• bu entrye yolu düşenlerle paylaşma arzusunda olduğum ilginç bir hakikat de pek çok dilde "mutluluk" sözcüğünün şans, baht, talih ve hatta kader gibi sözcüklerle ya birebir aynı olması, ya da etimolojisinde bu izleri barındırmasıdır.

    hint avrupa dilleri'nde bu pek bir nettir: misal almanca’da glück bugün hem mutluluk, hem de şans anlamındadır. keza italyan, ispanyol ve portekizliler’in mutluluk yerine kullandığı kelimeler (sırasıyla felicita, felicidad, felicidade olacak) hep latince “felix” gibi köklerden uzanırlar bizlere, ki talih, baht anlamları da aynı kökün içindedir. fransızca mutluluk demek olan bonheur’ü ise modern dile rahatlıkla “iyi talih” şeklinde çevirebiliriz. ingilizce’ye gelince, happiness kelimesinin middle english’teki “hap” kelimesinden evrildiğini anlatır bize sözlükler ve perhaps, haphazard, to happen gibi kelimelerde de kendini belli ettiği üzere, “hap” başa gelen şey, şans anlamındadır. son olarak sevgili türkçe’ye dönersek görürüz ki, “mutluluk” kelimesi sonradan üretilmiş köksüz, acayip bir kelime olduğu için, şansla, talihle, kader kısmetle bir alakası yoktur, fakat en azından (farsça asıllı) bahtiyar kelimesi açık açık baht’tan türememiş midir?

    bu saydığım ve bir de aşina olmadığım daha kimbilir kaç dildeki mutluluk-talih bağlantısı mutluluğun insan arzu ve iradesinin çok dışında, ancak fortuna’nın döngülerinde, bahtın rüzgarlarında, kaderin cilvelerinde bir yerlerde denk gelinebilecek bir mefhum olarak algılandığı çağların ürünü olsa gerektir. mutluluğun, ilahi lütuflarla değil de bireysel tasarrufla ulaşılabilecek ve hatta ulaşılması gereken bir hak olduğu fikrinin yaygınlaşacağı aydınlanma çağı’na daha vardır.

    sözlerimi şu bilgi parçasıyla nihayetlendireyim ki, amerika ve avrupa’da yapılan araştırmalar kişinin hayatında başına gelenlerle öznel mutluluk düzeyi arasında öyle beklendiği kadar kuvvetli korelasyonlar bulamıyorlar. talih ve mutluluk öyle görünüyor ki atalarımızın varsaydığı kadar özdeş değiller, en azından asri zamanlarda, en azından batı alemlerinde...
  • hiç evlenmemiş ve çocuğu olmayan franz kafka (1883-1924), berlin'de bir parkta yürürken, en sevdiği oyuncak bebeğini kaybettiği için ağlayan, küçük bir kız çocuğuyla tanıştı.
    kafka çocukla birlikte, bebeği başarısız bir şekilde aradı.
    ertesi gün onunla, bebeğini aramak için yeniden buluşmayı istediğini söyledi.
    fakat bebeği bulamadılar. kafka, kıza bebek tarafından yazılmış bir mektup verdi. mektupta "lütfen ağlama,
    dünyayı görmek için bir geziye çıktım. sana maceralarım hakkında yazacağım", diyordu.
    böylece, kafka'nın yaşamının sonuna kadar devam edecek bir hikâye başladı.
    kafka küçük kıza, bebeğin maceralarının yazılmış olduğu mektuplarını okur ve akabinde çocuğun çok güzel bulduğu konuşmalar yapardı.
    sonunda kafka, berlin'e dönmeden önce oyuncak bebeği (bir tane satın aldı) geri getirdi.
    "hiç bebeğime benzemiyor," dedi kız.
    kafka, bebeğin yazdığı bir başka mektup daha verdi: "seyahatlerim beni değiştirdi." küçük kız yeni bebeği kucakladı ve onunla mutlu bir şekilde evine gitti.
    bir yıl sonra kafka öldü.
    yıllar sonra, bir yetişkin olan kız, bebeğin içinde bir mektup buldu; mektupta şöyle yazıyordu:
    "sevdiğin her şey muhtemelen kaybolacak, ama sonunda sevgi başka bir şekilde geri dönecek."
    (bu yazı alıntıdır. )
    mutluluğun sizi ne zaman ve nasıl bulacağı belirsizdir. bulduğumuzda sıkı sarılmalıyız. bir daha ne zaman gelir kim bilir.
  • freud, uygarlığın huzursuzluğu'nda alışılmışın dışında, çarpıcı bir mutluluk tablosu tasvir eder.

    "son derece yumuşak başlı bir yaradılışım vardır. arzularım şunlar: mütevazı bir kulübe, sazdan dam ama iyi bir yatak ve iyi yemek, tazecik süt ve tereyağı, pencerede çiçekler, kapının önünde birkaç güzel ağaç ve yüce tanrı beni tam anlamıyla mutlu kılmak istiyorsa, bu ağaçlarda şöyle altı-yedi düşmanımın sallandığını görme sevincini tattırır bana. ölmelerinden önce, müteessir bir halde, bana yaşamda çektirmiş olduklarının hepsini affedeceğim - evet, insan düşmanlarını affetmelidir, ama ancak onlar asıldıktan sonra."
  • sanılanın aksine "anı yaşamak" mutluluk getirmiyor. disiplin, düzen ve kontrol mutluluk getiriyor. yapılan araştırmaya göre self control'ü(kendine hakim olma-kendi kontrol etme) yüksek deneklerin mutluluklarının ve hayat memnuniyetlerinin; kontrolü olmayan, anı yaşayan deneklere göre çok daha yüksek olduğunu göstermiş, bu yönde bir korelasyon ortaya çıkmış. bu durumun ortaya çıkmasının iki nedeni var;

    1- disiplinli ve kontrollü insanların başlarına daha az kötü vaka geliyor olması, daha sıklıkla problemlerden kaçınıyor olmaları. (aman ali rıza bey ağzımızın tadı kaçmasın demekle olmuyor disiplinli uygulamalar gerektiriyor.)

    2- disiplinli insanların kontrolleriyle stabilleştirdikleri hayatlarındaki hakimiyetlerinin onlara mutluluk veriyor olması ve disiplinsiz insanların hayatlarındaki iniş-çıkışların zihnen yorucu olması.

    yaptığımız diyetlerde, yaşadığımız aşklarda*, bağımlılıklarımızda disiplini sağlayamayıp kısa süreli zevkleri tercih ediyor olmamız büyük pastayı kaçırmamıza neden oluyor. hayattan elde edeceğimiz başarıların ve mutlulukların(ki bunlar kendi aralarında bağlantılı) anahtarı disiplindir. bu bağlamda, bana da hep sorarlar, "peki ya mutlu musun?" diye;

    -mutlu olmak için elimden geleni yapıyorum, geri kalan kısmı için de dua ediyorum.
  • bugün tokyo’yu göremeden ölecek olmakla alakalı popüler bir başlığı görünce aklıma kısa süre önce yaşadığım mutlulukla ilgili kısa bir muhabbet geldi.

    anadolu’da büyük bir şehrin, sakin bir ilçesinin, sessiz bir köyüne uğramıştık. yanı başımızda binlerce yıllık su kemerlerinin kalıntısı, kalıntının diplerinde kendi bahçelerinden topladıkları portakal ve narları sıkıp bize satmaya çalışan köylü teyzeler... hiçbir teyzenin gönlünün kalmaması için hepsinden eşit sayıda portakal suyu alıp, kış güneşinin kollarına kendimizi atarak ikişerli, üçerli gruplar halinde volta atıyorduk.

    bir ara düşüncelerimle baş başa kalmak için güneşin elinin değmediği gölgeliklerde, çimlerin üzerinde kemer kalıntılarının başına doğru yürümeye başladım. tekrar geriye döndüğümde kıymetli bir iş arkadaşı ağabeyin de sallana sallana yürüdüğünü gördüm. yanına gittim ve düşünceli şekilde yürümesi üzerinden bir espri yaptım.

    gülerek bir etrafına baktı.
    “ya...” dedi. “şuradaki insanlar ne kadar huzurlu değil mi?”
    “öyle mi düşünüyorsun?” diye sordum.
    “öyle tabi. biz yaşamıyoruz abi istanbul’da. sürekli stres, sürekli bıkkınlık. baksana yanı başında bahçesi... ne gürültüsü var, ne korna sesi var... istanbul’u bırakıp buraya taşınmak isterdim. çok mutlu olurdum burada.”

    daha uzun cümlelerle, o an gerçekliği bulunmayan bir ihtimal üzerinden dertlenip kederlenmeye devam etti.

    “abi” dedim. “buradaki insanların hepsinin mutlu olduğunu nereden biliyorsun? şu teyzenin bir hastalığı, çocuğunun bir sıkıntısı yok mudur? faturalarla derdi yok mudur? şu anki ekonomik darboğazdan etkilenmiyor mudur? sen şu anda gördüğün tablonun renklerinden etkilenip buradaki her canlının mutlu olduğunu var sayıyorsun. sen burayı kendi arzuna göre yorumluyorsun.”

    hak verdi.

    “mutluluğu da çok uzaklarda arıyorsun” dedim. “mutlu olmak için öncelikle durumu kabullenmek, bir anlamda teslim olmak gerekir. çelişkili düşünceleri ortadan kaldırmak gerekir. mesela sen şu anda istanbul’da yaşayan, istanbul’da çalışan ve burada yaşamakla alakalı bir gelecek tasarısı olmayan bir insan değil misin?”

    “evet.”

    “o zaman burada yaşayamama ihtimali üzerine neden bu kadar üzülüyorsun? burada yaşamaya çalıştın da başaramadın mı? ki öyle bile olsa, o zaman da demek ki olmuyormuş. gelecekte burada mutluluğu yaşayamama ihtimali yüzünden şu an mutluluğu kaçırıyorsun. güzel bir havanın, güzel bir portakal suyunun tadını ıskalıyorsun. eğer burada yaşamanın sana mutluluk vereceğine inanıyorsan, gelecekte burada yaşamakla alakalı bir hedef belirleyebilir ve bunun planını yapabilirsin. bu seçim seni mutlu da edebilir, mutsuz da. ama var olmayan bir ihtimal yüzünden dertlenmek, şu anını kesinlikle mutsuz kılıyor. bence düşüncelerinin yükünden kurtul, şu andan keyif almaya, gelecekte keyif alacağın şeyler için de plan yapmaya bak.”

    buna da hak verdi ve rahatladı. birisine söyleyince ukalaca gelebilecek sözlerdi ama kendime de bunları hep tekrarladığım için, bireysel bir vaaz gibi oldu bu ufak nutkum.

    hayatta yapamayacağımız çok fazla şey var. o kadar çok şey var ki, hepsini düşünseniz, ölümünüze kadar yapamayacağınız şeyleri sıralayarak uyanık olduğunuz her an mutsuz olmanız gerekir. yapamayacaklarınız için dertlenmek yerine, yapabileceğiniz sınırlı ama hayatı yaşanmaya değer kılan şeyleri yapmak için enerji harcayın. hayat kısa, insanın psişik enerjisi sınırlı. bunları olumsuzluklarla çöpe atmaya gerçekten değmez.
  • kimi için reçel kavanozunun içine düştüğü an olabilir, kimi için de kavanozun kapağını açtığı an.. kim bilir belki de karınca için, kavanozun yere düşüp de, kırıldığı an'dır...

    her ne olursa olsun gıda maddelerine benzetmemekte fayda var sanırım. zirâ reçeller de bir gün biter, ya da sizden önce biri kapağı fazla sıkmış olur. o da olmadı, yerleri temizleyen biri mutlaka bulunur.. karıncalarla birlikte.
  • schopenhauer'dan efsane bir mutluluk tanımı

    "görüş, etki ve temas alanlarımız ne kadar darsa, o kadar mutluyuzdur. bunlar ne kadar genişlerse o kadar ıstırap çeker, ürkeriz. çünkü bu alanla birlikte kaygılar, arzular ve korkular da çoğalır ve büyür. bu yüzden körler bile bize ilk başta göründüğü kadar mutsuz değildirler."

    yaşam bilgeliği üzerine aforizmalar'dan
  • sigmund freud çok güzel tanımlamış:

    "insan bir şeyden haz alabilmek için o şeyin yokluğunu, ızdırabını tatmaya muhtaç; açlık gibi, soğuk gibi, yalnızlık gibi. ama istenen bir kere ele geçti mi verdiği haz sönüp gidiyor. yani geçici şekilde tatmin olmak mümkün ama mutlu bir halde sürekli kalmak imkansız. mutlu olmak insan tabiatına aykırı mı yoksa?"

    "mutluluk dediğimiz şey, yoğun bir şekilde bastırılmış ve engellenmiş olan ihtiyaçların kısa süreliğine tatmin edilmesinden başka bir şey değildir."

    yazar görüşü:
    günümüzün hızlı yaşamında bizi mutlu etmesi gereken her eylemi sıradan hale getirdiğimiz için depresyon rahatsızlıkları artma eğilimi gösteriyor. mesela artık her istediğimizde istediğimiz müziği açabiliyor, istediğimiz kadar dinleyebiliyor, ileri geri sarabiliyoruz. oysa çok değil 15 yıl önce istediğin müziği dinlemek için yarım saat uğraşman gerekiyordu. 25 yıl önce kasetini almadan dinlemen çok zordu. 35 yıl önce radyoda denk gelmen çok daha zordu. oysa şu an her şey çok kolay.

    tavsiye: konfor alanlarınızdan olabildiğince kaçın, isteklerinizin esiri olmayın.

    zira her istediğine ulaşan bir beyin için her şey yavaş yavaş anlamını yitiriyor, bu da psikolojik problemleri beraberinde getiriyor.
  • biraz once gencecik bir insanin gozlerinde gordum.
    tam hatirlamiyorum ama en az 3-4 ay once.. 19 yasarinda bir cocuk gelmisti. 120 kg. civarinda. sempatik, oldukca yakisikli ve uzun boylu.
    biraz utanarak kendi bedenine gore birseyler olup olmadigini sordu. alanya sicagi vurmus tepesine, birde kilo yuzunden oldukca terliyor.. bellí cocuk aci cekiyor. o kadar agirligi tasimaktan yorulmus, ayaklari.
    istedigi bedenlerin oldugunu soyledim.
    sevindi..
    bir taraftan urunlere bakarken bir taraftan da muhabbet etmeye basladik.
    kilolari yuzunden, oldukca zorlandiginindan bahsetti.. istedigini giyemediginden, yururken cektigi sikintilardan falan.
    yasini sordum.
    19 demisti..
    iyi gaz veririm ben.. basladim buna kusmaya.
    hayatinin baharinda, oldukca yakisikli sayilabilecek, bircok guzel kizin aklini alabilecek bir adam.
    yazik gunah degil mi?
    kilo da neymis? epey muhabbet ettik. terlerini silerek ve soluk soluga gitmisti.
    biraz once alis verise geldi. tam 27 kilo vermis. hic bir ilac kullanmadan, operasyon gecirmeden.
    fintesse gitmis. iki hafta once birakmis. simdi birakmis. vucut gelistirmeye baslamis.
    - kas yapacagim abi.. diyor essek sipasi..
    anlatirken gozlerinin ici guluyordu...
    hergun usenmeden onlarca km.... yurumus, kosmus, yuzmus..
    dogal yollardan kilolari kaybettigi icin ne bir sarkma, ne bir orantisizlik.. caki gibi olmus cakal..
    birde hanim abla yapmis kendisine..
    yakismislar birbirlerine keratalar...
    duygulandim amnk.. cocugu oyle gorunce.. yaslaniyoruz anasini satayim...

    yıllar sonra gelen edit.. vay aq. hayat bazen çok bombastique!
    http://i.hizliresim.com/z5j2lj.png
  • “mutluluğun basit ve açık bir şey olup bir bardak şarap, bir kestane, kendi halinde bir mangalcık ve denizin uğultusundan başka bir şey olmadığına aklım yattı. yalnız bütün bunların mutluluk olduğunu insanın anlayabilmesi için basit ve açık bir kalbe sahip olması gerekiyordu.”

    (bkz: nikos kazancakis)
hesabın var mı? giriş yap