• sadece arap bacılı sakız değil, vişneli, fıstıklı, fındıklı çikolatalar da üretirdi bu mabel. hani şu beyoğlu'nda satılan fındıklı meşhur çikolatalar gibi. ama bununkiler daha güzeldi. özellikle vişnelisi kapış kapış giderdi. hatırlıyorum da kocamustafapaşa'da bir dükkanı vardı mabel'in. anneannemle hep giderdik. şöyle iki üç basamak merdivenle çıkılırdı. üstünde binbir çeşit çikolatanın şekerlemenin olduğu tezgaha ağzım açık bakardım.

    en çok da her biri bir portakal dilimini andıran ve turuncu renkli parlak kağıda sarılmış çikolataları severdim. 8 tanesi biraraya gelince tam bir portakal olurdu. vişneli çikolatalar da yine tezgahın üstünde duran kocaman yuvarlak bir akvaryum şeklindeki kavanozda durur bana bakardı. her biri yaklaşık 4 santime 10-12 santim büyüklüğünde barlardan oluşurdu bu çikolatalar ve tane ile satılırdı. arap bacılı sakızlar da hemen yanında dururdu.

    sonra drajeler vardı fıstıklı, portakallı, üzümlü, incirli, fındıklı. istediğimiz kadar alırdık. göz hakkı var ya, bir avuç draje uzatırdı "mabelci amca" bana her gidişimizde. en çok fındıklısını severdim. isterdim ki fındıklı daha çok olsun. ama amca portakallı verirdi çoğunu. drajelerin geri kalanını şeffaf bir torbaya koyardı amca. torbanın ağzını özenle katlardı. üzerine de mabel çikolata etiketi yapıştırırdı. her bayramda seyranda, her doğum gününde, her kutlamada mabel'in yolu tutulurdu.

    derken göçtü gitti o amca dünyadan. dükkan da kapandı. amca gitti, ama giderken çocukluğumun bir kısmını da birlikte götürdüğünden haberi yoktu...
  • bir cumartesi günü bitmiş olan anti-aging serum ve kremlerimi yenilemek üzere gittiğim post modern bir alışveriş merkezinde, son derece şık dizayn edilmiş rafları olan bir kozmetikçide, ödeme yapmak üzere yanaştığım kasanın hemen yanıbaşında satışa sunulmuş olarak bulduğum "çocukluğumun sakızı".

    hayatın insana garip tesadüfler sunduğu bir söylentiden ibaret değil demek ki? hala şaşkınım aslında ve hala gülümsüyorum. içerisinde yarım saate yakın dolandığım bu kozmetikçinin tam da kasasının önünde, ödeme yapacağım sırada gözlerime dokunuveren bu muhteşem sürpriz... gerçekten de bir sürpriz bu, çünkü inanılmaz! bir dizi kağıt mendil, ucuzluk ürünü olarak görsele sunulmuş renk renk ojeler veeeee... aman tanrım! işte o! o!!! mabel naneli şekerli sakız!!! zavallı ben ve zavallı beynim... şoke olmuş durumdayız. nasıl diyor yeni nesil? "dumur olduk abi!" şaşkınım, şaşkınız. beynim ve ben şaşkınız. birden kendimi antalya'da apartmanımızın hemen karşısında olan bakkal dükkanını annemin bitmez tükenmez isteklerini yerine getirmek üzere yine ziyaret halindeymişim gibi hissediyorum. gözlerim beni çok ama çooooook seven bakkal orhan amcamı arıyor derhal yanımda yöremde. sonra oğlu nebi vardı bir de sahi, sarı tişört, mavi bir kot pantolon, beyaz çoraplar- spor ayakkabılarla paça arasından görünür ve o saçlar. hafif sarımsı, papatya suyuyla açılmıştı muhtemelen. ama o zamanlar erkekler "süssüz" yaratıklar olmak zorundaydılar ve nebi de asla saçlarını o papatya suyuyla sararttığını itiraf etmedi zaten. heyhaaaat! saçlarını benden güzel geriye atardı. e tabi, benimkiler kıvırcık... geriye de atılmazlar anasını satayım... ama... bir saniye, neredeydik ki biz? orhan amcamın bakkal dükkanı değil burası. burası o kozmetikçi. ve ben 40+ kozmetik alıyordum buradan, unuttum mu? unuttum... herneyse... şimdi yine hatırladığıma göre, devam edebilirim. ellerim mabel sakız kutusunda, bir tane alıyorum önce. sonra "yok diyorum, iki tane alayım". ardından üç tanede karar kılıyorum. kasadaki kız bir an önce karar vermemi bekliyor. bu sakızın meraklı ve coşkulu alıcısının hep benim yaşlarımda olmasını hiç kanıksamıyor sanki. sakızı oracıkta gördüğüm an yüzümde beliren hayret, şaşkınlık, o büyük sevinç ifadem garip karşılanmadı en azından bu yeni yetme tarafından. şuraya bak! inanamıyorum! ta kendisi! çocukluğumun mabel'i. çikolatalı sanırsın, ama nanelidir. üzerinde o zenci kadın resmi. bu sakızı bana ilk kim aldı hatırlamıyorum ama bana denilmişti ki, "o sakızdaki resmin üzerine çok uzun süre bak, gözlerini sakın ayırma ve ondan sonra da gökyüzüne bak, orada göreceksin o falcı bacıyı." harbiden de bana görüyorum gibi gelmişti. sakızda ufak bir sihir bulmamın sebebi de buydu sanırım. şimdi ise bir kozmetikçide, ne diye satıldığını anlamadığım, "sugar free" şekersiz-şekerli tadındaki sakızların yanında "antika" tadında kalan bu sakızı bir pazar günü, evimde oturmuş çiğniyor, çiğniyor ve bir kere daha çiğniyorum. her defasında ağzımın içine bir kez daha yayılan nane tadı değil sanki sadece. nebahat teyze de beliriveriyor karşımda, şen kahkahasıyla. nereden çıktıysa şimdi? ve emin amcamın derme çatma obalar arasında kurulmuş o altıgen şekilli, toplasan üç metrekare etmeyecek olan müzik odası. rahmetlik şemsettin amca yapmıştı orayı. tüm o obaların derme çatmalığına inat; sanki "ben yaparsam böyle yaparım!" diyen... o derece muntazam dizayn edilmiş... -ellerine sağlık şemsi amcacığıım- emin amcam bir tek benim girmeme izin verirdi oraya. ne ayrıcalıklı hissederdim kendimi. kendimi ilk "kayırılmış" hissedişimdir belki de kişisel tarihimde. ve sonra o giydiğim ilk kot. 9 yaşımdaydım sanırım. yılmaz eniştem almıştı. cem, alp; hatırlıyor musunuz onu? hakan abinin doğum günü partisinde giyecektim. offff... vay anasınııııı! bu sakız... gerçekten de sihirli! arap falcı bacının dışında, şu an tüm yitmiş anılar, soluk kalmış koriorların ardında kalmış yıllar, günler ve aylar... hepsi ama hepsi bir bir aydınlanıveriyor sanki, birer birer. meğer ne çok şey hatırlıyormuşum. ya da... meğer ne kadar az unutmuşum ama hep "unuttum sanmışım" demeliyim.

    " mabel sakızım benim", reklamı da böyleydi, evet.

    mabel sakızım benim.

    ağızımda büyüyen nane tadı, şekerli... şişmanlatır da bu. ama kim takar?

    mabel sakızım benim, sihirli. dişlerimin arasında şimdi çocukluğum, ama ben seni çiğnemiyorum ki? içinde eriyen bir portakal çiçeği yaptım kendimi.

    şimdi aroman daha da güzel...
  • yaş beş...
    anne kızına iş yerinde uslu durmasına karşılık ankara ulus daki akman dan şemsiye çikolatalarından alırdı...

    yaş yirmibir...
    anne kızının evine ziyarete gelirken elinde yine ankara dan gelmiş, hoşgelmiş mabel şemsiye çikolata vardır.

    bugün uslu durmak lazımdır. daha mı az sigara içilse, daha mı az küfredilse? ne yapılsa ne yapılsa da bu kocaman hediye hakedilsedir?

    2 yıl sonra gelen edit: yaş 23, anne yurt dışında yaşayan kızını ziyaret etmeye geldiğinde yine elinde şemsiye çikolatalarla çalmıştır kapıyı... mabel mabel, bir sen aynı kaldın...
  • karaköy'deki mağazalarında tezgahtar sıkıntısı yaşayan 60 yıllık çikolatacı.. neli olduğu konusunda sorduğum soruya tereddütlü cevap veren (aslında onu veremeyen) ve fakat bi tane ikram etmek için 3 dakika düşünen çalışanlara sahip..

    ama kadın uzun uzun düşünüp oradakilerden bir çikolata alarak; "bak bakalım neliymiş" diye öteki tezgahtara uzattı.. ben sarsak da izliyorum bu tiyatroyu.. kendisine uzatılan kızcağız da bir anlık düşünmeyle "istersen beyefendiye verelim onu" diyebildi.. allah razı olsun..

    sadece yıl sayısında eski olmak, eskinin o kıymetli, kalenderane halini de taşıyabilmeyi gerektirmiyormuş anlaşılan.. yine de ve her şeye rağmen çikolatası çok güzel..
  • musluman zenci (basi ortulu) kadinli cukulatali sandigin ama naneli olan ve ikiye kolayca bolunup paylasabilen sakizin adi
  • paket renginden dolayı, insanda çikolatalı bir tada sahipmiş hissi yaratır. ama şaşırtıcı bir şekilde* nanelidir işte.
    (bkz: mabel)
    (bkz: ma belle)* .
  • çoçukluğumuzun sakızı.şimdilerde az bulunur ama bulununca almadan edilemez. sonra da bir gülümseme oturtur insanın yüzüne böyle en saf çocukluktan kalma. çocukluk arkadaşıdır ayrıca*
  • çocukluğumun vazgecilmeziydi... her bakkala gidişimde el uzanmadan edemezdim. bir tanede arap bacı alıyorum derdim... o dönemlerde bu kadar cok çeşit olmaması ve tadının güzelliği ile yeri hep ayrı olmuştur bu sakızın gönlümde. şimdilerde ne zaman görsem bu arap bacılı sakızı, işlevinden çok hatıraları özelleştirir ona olan sempatimi... mavi kapılı, içerisi loş, hilmi bakkal gelir gözümün önüne, taş fırından çıkmış ekmek kokusu ile çuvalların içindeki baklagillerin kokusunun karıştığı... yer yer sıvaları dökülmüş hilmi bakkal... ama en çok kapısını severdim, mavi tahta kapısını.. her açışta gıcırdayan. "çok gıcırdıyor" dediğimde "öyle olmasa fark edemiyorum gelenleri" diye cevap verirdi... ne kadar sade bir araçtı gıcırdayan kapı... kenarda yarım gözlükleriyle gazetesini okuyan hilmi bakkalın habercisi olan, benim ise hayatımdaki unutulmayanlarda öncelikli yerini alan mavi tahta kapı.

    işte o kapıdan girdiğimde buluştugum arap bacım vardı bir de sade gazozum... ne sprite ne coca cola ne de fanta... sade gazoz sadece sade... çocukluğun değişmez anlamlarını oluştururdu, gıcırdayan mavi kapıdan girip gazoz ve arap bacıyı almak... ne kadar basit, ama ne kadar da anlamlı.

    şimdilerde, birçok seceneği ve kendinden açılan otomatik kapılardan girilen ve alabildiğine çeşitlilik sunan mega marketler var çocukların gözlerinin önünde... seçim yapması zorlaşırken, doyumsuzluğu da yanında getiren...

    peki ya hatırlarken yüzdeki tebessümü oluşturan o mavi kapı, arap kızlı sakız... evet çok daha güzeldi. şimdiki çocuklar ileride hangi birini hatırlayacak raflarda görüp eskilere gittiklerinde? gidebilecekler mi ya da? hatırlamak için özellikli olması gerekiyorsa, ayrıcalık aranıyorsa... pek bir anı kalmayacak sanırım ellerinde ne sakızlarla ilgili ne de mega marketlerle... çünkü ne hatırlanacak kadar ruhu ne de dokunacak kadar inceliği bulabilecekler.
  • o sakız eve en uzak bakkalda satılırdı , hukumdarlıgının son donemınde normal sakızlar 1 lırayken, o 2,5 lıraydı evet, sonra en son 5 tl oldu sonra da olayı bıttı, ben hep tadını ozledım. kumral ada mavi tuna bana o sakızı hatırlattı ve annemın o kıtabı okumasının sebebı de tunanın mabel lakabı oldu :)
hesabın var mı? giriş yap