• türkiye'de insanların, özellikle de kadınların sahip olmakta zorlandıkları durum.

    çünkü birbirimize, hiç hakkımız olmadığı halde her türlü şeyi dayatıyoruz. daha "ben" olmayı bilmeden "biz" olmaya çalışıyoruz. bu ilişkiler neden yürümüyor? alınan kararlar kendimize ne kadar aitse o ilişki de bize o kadar ait olduğu için.

    türkiye'de herkesin her şey ile ilgili bir fikri olmasını geçtim, herkesin kendi fikrini, sanki salt doğru bir onlarınkiymişçesine dayatması, insanları dedikodu malzemesi edip üstüne ahlak bekçiliği yapmasına ne demeli?

    ben özgürlüğüne çok düşkün bir çocuktum. bana ne yapmam gerektiğinin söylenmesinden hiç hoşlanmazdım. aklıma yatmayan, mantığını anlamadığım bir şeyi de kesinlikle yapmazdım. bu nedenle de çok çatıştım annem ve babamla. "benim yaşamım" dediğimde kızarlardı bana. "bizim yanlışlarımızdan da öğrenebilirsin. illa yanlış yapmana gerek yok" diyen babama "ama o senin yaşamın. bırak da kendiminkini ben yaşayayım" diye karşı çıkardım. "senin yaşamına karışmıyoruz ki kızım; ama bizce..." diye başlayan cümleleri kaç kere duydum bilmiyorum ki ben izmir'de açık görüşlü bir ailenin çocuğu olarak doğup büyüdüm. türkiye şartlarına bakacak olursak gayet rahat yetiştiğim bile söylenebilir.

    "sana güveniyoruz da çevre kötü", "sana güveniyoruz da hata yapmayasın diye uğraşıyoruz", "sana güveniyoruz da incinmeni istemiyoruz" cümleleriyle pek çok kararıma üstü kapalı itirazda bulundular. sanırsınız uyuşturucu satıcısı olmaya karar vermişim de onun tartışmasını yapıyoruz. alt tarafı ankara'da üniversite tercihi yapacaktım ve onu da tek tercihle bırakacaktım. hayalim odtü idi ve başka üniversite istemiyordum. bunun için bile tartıştık. bu bir örnekti tabii ama, her kararım için mücadele etmek zorunda mıydım? bu yüzden de gitmek istedim hep; çünkü aklımın içinde bana konuşan kişi annem, babam ve toplumun geri kalanıydı. hoş, gitmek ilk zamanlar bir şeyler değiştirmedi. önce aklımın içinde konuşanların aslında ben olmadığını anlamam gerekti.

    ailemi bir bakıma anlayabiliyorum. türkiye'de hayatta kalmak zor. türkiye'de kız evlat yetiştirmek daha da zor. babam bana hep "tamarix çok güçlü bir kız. o halleder" derdi; derdi de ne yapsam daha iyi olacağını ima etmekten de geri durmazdı. "sizin aklınıza ihtiyacım yok! danışmıyorum! kararımı bildiriyorum" diye çıkışıp kaç kere kavga ettiğimizin sayısını bilmem. ben özerkliğimi kazanmak için çok mücadele ettim. yetkinliğimi kanıtlamam gerekti bir bakıma. 18 yaşımda üniversite için ankara'ya taşındıktan sonra aslında bir şeyleri kendi başıma yapabildiğimi gördüklerinde biraz daha azalttılar seslerini. bu arada burs da almaya başladığım için kendi paramı kazanmaya başlamanın bana bir güç de kazandırdığını gördüm. bana neler yaptığımı sorduklarında, yalnızca sohbet amaçlı olsa bile "merak etmeyin, her şey yolunda" diye kızıyordum arada. annem ve babam olmaları her şeyi bilmeleri gerektiği anlamına gelmediği gibi her şeyi bilme hakkına sahip oldukları anlamına da gelmiyor. işte bunu hiç anlamıyoruz türkiye'de. çocuklara karşı inanılmaz bir güvensizlik var. "yapamaz; kendi başına bırakırsak beceremez; ahlaksızlığa bulaşır; kandırırlar" diye düşünüyor anne babalar. kendi başlarına yemek yemesine izin verilmeyen, izin verilse bile yemek yerken üstüne bulaştığı için azarlanan ya da yemek yerken defalarca uyarılan o çocuklar güvensiz, kendi kararlarından kuşku duyan ve birilerinin onayı olmadan karar alamayan yetişkinler oluyorlar. tek başlarına bir karar almasına izin verilmiyor ki. çocukluktan itibaren saygı görmeden, "sözümden çıkarsan annen olmam senin" diye sevgisizlikle tehdit edilerek büyüyen bireylerin güvenli yetişkinler olmalarını nasıl bekleyebiliriz ki? bekleyemeyiz. sonra birbirine bağımlı, anne babanın dibinden ayrılmayan, kendi kararlarını alamayan, kendi fikri olmayan, özerkliğini hiçbir zaman kazanamamış insanlarla dolu bir toplum çıkıyor ortaya.

    ben şimdi 29 yaşındayım ve japonya'da yaşıyorum. ailem beni elbette ki çok destekledi ama, çoğu kararımı tartışmak zorunda kalarak büyüdüm. artık hiçbir şey söylemiyorlar. "biz sana çok güveniyoruz ve her kararının arkasındayız" diyorlar en sonunda. şükürler olsun!!

    yaşamda yalnızlığın ve tek başına olmanın gerçekten ne demek olduğunu buraya geldikten sonra öğrendim. önce çok bocaladım; çünkü türkiye'de birileri hep vardı yanımda. üniversite seçerken, yurda çıkarken, eve çıkarken ya da işe girerken ben sormasam bile birileri hep fikrini belirtmişti öyle ya da böyle. burada öyle olmadı ama. her ne yapıyorsam kendi sağduyuma güvenmek zorundaydım; çünkü koşullarımı yalnızca ben biliyordum. yapabiliyormuşum. bunu biliyordum. yapabileceğimi biliyordum; ama hiç yapmamıştım aslında. iyi ya da kötü her kararımın gerçekten bana ait ve bu duygudan çok hoşlanmaya başladım. yalnızlığım dönüştü. tek başınalığa ise alışıyorum. yanımda birilerinin olmasını istiyorum bazen; ama henüz değil. daha yeterince tek başıma gezmedim. daha yeterince tek başıma evimde yaşamadım. daha yeterince tek başıma olmadım ki. bunları çok önceden yapmış olmam gerekiyordu aslında; ama türkiye koşullarında bu kadar yapabildim işte. elimden bu geldi.

    evlilik delisi diye kızdığınız o kadınların bazıları gerçekten aile baskısından kaçmak istiyorlar ve evlilik bir hapis değil, özgürlük oluyor o kadınlar için. onları da anlıyorum; ama şunu da biliyorum ki ben kendi özerkliğimi kazanmadan bunu yapamazdım. kendi sınırlarını çizebildikten sonra aslında herkesin sınırları olduğunu, en azından olması gerektiğini görüyor insan ve saygı duymayı öğreniyor. sonra da kendi yarımını değil, birlikte olmayı sevdiğin bir yoldaşı arıyorsun.

    "bu benim yaşamım ve onu ben yaşıyorum" diyebilmek gerçekten çok zor.
  • insanın duygu ve gereksinimleriyle tam anlamıyla uyum içinde olmasıdır. oysa toplumumuzda hüküm süren başarıya dayalı zihniyet, birçok insana kendiliği açılan kapıları kapatıyor: eğitim baskısının şart koştuğu uyum, gerçek canlılığı, yaratıcılığı ve sevme yeteneğini köreltiyor. özerklik eksikliği kadının ezilmesine ve erkeğin ruhsal anlamda körelmesine yol açıyor. (bkz: kendine ihanet)
  • içişlerinde serbest; dışişlerinde merkezi otoriteye bağımlılık.
  • öncelikle mevcut durumun özeti: türk spor örgütlenmesi ve sistemi karma sistem olarak adlandırabileceğimiz özel kişiler ile devletin birlikte hareket etmesi esasına dayanır. sporu yapan ve yaptıran hem özel kişi ve kuruluşlar hem de devlet olabilir. buna ilişkin asıl yasal düzenleme 1986 tarih ve 3289 sayılı gençlik ve spor genel müdürlüğü'nün teşkilat ve görevleri hakkında kanun'dur.

    bu kanun uyarınca, en altta spor kulüpleri yer alır. spor klüpleri biraraya gelerek federasyonları oluşturur. federasyonlar ise gençlik ve spor genel müdürlüğü'nün idari vesayetine tabidir. bir başka deyişle federasyonların iş başına gelmesi, yönetimi ve denetlenmesi sürekli olarak gsgm'nün belirlediği kurallar dahilinde meydana gelir. gsgm yönetimi, pek çok durumda fiili olarak yönetim ve denetimi elinde bulundurur. dolayısıyla genellikle federasyonlar siyasi ve başka yapılanmalara çok açıktır.

    ancak burada önemli bir husus, gsgm'ye bağlı özerk olmayan federasyonların, her sene devletten aldığı bütçe ile faaliyetlerini görmesidir. yani bu federasyonlar için asıl olan gelirlerinin devletten olmasıdır. ek gelirler elde ederlerse ne ala.

    türkiye'de yakın zamana kadar tek bir özerk federasyon vardı, bu da türkiye futbol federasyonu'dur.

    bununla birlikte, liberal düşünce ve ekonomi çerçevesinde, devlet süratle pek çok alandan çekilerek buraları özel kişilere bırakma amacını gütmektedir. bu anlamda devlet federasyona sahip olup, fiili olarak spor yaptıran, bunun için para veren bir kurum olmaktan ziyade, spor yapanları denetleyen, bu faaliyetleri düzenleyen bir alana doğru çekilmektedir. en kaba anlamı ile özerklik budur.

    bu bağlamda, 3182 sayılı kanuna 04.03.2004 tarihinde 5105 sayılı kanun ile "özerklik" başlıklı bir madde eklendi ve bir kısım kriterlerin karşılanması ve talepler halinde federasyonların özerk hale getirilebileceği hükme bağlandı. kanuna http://mevzuat.basbakanlik.gov.tr/…sourcexmlsearch= adresinden erişebilirsiniz. ancak 9. madde önemli olduğu ve özerklikten ne anlaşıldığını gösterdiği için mesajın sonunda aşağıya alıyorum, okuyup daha geniş bilgi alabilirsiniz.

    kabaca artık dart federasyonu, ana esasları yine gsgm tarafından çerçeve statüde belirlenen esaslara uygun olarak, serbestçe hareket edebilecek. burada önemli husus, bütçe hususu. artık, federasyonların kendi gelirlerini elde etmeleri kural, devlet yardımı istisna. bununla birlikte, geçici 9. madde ile bu uygulama için 3 yıllık bir geçiş süresi öngörülmüş durumda.

    kabaca özerklik böyle bir şey.

    özerklik

    ek madde 9 - (ek: 5105 - 4.3.2004 / m.2) federasyonlara, talepte bulunmaları durumunda merkez danışma kurulunun uygun görüşü, genel müdürlüğün bağlı olduğu bakanın teklifi ve başbakanın onayı ile idari ve mali özerklik verilebilir. federasyonun kuruluşuna ilişkin kararın, resmi gazetede yayımlanması ile tüzel kişilik kazanılır.

    özerk olan federasyonlar; organları genel kurulu tarafından seçimle göreve gelen, her türlü kararlarını kendi organları içerisinde alan, bütçesi genel kurul tarafından onaylanan ve ibra edilen federasyonlardır.

    özerklikte aşağıdaki kriterler göz önünde bulundurulur:

    a) faal sporcu sayısı.
    b) faal kulüp sayısı.
    c) spor dalının ülkemiz veya dünyadaki yaygınlığı ve gelişme potansiyeli.
    d) gelirlerinin giderlerini karşılayabilme yeterliliği.
    e) spor dalının olimpik olup olmadığı.
    f) federasyon veya bağlı kulüplerin tesis durumu.

    özerkliği onanan federasyon, hazırlayacağı ana statü ve buna bağlı talimatlara göre genel kurulunu ve yetkilendireceği diğer organlarının oluşumunu, görev ve yetkilerini belirler. özerk federasyonlar, uluslararası federasyonların öngördüğü kurulları oluşturmak zorundadır.

    özerk federasyonların; genel kurullarının toplanması ve çalışmalarına ilişkin usul ve esaslar ile kimlerin oy kullanabileceği ve tahkim kurulu ile ilişkileri genel müdürlükçe düzenlenecek çerçeve statü ile belirlenir. özerk federasyonlarca hazırlanacak ana statü, çerçeve statüye aykırı olamaz.

    özerk federasyonların ceza veya disiplin kurullarınca verilen kararlara karşı genel müdürlük bünyesinde oluşturulacak tahkim kuruluna itiraz edilebilir.

    tahkim kurulu yedi asıl ve yedi yedek üyeden teşekkül eder. üyelerin beşinin hukukçu, ikisinin ise spor alanında bilimsel çalışmalar yapmış veya sporda idareci, teknik adam ve benzeri görevlerde bulunmuş kariyer sahibi kişi olmaları şarttır. üyeler genel müdürün teklifi ve genel müdürlüğün bağlı olduğu bakanın onayı ile altı yıl için görevlendirilirler. üyeler kendi aralarından bir başkan seçerler. tahkim kurulu tarafından verilen kararlar kesindir. tahkim kurulunun görev, yetki ve sorumlulukları ile çalışma usul ve esasları yönetmelikle belirlenir.

    tahkim kurulu, federasyon ile kulüpler; federasyon ile hakemler; federasyon ile teknik direktör ve antrenörler; kulüpler ile teknik direktör ve antrenörler; kulüpler ile oyuncular; kulüpler ile kulüpler arasında çıkacak ihtilaflar hakkında yönetim kurulunca verilecek kararlar ile disiplin veya ceza kurulu kararlarını, ilgililerin itirazı üzerine inceleyerek kesin karara bağlar.

    özerk federasyonların gelirleri; katılım payı, tescil, vize, transfer, itiraz, ceza, yayın, sponsorluk, reklam, yardım, bağış ve benzeri gelirler ile federasyon bütçesinin öz gelirlerinin %15'ini geçmemek üzere genel müdürlük bütçesinden ayrılacak paydan oluşur. (değişik 9. fıkra: 5340 - 28.4.2005 / m.2) özerk federasyonların bütçesi; katılım payı, tescil, vize, transfer, itiraz, ceza, yayın, sponsorluk, reklam, yardım, bağış ve benzeri gelirlerden oluşur. genel müdürlük olimpik branşlarda; federasyonun bir önceki yıl gerçekleşen gelirlerinin %75'i kadar, olimpik olmayan federasyonlara ise; %50'si kadar yardımda bulunabilir.

    özerk federasyonların gelirleri ana statüsünde belirlenen usul ve esaslar dahilinde harcanır. genel müdürlük bütçesinden özerk federasyonlara, ilgili branşın alt yapısına ve eğitime ilişkin projelerinin desteklenmesi amacıyla gerektiğinde kaynak tahsis edilebilir. özerk federasyonların tüm gelirleri her türlü vergi, resim ve harçtan muaftır.

    genel müdürlük, özerk federasyonların talebi durumunda, kendisine ait spor tesislerinin işletilmesini, menkul ve gayrimenkullerini bedelsiz olarak kırkdokuz yıla kadar federasyonun faaliyetleri için tahsis edebilir. söz konusu spor tesisleri ile menkul ve gayrimenkullerin tahsis amacı dışında kullanılması halinde, tahsis işlemi genel müdürlükçe iptal edilir.

    özerk federasyonların her türlü faaliyet ve işlemleri genel müdürlüğün bağlı olduğu bakanlığın denetimine tabidir. bu denetim sonucunda görevi başında kalmasında sakınca görülen federasyon başkanı veya yönetim kurulu üyeleri hakkında karar almak üzere, genel müdürlüğün bağlı olduğu bakan, genel kurulu olağanüstü toplantıya çağırır.

    geçici madde 9 - (ek: 5105 - 4.3.2004 / m.3) ek 9 uncu maddenin dokuzuncu fıkrasında öngörülen genel müdürlük bütçesinden ayrılacak pay ile ilgili oran, federasyonların özerk olduğu tarihten itibaren üç yıl sonra uygulanır. bu tarihe kadar genel müdürlük her türlü desteği sağlar.
  • bu yazinin konusu, ozerklik. son birkac yildir ozerklikle ilgili ara ara yazıyor olmama karsin yazdiklarim içime bir turlu sinmiyor. yaziyi kurgulayamiyorum. içimden yazmak geliyor; ama yaziyi ne zaman yazmaya başlasam ya konudan sapıyorum ve anlatmak istediğimden farkli bir yere savruluyorum ya da kendimi ofkelenmis buluyorum ve yaziyi ofkeyle yazmis olduğum için yazinin havasindan hoşlanmıyorum. belki böyle olmasi gerekiyordur; bilemiyorum. belki de yazi öfkeli değildir de bana oyle geliyordur; ondan da emin değilim. bir kez daha deneyecegim. bu yaziyi yazabilmek benim icin onemli; cunku secimlerimi, yasamda ilerledigim yolu bicimlendiren ozelliklerimden biri, ozekligime olan duskunlugum ve ben, “ben”i var eden bu olguya iliskin kendi yasadiklarimi, ayrintilar bellegimden asinip gitmeden once aktarmak istiyorum.

    durumu aciklayabilmem icin oncelikle babamla olan iliskimden baslamaliyim.

    gecen aylarda fizikci paul dirac’a iliskin arastirma yaparken dirac’in, babasiyla olan iliskisinin oldukca sorunlu oldugunu okudum. onu kati bir disiplinle yetistiren otoriter babasinin olumunun ardindan dirac “i feel much freer now, and i am my own man.” (simdi cok daha ozgur hissediyorum ve ben kendime aidim/kendimim.) diye yazmis. benim babam ölmedi; ama dirac’in bu cümlelerle ne kastettigini iliklerime kadar hissettim.

    babamla karmasik bir iliskim var. babam oldukca otoriter ve disiplinli bir adamdir. bunun yani sira, bir ortama girdiginde ortamdaki en baskin insan o olur genellikle. varligi da yoklugu da bellidir. cok sevilen ve aranan biridir. nasil anlatsam? bu durumun insana verdigi inanilmaz bir guven oldugunu soylemeliyim; ama ebeveynin cocuga yol gostermekten ziyade onun uzerinde bir baskinlik kurarak kendi degerlerini ve secimlerini dayatmasinin ve cocuga kati bir disiplinin uygulamasinin cocugun ozguven geliştirmesini zorlastirdigini dusunuyorum. cocukluktan yetiskinlige getirdigim sorunlarin bazilarini bununla acikliyorum en azindan.

    aslina bakarsaniz cocukken sessiz ve utangac olmama karsin babamin baskin oldugu olcude dikbasliydim (ki hala kafamin dikine siklikla giderim). tam olarak nasil basladigini ve bunun bir huy mu (dogustan) yoksa karakter mi (ogrenilmis) oldugunu bilemiyorum; ama bana yapamayacagim soylenen sey, eger kafama yatmiyorsa aninda karsi cikardim.

    belki dogam (eger bir dogadan soz edilebilirse) boyleydi ve cocukken deneyimlediklerimle birlikte bu yatkinligim davranislarima yansimaya basladi bir noktadan itibaren. baski altinda kaldigimi hissettigim icin bu yatkinligim aciga cikmis ve tepkisellik gelistirmis olabilirim; cunku cocuklugumdan beri ozerkligi, ozgurluge, hakkaniyete, esitlige her seyden fazla gereksinim duyuyorum. bana mudahale edilmesinden, ne yapacagimin soylenmesinden hoşlanmıyorum ve eşit muamele görmeyi istiyorum.

    annemle babam beni ve kardesimi cagdas ve sekuler bir egitimle yetistirdiklerini rahatlikla soyleyebilirim; ama sorun vardi: beklentileri gelenekseldi. annemle ve ozellikle de babamla cok sert catismalar yasamamin baslica nedeni, bana kendilerinin dogru oldugunu dusundukleri secimleri yaptirmaya calismalariydi. ailemle catismalarim ben ortaokula basladigim donemde, ergenlikle birlikte, siddetlenmeye basladi. bana soylenenlere “sizin cocugunuz olabilirim; ama sizin secimlerinizi yasamak zorunda degilim! yapmayacagim!” diye karsi ciktigimda babam beni “para kazanmiyorsun. senin bu evde sozun geçmez.” diyerek bastirmaya kalkisti. bunu da birkac kez yapti. benim icin cok incitici ve gurur kirici olan bu soz bir kirilma noktasi oldu. babam bana bu sozu her kullandiginda, verdigi harcliklari gidip cuzdaninin yanina birakirdim. harcliklarimi haftalik alirdim ve haftalarca parasiz gidip geldiğim oldu. ac gezdiğim ya da eve dershaneden eve yürümek zorunda kaldigim oldu; ama cok inatciydim. uzerimde kimse egemenlik kuramazdi. babam her seferinde gelip ozur dilerdi; ama o soz içime islemisti bir kere. bir çocuk olarak babaya ve anneye bagimli olmaktan oturu kendimi güçsüz hissederdim. tek istegim, ekonomik bagimsizligimi bir an once kazanarak kendi kararlarimi alip kendime gore yasamakti. para konusundaki bu hassasiyetim de bundan kaynaklaniyor buyuk olasilikla. 18 yasimdan beri yasamimi kendim kazaniyorum ve yeri geldiginde aileme “gecimimi siz karsilamiyorsunuz. sizi dinlemek zorunda değilim.” demisligim de az degildir.

    babamin beni para kazanmıyor olmamla bastirmaya calismasi benim icin incitici olduğu kadar öğretici de bir ders oldu. irademi terbiye etmeyi ogrendim. gerekmedikce kesinlikle harcamadim. canimi disime taka taka hayatta kalmayi ogrendim. kimseye bagimli olmamak icin o kadar cok calistim ve calismayi o kadar benimsedim ki dunyanin neresine gidersem gideyim hayatta kalmanin bir yolunu mutlaka bulur ve sonuna kadar dayanabilirim. bu durumun olumlu mu, yoksa olumsuz mu olduğu konusunda bazen kararsız kalsam da tek basima idare edebildiğim kesin.

    ben onceden, yani ozellikle ergenligimde ve ilk genclik yillarimda herkesin, aileleriyle benim yaptigim gibi catistigini, insanlarin ozerk olmaya ve birey olarak gorulmeye gereksinim duydugunu saniyordum. oyle degilmis. herkesin ailesi benim ailemin yaptigi gibi mudahale etmiyordur belki de ya da herkes benim mudahale olarak nitelendirdigim davranislari mudahale olarak gormuyordur ki bu ikincisi daha mumkun gorunuyor. soz gelimi; arkadaslarimla anne babalarimizla olan iliskilerimizi konustugumuzda bana hep “senin annene babana soylediklerini ben annemlere soyleyemezdim. cok sinirlenirlerdi ve azar yerdim.” derler. farkinda olmadiklari nokta benim, annemle babamin sinirleneceklerini ve azar yiyecegimi bile bile onlarla catismaya girmemdi. ben her seyi goze aliyordum. beni birey olarak gordukleri, ancak bana birey olarak davranmadiklari icin karsilarina inatla dikiliyordum. o yüzden de bu kadar cok catisiyorduk zaten. ergenliğimin ne benim ne de ailem için kolay geçtiğini söyleyebilirim. benim yerime dusunulmesinden ve bana ne yapacagimin soylesinmesinden hoslanmiyorum. boyle bir tutuma karsi ben tepkisellik gelistirdim ve ilk firsatta evden gittim. eger boylesi bir tepkisellik gelistirmeseydim ben, kendime ait, ayrik bir benlik gelistirmeyi basaramazdim saniyorum.

    ben bana dayatilan her seyi reddetme egilimi gosterdim yasamimca. bana “bunu yapacaksin.” dediklerinde “tamam” deyip yapsaydim babamla ve annemle hic catismazdim. uysal bir cocuk olarak buyur, uyumlu bir yetiskine evrilirdim. benim icin bictikleri yasami sorgulamadan uzerime gecirir, bana gosterdiklere yere, dizlerinin dibine otururdum; ama ben “bu yasami sevmedim. uzerime de uymuyor. istemiyorum.” diyerek giymeyi daha en basindan reddettim.

    ozellikle babam bana her “sunu soyle yap.” dediginde bazen sirf inat olsun, soylediklerini kolayca yerine getirmeyecegimin farkinda olsun diye karsi ciktim. kaybedeceksem bile, savasmadan teslim olamazdım; olmadım da. kişiliğimin sert ve tepkisel bir tarafi oluşmaya basladi kendimi bilmeye basladigim yillardan itibaren (yasamimin sonraki yillarinda ise kişiliğimin katilasan taraflarini yumusatmaya ve ne kendime ne baskalarina batmamasi icin sivriliklerimi torpulemeye calisarak gecirdim). ailem beni okumaya, ogrenmeye ve dusunmeye teşvik etti. ben de bu değerleri benimsedim ve cok calistim. onlar bana bunlari soylemeyi biraktiklarinda ben surekli okur hale gelmistim coktan; ama bana yasamimla ne yapacagima ilişkin ogutler verip “boyle yap.” ve “bunu ol.” demeye basladiklarinda “dusunuyorum ve hayir, istemiyorum.” diye karsilik verdim onlara; cunku bir kusa “iste kanatlarin” diyerek kanatlarini gösterdikten sonra ona ucmayi ogretip “ucmayi ogren; ama cok uzaga gitme.” demek ne kadar sacma ise “dusun; ama bizim kararlarimiza gore yasa.” demek de o kadar sacmadir. (marti jonathan livingston’in hikayesini bana okuttuktan sonra suruyle birlikte kalmami beklemen bir gercekci baba.)

    bana, kanatlarim oldugunu gosterdiler; ama ucup gitmemi istemediklerini soylediler. kanatlarimi onlarin soyledigi gibi cirparsam canimin yanmayacagini anlattilar. (onlara birçok tartismada pek cok kere “sizin hatalarinizdan ogrenmek istemiyorum. kendim yasamak, hata yapmak istiyorum. birakin kendim deneyeyim.” dedigimi animsiyorum; cunku bana herhangi bir seyin dayatilmasi benim irademe mudahele edilmesi ve secimlerimi kendi isteklerim dogrultusunda yapamamam anlamina geliyordu.) bu tutumlari beni korumak icindi, dogru; ama bana hata yapma hakki tanimadilar ve onlarin deneyimlerinden ders cikarmami soyleyip durdular. bu bende hata yapmamak yonunde muthis bir kaygiya yol acti. yaptigim hatalardan sonra canimin canacak olmasindan dolayi duyduğum kaygi beni baskiliyordu, dogru; ama asil mesele, benim kendimi aramama ket vurulmasindan, istedigim gibi yasayamamamtan oturu mutsuz ve ofkeli olmamdi. kararlarimi kendim alabilmeyi ogrenmem icin gitmem gerekliydi. ben de gittim. beni iten ruzgarlara karsin cirpmayi surdurdugum kanatlarimla ulastigim bu noktada, ozgurum. savrulunca bile dengeye ulasmayi ogreniyor insan. bunu sevdim. bir kafeste yarasiz durmaktansa, ozgurlugum icin hirpalanmayi goze almistim. pek cok iz var varligimda; ama benim. ben dusundum, ben karar verdim, ben sectim ve ben uyguladim. ben; yasadim. var olmak icin secmis oldugum bu yol cok yorucu; ama benim.

    bu bir secimdi. benim secimimdi. ozerkligimi elde edebilmem icin ozgur olmaya, ozgur olabilmem icin gitmeye gereksinimim vardi. ben de gittim. hem anne ve babama hem de kendime karsi buyuk mucadeleler verdim; ama bulunduğum noktaya baktigimda değdiğini düşünüyorum. ozgurluk, kuskusuz ki, agir bir sorumlulukla geliyor; ama insan bu sorumluluğu taşıyacak kadar güçlendiğinde yasami içinden geldiği gibi yasamaya da başlayabiliyor.

    kararlarim da benim, hatalarim da. dussem de kalkıyor ve koşmaya devam ediyorum. kendime aidim.
    ****
    cumhuriyet gazetesi ben cocukken her cumartesi gunu bir kitap ekiyle birlikte dunya edebiyatindan kisa kisa eserler de hediye ederdi. yasim onlari okumaya uygun degildi belki; ama ben surekli okurdum. o kitaplarda okudugum oykulerin bazilari hala aklimdadir. buyuk olasilikla, uzerimde carpici bir etki biraktiklari icin animsiyorum. oykulerden birinde bir ev kedisinin bir gun pencereden disariyi izlerken bir sokak kedisiyle karsilasmasi anlatiliyordu. sokak kedisi ev kedisine neden o evde kalmayi surdurdugunu soruyordu. konusmanin ayrintilarini animsamiyorum; ama sonunda sokak kedisi, ev kedisine “yani simdi sen ozgurlugunu her gun duzenli yemekle, sicak bir barinakla ve bir insanin seni arada oksamasiyla degis tokus ettin oyle mi? disarida yasamak hic kolay degil; ama disarida ne oldugunu, neler gorebilecegini hic merak etmiyor musun?” diye soruyordu. bu oykuyu okudugumda cok etkilenmistim. cocuk halimle bile iki kedinin secimlerini kendilerince hakli bulduysam da ben olsam ben de sokak kedisinin yaptigini yaparim diye dusunmustum. bu bir tercihti, kuskusuz ki.

    ve ben sokak kedisinin gittigi yoldan gitmeyi tercih ettim.
  • bir kuruluşun kendi koyduğu ayrı yasalarla kendini yönetme hakkı.
    (bkz: tff)
    (bkz: özerk)
  • (bkz: otonomi)
  • işinde gücünde normal vatandaşların hiç kafa yormaması gereken olay. bence biran önce ilan edilmeli her yerde. mesela şırnak'ta ilan edilsin. şırnak'ın seçilmiş valisi bulsun halkını eğitecek öğretmeni, tedavi edecek doktoru falan. kürtçe eğitim de serbest olur hem. hatta kürtçe tedavi bile olabilirler.

    ankara'daki adam kafa yormaz artık hakkari'ye kimi gönderecem diye falan. kesinlikle çok faydalı bir olay. sonuna kadar destekliyorum.
  • "denizler ayırır, özerklik birleştirir"
    https://dunyadanceviri.wordpress.com/…tar-stanchev/
hesabın var mı? giriş yap