• bilgisayarınıza sizin dışınızda birisinin girip girmediğini kontrol edebileceğiniz yöntemdir.

    öncelikle “win+ r” komutuyla çalıştır sekmesini açıyoruz ardından kutucuk içerisine “netplwiz” yazıyoruz.
  • steven connor-postmodernism kitabinin postmodernizm ve performans bölümünü özetledim:

    postmodernizm ve performans
    “postmodernizm” ve “performans” evrensel düzeyde fikir birliğine varılarak yalın ve kati bir tanımı sağlanamamış, kavramsal komplikasyonları yüksek iki terimdir. postmodernizm, performansın farklı tanımları üzerinde farklı biçimlerde kendini göstermektedir.
    performans kavramı algısının oluşmasında yaygın olarak geleneksel gösteri sanatları (tiyatro, dans, müzik ve opera), popüler eğlence aktiviteleri (örneğin sirk, stand-up komedi) ya da daha modernize sanat formları (performans sanatı) baskın çıkmıştır.
    postmodernizm ve performans sanatı ilişkisi ise eleştirmenlerce kurulmuştur, çünkü erken dönem sanatçıları kendilerini ve sanatlarını postmodern olarak tanımlamıyorlardı. estetik performansla ilgili olarak üç kullanıma değinilerek, performans ve postmodernizm arasında bir bağ kurulmuştur.
    1.performansın ait olduğu dönem bağlamında performans postmodern olarak değerlendirilebilir.
    2. performansın ait olduğu çağdaş kültürü postmodern bir kültür olduğu için sanat postmodern olarak kabul edilebilir.
    3. stilistik bir tanımlama yapabilmek için bu kavrama yer verilebilir. modern olmayan stildeki ifadesi. yapısal olarak (örneğin klasik müzik gibi bestelenmemiş olması)
    postmodernizmi, performansın ait olduğu dönem ve ait olduğu çağdaş kültür bağlamında değerlendirmek ortaya birbirinden ayırt edilmesi güç sonuçlar çıkmasına neden olabilir. bazı yorumcular dönemsel değerlendirme yaparken postmodernizmin başladığı tarih aralığı ve kendinden önceki dönemlerle ilişkisi üzerine eğilir, bazıları ise geçmişle olan bağa değinmeden çağdaş kültürü postmodern olarak adlandırabilir. bazı eleştirmenler ise, estetik türlerindeki yeni gelişmeleri köklü uzlaşımlarla tanımlamak için stilistik bir terim olarak “postmodernizmi” kullanırlar.
    her üç kullanım da birbiri ile kesişir, çünkü çoğu eleştirmen nihayetinde belirli performansların ayırt edici özelliklerinin tarihsel ve kültürel bağlamda postmodernizm ile nasıl ilişkilendirildiğini kavramak ister.
    postmodernizmin tarihsel ve kültürel kavramları arasındaki farklılıkların önemli bir tezahürü, “postmodern” ve “postmodernist” sıfatlarının farklı kullanımlarından ileri gelir.
    "postmodern" terimi, genellikle ıı. dünya savaşı'ndan sonra başladığı düşünülen belirli bir tarihsel dönemi tanımlamak için kullanılır, ancak performans sanatındaki postmodern yaklaşımlar büyük ölçüde 1970'ler ve 1980'lerde gerçekleşmiştir.
    “postmodernist” terimi ise genellikle, kronolojik olarak tanımlanmış bir zaman diliminden ziyade postmodernizmin stilistik özelliklerine sahip kültürel eserlere atıfta bulunur. bu postmodernizmin tarihsel perspektifinin dışına taşmış ancak yapısal olarak postmodern çemberinde yer alma durumunu ifade eder. dahası tarihsel anlamda açıkça postmodern olan (yani, modern emsallerinden daha sonra ortaya çıkmış ve onlardan farklı olan) bazı performanslar, üslup açısından mutlaka postmodernist sayılmayabilir. postmodern dansın bazı çeşitleri buna örnek gösterilebilir.
    performans sanatı ıı. dünya savaşından sonra gelişmiş olsa da, 20. yüzyıl başında birtakım öncüleri bulunmaktaydı. genellikle “ “postmodern performans sanatı” gibi bir terim çok kullanılmaz, çünkü performans sanatının postmodern olmayan bir hali bulunmamaktadır.
    performance in postmodern culture’ın editörlerinden michel benamov’a göre performans sanatı postmodernizmi birleştirici bir gücü ifade eder. artık sanat duvarda asılı duran atıl bir varlık değil, her yerde ve her şeydedir.
    postmodernin performans eleştirisini genellikle diğer disiplinlerde özellikle de edebiyat ve mimaride postmodernizm düşüncesi ile şekillenmektedir. yorumlayıcı bir paradigma olarak performans fikri, statik sanat biçimlerinden günlük davranışlara, politik gösterilere, büyük ölçekli sosyal çatışmalara kadar her şeyi tanımlamak için kullanılmıştır. çeşitli hümanist ve sosyal bilim disiplinlerindeki “postmodern dönüş”, esas olarak bu disiplinleri ve onların çalışma nesnelerini performans terimleriyle incelemek anlamına gelir.
    tarih, sosyoloji, antropoloji ve diğer birçok disiplinde çalışan akademisyenler, kendi söylemlerini mutlak olmaktan çok muhtemel olarak değerlendirmeye başlamışlardır, bu dönüşümde özerk kitleden belirli bir kitleye hitap, zamana dayalı ve belirli bir bağlamda bulunma, üretilen ürünler yerine ürünün süreci ile ilgilenme gibi süreçler güçlü bir etki bırakmıştır.
    bu entellektüel fermantasyondan oluşmuş yeni ve postmodern kabul edilen alanlardan biri de postmodern performans incelemelerdir. bu incelemelerin kapsamına ritüelistik ve dini usuller, dini seremoniler, karnavallar, spor aktiviteleri gibi bir çok kültürel etkinlik girebilir.
    bir performans hangi anlamda postmodern ya da postmodernisttir? benamou bu soruyu tersine çevirerek “postmodern kültür hangi açılardan performatiftir?” diye sorar. postmodernizm ve performans arasında böylelikle postmodernizm alt bir katmanda yer bulmuş olur.

    tiyatro ve dansta postmodernizmi dönemselleştirmek
    sally banes postmodern dans üzerine yazılmış terpsichore in sneakers isimli çalışmasında postmodern teriminin her sanat dalı için ayrı bir anlamı olduğunu vurgular. bir sanat formunda postmodern olarak nitelenen bir ünsur aynı formda modern sayılan başka bir ünsurla bağlantılıdır. 1950’lerden itibaren modern dans, kendi stilini rafine edilerek bağlamda edebiyat bulunmayan, günlük hayatta kullanılan hareketlerden esinlenmiş ve kendi içinde daha demokratik bir dansa evrilmiştir. postmodern dans bu bağlamda modern dansa bir reaksiyon olarak şekillenmiştir.
    tiyatro’nun ise modern tiyatroya karşı bir reaksiyon olarak gerçekleştiğini söylemek mümkün değil, çünkü modern tiyatro romantizm döneminin getirdiği antirealistic edinimlerden arınmış, izleyiciye reliastik bir perspektif sunma gayesini amaç edinmiştir. burada modern tiyatroyu realistic olarak ifade etmek postmodern tiyatronun antirealistic olduğunu ima etmek problemini yaratır. postmodern tiyatro, postmodernizmin genel özellikleri yanında, postmodern tiyatroyu oluşturan öğeleri de barındırır. postmodern tiyatronun ne zaman ortaya çıktığı, nasıl geliştiği ve kimler tarafından uygulandığı üzerine tam bir uzlaşı yoktur. 1960’lar ve 70’lerde farklı teatral görüşler ortaya çıkmıştır. postmodern tiyatronun temelinde birçok kaynak mevcuttur. postmodern tiyatro içerisine samuel beckett, harold pinter, tom stoppard, edward bond, edward albee, sam shepard ve peter handke gibi yazarlar dâhil olmaktadır. bu yazarlar aynı zamanda absürd tiyatronun temsilcileri olarak da kabul edilir. özellikle bu oyun yazarlarından samuel beckett, oyunlarında modern metin özelliklerinin sınırlarını zorlayıp, oyundaki düşünceleri yeni bir şekle sokmaya başlar. modern olandan postmodern olana geçişte beckett bir görev üstlenir. postmodern tiyatro, geleneksel sanat ve siyasi görüşe sert bir şekilde karşı çıkar, geleneksel drama alışkanlığını, karakteri ve içeriği reddeder. bu geleneksel politik görüşe karşı çıkılması, postmodern tiyatronun kendi içerisinde politik bir görüş olmadığı anlamına gelmemelidir. postmodern tiyatro toplumun birebir yasayışlarının bir parçası haline gelmiştir. postmodern drama, çağdaş tiyatronun büyük bir önem kazandığı 1960’larda ortaya çıkmış ve artık temsilin metinden daha önemli olmaya başladığını, asıl önemli olanın sahneyi birebir yaşamak ve onu hissetmek olduğunu vurgulamıştı. postmodern tiyatronun bu özelliğiyle birlikte olaylar arasında belli bir süreklilik olmadığı belirtilmektedir. oyunda geçen olay, sadece temsil sırasında ortaya çıkar ve birbirinden bağımsızdır, olaylar arasında süreksizlik ve bağımsızlık mevcuttur. jean- francois lyotard “dansın, müziğin, mimiğin, konuşmanın, mevsimin, zamanın, halkın ve hiçliğin uyumu yerine ses-gürültülerin, sözcüklerin, beden figürlerinin, imgelerin bağımsızlığı ve eşzamanlılığı” (ıhab ve sally hassan, 1983, 219) gibi unsurları içeren bir tiyatroyu destekler. lyotard ayrıca postmodern tiyatronun ‘meta anlatılara karsı şüphecilik tanımını uygulayan genellikle gerçekçi sunumu reddeden bir düşünceye sahip olduğunu belirtir. bu reddetme postmodernizm içerisinde ve her türünde var olmaktadır. postmodernizm reddetmeye ve öldürmeye alışıktır; ‘yazarın ölümü’, ‘öznenin ölümü’, ‘tarihin ölümü’ konularına postmodern tiyatro içerisinde ‘karakterin ölümü’ eklenir. bunun yanında mchale, postmodern drama da postmodernzmin edebiyat ve tiyatro bölümlerinde en önemli unsurlarından birisi olan metinlerarasılık ve postmodern tiyatro arasında bir ilişki olduğunu, tarzların ve akımların karışımını ve hatta edebi ve tarihsel karakterlerin değişimini metinlerarasılık konusunda. “postmodern tiyatro nesnesinin görünürdeki tutarsızlığına, işleyiş kipinin ve alımlanmasının tutarlılık etkisi karşıtlık kurar. tutarlılık artık yapıtın bireysel bir yazarlığa bağlı üretim kipini ya da doğusunu ilgilendirmez; estetik deneyimin ve alımlanmasının ve bu ikisinin biçimsel yasasının düzeyinde” (adorno, 1970; 258) ortaya çıkmaktadır. postmodern tiyatro, kuramı, oyunsal bir etkinlik düzeyine yükseltir, geçmişi yeniden yaratarak özümlemeyi istemek yerine, tek miras olarak geçmişi yeniden oynama (re-play) yeteneğini önerir.

    performance art monologue
    bu bölümde otobiyografik performanslar incelenmiştir. spalding gray wooster group ile çalışmış, oldukça soyut, izleyicilerin aktif yer aldığı bir performans piyesleri sunmuştur. bu piyesler bir komedi gösterisini andırır. her ne kadar beyaz, heteroseksüel, protestan ve üst sınıfa ait bir erkek olmasına ragmen geniş bir yelpazede farklı kimlik ve sosyal tercübeleri temsil eden bir kesime hitap edebilmiştir.

    karakterin ölümü-postmodern drama
    elinor fuchs’un karakterin ölümü isimli eserinde de belirttiği gibi postmodern dramada psikolojik olarak tutarlı karakterler yerine parçalanmış, bir akışın içinde ilerleyen yeri ve sınırları belli olmayan karakterler barındırır. angel city sam shepard ve jeffrey m. jones’s der ınka von peru karakter incelemesi açısından önemli iki oyundur.
    sam shepard oyununun ilk yarısında sekreter olarak göreve başlayan kadın karakter ikinci yarıda yer silen bir bakıcıya dönüşür,karakterlerin değişimine dair bir açıklama yapılmaz. shepard bu durumla ilgili olarak davranışlarının ardında mantıksal motifler barındıran bir bütünsel karakter yerine ana tema etrafında süzülen parçalı bir bütünlük içinde karakterlerini tasvir ettiğini belirtmiştir.
    bir merkezi olmayan zayıf karakterler hicivsel bir gösteri sunarlar, karakterlerin oyundaki değişimi ruhlarını kolonize eden eğlence sektörünün bir neticesidir.

    jeffrey m. jones’s der ınka von peru oyununda ise eser var olan kaynaklardan motiflenir. romeo ve juliet, peru tarihi, the ımportance of being earnest gibi kaynakların kombinasyonu özünde melodramatik ancak birbiri ile örtüşen beş hikaye barındırır. shepard’ın oyununda parodiye yer verildiyse de , neticesinde içerisinde sert bir eleştiri vardı, burada salt pastişe yer verilir. karakterler büründükleri tarihsel döneme ipucu olabilecek bir dil kullanmazlar. jones oyuncunun, oynadığı karakterin metnini parçalara ayırarak her bir parçayı bağımsız bir şekilde oynamasının karaktere merkezi bir kişilik yüklemeden gerçekleştirilebilmesini sağlar.
    yönetmenliğe postmodernist bir yaklaşım
    tiyatroda postmodernizm tartışması postmodern oyunculuk nasıl olmalıdır sorusunu beraberinde getirir.
    peter sellars amerika için tarihsel değeri olan bir oyun olmasına rağmen monte kristo kontu’na yeni ahitten pasajlar eklemiş ve beethoven müzikleri kullanmıştır. new york avangardından ve tv endüstrisinden oyuncuları bir araya getirmiştir. sellars’ın en önemli özelliği alt ve üst sınıfa mensup sayılabilecek karakterleri bir potada birleştirmesidir.

    postmodernizm ve stand up
    postmodern stand up sınıf ya da cinsiyet ayrımı yapmadan her kesime açık bir alan sunar. jameson’un pastişindeki durum belirli referanslara göre temellenen komediye uyarlandığında neyin komedi olduğunu tanımlamak imkansız hale gelmiştir. bazı komedyenler postmodernizmde komedinin imkansızlığını konu alarak kendilerini metakomedyen olarak adlandırmışlardır.

    steve martin kendini beğenmiş ve çaresizi aynı anda oynadığı karakterini, tavşan kulakları giyerek kahkaha almaya çalışan hale sokmuştur. herhangi bir yerden kolayca satin alınabilecek bu kulaklar komedinin geldiği ölü noktayı temsil ediyor. canlandırmalarını geleneksel yöntemleri takip ederek yapar, çünkü böylece daha önce benzeri görülmemiş bir şey çıkarabilme kaygısı ile üretilenden daha komik olacağı katidir. martin’in pastişinde içerik yoktur.birinin bir diğerini gerçekten güldürmeyi denemesinden başka gülünecek bir dünya kalmamıştı, komedi ölü bir dildi.
    birinin birine bir şeyin komik olduğunu anlatma çabası,
    geleneksel yöntemde komedyenler kendilerine tutarlı bir karakter seçerek gözlemlerini bu karakter üzerinden yansıtırlar. ancak postmodern stand up da, aynı postmodern tiyatroda olduğu gibi, kesinlikle komik kişilikli sayılabilecek psikolojik olarak tutarlı karakter algısından kaçınmışlardır. bunun en radikal örneklerinden birini andy kaufman vermiştir. ilk olarak hazar denizi'nin üzerinde battığını iddia ettiği hazar adası'ndan (kendi kurguladığı bir ada) geldiğini söyleyerek komedi kulüplerinde çıkmaya başlamıştır. bir hazar adalısı gibi davranarak elvis presley ve amerikan başkanlarının taklitlerini yapmıştır. yine bir taklit sonucu ortaya çıkan tony clifton'u gece kulüplerinde, seyirciyle arası iyi olmayan bir şarkıcı olarak canlandırmıştır. bu taklitler gerçek andy kaufman’dan daha az gerçek sayılmazlar.

    re-presentation postmodernist performans

    jeffrey m. jones’ın ödünç alma yaklaşımıyla başka kaynaklardan alınan elementler ve peter sellars’ın tarz yıkan yönetmenlik biçimi hem postmodern hem de postmodernist olarak kabul edilebilir. yine de her ikisi de modern tiyatronun temel prensiplerinden tamamen sıyrılmış değillerdir, yani metin temelli, oyun-produksiyon-performans modelini kullanan, senaryonun yönetmence yorumlandığı ve aktörler tarafından da oynandığı usulü sürdürürler. dolayısıyla modern tiyatroyu temellerinden sarsacak bir girişim değildi onlarınki. ancak bu konuda bazı çalışmalar olmuştur. örneğin the living theatre. 1951'de oyuncu judith malina ile ressam ve şair olan julian beck tarafından new york'ta kurulmuş bir tiyatrodur. bir oyuna bağlı kalmaksızın direkt üretim odaklı bir tiyatroyu temsil ederler. julian beck ve judith malina, anarşizmin yıkıcı estetiği, erwin piscatorun politik tiyatrosu ve antonin artaudun “arındırıcı” etki yaratmayı hedefleyen vahşet tiyatrosundan etkilendiler. living theatre`ın sahneye koyduğu oyunlar, genelde sistem ve otorite karşıtı, anarşist, eleştirel tavırlar içeriyordu. cocteau, lorca, brecht ve pirandello`dan oyunlar sahneleyen living theatre ilk dönemlerinde, alternatif tiyatronun, metin karşıtı tutumunu benimseyerek ele aldıkları metinleri değiştirerek, metnin değerini azaltarak ve metni yapıbozumuna uğratarak sahneledi. cocteau, lorca, brecht ve pirandello`dan oyunlar sahneleyen living theatre ilk dönemlerinde, alternatif tiyatronun, metin karşıtı tutumunu benimseyerek ele aldıkları metinleri değiştirerek, metnin değerini azaltarak ve metni yapıbozumuna uğratarak sahneledi. aslında topluluğun sahnede yaptığı bütün herşey alfred jarrynin, übüde kendi beklentilerine uygun bir oyun bekleyen burjuva seyircisinin suratına tokat gibi inen “bok” sözcüğüne bir göz kırpmaydı. living theatre üyeleri, çıplaklığı ve dyonisoscu anlamıyla uyuşturucunun esrikleştirici pasifist etkisini politik bir eylem olarak kullanıyor, iktidara karşı çağdaş bir pagan töreni gerçekleştiriyorlardı. sahneden ajite edilen seyirci giderek bu törenin cazibesine kapılıyor ve kışkırtılmış olarak sokaklara taşıyordu. money tower (para kulesi) isimli oyunlarında, living theatre oyuncuları oyun boyunca bir yapı inşa ediyor, izleyici bunun kapitalist sömürü çarklarından oluşan bir para kulesi olduğunu anlıyordu. asıl oyunun başladığı yerse julian beck tarafından belirttiğine göre bu yapının yıkılmasıydı. bu oyundaki amaçlarını topluluk üyeleri yayınladıkları bir manifestoyla dile getirdiler:
    tiyatroları terkedin. sokaktaki insanlar için başka durumlar yaratın. eyleme götürecek, bildiğimiz en yüksek tiyatro durumlarını yaratın. yeni biçimler bulun, sanat engelini parçalayın. sanat, kurulu düzen zihniyetinin zindanında tutukludur. yani sanatın yapılması, üst sınıf ihtiyaçlarına hizmet edecek biçimde işlevselleşmiştir. eğer sanat halkın ihtiyaçlarına hizmet etmek için kullanılmayacaksa ondan kaç kurtul.

    bu tiyatroculardan esinlenen pek çok tiyatro yapısı ortaya çıktı. nihayetinde metne bağlı tiyatro tamamıyla terk edilmiş ve devising teathre kurulmuştur.

    postmodernist politik tiyatro
    tiyatro ve oyun temsilleri her ne kadar postmodernist bir yaklaşıma sahip olsalar da onların siyaset ve politika ile ilgilenen formları henüz postmodernist değildi.
    postmodernist politika sanatının tüm formları daha önce olduğu gibi doğrudan doğruya güncel siyasi meselelerle ilgilenmez. daha ziyade postmodern kültürün sosyal ve politik konfigürasyonlarını sorgulamanın farklı yollarını bulmaya çalışır.

    böyle bir yaklaşım geliştiren tiyatrolardan biri, 1980'lerin başında performance group'tan gelişen bir new york tiyatro topluluğu olan wooster group'tur. yaklaşık otuz beş yıldır çalışmalarını sürdüren the wooster group, dünyanın en iddialı ve radikal tiyatro topluluklarından biridir. wooster group’un prova süreci, oyunu sahneleme aşaması ve oyunculukta benimsedikleri yöntemler, jacques derrida’nın yapısöküm yöntemiyle doğrudan örtüşmektedir. her oyunda merkez kavramı sorunsallaştırılmış ve merkeze yaklaşıldığı an bundan bilinçli bir şekilde uzaklaşılmıştır. bunu lecompte şöyle örneklendirir: “bir sahnede peş peşe gelen aksiyonların sonunda kriz doğuyordu. biz de o sahneyi parçaladık. çatışma, yüzleşme ve yatışmadan oluşan doğrusal yapıyı yok ettik. yüzleşmenin birini başa aldık, yatışma anlarının arasına bir tane daha koyduk. . . yapıyı bozmuş olduk” (aronson 1975: 34). sakonnet point, rumstick road ve l.s.d. oyunlarında bahsedildiği üzere topluluk oyunun yaratım aşamasında kullandıkları materyalleri (otobiyografi, obje ya da aktivite olsun) asla merkeze koymaz. bu parçalar; farklı, değişken, hatta çelişkili anlamlar yüklendiklerinde işlevlerini yerine getirirler. bu yüzden topluluk otobiyografiyi malzeme olarak kullandıkları oyunları belgesel olarak nitelendirmez, klasik eserleri kullandıkları oyunları da uyarlama olarak değerlendirmez. bunlar oyundaki büyük ağın parçalarından sadece biridir ve diğer parçalarla bir araya geldikleri zaman sınırsız anlam seçenekleri yaratırlar. oyunlar hiçbir zaman kesin ve net olarak sonuçlanmaz. aynı oyun farklı temsillerde değişebilir, bir temsilden diğerine kendisini yeniler. sürekli kabuk değiştiren bu yapının altında, daha önce örneklendirildiği üzere, topluluğun tüm süreci metin olarak kullanması yatar.
    en önemli oyunlarından olan l.s.d. farklı kaynakların bir araya getirildiği dört bölümden oluşur. arthur miller’ın cadı kazanı gibi klasik bir metinle işe başlayan topluluk, beat kuşağının eserlerini, timothy leary ve g. gordon liddy arasında geçen tartışmayı, ann rower ile yapılan röportajı bir araya getirip, müzik, dans ve videolarla oyuna canlılık kazandırır. bu metinlerin bazıları gerçek, bazıları kurgusaldır; bazıları ise gerçek olayların kurgusal olarak yeniden canlandırmalarıdır. oyuncular bazen kurgusal karakterlerle ilgili sözler söylerken, bazen de “kendileri gibi” davranırlar, bu performanslar bir sarmalda birleşirler. dolayısıyla postmodern dünyanın gerçek ve kurgu arasındaki bağının nasıl zedelendiği sorunu gündeme taşırlar. gösterileri kimi soruları ima eder, ancak asla yanıtlamaz. bu sorular; resmi olmayan sözlü tanıklık “resmi” (kamuya açık) yazılardan daha güvenilir kabul edilebilir mi? oyuncuların metinleri yalnızca okuması, canlandırması veya tekrar etmesi arasında anlamlı farklılıklar var mı?

    yapım, herhangi bir belgenin doğruluk değerini diğerine göre veya herhangi bir sunum biçiminin diğerine göre doğruluk değerini değerlendirmek için hiçbir girişimde bulunmadı: enformasyonun bir analizi kadar kendi kendini tüketmesinin bir semptomu olarak sunuldu. wooster group, bu nedenle, bu fenomen hakkında dışarıdan yorum yapma iddiasında bulunmadı, ancak kendisini böyle bir toplumun içinde konumlandırarak, bilgi dolu, postmodern bir toplumun analitik bir görüntüsünü yarattı.

    sonuç
    postmodern performanstaki en önemli eğilimlerden biri çoğulculuk ve çeşitlilik olmuştur. bu, tiyatronun artık bir zamanlar olduğu gibi görünüşte heteroseksüel beyaz erkek oyun yazarlarının egemenliğinde olmadığı anlamına geliyor: bir dizi başka kimlik konumuna ait olduğu açıkça kabul edilen yazarların oyunları artık geçmişte olduğundan çok daha fazla görünür durumda.
    dansın da geleneksel olmayan bir oyuncu seçimi vardır: 1960'lardan bu yana, postmodern dans, eğitimsiz dansçılar, atletik olmayan bedenlere sahip dansçılar ve engelli dansçılar dahil olmak üzere, dansta daha önce hiç görülmemiş bir dizi vücut tipini kullandı.
    stand-up komedisi gibi popüler kültürel performans biçimleri bile çoğulculuk eğilimini yansıtır: 1980'lerden beri, stand-up komedi sahnesinde ve televizyon programlarında ve stand-up'tan türetilen filmlerde temsil edilen kimlik konumlarının yelpazesi çok daha fazladır.
    postmodernizm, geleneksel gösteri sanatlarında tezahür etmenin yanı sıra, aralarında performans sanatının da bulunduğu yeni sanat biçimlerinin gelişimini gördü. “performans sanatı” terimi, çok çeşitli uygulamaları kapsar. 1970'lerin başlarındaki vücut sanatı, görünüşte mazoşist olsa bile, kavramsal ve fiziksel olarak zorluydu.

    karadağlı sanatçı marina abramovic ve fransız sanatçı orlan da dahil olmak üzere bu türün güncel versiyonlarında çalışmaya devam eden performans sanatçıları olmasına ragmen bugün performans sanatının çoğu, otobiyografik monologun daha popüler biçimini alıyor.

    karen finley'inki gibi bazı ellerde, monolog, seyircisinden önemli talepler getiren son derece hareketli ve agresif bir performans biçimi olabilir. bununla birlikte, çoğu durumda, otobiyografik monolog, bir zamanlar deneysel ve avangard bir tür olarak kabul edilen performans sanatının kültürel ana akıma girdiği erişilebilir ve popüler bir biçimdir.

    postmodernist tiyatro, parçalı kimlikleri kültürel metinlerin parçalarından inşa edilen karakterler sunarak bu varsayıma meydan okudu. stand-up komedisinde bile, bazı sanatçılar tutarlı, ayırt edici bir komik kişilik fikrini baltaladılar.

    bununla birlikte, vietnam savaşı döneminin radikal tiyatrolarını sıklıkla motive eden politik ve sosyal idealler, politik sanat üzerine postmodernist bir bakış açısıyla uzlaştırılamaz çünkü radikal tiyatrolar hem karşı oldukları güçleri hem de getirmeyi umdukları ütopik toplumu temsil etmeye kararlı kaldılar.

    postmodernist politik sanat ise, tersine, tüm temsillere şüpheyle bakar - bu şüphe, postmodernist politik sanatın asıl öznesidir; bu şüphe, kendisini bu temsillerin dışında konumlandırmadan veya bu temsillerin dışında konumlanmadan ya da bu temsillere cevap verme iddiasında bulunmadan, etrafımızı saran temsiller hakkında sorular sormaya eğilimlidir. 1980'lerde ve 1990'larda ortaya çıkan birçok deneysel tiyatro üzerinde büyük etkisi olan wooster grubu, postmodernist politik performansın en iyi örneği olabilir.
  • barry marshall mide ülserine helicobacter pylori denen mikroorganizmanın neden olduğunu kanıtlayan kişiydi. bunu hastalarının mide sularını içip kendini hasta ederek gösterdi ve 2005 yılında nobel tıp ödülüne layık görüldü.
  • oturduğunuz yerden para kazanabileceğiniz bazı internet siteleri:

    1. amazon mechanical turk

    bu sistem ile kullanıcılara birtakım işler verilmektedir. verilen iş ve görevleri yerine getirerek para kazanabilirsiniz. veri toplama ve analizi arttırmak amacıyla, dünya çapındaki kişilerden yararlanmayı hedefleyen site oldukça güvenilir.

    2. mobrog

    anket doldurarak para kazanabileceğiniz bir site. dünyada birçok farklı ülkede faaliyet gösteren site, bu işi profesyonel olarak yapmaktadır. anketleri doğru bir şekilde doldurmalısınız.

    3. freelancer

    isminden de anlaşılacağı üzere freelance çalışanların yer aldığı bir platformdur. içinde pek çok ilan bulunduran site, oyun biçiminde ilerler. yapılan birtakım görevlerden sonra oyunun adımlarına geçerek para kazanıyorsunuz.

    4. marketagent

    yine anket doldurarak para kazanabileceğiniz bir site. firmanın yaklaşık 900 bin kullanıcı bulunmaktadır. global hizmet veren site türkiye'de de türkçe olarak hizmet vermektedir. anketlere göre kazanılan para tutarı da değişiklik gösterebiliyor.

    5. etsy

    özellikle kadınlar çok para kazanabiliyor. 40 milyona yakın kişi etsy'den aktif olarak alışveriş yapmaktadır. siz de satış yapmak için ücretsiz hesap açabilirsiniz. etsy'nin diğerlerinden farkı daha çok el işi ürünlere yönelmesidir.

    6. udemy

    çeşitli konularda eğitim verilen bir platform. siz de yetkin olduğunuz bir konuda kurs vererek para kazanabilirsiniz. ilgi alanınıza göre eğitim videoları çekerek kurs haline getirebilirsiniz.

    7. swagbucks

    genellikle anket doldurulması karşılığında para veren bir sitedir. daha çok abd'deki insanlar üye olup para kazanmaktadır. sistem anket doldurduktan sonra sanal para vererek işliyor.

    8. neobux

    bu sitede reklam izlemesi yapıyorsunuz ve para kazanıyorsunuz. kazanacağınız para reklam süresi ve türlerine göre değişiklik gösteriyor.

    9. fiverr

    siteye üye olup orada yapabilecekleri işleri ve ücretlerini belirtmeleri sayesinde para kazanabiliyorlar. iş yaptırmak isteyen kullanıcılar ilanlara bakarak, iş verirler.

    10. medium

    2012 yılında yazarlara ücretsiz kolay blog yazma hizmeti sunmak amacıyla kurulmuştur. zahmetsiz ve hazır bir blog açmak isteyenlerin başvurduğu medium, partnerlik programı adı altında yazılan yazıların karşılığı olarak bir miktar ödeme yapıyor.

    11. qmee

    bu sitede arama motorlarında gezerek para kazanıyorsunuz. sitenin amacı google ve diğer arama motorlarında yapılan aramaları takip etmek. üye olanlara bir eklenti verilerek bilgisayarlarına kurmaları isteniyor. daha sonra yaptığınız aramalardan para kazanabiliyorsunuz.

    .
    .
    .
    .

    kaynak için tıktık.
  • dinozorlar tam 135 milyon sene hüküm sürmüş dünyada. dünyaya çarpan gök taşları dinozorların sonunu getirmiş. çarpma esnasında dünya 11 şiddetinde sallanmış.

    fay hatları en fazla 9 kusur şiddetinde sallayabilirmiş.

    ufkumuzu açmaz ama okan bayülgen, cem yılmaz'dan 10 yaş büyükmüş. şahan, bölüm seçmelerinde 350 kişi arasından ilk 4'e girmiş.
  • ölüm ve gasilhane gerçekliği. herkes mutlaka bir kez gitsin görsün. ufku iki katına çıkarıyor.
  • sözlük ve etimoloji kullanarak kitap okumak. kelimeler gerçekten insan düşüncesini tahayyül edebileceğimizden çok daha fazla şekillendiriyor.

    örnek vermek gerekirse;

    meşrûtiyet; monarşinin şarta bağlanarak yeni bir yönetim şekli oluşması. buradaki şart meclisin olması (me/şrut/iyet)

    meşruiyet; normlara ve kanuna uygun olma durumu. “şeri” yani dine uygun olma (me/şru/et)
  • tükenmişlik sendromu .....

    son günlerde iyice hissettiğim sendrom. geleceğe dair umudumu kaybediyorum. her gün bir parçam koparılıyormuş gibi hissediyorum. ekonomik kriz , hayat pahalılığı , pandemi , manevi değerlerimin bir bir silinmesi , toplumdaki adaletsizlik , siyasetin her anımıza buram buram işlemesi , hemen hemen her gün yaşanan kadın cinayetleri ve çocuk istismarı, hayvanlara şiddet
    , ekonomik bunalım yüzünden intihar eden insanlar , dolandırıcılık ve sahtekarlığın tavan yapması , güvensizlik ve tüm bu yaşananlara sessiz kalan medya ... 60 ,70 , ....90 'lı yıllarda da fakirdik belki ama gülüyorduk .... mutluyduk.

    korkuyorum artık.

    ve

    bu korku tanıdık gelmiyor bana.....
  • micheal jackson'ın smooth criminal şarkısının bir dizesinde ”annie are you ok?” sorusu (bizim bildiğimiz tabiriyle eni vici vokke) tam 42 kez geçer. iyi mi olduğu sorulan annie 19. yy sonlarında ölmüş bir kızın hikayesinden geliyor. fransa'nın saint nehri kıyısına bir kız çocuğu vuruyor. ölüm sebebi ve kimliği bir türlü açıklanamıyor ve vücudunda da hiçbir iz olmaması sebebiyle intihar sonucu öldüğüne karar veriliyor. çocuğun cesedi, paris şehrinde bir morga götürüldü ve kimliği belirlenemeyen ölülerle birlikte sergilendi. (o dönemde çok popüler ve turistik bir değeri olan bir uygulamaymış)
    annie'nin yüzüne bakanlar, onun huzurla öldüğünü söylediler. morg çalışanlarından birisi kızın yüzünden öyle etkilendi ki, yüzünün kalıbını alıp maskesini üretti. maskeden üretilen kopyalar kısa sürede birçok mağazada satılmaya başladı. yurtdışına dahi ticareti yapılan yüz, evlerin duvarında da dekorasyon haline geldi.
    albert camus onun yüzünü ”boğulmuş mona lisa” olarak betimledi.
    kimilerine göre o, ölümünün saflığıyla romantizmi simgeliyor. dönemin gençleri, annie'nin yüzünü kendilerine rol model olarak seçtiler.
    asmund s. lærdal isimli oyuncak tasarımcısı, ailesinin evinin duvarında annie'nin yüzünü görür ve hayranlıkla bakarken aklına gelen bir fikir ile, onu oyuncak bir bebeğin yüzü olarak tasarlar, adını da annie koyar. bebek annie, yılın oyuncağı seçilir ve dönemin okullarında cpr eğitiminde kullanılmak üzere onun yüzü seçilir. (erkek öğrenciler, erkek bir surata cpr yapmak istemez düşüncesiyle, genç bir kızın suratı kullanılır)
    kısa bir ömür sürmüş olan annie artık bir simge haline gelmiştir, o hayata yeniden tutulmanın ve saflığın simgesidir. insanlığın ortak bir ürünüdür. 100 milyonlarca hayatın kurtarıcısı olmuştur, dünyanın en çok öpülen yüzü.
  • göz aklarımız, toplumsal iletişim açısından çok önemlidir. maymunlardan farklı olarak bizim göz aklarımız dışarıdan net bir biçimde gözüktüğü için, nereye baktığımız hemen belli olur. bu sayede birçok duygumuzu karşı tarafa iletiriz. bu duruma biyolojide "iş birlikçi (cooperative) göz hipotezi" adı verilir.
hesabın var mı? giriş yap