• picassonun "fakirlerin yemeği" adli gravüründe fakirlik ve hüznü temsil etmek için kullandığı ikili
  • şarabı bulan cemşidden kalan bir alışkanlıktır emperyal avrupa bununda üstüne yatıp isayı kutsuyor..

    (bkz: helal olsun)
  • şarap ve ekmeğin ayrı ayrı sümerler, akkadlar, hurriler, hititler ve perslerde varolduğunu mythoslar ve okunan tabletler aracılığıyla biliyoruz. i.ö. 8. yüzyıldan homerosun bize aktardığı kadarıyla ilyada ve odysseia da şarabın bir çok kullanılışı ve tarifiyle karşılaşıyorız. ekmek ve şarabın birlikte kullanımıyla ilgili olarakta: seferdeki birliklerin şarabı (antik çağda şarap oldukça yoğun ve sertti) çokca içine baharat ve bal katarak ya da sadece suyla karıp, içine zaman zaman rendelenmiş peynir ekledikten sonra ekmek doğrayarak ana kumanya olarak tüketildiğini öğreniyoruz.
    roma kaynaklarında da i.ö. 1. yüzyılda oldukça yaygın olan şölen davetlerindeki bir gelenekten sözeder. ilk sofra kaldırılıktan sonra son yemekten önce şarap, tuz ve unla yapılan bir çörek ve yemeklerden ayrılan pay, bir köle tarafından yüksek sesle tanrıların hissesi olarak belirtildikten sonra ocağa atılırdı. ayırca ekmek ve şarabın roma döneminde özellikle yoksulların en kolay edinebileceği yiyecek kombinasyonu olduğunu şaraba ekmek batırıp yemenin de yaygın olduğu biliniyor.
    şarap ve ekmeğin sanıldığı gibi hıristiyanlara ait bir alışkanlık olmadığını ancak hırıstiyanbların bu ikiliyi ritüel biçimde isa ile bütünleşme kullanarak günümüze dek taşıyanlar olduğunu söyliye biliriz.
  • "kadın, enkidu'ya, 'sana baktığımda, seni tanrılaşmış görüyorum' dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü: 'niçin yabanıl hayvanlarla yabanlaşıp yine dağların yolunu tutmak için yanıp tutuşuyorsun? kalk yerden. orası bir çobanın yatağıdır.' enkidu kadının sözlerini dikkatle dinledi. doğrusu, verdiği öğüt iyiydi. sonra, kadın, kendi giysisini yırtarak ikiye ayırdı. yarısıyla enkidu'yu giydirdi, geri kalan yarısını da kendisine kullandı. enkidu'yu çocuk gibi elinden tutarak çobanların çadırına götürdü. orada bütün çobanlar, onu görmek için çevresini sardılar. önüne de ekmek koydular. ne var ki, enkidu yalnızca yabanıl hayvanların sütünü emebiliyordu. ne yapacağını ya da ekmeği nasıl yiyeceğini, sert şarabı* da nasıl içeceğini şaşırdığından kekeleyip durdu ve ağzı bir karış açık kaldı. sonra kadın 'enkidu ekmeği ye' dedi. 'ekmek hayatın maddesidir. şarabı iç. şarap ülkenin geleneğindendir.' böylece doyana kadar yedi, sert şaraptan da yedi kase içti. bu ona neşe verdi. yüreği sevinçle çarpmaya koyuldu. yüzü de ışıldamağa başladı. bedenini kaplayan kıvır kıvır tüyleri iyice ovaladı ve güzel kokulu yağlar süründü. insanlaşıverdi enkidu."
    gılgamış destanı, n.k. sandars
  • tam tahıllı alman ekmeği ile şarabın oluşturduğu güzel bir ikili. başka bir şeye ihtiyaç duymadan gider hani.
  • bir elimde efes güneşi bir elimde laptop..cabası 3 günlük ekmek..

    huzurluyum sanki..huzurlusun ondan
  • an itibarıyla yaptığım eylem.. bu isa'da çok şey biliyormuş yahu!
  • ekmek ekşi maya ise ortaya muazzam bir lezzet çıkartan, cizıs bu işi biliyormuş dedirten leziz ikili.
  • edith piaf'ın biyografisinde sözü geçen ikili. ekmeği şaraba banıp yedirilen çocuk.
    fransızca dersinde anlatılanlar. yokluk yılları. bugün olduğu gibi, şarap vergisiyle hükümetlerin geçinmediği yıllar. sonra, şarap ne ki; üzümü bahçenden toplar fıçıya basarsın, şeker filan, fermente olup şişelersin.
    yanlış anlaşılmasın, bu işi küçümsemiyorum. sadece, meyve şekerden alınan vergi nedir yahu? diyorum.
  • (bkz: ameno)
hesabın var mı? giriş yap