• seray şahiner'in okuduğum ilk romanı.

    bir edebiyat eleştirmeni değilim. kitapları can yayınları’ndan çıkan, eserleri tiyatrolara uyarlanan, ödüller kazanmış birine yazı yazmayı öğretmek elbet haddime değil ama “kul” romanında bazı kafamı kurcalayan bölümlerin yer aldığını da sıradan bir okur olarak belirtmek isterim.

    seray şahiner’in romanında en çok dikkatimi çeken şey, kurduğu cümlelerde okura ifade ettiği şeyleri ısrarla açıklama ihtiyacı duyması, tekrara girmesi.

    örneğin 9. sayfada “bir mesafe koymak, senlibenli olmamak, sıcak çaydanlığın sapını bezin ucuyla tutuvermek gibi bir şeydir onun yüzüne mercan hanım denmesi.” cümlesinde “mesafe koymak” ve “senli benli olmamak” ifadeleri aynı anlama çıkıyor, bunlardan birini çıkarıp kalan ifadenin sonuna “için” ekleseniz cümle bundan etkilenmez.

    20. sayfada mercan’ın kendine vakit ayırıp step yapma fikriyle karşılaşıyoruz ama ondan da vazgeçiyor. yazar bunu şöyle bir cümleyle ifade ediyor:

    “hah, step basamak mı çıkıp inecekti? bir basamaktan kazandığı parayı başka basamağa mı yedirecekti mercan? artık bu kadarı da enayilikti yani. sultanahmet’te topla karacaahmet’te dağıt dedikleri.”

    bu cümlede “artık bu kadarı da enayilikti yani.” cümlesine gerek yok çünkü burada okur söylenmeyeni söylenenden çıkarabilir.

    27. sayfada, “kahvesinden bir yudum aldı. soğumuştu.” diyor ve bu satırın birkaç satır altında, “üstünde eyfel kulesi resmi olan kahve fincanını alıp mutfağa geçti, soğuk kahveyi lavaboya döktü.” diyor. hâlbuki biz kahvenin soğuk olduğunu bir önceki cümlede öğrendik, tekrar soğuk diye yazmaya gerek var mı?

    ve hemen alt satırlarda şöyle diyor yazar “mercan elinde sıcak kahveyle salona döndü.”

    hazırladığı kahvenin artık sıcak olduğunu okur zaten biliyor. bunu tekrar belirtmeye gerek var mı?

    “peki, ne demeliydi?” kısmına girmiyorum. seray şahiner onu benden çok daha iyi biliyor.

    56. sayfada mercan’ın televizyonu birden kapanıyor ve şu cümlelerle karşılaşıyoruz:

    “voltaj mı kaldırmıyordu acaba? mercan televizyon hariç elektrikli bütün aletleri fişten çekip televizyonun aç düğmesine bastı ki elektrik sadece televizyona gitsin.”

    burada yazar okura düşünmek için fırsat bile vermiyor, sıradan bir okur mercanın niyetini yakalayabilir. “bastı”dan sonrasına gerek var mı?

    yazar kelimeleri sıralar ve bunlar bizim zihnimizde şekil alır. ama bu şekil, yazarın kelimeleri nasıl sıraladığına bağlı olarak belirli bir nitelik kazanır. haddime değil ama seray şahiner; okurun, yazılmayanı yazılandan çıkarma becerisine güvenip, cümlelerini daha sade hale getirebilir. metinleri zenginleştiren en önemli öğelerden biri de bu.

    seray şahiner bazı dalgınlıklara da imza atıyor. 76. sayfada hangi fincan ile ne içtiğini belirtiyor:

    “mesela mercan suyu kova burcunda, sabah çayını eyfel kulesi’nde, akşam kahvesini thames nehri’nde içerdi.”

    peki, öyle mi gerçekten?

    sayfa 27’de üzerinde eyfel kulesi olan fincanda kahve içerken (çay değil), sayfa 103’de roma kolezyum resmi olan fincanda içiyor.

    yeri gelmişken ekleyeyim, merdiven silerek zorluklar içinde geçimini sağlayan, kendini türbelere vermiş, bodrum katta yaşayan mercan ilginçtir sabah kahvaltılarında kahve içiyor! yaratılan mercan, “ne var yani içemez mi! tepkisini karşılayacak bir profil değil.

    ilgimi çeken bir diğer konu; yazar 83. sayfa’da erikli baba cemevi’nin kapısında yazanı ve onun hikayesini tam yarım sayfa anlatıyor. bunu sanki kopyala yapıştır yapar gibi aynen aktarmak yerine bu bilgileri satırların arasına yedirerek, romanda ilerlese daha iyi olmaz mıydı? internete girip bulabileceğim bir bilgi niye bir romanın sayfalarını meşgul etsin ve boşu boşuna yer kaplasın? kapısında çok daha uzun bir yazının bulunduğu tabelanın olduğu bir yere girseydi ne yapacaktı? onu da aynen aktaracak mıydı?

    cemevi’nde okunan yasin ve fatiha surelerini de aynen satırlara aktarmasına hiç girmiyorum bile. eğer çok daha uzun, sayfalar sürecek bir dua okunsaydı ne yapacaktı seray şahiner?

    buna benzer bir durum da 75. sayfada var. yazar tam 6 satır boyunca japon pazarı’nı tarif ediyor, içinde satılanları yani... bunu bilmeyen var mı? bu 6 satır acaba romana ne katıyor? üstelik bu japon pazarı kendine özgü bir yer de değil.

    ve o kadar açıklamaya rağmen aynı sayfanın en altında “her şey bulunurdu öz japon pazarı’nda.” diye de ekleme yapıyor!

    seray şahiner aldığı ödül sonrası bir röportajında “edebiyatta temel dertlerimden biri sınıf meselesi olduğu için, bu alanda kürsü sahibi olacak konumda bir yazarın adına verilmiş bir ödülü almak büyük mutluluk. ustaları olmanın şöyle bir zorluğu var; uzun süre her yazdığımda, bunu murathan mungan okusa, vedat türkali okusa, orhan kemal okusa ne düşünür duygusunu yaşadım.” diyerek sınıf meselesini nasıl dert edindiğini belirtiyor ki bu bile kişisel olarak beni kendisine yakın hissetmem için yeterli ve övgüye değer. ancak seray şahiner biraz da örneğin “beni acaba rahmetli fethi naci okusa ne düşünürdü?” duygusunu yaşamalı. kim bilir belki de o zaman “kilisenin içi izdiham derecesinde kalabalıktı.” gibi komik bir cümleyi, hem de orhan kemal roman ödülü almış bir romanda kuramazdı.
  • osmanlı'da kulluk ile kölelik arasında önemli bir fark var. örneğin osmanlı köylüsü köledir (bkz: #82111838) ama kul dediğiniz, padişahın kulu dediğiniz kişi ile köle aynı statüde değildir. kullar öncesinde köle olabilirler ama kulluğa geçişle birlikte azad edilirler. nitekim osmanlı yönetici tabakasının önemli bir kısmı kölelikten kulluğa geçenlerden oluşur. kulluk, bir itaat ilişkisidir. bu anlamda batıdaki vassal (itaat edenler) ve süzeren (itaat edilen) arasındaki ilişkiye benzer.
  • birçok ayetin başında geçer. "de ki" anlamına gelir. zira kur'an-ı kerim allah kelamıdır ve doğrudan doğruya allah'ın kulu tarafından söylenecek dualar orada o haliyle yer alamaz, başına allah kıblinden söylenmiş bir "de ki:" getirilmesi icap eder. format meselesidir yani.

    ekşi sözlükte soru şeklinde olan başlıklara girilen entrylerin "... diye cevaplanabilecek olan soru" diye bitmesi de buna benzer. (bkz: teşbihte hata olmaz)

    turan dursun bu "kul" kelimelerinin sonradan bu ayetlerin başına getirildiğini, ayetlerin aslında olmadığını bu yüzden kur'an'ın allah kelamı olmadığını söylemişti. kendisine cevap verilmek yerine onu öldürmek yolu seçildi.

    "kul" kelimesi kaf ile yazıldığında "de ki" anlamına gelir. eğer kaf'ın biraz daha incesi olan ve cnn tercümanlarının "q" olarak çevirdikleri kef ile telaffuz edilirse "ye", "ye ki:" anlamına gelir. bu husus, türkçe ibadet lehine önemli bir argümandır.

    ayrıca (bkz: kâl)
  • "kalbimin bana vurduğu her yumruk adedince senin kölenim.
    nereye istersen; kıblem, yönüm sensin.
    sonrasını, sadece sen bilirsin...

    umut
  • anadolu'da bazı ozanların isimlerinin başına getirerek kullandıkları bir mahlastır. bu kul mahlasını kullanan ozanların en belirgin özellikleri sahip oldukları mütevazi nitelikleridir. kul kelimesindeki klasik algının aksine bu ozanlar herhangi bir mukadderatçı gücün kölesi değil, (cismen ve ismen varlıklarına sebep olan) hakkın ve halkın kuludur.

    (bkz: kul himmet)
    (bkz: kul ahmet)
  • gren in sonisphere 2010 da canlisini dinleme serefine nail oldugumuz, kurbanin bir zamanlar onculugunu yaptigi dine kutsala isyan ediyoruz temasina sahip mukemmel sarki.
  • işverene göre çalışan. peh peh peh ...

    (bkz: köle)
  • bir gunde bir cirpida bitiveren roman. anlatimdaki "mercan, mercan, mercan" tekrarli kullanimi baslarda rahatsiz etse de okur bu dile alisiyor, edebi olarak yuksek bir deger tasimadigi goz onunde bulunarak okunabilir. seray sahiner'in daha once cesitli mecralarda kullandigi bazi benzetme ve paragraflarini da iceren cerezimsi kitabi.
  • köleden farklı olmayan, üzerine bin türlü kural empoze edilen
  • seray şahiner'in can yayınları'ndan çıkan son romanı kul. merdiven silerek kendini ve kocasını güç bela geçindiren mercan'ın romanı. aslında evden gitmesini istediği, ama gidince de dönsün diye istanbul'da ne kadar evliya türbesi, ermiş kilisesi, cemevi varsa tek tek dolaşıp adaklar adadığı kocasının geri dönüşüne umut bağlamış yapayalnız bir kadın mercan. televizyon sesi olmadan uyuyamıyor; yaşadığının kanıtını televizyon izlerken buluyor. suskun, çünkü arkadaşları kentsel dönüşümle birlikte birer ikişer semti terk etmiş. mutsuz, çünkü tanrı o'nu duymuyor, yakarışlarına karşılık vermiyor. herkes kendi mucizesini alıp evine götürürken, o hep elleri açık bekliyor. beklemenin romanı kul; kabullenişi beklemenin, pes edişi beklemenin, umudu unutuşu beklemenin.
hesabın var mı? giriş yap