• gözün hep ayrı, gizemli bi anlamı olmuş insanlık tarihinde. horus’un gözü, masonların üçgenli gözü, al nazar, al üçüncü göz, al sauron’un gözü sdadfhhhk... diğer duyu organlarımız, koruyucu olsun kötücül olsun, hiç böyle mistik anlamlar yüklenmemiş. misal işimiz ters gittiğinde “ay sende burun var” diyen arkadaşımız yok. üçüncü kulağı açmayı hedefleyen öğreti, “her şeyi tadan dil”, yahut şerrinden korktuğumuz çilli deri yok! gerçi her şeyi tadan dil için spongebobgilin patrick sayılabilir belki, adam göbek deliği pamuğunu tadıyodu bi bölümde ama neyse konumuz o değil. niye geldim buraya, hah nazar.

    5-6 ay falan önceydi, oğlumun bir arkadaşının doğum gününe çağrıldık. 4-5 anne var. kafa yapımın farklı olduğu kadınlar ancak sosyalleşilecek işte mecbur. çocuklar içeride oynarken biz yetişkinler de ayrı yerde oturuyoruz. içlerinden biri “çok pis kahve falı bakar”mış, hemen türk kahveleri söylendi, soğumaya bırakıldı. ben de bayılırım kahve falı geyiğine, kendim uydurmayı daha çok severim de orada saykik uzman olduğu için saygısızlık etmeyip sıraya girdim. neyse işte kadın klasik kehanetlerde bulundu tipime bakıp tutturmaya çalışarak oralar tırı vırı da, fincanda göz üstüne göz gördü. “ay bi daha göz çıktı, al bak burda da göz var, ay kocaman bi tane daha eyvah eyvah eyvah... “ ilk kez bu kadar çok göz olan bir fincan görüyormuş, “yıldızım çok düşükmüş”! ek olarak benim fincana baktığı süre boyunca mağara gibi esneyip durdu. 10 dakika falan konuştuysa 70 kez esnemiştir aıaıaıaı diye. o da nazar göstergesiymiş, nazar öyle esnetirmiş. diğer kadınlar falın bitmesini beklemeden derhal hemen o saniye çok acil koş koş koş kurşun döktürmem gerekliliğinde hemfikir olup ortalığı ayaklandırdılar. o masada elim kopsa ve bileğimden tarantino filmindeymiş gibi fışk fışk kan fışkırsa ancak bu kadar acil aksiyon alınırdı. derhal kurşun döken iyi bir hoca bulundu 2-3 kişi aranarak, hemen telefon edildi. ben o süreçte ameliyat masasında anestezi bekleyen hasta gibi o nasıl oluyo, naapçak bana diye sorup duruyorum tepemde umut sarıkaya damlalarıyla. hep duyarım kurşun döktürmek tabirini de, ritüel tam olarak nasıldır bilmiyorum. son kurşun dökücü teyze telefona cevap vermeyince geri araması beklenirken bana olayı anlattılar. başının üzerinde tülbent gerip onun üzerinde eriyik kurşunu bir tas suya boşaltıyorlarmış, kurşun donunca nazar da gidiyormuş. sivrilik yapmak istemediğimden hı hımm ok taam deyip küllükteki külleri bi tarafa toplamaya odaklandım sessizce, ancak içinde 0.000000001 mg kurşun olan parçayı arabaya takamıyorsun sağlığa zararlı diye, bunlar 50 gr saf kurşunu eritip kafamın üstünde suya dökecek allam neyin içine düştüm diye de okültü mokültü bıraktım iş güvenliği riskinden 3,5 atmaya başladım. aradıkları kişi doğum günü bitene dek geri dönmedi, daha sonra mutlaka haberleşip randevu ayarlamak üzere ayrıldık ve ben o gün bugündür direkt arazi oldum tabii.

    gel gelelim rasyonel sol aklım tabii tabii hı hımm bende nazar var assnhklşş deyip geçse de o günden beridir başıma gelen her aksilikte lan??? harbiden nazar mı acaba diye bir aklıma gelmiyor desem yalan olur. daha bugün birileri oğlumu çok yakışıklı buldu övdü sevdi, bi an panikledim ulan nazar değer mi acep diye, sonra ha dur müslüman değiller değmez diye rahatladım, sonra ne alakası var sayntifik olarak yine de değer üstüne müslüman olsalar hiç değilse bi maşşallah derlerdi diye hayıflanıp kendi kendime bocaladım salak salak... arada geçmişte yaptığım bazı saçmalıklar aklıma gelince de onlar da yoksa nazar mıydı?? diye bi çakıyor. bir keresinde düz yolda ağır ağır yürürken öyle bir düşmüştüm ki pantolonun dizi yırtılıp dizimde de 3 ay geçmeyen derinlikte yara oluşmuştu. günlerce kafa yormuştum buna, ağırlık merkezim yerden 80 cm, dizim 40 cm, yürüyüş hızım dakikada 3 metre, yani ne hızla yere çarptım ki dizi bu kadar şiddetli bi darbe oluşturabildim diye. onu bile açıkladım belki o da nazarmıştır?? diyerek. yıldızım düşükmüş çünkü:(((

    hoşuma gidince bu hissi didiklemeye başladım işte sonra. birilerinin sana baktığını, seni gördüğünü, fark ettiğini düşündürerek egoyu okşuyor bir! o birilerinin sana bakarken özendiğini yahut kıskandığını, yani başka insanları imrendirecek hasletlerin olduğunu fısıldayıp iyice bir yağlıyor iki! dikkatsiz, sakar, kötü plancı olduğun için gerçekleşen tersliklerin sorumluluğunu senden alıyor üç! ve en derinde şeytanı dışarıda arayarak masum, suçsuz, günahsız ak civciv self imajını tasdikliyor dört! yani masanın başına oturup bana kendimi iyi hissettirecek bir batıl inanç uydurmaya çalışsam “kötücül göz”den daha iyisini yaratamazdım herhalde. nihayetinde içinde bulunduğum çelişkiye bakarsan: bir senaryoda nazar gerçek, insanlar bana bakınca içleri gidiyor, acayip sıradışı başarılarım, yeteneklerim var, çok güzelim, çok zekiyim, üstüne melek gibi masumum, kötülüğe karşı hiç savunmam yok:((((( insanların çok içleri gittiği için nefsleri değiyor ve işim bundan ters gidiyor. diğer senaryoda ise nazar diye bir şey yok, kimsenin umurunda değilim, sıradanım, o salaklıkların hepsini ben yaptım, kendi aptallığımdan işlerim ters gitti, üstüne bi kadını aralıksız esnetecek kadar sıkıcı hayatı olan biri gibi görünüyorum!! hangisine inanmayı tercih ederdim??

    sözün özü, aşırı masumiyetinden nazarlara gelip bunu savuşturmak için "gözü kalanın gözü çıksın", "elemtere fiş kem gözlere şiş" gibi acayip gore söylemler akıl eden insanlardan benedict cumberbatch kenafir gözleriyle dik dik bakan tiplerden tırstığımdan daha çok tırsıyorum. gerçi bizzat benedict baksa yine tırsarım. suratında her şeyi bi tuhaf çünkü herifin, alien mıdır nedir anlamadım, yanakları bi tuhaf, kaşları tuhaf, burnuna kadar çıkan şekilli üst dudağı var?
  • kültürün dışına çıkıp nazar kavramına bakınca çok tuhaf bir şey görürsünüz.

    bir kişi bakışlarıyla ve olumsuz düşünceleriyle sizi ve hayatınızı etkiliyor. mesela hasta ediyor ya da başınıza bir bela sarıyor veyahut boşanmanıza, ayrılmanıza neden oluyor. düşünce ve bakışla...

    evet, böyle baktığınızda psikotik bir belirti gibi, hezeyan gibi gözüken bir kavram nazar. kültürün içinde yer aldığı için psikotik olarak tanımlanmıyor olsa da kültürün kendisi hakkında bir şeyler söylüyor. nazar mevzubahis olduğunda iki kavram geliyor aklıma:
    öteki ve projeksiyon.

    öteki aslında alelade bir insandır ama berikine göre bakışı kötüdür, kıskançtır, hasetlidir. ötekinin kötülüğü, projekte edilen kötülüktür. bu projeksiyon ötekini daha da uzağa atar, projekte edilen kötülük başkasına atfedilmiş, böylece benlik kötülükten azad olmuş, ve üstüne üstlük temize çekilmiş olur. bir insan karşısındakini, elinde somut veri olmaksızın bir şeyle suçluyorsa o insanın kendini o şeyden temize çektiğini varsayabiliriz.

    nazar da bu zeminden köklenir. iyiyi ve kötüyü bir araya getirmekte zorlanan, bir yücelten bir yerin dibine sokan, nesne ile güvenli ve stabil bir ilişkisi olmayan insanlar toplumun çoğunluğunu oluşturduğu için nazar inancı güçlü bir şekilde varlığını sürdürmektedir. nazarın mevcudiyeti için kötüyü dışsallaştırmak zorunda olan, kendini ve nesneyi tek kutuplu algılayabilen bir kitlenin varlığı elzemdir.

    * toplumsal olarak nesne ilişkilerimizin bu hali, tarihi dinamiklere dayanıyor bence. bu konu üstünde kafa yormaya ve yazmaya değer diye düşünüyorum. kafamda toparlar toparlamaz bunun üzerine de yazacağım.
  • canlı varlıkları ne denli etkilediği “insanı mezara, hayvanı kazana koyar.” sözüyle özetlenen nazarın genellikle kıskançlık veya imrenme dolu bir bakışla* ortaya çıktığına inanılsa da bir canlıyı ya da bir nesneyi orantısızca övme sonucunda sözle de oluşabilir.

    çeşitli kazalara, belalara veya hastalıklara neden olan, eşyaları bile kullanılmaz hale getirebilen nazara karşı korunmak için eski çağlardan beri çeşitli tılsımlar kullanılmıştır. bu tılsımlar, kem gözlerin dikkatini başka bir noktaya çekerek, nazara hedef şaşırtma amacı gütmektedir. nazara karşı en yaygın kullanılan koruyucu tılsım ise fallus sembolüdür.

    - "nazar edenin gözüne yılan işesin!" temalı rölyef:
    leptis magna, ms 2. yüzyıl

    - nazara karşı kolye uçları:
    roma bakır alaşımlı kolye ucu, ms. 42-410
    roma som altından kolye ucu, ms. 43-410

    - çocukları nazardan korumak için:
    roma som altından yüzük ms. 1.-3. yüzyıl

    - elem tere fiş, kem gözlere şiş:
    nazar mozaiği, hatay, ms. 3. yüzyıl (yunanca: kaicy/türkçe: sana da)

    - insanları ve mekanları kötü niyetli güçlerden korumak için dikkatlice yerleştirilmiş koruyucular:
    pompeii / pompeii, modestus bakery

    - mavi boncuk kimdeyse benim gönlüm ondadır:
    nazar boncuğu
  • "mezar, yarısı nazar" sözündeki öznedir.

    annemin dedesinin nazar ile ilgili bir nasihatı şu şekidedir;

    yol kenarında ihtiyaç oldu da hacet giderirseniz eğer üstünü örtünki, geçerken biri görüpte "lan bu adam ne yemiş de bu kadar sıçmış" diyip nazar etmesin.
  • değmediği tek şey akılmış, çünkü herkes sadece kendi aklını beğenirmiş.
  • bu yaza kadar batıl inanç olarak adlediğip inanmadığım ama yaşadığım bir olay neticesinde iyicene araştırıp bir çeşit enerji transferi olduğunu keşfettiğim hadise. hatta öyle ki aslında kötü niyetli olmasanız bile bilinçaltınızdan geçenler dahi karşıya gerekli negatif enerjiyi aktarmaya yeterli olmakta.

    olay ise şöyle: yazın marmariste evdeyim, yazlık yerde oturmanın neticesi olarak her zamanki gibi misafirler gelmiş, biz de denize gitmişiz, akşam oldu dönüyoruz falan. iflah olmaz bir lamborghini fanı olduğumu bilen arkadaşlarımdan biri tarafından telefonuma gelen bir mesaj ile irkildim. "olm paşa beach'in önünde hannover plaka bir murci var ona göre" (bu arada belirtmek isterim bodrumda yüksek sosyete neticesinde süperspor otomobiller görmek normal bir şey olabilir ama marmarisimizde bu o kadar da normal bir şey değil malesef.)

    15 sn kıpırtısız kaldıktan sonra atlayıp bisiklete soluk soluğa paşa beach'e vardım. evet arkadaşlarım haklıydı simsiyah bir lamborghini murciélago paşa beach'in karşısında durmaktaydı (yalnız hannover değil hamburg plakaydı, sonradan arkadaşların yüzüne vurmadım tabi) ulan dedim acaba beklesem sahibi gelince bi maymunluk edip de içine binme şansım olur mu? nitekim tam 1.5 saat bekledim. arabaya bakıp derin düşüncelere dalıyordum, dışarıdan bakan biri beni vahe kılıçarslan sanmış olabilir bekleyiş sürecimde.

    en son sahibi geldi, usulca yanına yanaşıp "iyi günler, saygısızlık etmek istemem ama aracınız duygusal bağlamda çok değerli bir meta benim için, eğer sakıncası yoksa gideceğiniz yere, hiç olmazsa bir kısmına sizle birlikte eşlik edebilir miyim?" dedim. adam sırıtarak "ehhea, olmaz, hade eyvala" dedi ve kapıyı yüzüme indirdi* elinden şekeri alınmış bir çocuk gibi kalakaldım orada, çekti gitti arabayla, egzozuna boğuldum. gözümde tomurcuk yaşlar ağır ağır doğruldum. gelip sırtıma vuracak bir ustam da yoktu bisiklete geri binecek enerjiyi zor topladım kendimde.

    asıl olay bu noktadan sonra vuku bulmakta. arkadaş köşeyi döndü, düzlüğe çıkınca hızlandı sonra tekrar u dönüşü yapıp köşedeki eczanede durdu. merak edip eczanenin önüne gittim. bir de ne göreyim? ön camın üzerinde kocaman bir çatlak. bir taş gelmiş olması imkansız zira 30 metrelik mesafede ve arnavut kaldırımlı olan yolda bir taşın olması mümkün değil, üstelik sesini de duyardık.

    işte o an nazar hakkında kimi düşüncelerim oluşmaya başladı. o arabaya zarar gelmesini istemem söz konusu dahi değil, öyle ki arabanın stoplarının buharlandığını, koltuk derisinin çatladığını ve sağ yan marşpiyel ile ön tampondaki çizikleri görünce "ne de kötü bakmış arabaya lavuk" tepkisini veren benim içimden böyle bir şey geçmesi mümkün değil. ama olan olmuştu ve adama istemdışı yolladığım enerji hedefini bulmuştu.

    nazar diye bir şey var arkadaşlar. işin kötüsü önüne de geçemiyor, engelleyemiyorsunuz..
  • kimine değmiyor da, hani teğet geçiyor. geçen, bir toplantı öncesinde oturmuş bi şeyler yerken ceketimin düğmesi koptu. hayır canım, çok yemedim. sadece ayağa kalkmamla düğmenin bilinmeze yuvarlanması bir oldu. benim bütün şevkim kırıldı. yaşamak istemiyorum. ofladım pufladım. neyse dedi, arkadaş, olur böyle şeyler. iliklemezsin sen de. sonra çantamı aldım, çıkıyoruz. bu sefer de, çantamın açma düğmesi koptu. çantam kapanmıyor. bu ne dedim ya, her şey beni buluyor. kahrımdan öleceğim, bu genç yaşımda. kesin nazar değdi bana. gözü olanların gözü çıksın işalla. boşver dedi, arkadaş, olur böyle şeyler, kapatmazsın sen de. hay allah ya. -bundan sonra arkadaşlarımı bu tür durumlarda daha iyi şeyler söylemesine bakarak seçeceğim. neyse, taksi bekliyoruz. tabii, benim moral bozuldu. arkadaşım da konuşmuyor. çıt yok. nihayetinde, sadece benim başıma gelmiş bi şeyin ortak günümüzü mahvetmemesi için kendimi toparlama ve surat yapmama kararı alıyorum. tamam ben iyiyim, hadi sen de iyi ol gibisinden arkadaşıma soruyorum: ne düşünüyorsun? hayır diyor arkadaş, seni kim beğenir, ben onu düşünüyorum.
  • bir şeyin olmasını çok istediiğnizde ve uzun süre sonra olduğunda, sevincinizi dizginleyemeyip herkese anlatır, etrafa mutluluk saçarsanız başınıza gelebilecek durum. herşey ters döner, tepetaklak olursunuz, sonra ben nerede yanlış yaptım diye düşünüp durursunuz.
  • hayatım boyunca çokça batıl inançtan uzak durmaya çalıştım, her ne kadar biraz takıntılı bir insan olsam da. konu nazara geldiğinde ise inanmamak uğruna ayrıca bir çaba sarfettim. negatif enerjiymiş, bilimsel yanı varmış demeden "yok öyle bir şey" diye diye varlığına karşı koymaya çalıştım. ne zaman hayatında iyi olan bir şeyden bahsedersen nazar değermiş, ne zaman bir şeyi çok istersen nazar değer, olmazmış. hep böyle dendiği için inadına batıl buldum.
    şimdi ise bakıyorum ben varlığını inkar ettikçe hep tesadüfler beni buldu. hayatımda iyi giden şeyler oldu, kimseyle paylaşmadım, iyi gitmeye devam etti. hayatımda iyi giden şeyler oldu, birileriyle sevincimi paylaşayım,konuşayım dedim, kısa süre içinde teker teker her şey tersine döndü. çok istediklerimi, arzuladıklarımı ve gerçekleşme ihtimali yüzde 99.9 olan planlarımı önceden dile getirdim, anlattım, yüzde 0.01 lik dilim hayatımda yerini buldu. hepsinin "kötü tesadüfler" içinde gerçekleştiğine inanmış olsam da, işimi garantiye almak için akıllı davranayım dedim, büyük mutluluklarımı sevinçlerimi planlarımı ulu orta konuşmadım bu sefer. eh, garip bir şekilde işe yaradı. sonra durdum düşündüm; " bu kadar okumuş etmiş bir insansın, nazarla ilgili olduğunu düşünmeyeceksin herhalde di mi?" diye sordum kendime, "hayır inanmıyorum ki" cevabını verdim ve konuşmayı, anlatmayı sürdürdüm.
    yıllar yılı bu kavgaya devam ettim ve sonuçta maalesef hep nazarın kazandığını farkettim. hiçbir mantıklı açıklama getiremesem de -ki umarım birileri negatif enerji midir alan mıdır mavi göz müdür her neyse çok net bir tez sunar da hayatıma daha mutlu devam ederim- ben aksini ispatlayamadım. eğer varsa böyle bir şey, beni sevmeyen, kıskanan, "nihoho mutlu olama" deyip çekemeyen insanlarla çevriliyim demektir, insanlarla ilişkilerimi gözden geçirmem gerekebilir..
    bundan sonra iyi olan ne varsa çok bahsetmeyeceğime, istediklerimi ballandıra ballandıra anlatmayacağıma yeminliyim, benden uzak olsun..
    hatta bir gün olur da ev alırsam kimseyi çağırmayacağım; evlenirsem düğünüme kimseyi davet etmeyeceğim; çocuğum olursa kimseye göstermeyeceğim. o derece.. (bkz: oha)
  • eger hersey yolundayken bunu dillendirince isler kotu gitmeye basliyorsa, insan dikkatini etraftaki kem gozlerden cok biraz da icine yogunlastirmali. cunku iyinin farkedilisinin hemen akabinde hafifce baslayip kontrolsuz yukselen kibir duygusunun da insan hayati uzerinde cok olumlu etkileri olmadigini dusunuyorum.
hesabın var mı? giriş yap