• "bak, mülkiyet hırsızlıktır, di mi? öyleyse hırsızlık da mülkiyettir. öyleyse bu gemi benimdir, tamam?" zaphod beeblebrox, hotblack desiato'nun gösteri gemisiyle evrenin sonundaki restorandan uzaklaşırken..
  • mülkiyetin hırsızlık olup olmadığını sorgulamadan önce mülkiyetin ne olduğunu ve tarihin başlangıcından itibaren mülkiyet ile insanlığın gelişimi arasındaki ilişkiyi sorgulamak gerekir. aslında tüm sorunun gelip düğümlendiği yer şudur: "insanlığın ilerlemesinin sebebi nedir? zenginliği oluşturan faktör nedir?" bu sorunun cevabının doğa(l kaynaklar) olmadığı açıktır, şayet öyle olsaydı insanlığın toplam zenginliği artmaz aksine azalırdı, çünkü doğal kaynaklar kısa vadede sabittir. (uzun vadede geri dönüştüğünü varsayarsak) zenginliğin kaynağı doğa olsaydı dünya nüfusu bir noktadan sonra sabit kalır ve bir süre sonra kaynakların yeterli olacağı düzeye düşmeye başlardı. dikkat edin, hayvan popülasyonları aynen bu şekilde hareket ederler, çünkü hayvanlar yalnızca doğanın onlara verdikleriyle yetinir, ilerleme göstermezler. insan dediğimiz canlı dünyanın başlangıcından beri nüfusunu ve yaşam alanını diğer canlılar aleyhine bu kadar genişletebildiyse bunun bir sebebi olmalı.

    bunun sebebi teknolojik (teknik) ilerlemedir. insan teknoloji sayesinde doğal kaynaklardan giderek artan oranda verim elde etmiş, bu sayede nüfusunu ve yaşam alanını genişletebilmiş, bu sayede gelişmiş, bu sayede ilerlemiştir. en temel teknolojik gelişme olarak toprağın işlenmesini gösterebiliriz. toprağı işlememiş, yalnızca yabani bitki ve meyvelerle beslenmiş olsak değil 6 milyar, 6 milyona bile ulaşamazdık. toprak işlenmemiş olsa toprağa bekçilik etmek için yerleşik hayata geçilmez, ev yapılmaz, köyler oluşmaz, dolayısıyla şehirler, devletler meydana gelmezdi. şehirler olmayınca sanat, ticaret, yazı, v.b. gibi kavramlar da olmazdı.. neyse derdimi anlattım sanırım.

    teknolojik ilerlemenin insanlığın gelişimindeki hayati rolüne değindim. peki teknolojik ilerlemenin sebebi nedir? insanlar durduk yerde niçin kafa yorup toprakla, tekerlekle, ateşle uğraşmışlar, ağaçtan meyve toplamakla yetinmemişler? cevap: bencil oldukları için. her icat bir insanın kendi bencil ihtiyaçlarından doğmuş, ve bu insanın istemeden çevresindekilerin ve bütün insanlığın yaşam standardını yükseltmesine yol açmıştır. tekerleği bulan adamın motivasyonu çevresindekilere iyilik etmek değildi, daha kolay yük taşımaktı. toprağa tohum ekip bir yıl başında bekleyen kişinin tek gayesi daha kolay yoldan besin elde etmekti. ancak bu insanların çevresindekiler bunların fikirlerini kopyaladılar ve bu ilk bencil mucitler istemeden insanlığın gelişimine katkı sağladılar. bu zincir bugüne kadar devam etti. ilk televizyonu üretip patentini alan firma belki çoktan iflas etti, ama artık o fikri kopya çeken binlerce üretici sayesinde televizyon insanlığa mal olmuş bir ürün.

    demem o ki, mülkiyet kavramı olmasaydı, topraktan aldığı mahsülün kendisine ait olmayacağını bilen insan o toprağı baştan hiç ekmezdi. ya da şöyle söyleyeyim, insanlarda sahiplenme(mülk edinme) güdüsü olmasaydı kimse zahmet edip kafasını yormaz, günlük ihtiyaçlarını tatmin etmekle yetinirdi. yani mülk edinme güdüsü öğrenilmiş bir güdü değildir, içseldir, ve bu güdü sayesindedir ki insanlar kafa yormuş, mülkünü artırmaya çalışmış, teknoloji üretmiş, etrafındaki teknolojiyi kopyalamış ve insanlık ilerleyerek bugüne gelmiştir.

    mülkiyet hırsızlık diyen olabilir, ancak hem mülkiyet hırsızlıktır deyip hem de mülkiyet güdüsü sayesinde binlerce yılda birikmiş zenginlik ve bilgiden yararlanmaya devam etmek, nasıl desem, biraz ikiyüzlülüktür. mülkiyetin olmadığı bir dünya hayal edenler bugünkü zenginlik seviyesinde bir mülk ortaklığı hayal ediyorlarsa fena halde yanılıyorlar. mülkiyet yoksa şehirler de yok, yediğin ekmek de yok, yazdığın yazı, konuştuğun dil, giydiğin pantolon da yok arkadaşım. tercihini ona göre yap.
  • mülkiyet insanın "teknik üretmesi ve bunu kültürle devretmesi sonucu ilerlemesi"nin temel motivasyonu olduğu için gelişmiş bir kavram değildir. yani insan bir şeylere sahip olmayı çok istediği için yenilikçi girişimci olmuş da, böylece insanlık ilerlemiş gibi bir durum yok tarihte. döngüsel nedensellik gibi şeyler var olabilse de, özellikle bu hikayede de yaratmamıştır; sonuçlar sebepleri yaratmaz.

    mülkiyeti açıklayan kavram "icatçı, gelişmeci, doğayı manipüle edebilen insan zekası" değil, "iktidar"dır, "güç"tür. mevzubahis teknik gelişmelerin, nüfusun bir kısmının boşta kalmasını mümkün kılacak şekilde, ya da başka bir deyişle nüfusun bir kısmının toplumunun tamamının gıda ihtiyacını hatta daha fazlasını üreteceği noktaya gelinmesiyle kurumsal ve ideolojik bir nesne olarak, bugünkü anlamına yakın bir şey olarak tezahür etmiştir. buna artı değer diyoruz, buna el koymayı mümkün kılacak şekilde toplum üzerinde askeri ve ideolojik tahakküm şansı olan iktidar zümreleri mevcut teknik ilerlemenin sonuçlarına ve avantajlarına el koymuşlardır tarih boyunca.

    somut örnekle gidelim: mesela avcı toplayıcı bir toplumda bir kişi tohum ekmeyi bulur, bunu bütün nüfus öğrenir, ilk bulan olmanın avantajını bir kaç yıl veya nesil yaşar (patent hakkı sayesinde milyonlarca dolar kazanmaz mesela), ama mevcut nüfusun tamamı avcı toplayıcı şekilde ucu ucuna yetecek şekilde gıda teminiyle meşgul olan toplulukken, kıtlıkta eşitlik içindedir. şimdi dönüştüğü yerleşik tarım toplumu içinde artık, önce her çiftçi aile bir yılda bir buçuk yıllık gıda üretebilmektedir, veya 4 ay yoğun çalışıp yıllık gıdasını temin edebilmekterdir. bu aslında ortada aynı sayıda insanın çok daha fazla gıda üretebildiği veya toplumun bir kısmının tamamının gıdasını üretebildği yeni bir durumdur. şimdi eğer ortada bir artı değer varsa, buna zorla el koyacak agresiflikte ve/veya örgütlülükte kişi ve çetesi (devletin prototipidir bu), bu yerleşik yeni toplumun lideri, bir şeylerin "sahibi" olur. insanların ürettikleri gıdalarının açlıktan ölmeyecek kadarını onlara bırakıp fazlasına el koymayı meşru hale getirecek şey, güç kullanma tekeline sahip baskınlıktaki zümrenin veya liderinin kendisini üretimin yapıldığı yerin sahibi ilan etmesidir. bunun kendini havanın sahibi ilan edip insanların nefes almasından vergi almaktan farkı yoktur. ancak bu sayede kendisi elinde kılıç tutarak veya kılıç tutanlarla el konulan bu artı değeri paylaşarak insanların emeklerinin üstünde çalışmadan yaşamakta ve üstüne üstlük adaleti ve güvenliği sağlayacak (yani:bu sistemin devamını sağlayacak, itiraz edeni indirecek) silahlı gücü de besleyebilmektedir. bu güç de aslında çalışmadan üretmeden yatmaktadır. 100 kişlik farazi bir toplumda 80 kişi 100 kişinin gıdasını üretebiliryorsa, bu 80 kişiye 70 kişilik gıda bırakılır, (kişi başı 0.87 birim; ambarımda iki yıllık yemek var deyip, rahat edemez, her zaman kıtlık endişesi ile işlerine sarılırlar), kalan 30 birimlik gıdanın 15 birimini tüm o üretime el koyacak güçteki lider ve ailesi 5 kişi olarak yer (kişi başı 3 birim). bu toprak ağası egemen kral bey vs. kimse onun sistemini devam ettiren 15 kişilik asker tahsildar falan ekip de 15 kişi kalan 15 birim gıdası (kişi başı 1 birim) ile "çok şükür tarladaki marabalar gibi yarı aç yarı tok çalışmıyoruz" diye egemene sadakatini tazeler. oysa üretimin %100'ünü o seksen kişi yapmakta. toplumun %5'i çalışmadan asilzadelik yapmakta, %20'si de "güvenlik", "adalet", "vergi toplama için" yani o %5'e hizmet ederek vakit öldürmektedir. şimdi bu örnekteki gıda üretimi herhangi bir toplumda gerçekte de en önemli üretim kalemlerinden birisidir. ama siz bunu tüm mal (kıyafet, konut, araç gereç) ve hizmetlerin (ulaşım, sağlık, eğitim, eğlence sanat) üretimine ve bu üretimdeki artı değere el konması olarak düşünün. mesela bir toplumdaki hekimlerin de toplam mesaisine de bir üretim ürün olarak bakın ona da yine bu %5 ve kaynak kalırsa, kalan %15 ulaşabiliyorsa burada mülkiyet üzerinden ele geçirilen kaynakların takası ile sağlık hizmetine el konulmaktadır.

    modern toplumda bireylere tanınmış kutsal, dokunulmaz mülkiyet hakkı* bunun binlerce yılda dönüşüm geçirmiş halidir, kral ve toprak ağalarından, soylulardan, orta sınıfa kadar inmiş evrenselleşmiş bir haktır (bkz: rant). kişiler mülklerinin, emeklerinin vergisini "devlet"e ödemekte, mülklerinden rant elde edebilmektedir. ancak mülk sahiplerinin bu şekilde çalışmadan üretmeden yaşaması için sistemin yine en altında mülksüz çalışanların, çalışmak zorunda olanların, çalışmazsa mesela kirasını ödemeyip sokakta kalacak, aç kalacak veya doktora gidemeyecek insanların, gerçek bir işçi sınıfının olması gerekir. bu sayede bir insanın maaşının yarısından fazlasına kira olarak alıp aileden (bkz: miras) kalan fazldan iki evle, çalışmadan üretmeden yaşamak mümkün olmaktadır. bu tip bir rantiye aslında kiracılarını köle maraba olarak kullanmaktadır, ancak para ekonomisinde onları doğrudan tarlasında çalıştırmamakta ve yiyeceği yemeği ürettirmek yerine, asgari ücretli maaşlarının yarısı ile gidip marketten alışverişini yapmakta veya restorana gidebilmektedir.

    burada dikkat edilmesi gereken; kişinin kullanımındaki şeylere, evine arabasına tarlasına sahip olmasına yönelik bir eleştiri yoktur. "popomdaki donuma sahip olmam hırsızlık mı şimdi, mülkiyet hırsızlıksa?" gibi bir soru akla gelmesin. birisinin kendi ihtiyaçları için kullandığı her şey, onun kullanımına münhasır kalabilir, buna mülkiyet diyeceksek bu mülkiyetde sorun yok. donlarını fakirlerle dönüşümlü giymek zorunda değilsin, aynı şekilde bir kişi içinde oturduğu evinin, kullandığı arbanın, içinde çalıştığı dükkanının, ekip biçtiği tarlanın bahçenin kalıcı "sahibi" olabilir, buna yönelik bir itiraz yok. hatta bilinen mülkiyet rejiminde servet zamanla birilerinin elinde asimetrik şekilde toplandığı için (yüzlerce dairesi olan insanlar örneği gibi) bunun tam tersi bir duruma mülksüzlüğe doğru bir gidiş oluyor. engels'in ailenin ve mülkiyetin kökeninde yaptığı analizde eski roma'da bağımsız köylüler birkaç nesil veya bilemedin asırda borçlanma kıtlık vs. derken tarlalarını toprak ağalarına zengin ve güçlülere kaptırıp maraba ve (bkz: serf) haline geliyorlar. sorun olan mülkiyet, kendin kullanmadığın ama birine kullandırdığın ve o kişinin emeğinden pay alarak çalışmaktan yırrttığın mülkiyettir (bkz: rantiye). yani ailenden miras kalan evde oturabilirsin, birileri barınma ihtiyacını karşılıyordu şimdi sen oturuyorsun bir haksızlık yok. ancak miras kalan fazladan evlerin kirası ile geçinmek, faizle geçinmek, kendi çalışmanla edinmediğin imal etmediğin şeylerin kirası ile geçinmek rantiyeliktir.
  • hemen peşinden mülkiyet arsızlıktır, tanımlaması gelebilecek cümle. insanlık alet kültürünün gelişmesiyle kazandığı ivme sonucu bu noktaya gelmiştir teknik olarak, eline aldıgı ilk kaya parcasıyla baslamıstır sürec ve aslında toplumsaldır bu sıcrama, mülkiyetcilik cok sonra gelir. mülkiyetcilik gelişmenin tersine cok sonraları fark edilecek baska ve daha baskın duygu durumlarına neden olmustur arsızlık sadece bunlardan biridir. tarih içerisinde ilk bu benim diyen herifi bulup bugününü göstermek lazım dünyanın ve insanın, odur sorumlusu taa ordan baslar bu dejenerasyon. tv de rastlamıstım bir otel zincirinin patronu ya da her neyse işte, ormanların turizme acılması gerektiğini zira zaten bakımsızlıktan orman vasfını seneler sonra yitirecegini, zaten o alanlara golf sahası yapacaklarını ve golf turizminin ülke tanıtımına katkılarından falan bahsediyordu, aslında kabaca bu durumu en iyi özetleyen örnektir.
  • mulkiyet, kisinin uretim enerjisini diger insanlarin gereksinim duydugu urunlere ne kadar aktarabildiginin bir fonksiyonu olarak goruldugunde, caliskan insan ile tembel insani ayirdedebilen yegane objektif kistastir.

    gercek su ki, malesef dunyada mulkiyet dagilimi, az once bahsettigim gibi sadece "uretim enerjisinin materyalize olmus hali" tanimi geregince degil, bunun yaninda hatiri sayilir bir insan nufusu tarafindan yapilmakta olan hirsizlik vb sayisiz ahlaksiz davranis sonucu belirlenmektedir gunumuzde.

    yine de, gorece durust, caliskan ve hümanist insanlarin bugun dahi ortaya koyduklari emegin, sahip olduklari uretim potansiyelinin izin verdigi olcude rahat, insani yasam standartlarinda hayatlarini surdurdukleri bir gercektir. mulkiyetin, serbest piyasa sayesinde mumkun olmus olan bu secilmemisleri de mukafatlandirma ozelligi, mulkiyetin insanligin en buyuk guvencelerinden biri olmasini saglamakta kanimca. bu da olmasaydi, tamamen kokusmus, karanlik bir dunyada yasiyor olacaktik; guclunun zayifi yalayip yuttugu, birkac klik disinda hic kimsenin hak ettigi yasam standardina sahip olamayacagi ve belki de daha korkuncu, butun o insanlarin uretim enerjisinin bosa gittigi bir dunya.

    bugun kotuler cogunlukta olsa da, eger dunyanin son civisi hala cikmamissa, bu zamaninda hak ederek servet sahibi olmus, mulkiyet ve sayesinde guc ve etki toparlamis hümanist insanlarin da var olmasindandir.

    tanri gercekten mulkiyet = hirsizlik olacagi gunleri gostermesin...
  • rousseau ne demis:

    bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip, bu bana aittir, diyebilen ve buna inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk insan, uygar toplumun gerçek kurucusu oldu. bu sınır kazıklarını söküp atacak, sonra da hemcinslerine, bu sahtekara kulak vermeyin, meyvelerin herkese ait olduğunu, toprağın ise kimsenin olmadığını unutursanız, mahvolursunuz, diye haykıracak olan adam, insan türünü nice suçlardan, nice savaşlardan, nice cinayetlerden, nice yoksulluklardan ve nice korkunç olaylardan esirgemiş olurdu.

    ama olmadı..hadi dagilin..
  • (bkz: zugurt tesellisi)

    hayatin var olmasini saglayan dengesizlik durumundan kaynaklanan mulkiyet paylasimi, varolmak icin mecburidir.
    o beden, vucut ve ruh artik hepimizin degildir. bunun sonucunda bireyin varolma kaynaklarida giderek genisleyecektir. cunku genisleme orani, varolma oraniyla esit duzeyde cogalmaktadir. fakat genisleme alanlarinin, diger bireylerin sinirlariyla etkilesime girmesi, sorunlarin baslangicidir. asil soruda belki, nasil herkes mulkiyet edinirken digerlerini rahatsiz etmemesidir. fakat bu sorunun cevabi coktan verilmistir: imkansizdir. yenmek, yenilmek fiillerinin varolmasi bunu imkansiz kilmistir. esitlik fiili de denge getirememistir: (bkz: savas)

    bu surec devam edecektir. taki mulk sahiplenmek varolmayi engelleyesiye kadar. o noktadan sonra belki yeni bir kavram, belkide yeni bir bilinc varedilecektir.
    bu bahsedilen bilinc ve kavram bir kisim tarafindan varedildiysede, henuz yeteri destek bulamadigi ortadadir. o zamana kadar, kapin mumkun oldugunca ulasabildiginiz kaynaklari. sizinde varolmaya hakkiniz var nitekim. ve birinin varolusu, digerinin yok olmasina bedel olmasi cekinilmez. kendinizi yok etmeyecek derecede yok etmeye ozen gostermeniz yeterli. zaten doganin ince dengeside burdadir.

    kendinizin varolabilmesi icin, yok etmeye gucunuz yoksa veya yetmiyorsa, yok olmaya mahkumsunuzdur. varolmak icin sizi yok edecekler cikacaktir, dengeyi koruyarak hemde.
hesabın var mı? giriş yap