• bedenen bir yere kıpırdamak istemeyen insanların ruhunu çekip alan, farklı diyarlara götüren grup. bu da zaten zihnen sıçtığınıza işaret eder.
  • şu an içinde bulundukları duruma bakınca, nereden nereye dedirtiyorlar, bir "hey gidi günler!" çektiriyorlar. doksanlarda üst üste yayınladıkları turn loose the swans, the angel and the dark river ve like gods of the sun albümleriyle yakaladıkları ivmeyi, hayran kitlesinin tam yobaz olması, kadro sıkıntıları ve bir yerden sonra kendilerini sık tekrar etmek zorunda kalmaları sebebiyle, bu günlere sağlıklı bir şekilde getiremediler. türkiye'de peaceville üçlüsünün anathema dışında hakkı verilmemiştir, o yüzden bizim buraları sallıyorum ama dış piyasaya bakıyorsun, anathema onca sene albüm çıkaramasa da şu an popoyu toparladı, paradise lost neredeyse ikinci baharını yaşıyorken, my dying bride eskisi gibi vurucu değil sanki...

    doksanlarda, doom/death metal ortaya çıkmaya başladığında ön planda olan gruplardan ikincisi my dying bride'dı. paradise lost, tür için "görkem" kavramını temsil ediyorsa, my dying bride'da "edebi" kısmını niteliyordu. uzun şarkı süreleri, çift gitara önem veren gitar işçilikleri, edebi ve soyut lirikleri ve yoğun keman kullanımıyla, my dying bride, fazlaca romantik ama aynı zamanda sakat bir müzik aktarıyordu dinleyicilerine... grubun aaron stainthorpe gibi hem brutal hem de temiz vokalleri gayet iyi beceren bir vokale sahip olması da ayrı bir artı taraftı. "death metal mi yapsak, daha yavaş mı takılsak hacı, bilemedim." kafasındaki kararsız debut albümleri as the flower withers'tan bir sene sonra, turn loose the swans ile olayı koparmaları, ardından radikal şekilde, hiç brutal vokal içermeyen the angel and the dark river yine ortamları sallamaları, grup için işlerin tıkırında olduğunu gösteriyordu. ne zaman my dying bride'da, anathema ve paradise lost gibi biraz tarz değişikliğine dümen kırmak istedi ve 34.788%...complete'i yayınladı, grubun endirekt olarak önü tıkandı. anathema ve paradise lost hayranlarının aksine, yeni açılımı my dying bride hayranları asla kabullenmedi. bunun üzerine grup, "gel barışalım artık" tadında the light at the end of the world albümünü yayınladı. ikibinlere girdiğimizde, my dying bride, kendi sınırları içerisinde çok fazla oynayamayan ve dinleyicilerine eskisi gibi çok farklı iş sunamayan bir grup haline dönüştü ve hala bu ayarda devam ediyorlar. son yıllarda artan etkisizliğin sebebini ben buna bağlıyorum. ikibinlerde önce the dreadful hours çıktı, iyi albümdü ama çizgi yine aynıydı. songs of darkness, words of light'ta da yeni birşeyler deneme isteği vardı ama temel yine bozulmamıştı. ardından a line of deathless kings geldi, ikinci bir the angel and the dark river yaratma çabası gibiydi. en son for lies i sire yayınlandı, öncülünün biraz daha eski tarzlarla harmanlanmışından öte değildi. kısacası, grup kendi yarattığı tarzın içinde kısıtlı kalmıştı artık ve tarz değişikliğini lehine çeviren paradise lost ve anathema gibi heyecan yaratamıyordu.

    grubun kadro sıkıntısından da bahsetmek gerek bu noktada... like gods of the sun'ın yayınlanmasından sonra, davulcuları rick miah ve klavye/keman işleri sorumlusu martin powell ayrıldı gruptan. rick miah, bence bir doom/death metal grubunda yer alacak en iyi davulcuydu, şarkılara yedirdiği müthiş ataklarıyla hem türün ağırlığını kırıyor, hem de şarkılara hareket getiriyordu. kişisel sebeplerle gruptan uzaklaştı. martin powell ise kemanını da alıp, anathema'ya geçti ardından cradle of filth vs... derken yolunu kaybetti. martin powell'ın gruptan ayrılması, kemanı da müziklerinden eksiltti ve my dying bride'ı kendi yapan elementlerden birisine sırt dönülmüş oldu. davulcu pozisyonu bir şekilde dolsa da, grup aradan geçen on altı senede hala martin powell'ı dolduracak komple bir adam bulamadı. the light at the end of the world ve the dreadful hours'ta konuk müzisyenlerle klavye işlerini kotardılar, 2004'te ise klavyeci ayağına, gitarist hamish glencross'un manitasını aldılar gruba fakat bu arkadaş yetenek fakiri birisiydi, grupta olması bile hataydı. sonuç, a line of deathless kings'te neredeyse sıfır klavye melodisi kullanılması oldu. for lies i sire'da hem klavye hem keman çalan bir hatun bulup, biraz toparlasalar da, o eleman da gruptan ayrıldı. şu an yine klavye/keman çalan bir eleman buldular ama tabii bir martin powell değil... gitarist konusunda da, calvin robertshaw'un boşluğu dolmadı mesela... bu kadro sıkıntılarıyla grubun yaptığı işlerde, doksanlardaki büyük albümlerin gölgesinde kaldı.

    tabii asıl kazığı, my dying bride, hayranlardan yedi. metallica'yı load'ı yapmakla, paradise lost'u host sebebiyle "teknocu" olmakla suçlayan yobazlar, my dying bride'ın de deneme yapmasına hemen "istemezüüük!" ettiler ve grubun niyeyse kendi sınırlarına hapsolmasına sebep oldular. my dying bride'ın diskografisindeki en ayrıksı iş olarak sadece 34.788%...complete kaldı. bu arada grubun kötü üstüne kötü albümler yaptığını düşünmüyorum, hala iyi albümler yapıyorlar ama yaptıkları zamanın testine karşı başarılı olamıyor çünkü zaten önceden daha iyisini yapmışlardı. turn loose the swans'ı geçecek bir albüm yapmaları zor artık. bu kendilerini tekrar sebebiyle, eskisi kadar göz önünde kalamıyorlar, heyecan da yaratmıyorlar. grubun sıkıntısı bence burada yatmaktadır.

    geçtiğimiz sene önce evinta adlı, ne olduğunu anlamadığım garip bir iş yayınladılar, bir kez döndürüp, kenara attım. en son the barghest o' whitby adında bir şarkı yayınladılar, uzun zamandır yayınladıkları en karanlık ve uğursuz eser olması sebebiyle ilgimi çekti ve dinlediğimde bayağıdır my dying bride'da bulamadığım bir şeyleri hissettim. son albümlerdeki artan dramatik anlatımın aksine, ilk albümlerdeki gibi sert ve uğursuz hatta hafif yeni denemeler de içeren bir şarkı yapmışlar, bu ep ile biraz daha farklı semalara açılabilirler artık diye umuyorum.

    ama, nostaljik değeri yüksek, zamanında deli gibi dinlediğim, kral şarkıları olan bir gruptur. doom/death metal'in babalarındandır, öyle kalacağıdır.
  • yıllar sonra (15 yıl) angel and the dark river'ı tekrar dinledim bugün. en son dinlediğimde, bir "cam kenarı" gece yolculuğunda walkman'de, kasetten dinlemiştim diye hatırlıyorum. the light at the end of the world ve angel and the dark river çok kadim klasikler, çok...
  • grubun vokalisti aaron stainthorpe, sahnede en uzun sinir krizi geçirme rekoru sahibidir.
  • sonbaharları sağanak yağmur ile pencere kenarında berjerde otururken, şarap eşliğinde dinlenesi grup, doom metal'in babalarındandır.
  • bir zamanlar sabahları dinlerdim kendilerini psikopat gibi. e haliyle bok gibi geçmeye meyilli gün de doğal olarak bunalımla biterdi. nedendir bilinmez bu durumdan da inceden haz duyardım. şimdi düşünüyorum da mesela rakı içerek my dying bride dinlemekle klasik türk müziğinden nihavend eserler dinlemek arasında da pek fark yok imiş absürdlük dışında.
    daha sonra kolay erişilebilirlikten uzaklaştırdım kendilerini. ama bir iki hatıra kaldı, onlar da pek kolay silinemiyor. merak etmezsiniz eminim ama yine de söyleyim ben; a kiss to remember, for my fallen angel, for you ve your river. madem buraya kadar merakla okudunuz o zaman bu eserlerden uzak durunuz. hayatınızı kaydırabilirler. depresifseniz belki de hayatınıza mal olabilirler. uzak durun!
  • kemandan katie stone ayrılarak yerine shaun macgowan gelmiştir.
  • sonbaharda üzmeye devam edecek olan grup. (bkz: a map of all our failures)
  • ne zaman dinlesem beni dağıtan şarkıları olan doom metal grubu. müziğin başka bir kolunda bu adamlar. çok az muadili var ve çok değerliler.
hesabın var mı? giriş yap