi içinde kısır döngü oluşturuyor. hani zaten herkes aynı yaşta aynı tecrübede olmuyor, herkes her alanda tecrübeli olmuyor (ortaçağda yaşamayı veya siyah olmayı veya erkek olmayı ancak okuduklarım/izlediklerim ile dolaylı olarak tecrübe edebileceğim mesela, herkesin böyle sınırlılıkları var, farkındayız bunun değil mi?) e bir de okumazsam, o zaman o tecrübeye nasıl geleceğim? kitaplar, muazzam bir hayat tecrübesi anlatısı da olabilirler, o gözle okumayı biliyorsanız...

    sonra, tarih boyunca küçücük kasabasında yaşayan, kendisi asla o kitaplarda yaşananları yaşamayacak olan nice insan o kitaplarla ne serüvenlere çıktı, farkında mısınız? onlar da okumasınlar o zaman, nasılsa asla bazı şeyleri bizzat tecrübe edemeyecekler. bunlar, farkında olmadan beyinlerde yer etmiş, yaşın illa insana önemli tecrübeler kattığı (çünkü bir zamanlar öğrenmenin yolu "hayatta vakit geçirmek"ti ama artık tek yol bu değil) yönündeki arkaik inançla, dünyayı herkesin her şeyi tecrübe edebileceği bir özgürlükler alanı olarak farz etmenin getirdiği boş varsayımlar. dünya öyle bir şey değil. kitap okumak da sizin kalıplarınızla yargılanabilecek bir şey değil.

    3- gelelim yukarıda bahsettiğim "hayat-kitap" ilişkisine. öncelikle, kitapların bize bilgi ve dolaylı bir tecrübe kattığından bahsettim, ama kitapla olan ilişki bence kesinlikle "şunu okuyayım da bana tecrübe katsın" gibi faydacı bir ilişki olmamalı. kitap okumayı seven biri için kitap okumanın verdiği mutluluk da bir faydadır tabii ki, ama kitap okumanın kendisini tamamen araçsallaştırmak bence kitap okuma zevkiyle bağdaşmıyor. bugün şu konuda bilgi edinmek için kitap okurum, yarın tamamen kendimi eğlendirmek, okuduğumdan keyif almak için okurum. bilmiyorum anlatabildim mi? bu esnada kitap bana dolaylı olarak zaten fayda katacaktır. örnek vereyim, hatta hadi yine aynı örnek üzerinden gideyim, klasikler. evet, klasiklere, özellikle fransız klasiklerine müthiş meraklı bir çocuk olarak, ilkokulda veya ortaokulda klasikleri okuduğumda bazı yerleri -bilgi anlamında da- anlamıyordum. şimdi bazılarına göre "boşa okumuş" oluyormuşuz ya o yaşta, tam aksine, bence bugün olduğum kişiyi olmamı sağlayan şey o anlamayışlarımdı. (ve bu arada eminim ki, o alanda bilgili olmadığı sürece, kaç yaşında okursa okusun bazı şeyleri yine anlamayacak yetişkin okurlar. ki çok normal. 18. yüzyıl fransız kültürü ve toplum yapısına dair her şeyi biliyor muyuz mesela ki hepsini anlayalım? orada belki bir karakter o dönemin anlayışıyla ilgili bir jest yapıyor, ama bilmediğimiz için şu an hiçbirimiz okurken o detayı fark etmiyoruz. o romanlarda böyle yüzlerce detay olduğunu hiç düşündünüz mü belli bir yaş ve tecrübedesiniz diye her şeyi anladığınızı varsayarken?)

    evet, nice şeyi o zaman anlamadı çocuk ben, fakat bugün anlamadığım şeyleri kalkıp araştırmamı o yaşta anlayamayacağım kitaplar okumayı sevmeme borçluyum.

    hemen örnek vereyim. mesela kitapta napolyon adı geçiyor. ben henüz fransız tarihinde kaç tane napolyon var bilmiyorum o yaşta. napolyon deyince aklıma "fi tarihinde bi tane fransız kralı varmış"tan ötesi gelmiyor. karakter enteresan bir şey yapıyor ama kitapta, napolyon hayranlığını gizlemek zorunda. "allah allah, krala hayran olmak neden tehlikeli olsun ki?" diye düşünüyorum. merak, öğrenmenin anahtarıdır. anlamadığınız şeyleri merak etmeniz sayesinde, size bir beden büyük gelecek kitapları okumanız illa bazılarının düşündüğü gibi "kitabı anlamamanızla" değil, merakınızın sizi daha çok bilgi edinmeye itmesi (ve sonuçta kitabı anlayabilmeniz) ile sonuçlanabilir ve bu tamamen size bağlıdır. ben o gün merak edip bakmasaydım ne tarihte kaç tane napolyon olduğunu öğrenirdim, ne napolyon savaşlarını, ne kralın adaya sürülüşünü... bakın burada ben sadece düz tarihi bilgi öğrenmedim, kralların da "sürülebileceğini", "gözden düşebileceğini" öğrendim örneğin. farklı bir bakış açısı, farklı bir dünya görüşünün varlığını öğrendim.

    bakın bu tek bir kitaptan, tek bir karakterin tek bir anının örneği... şimdi bunu okuduğunuz her kitapla genişleterek düşünün: sizce bu şekilde kitap okuyan biri, belli bir yaşa geldiğinde kaç türlü farklı bilgiyle, görüşle, fikirle donanmış olur? ki yine dikkatinizi çekerim, bu "öğrenme ödevi" ile yapılmış bir şey değildir, doğal bir merak ve öğrenme güdüsüyle kendiliğinden gelişen süreçlerden bahsediyoruz. okuduğu şeyi daha iyi kavramak için yan okumalar yapan bir okur ancak iyi bir okurdur. o yüzden aynı kitabı okuyan iki insan hem kişisel olarak farklı arkaplanları sebebiyle kitaptan farklı şeyler alır, hem de bu tarz sebeplerle. başta bahsettiğim çapraz okumalar yapma meselesi, bence iyi okur olmanın mühim ayrıntılarından biri.

    bir başka ayrıntı, kitabı okuyanın ne derece derinlikte okuduğu, metne ne kadar nüfuz ettiği. bazı kitapları "okuyanlar"ı görüyorum, sadece sayfalarını çevirmişler, ona okumak denebilir mi, şüphem var mesela. geçenlerde en beğenilenler'den biri olan, hayali bir diyalogu bir oğuz atay metni olarak lanse eden, üstelik oğuz atay okuduğunu söyleyen bir entry vardı mesela. o kitabı hakikaten okumuş birinin o metindeki üslubun oğuz atay'ın üslubuyla alakası olamayacağını anlaması 15 saniye filan sürer muhtemelen. hatta bir adım öteye geçeyim, bazen bazı üslupların birbirinden alakasız olduğunu fark etmeniz için okumuş olmanız bile gerekmez. freud'un bütün metinlerini okumadım, yazdıklarını öyle cümle cümle bilmem, ama bazı altına freud yazılan şeylerin ona ait olmadığını anlamam için freud'un tüm metinlerini okumama bile gerek yok. (nitekim basit bir google taraması yapıp aynı sözün başka birine ait olduğunu çabucak doğrulayabiliyorsunuz.) bunu yapabilmemin sebebi benim müthiş zeki filan olmam değil tabii ki. sadece okuduğum şeyi gerçekten okumuş olmam. bir yazarın üslubunu kavramak için gereken şey, metne cidden dalmak. bütün kitaplarını okumuş olmak zorunda değilsiniz. okuduğunuzu gerçekten kendinizi vererek okursanız ancak hakkıyla okumuş oluyorsunuz bence.

    şimdi düşünün, böyle okuyan insanın dünyasının muazzam genişlememesi mümkün mü? daha da iyisi, hep aynı türde, aynı ideolojik görüşten okumamaktır tabii; böylece inanmadığınız görüşlerin de dünyasını, "jargon"unu öğrenirsiniz. bu yüzden insanların son okuduklarına filan bakmak yeterli değildir. kimler neler yapıyor, neler yazıyor diye bazen hiç alakamın olmayacağı kitapları bile okuyorum. düz mantıkla bakarsanız "kavgam çok satıyor, neo-naziler coştu" dersiniz. evet, neo-naziler sayıca artmıştır da hakikaten, ama bir insanın hitler'in zamanında neler yazdığını, o zamanki insanların nasıl bir şey okuduklarını merak edip o kitabı alıp okumayı isteme merakını da bu çuvala sokan biri, ne iyi çıkarsama yapabiliyordur ne de elindeki "kavgam'ın çok satması" bilgisini doğru okuyordur bence.

    sonuç olarak, bence mesele "birinin çok kitap okuyup okumadığını anlayabilecek bilirkişi olmak" değil, iyi okur olabilmek. yılda kaç kitap okuduğunuz değil, 1- okuduklarınızdan keyif ve/veya bilgi alıp almadığınız (okuma amacınıza bağlı olarak), 2- mümkünse bilgi edinmek için okurken bile keyif alabileceğiniz türleri keşfedebilmek. 3- okuduklarınız üstüne derinleşebilmek.

    kitaplar konusunda mümkün olduğunca değer yargılarından uzak bakmaya çalışıyorum. bu konuda da iki noktayı daha belirtip bu uzuuuuun entry'yi sonlandıracağım:

    1- cheesy bir kitap okumayı da istediğiniz anlar olabilir, insansınız yahu, eğlendiriyordur belki sizi. insanları elinde tuttuğu tek bir kitapla yargılamayın. ben bu konuda isterse bestseller okusun (ki her bestseller kötü veya boş değildir, bunu da unutmayalım zaten), okumanın mümkün olduğunca teşvik edilmesi yanlısıyım. sebebi basit, bir kere okuma eyleminin kendisi, mesela izleme eyleminden farklı noktalara temas ediyor beyinde. hep aynı yerleri uyarmayalım, beynimizin başka yerlerini de uyaralım istiyorum. okuduğunuz şey ilaç prospektüsü bile olsa, okuma eyleminde bulunmanın fizyolojik farklılığı zaten her durumda geçerli. üstelik bugün onları okur, yarın belki daha derin kitaplara dalacaktır. okuyan biri her zaman bir sonraki faza geçme umudu uyandırır. dahası, kitapla teması kesilmesin isterim insanların. çünkü bugün şu kitabı almak için kitapçıya girer ya da kitap sitesinde gezinirken, başka bir kitap gözüne takılır, bambaşka bir alana ilgisini keşfeder. insanlar okudukları sürece bu ihtimaller, kapısı aralık kapılar gibidir. bakarsınız bir gün birinden geçer. geçmezse de canı sağolsun...

    2- her zaman söylerim, ben o yaşta o kitapları okumasaydım, bugün olduğum insan olamazdım. o yüzden "yaşına uygun" kitap tavsiyesine şiddetle karşıyım. bazen belli yaştaki çocuklara "yaşına uygun" kitap tavsiyesi vermemi isterler, o yüzden buraya da fikirlerimi yazmak isterim. bence yaşa göre değil, ilgi alanına, meraka göre kitap tavsiye edilir. genelde şöyle bir itiraz vardır, "ama yaşına göre çok ağır bir kitap verilirse ve ondan sıkılırsa kitaplardan soğuyabilir, okumaya uğraştıkça iyice bunalabilir". evet bu olabilir, eğer çocuğa kitap okumayı bir "ödev" gibi sunduysanız... gittiğiniz filmden de sıkılabilir, yaşına uygun olsa bile. çocuk, herhangi bir şeyden sıkıldığında bırakabileceğini biliyorsa "bu beni açmadı" der geçer. anna karenina'yı da 8 yaşında bir çocuğun eline tutuşturun demiyorum zaten, ama ilgisi varsa "sen onu henüz okuyamazsın" diye bir çocuğun elinden almayın diyorum. bir çocuğun neye kapasitesi olduğunu bilemezsiniz. neye merakı olduğunu da... yetişkin birinin, eğer ilgisini çekmiyorsa, sonuna kadar okuyamayacağı kitapları deviren çocuklar biliyorum. keza benim çocukken okuduğum kitapları türkiye'deki çoğu yetişkin de okumadı ona bakarsanız? üstelik sıkılmak çocuklara has değil, biz de bir kitaptan sıkılabiliriz. sıkıldığımız kitabı bitirip bitirmemek de tamamen bizim kararımıza kalmış. internette dolanan "okur hakları" diye bir metin var, bence şeker bir şey, "okurun bir kitabı bitirmeden bırakmaya hakkı vardır" gibi cümleler içeriyor. (bugün bazılarımıza "e yani tabii ki, ne alaka bu cümle?" dedirtebilir, ama bir zamanların meşhuuur "kitap yarım bırakılmaz, kitabı yarım bırakmak kitaba hakarettir, yazara saygısızlıktır" diyen yine o asık suratlı, dayatmacı anlayışı pek hakimdi.)

    hepimizin vakti sınırlı, hepimiz bu vakti güzel şekilde doldurmaya çalışıyoruz, ama bu sayı ve skor (skora hangi kitabı kaç yaşında okuduğunuz meseleleri de dahil işte) kafasını boşvermek lazım hakikaten. bence en önemli olan şey okumaktan zevk almaktır. 20 kez aynı kitabı okuduğum oldu, çünkü bana çok zevk veriyordu. bu sözleri kendime de söylüyorum inanın, çünkü onu tekrar okuyacağım vakitte belki bambaşka kitaplar okuyabilirdim, buna bazen benim de hayıflandığım oluyor. ama günün sonunda bakıyorum, o kitabı tekrar tekrar okurken mutlu muymuşum? evet. o halde ne gam? okuduklarımızın yararı zaten eninde sonunda bize sirayet edecektir o ayrı; ben artık son birkaç senedir, eskiden hep çok ayıp bir şeymiş gibi söylenen, şimdi ise tamamen "hayattan keyif aaalll, almazsan yaşamıyorsun" diyen dayatmaların uzağında, iki uca da düşmeden, okurken keyif alacağım kitaplar bulayım ve kim ne der, kendi skor tablosunda beni, okuduklarımı nereye koyar diye düşünmeden ayağımı uzatıp okumanın keyfine varmayı öğreniyorum artık. benden önce bu kafaya gelip yol gösterenlere minnetle...
  • "bir kitabı okurken geçen iki saatin ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım."*

    sabahattin ali
  • üniversiteye başlamamla birlikte hızımı kaybettiğim, mezun oldum, çalışmaya başladım derken iyiden iyiye koptuğum, uzun uğraşlar ve ciddi mesailerle tekrar alışkanlığını kazandığım muhteşem eylem.

    hani beslenme düzeninizi değiştirmek için diyetisyene gidersiniz ve size ilk etapta "ideal kilonuza kavuştuktan sonra eski düzeninize geri dönerseniz yaptığımız her şey boşa gider" der ya, işte kitap okuma alışkanlığı da aynen böyle bir şey. ritmi bozmaya gelmiyor.

    nasıl olacak bu iş peki? kitap okuyamıyorum işte efendim vaktim olmuyor, işten geliyorum kafam kazan gibi bilmemne... bir kere o telefonu bırak. klişe, evet bırak. gün içinde şuna bakayım, bunu göreyim diye kaç dakikan o ekrana hapis geçiyor bir düşün. günlük ekran sürene bak mesela. sonra o ekrana hapsettiğin dakikaları bir kitaba verdiğini düşün.

    her şey öz disiplin ve gerçekçi bir plana bağlı aslında. örneğin ben her ay başında bir okuma listesi hazırlıyorum. burada önemli nokta gerçekçi olmak. kendinizi tanıyın önce. eğer yavaş okuyorsanız ve uzun zamandır da kitaplarla haşır neşir olmadıysanız kalkıp tutunamayanlar'ı bir haftada bitireceğim gibi komik meydan okumalara girişmeyin. verdiğiniz ara uzunsa önce kısa kitaplarla başlayın. listeye tik attıkça motive olacaksınız, bir sonraki kitabı merak etmeye başlayacaksınız ve zinciri kırmak istemeyeceksiniz.

    gerçekçi planlardan bahsetmiştik. tabii hayatta ne olacağı belli olmuyor o yüzden okuma listesi yapacaksanız orta yoldan gidin. diplomasi'nin hemen arkasından monte kristo kontu'nu okumaya girişmek akıllıca değil. ben 500+ sayfa üzeri bir kitap koyduysam aylık okuma listeme, geri kalan 4-5 kitabı mutlaka 100 sayfanın altında kitaplardan seçiyorum. bu ince kitaplar gün içinde toplu taşıma kullanıyorsam su gibi okunup gidiyor zaten. kullanmıyorsam da iki kupa kahvede bitiyor. bu şekilde hem liste kolaylıkla eriyor hem de sıkılmıyorum.

    evinizde kendinize ait bir okuma köşesi hazırlamak da çok iyi bir fikir. bunun için geniş berjerlere, havalı okuma lambalarına gerek yok. kitap okurken rahat olacağınız bir yer olması yeterli. bir de bol bol yastık lazım. ben o konuda absürt davranıyorum biraz. yolculuklarda kullandığım boyun yastığımla okuma yapıyorum bazen. o da olur yani. rahat olun, kitap okuyacağım diye sırtınıza, boynunuza ceza vermeyin yeter.

    her bir kitabın ayrı bir evren olması fikri beni müthiş heyecanlandırıyor. elimdekini bitirip yeni bir kapı açmak için sabırsızlanıyorum çoğu zaman. gözlerinizi boşuna yorup, beyninizi çerçöple doldurmayın. kitap okuyun, okuyup beğendiklerinizi bana yazın, onu bunu okudun mu bak ben bunu okudum sen de oku filan deyin.

    annemin bana 90'ların ortasındayken ilk kitaplarımı aldığı kıbrıs şehitleri caddesindeki iletişim kitabevi'nde gördüğüm ve ömrüm boyunca unutmadığım muhteşem cümleyi bırakıyorum buraya:

    (bkz: okumak iptiladır müptelalara selam)

    debe editi: çok güzel, çok değerli tavsiyeler, geri dönüşler geldi, hepsini not ettim. edebiyatın insanları birleştirme kuvveti karşısında gözlerim kamaşıyor. çok teşekkür ederim.
  • "kitapların uyuşturucudan kalır yanı yok." *
  • en ekonomik seyahat yöntemidir.

    kitap okumak, hayal dünyanı, ufkunu genişletir. seni bilmediğin coğrafyalara götürür, bilmediğin ve tanışma ihtimalin olmayan insanlarla tanıştırır. onların beynine, ruhuna sokar, onların gözünden dünyayı, başka insanları ve çok değişik olayları seyrettirir.

    düşünce akışını ve muhakeme yeteneğini güçlendirir. hiç okumamış birinin söylediği ve yazdığı cümlelerle, çok okumuş birinin söylediği ve yazdığı cümleler arasında, gerek içerik, gerek yapı, gerek mânâ ve mantıksal silsile olarak bâriz fark vardır. halk arasında "senin ağzın laf yapıyor" denen kişiler genellikle iyi okuyan kişilerdir. bir de "laf ebeleri" vardır ki, mevzumuzla alâkası yoktur.

    baba romancıları okumuş olmanın uzun vâdede sana kazandıracağı "finesse"i başka hiç bir şey kazandıramaz. ne aile, ne okul, ne iş, ne arkadaş. âmiyâne tâbirle "yontulmuş" adam yapar seni.

    tabii okumaktan kastedilen, okuyup anlamış ve içselleştirmiş olmaktır. yoksa satırlar üzerinde göz gezdirmek değildir.

    okumuş ve çok etkilenmiş olduğunuz kitapları belki bir beş sene sonra tekrar okumanız da çok faydalıdır. bu zaman zarfında, ufkunuz genişlemiş ve bakış açılarınız hatta hayata yaklaşımınız bile değişmiş olabilir.

    özetle, hayal dünyanı geliştirir, bilgi verir, kelime dağarcığını genişletir, sana düşünmeyi ve muhakeme etmeyi öğretir, rûhunu zenginleştirir, düşünce sistematiği oluşturmanı ve sağlıklı bir şekilde akıl yürütmeni sağlar. seni "yontar", ince ve tornadan geçmiş medeni bir insan yapar. zarâfetini arttırır. kaba saba, hoyrat olmazsın, ince düşünceli olursun, zarif olursun. rûhunun ve aklının "çapak"lardan arınmasını ve saf hâle gelmesini sağlar, rûhunun tekâmülüne doğrudan katkıda bulunur.
hesabın var mı? giriş yap