• türkçede, birine “hayırlı olsun” dersen o iş gerçekleşmiştir. “hayırlısı olsun” dersen o iş gerçekleşmemiştir. “sağlık olsun” dersen o iş gerçekleşmeyecektir…

    türkçe dünyanın en 'sezgisel' dilidir. sezgisellik “aşırı dikkat, tecrübe, zeka, bütünsellik hatta vicdan” demektir.

    ekleme; alıntıdır.

    görsel
  • türkçenin en sevdiğim özelliği unvanların isimden önce değil sonra gelmesi. king arthur derken önce kral olduğu, mete han derken önce mete olduğu vurgulanır. türk töresinde insanın kişiliği her zaman makamından önce gelir. siz de insanlarin makamına değil kişiliğine önem verin.

    alıntı
  • "güneşin alnında" denir ya hani. bunun bozuk türkçe örneği olduğunu düşünürdüm. ta ki türkçe öğrenene dek. arslanbek diyor ya, "yav aldına şaktılar / kırk avıldan batırler" diye, "düşman önüne çıktılar / kırk köyden bahadırlar." alın ön demek, başın ön kısmı anlamında kullanılıyor. ama yavın (yağının, düşmanın) karşısına çıkmak onun alnına çıkmak oluyor, demek "güneşin alnında" da, güneşin önünde demek. "ön" anlamına gelen bir sözcüğün organ adı halini alması türkçeye mahsus değil elbette, ilk aklıma gelen örnek arapça "enf". ön demek, aynı zamanda burun. hatta istinaf da bununla akraba, yeniden öne getirmek, zorla öne getirmek gibi bir anlamı var. bir üst mahkeme başkanının burnunun dibine dosyayı sokmak olarak da düşünebilirsiniz.

    sonra "ey der" var. yunus ey der, karacoğlan ey der. "eyy!" mi diyor bunlar? değil. aslı "aydur/aydır". aytmak, "söylemek" anlamında, tam anlamı "sesli söylemek". "ahır tılpuvum bla aytarma karaçay atını" diyor ya özdenlanı albert, "son nefesimle de söylerim karaçay adını." bunun gibi, "yunus aydur" diyor, yani, "yunus der ki."

    köy yerinde davetiye yoktur, okuntu vardır. acaba üzerine dua okunuyor da ondan mı diye düşünmüştüm. sonra türkçe öğrendim. okumak sözcüğünün ilk anlamı "davet etmek" idi. şamanlar, ismin ruhu çağırdığına inanırlardı mesela, o yüzden güçlü ruhların isimlerini anmazlardı. (bkz: sözcük tabusu/@nostalgiaman) harf de, sesi çağırıyordu aslında. o harfi gördüğünde, o ses aklına, sonra dudağına geliyordu. o yüzden harfleri seslendirmeye okumak dediler. bu yüzden "meydan okuruz", yazı okumakla alakası yoktur bunun, meydana davet etmekle alakası vardır.

    sancı diye bir sözcüğümüz var mesela. sanmaktan mı geliyor? sanmam. eski türkçemizde fiillerimiz çok daha zengindi; hala zengindir ya neyse. hele savaşla, vurdu kırdıyla ilgili fiillerimiz boldu, ayıptır söylemesi pek severdik vuruşmayı. o fiillerden biri, "sançmak" idi. muhtemelen ses benzeşmesiyle türemişti, zırha mızrak gibi sivri bir aletin değince çıkardığı ses. "saplamak" anlamına geliyordu. işte ince bir mızrak saplanırcasına olan ağrıya, dümdüz ağrı demek istemedik de, sancı dedik bu yüzden. eh aşk acısı da kalbe saplanan bir hançer gibidir, o yüzden fiziki olmayan, mecazi "ağrı"lara ekseriyetle sancı deriz. emine ışınsu'nun, türk milliyetçilerinin en ince acılarının "sancı"sını anlattığı bu isimde bir romanı vardı, hey gidi günler...

    güzel dildir, uğraşması zevklidir vesselam. türkler hobbitler gibi, "haklarındaki her şeyi bir ayda öğrenebilirsin, fakat bir asır sonra bile seni şaşırtabilirler."

    (bkz: kalak/@nostalgiaman)

    edit: bu tarz bilgiler ilginizi çekiyorsa, https://www.dr.com.tr/…syoloji/urunno=0001876574001 ve https://www.dr.com.tr/…syoloji/urunno=0001748935001
  • tarihin derinliklerinden gelen son derece muhafazakar dil.

    göktürk devletinin başında bulunan istemi kağan ms568 yılında bir elçilik heyetini doğu roma imparatoru 2. justinos'a gönderir. istanbul'a ulaşan heyet kağan'ın gönderdiği hediyeleri sunar ve beraberinde getirdikleri kağan'ın mektubunu imparatora verir. bundan sonrasını dönemin bizans tarihçisi ve kayıtçısı menander'in ms 6. yüzyılda yazdığı eserden okuyalım.

    "imparator iskitçe yazılmış olan mektubu bir tercüman aracılığıyla okuduğunda,elçilik heyetini canı gönülden huzuruna kabul etti. elçilere türklerin yönetimi veyaşadıkları topraklar hakkında sorular sordu. dört prensliklerinin olduğunu ancak tüm halk üzerindeki yetkinin sadece istemi’de olduğunu söylediler. türklerin eftalitleri *yenerek kendi egemenlikleri altına aldıklarını söylediler.

    imparator sordu: “yani eftalitlerin tümünü mü kendinize tabi kıldınız?” elçiler cevapladı: “tamamını.”
    daha sonra imparator sordu: “eftalitler şehirlerde mi yoksa köylerde mi yaşıyorlar?” elçiler: “efendimiz, şehirlerde yaşıyorlar.”
    imparator dedi ki: “o halde açıkça bu şehirlerin hakimi sizsiniz.” elçiler “doğru” dediler.
    imparator sordu: “bize türk hakimiyetinden korkan avarların miktarını ve hala size bağlıların olup olmadığını söyleyin.” “imparatorum, hala bize bağlı olan bir kısım var. kaçanların sayısı ise sanırım yaklaşık yirmi bin dolayında.”

    ardından elçiler türklerin hakimiyetindeki kabileleri tek tek saydılar ve imparator’dan barış ve romalılarla türkler arasında bir savunma ve saldırı ittifakı kurma talebinde bulundular. ayrıca roma devletinin toprakları üzerinde baskı kuran düşmanlarını bertaraf etmeye de çok istekli olduklarını ifade ettiler. konuşmaları sırasında maniakh * ve diğerleri ellerini havaya kaldırdılar ve sözlerinde dürüst oldukları hususunda yemin ettiler. ayrıca, sözleri yalansa ve söylediklerini yerine getirmezlerse kendileri üzerine, hatta istemi ve tüm milletleri üzerine lanet okudular. türk halkı bu şekilde romalıların dostları haline geldiler ve devletimizle bu ilişkileri kurdular."

    dikkat edin, bu mektup iskitçe yazılmış ve bir çevirmen bu mektubu bizans diline çevirerek okumuş. demek ki iskitçe o dönemlerde diplomaside kullanılan bir dil ve bu dili yazışmalarında kullananlar ise göktürkler. her ne kadar yazı harfleri iskitçe olsa da mektubun dili türkçe'ydi şüphesiz. ayrıca, çok ciddi bir siyasal güç olarak dönemin diğer büyük güçleriyle elçiler aracılığıyla diplomatik iletişim kurmuş olan göktürk devletinin, siyasal açıdan geçerliliğini ve üstünlüğünü göstermek için kendi dilinde yazılı iletişim kurmuş olması çok yüksek olasılıktır ve son derece mantıklıdır. hele ki orhun abidelerinin tarihlendiği 8. yüzyılın ilk yarısı itibariyle göktürk alfabesinin sadece türk milletine öğüt vermek için değil, yazılı diplomatik iletişimde de kullanılması devlet olmanın bir gerekliliğidir.

    hal böyleyse türkçe dilinin mö8. yüzyıl ile ms2.yüzyıl arasında bozkırda hüküm sürmüş iskitler'in dilinden türediğini, yazısının da yine iskitler'in yazısından geliştirildiğini rahatlıkla düşünebiliriz. bu düşünceye bir arkeolojik örnek versem iyi olur. iskitler'e ait oduğu bilinen ve mö6.yüzyıla ait olduğu belirlenmiş ısık kurganıkazılarında ortaya çıkan altın elbiseli adam ile birlikte gümüş bir kase var. kasenin üzerinde de iskit harfleriyle yazılmış bir yazı var. yazıda kullanılan harfler ilk bakışta eski göktürk harflerine benziyor. filologlar bu yazıyı çözebilir ve göktürk harfleriyle bağlantısını ortaya bilimsel yöntemlerle koyabilirse türkçe dilinin kaynağı 13 yüzyıl daha geriye, iskit kökenlerine gidecek. hatta hızımızı alamayıp biraz daha ileri gidersek karasuk kültürüne kadar ulaşabiliriz. demir işleyen, madenci ve savaşçı topluma kadar.

    dikkat edin, afanasiyevo kültürüne gitmedim; haddimi bilirim. çünkü ortada kanıt yok.

    ekleme: ilettiğiniz güzel mesajlar için teşekkür ederim. bazı yardım kampanyaları için destek olmam da isteniyor. birbirinize, sevdiklerinize, çevrenizdeki ihtiyaç sahiplerine elinizden geldiğince yardımcı olun lütfen.
    unutmayın; dayanışması güçlü olan toplumlar zor günlerden sağlıklı çıkar.
  • anadilim.

    "when one examines the turkish language, he discovers the big miracle that human intelligence has achieved." der dilbilimci max müller. yani "bir kişi türkçe'yi incelediğinde insan zekâsının ne büyük mucizeler yaratabileceğinin farkına varır." der.

    "bitişimli bir dil köke, bu kökü değiştirmeyen ve kendileri de (ünlü uyumu dışında) değişmeyen sonekler getirilmesine dayanan ve çeşitli dilbilgisel bağıntıları dile getiren bir dildir, louis bazin grammaire turque [türkçe dilbilgisi] adlı kitabında bu konuyla ilgili olarak oldukça eğlenceli bir uç durum örneği verir. buna göre, türkçe “türkleştiremediklerimizden misiniz?” sözcüğünün fransızcası şöyledir: etes-vous de ceux que nous n’avons pas pu turquiser? nitekim moliere de kibarlık budalası adlı yapıtında, haklı olarak, “şu türkçe ne hayran kalınacak bir dil!” der ve sözünü şöyle sürdürür, “az sözcükle çok şey söyler." der jean-paul roux

    ve ben anadilim türkçe olduğu için o kadar mutluyum ki.
  • aşırı istisnası ve kopukluğu nerede merak ettiğim ana dilim. ikisini konuşabildiğim beş yabancı dili öğrendim/öğrenmeye başladım, diyebilirim ki hiçbiri türkçe kadar düzenli, kurallı ve istisnasız değil.

    bu durum daha alfabeden başlıyor. hali hazırda bulunan iki ya da daha fazla harfin bir araya gelip çıkarabileceği seslerin karşılığı harflere yer yok. her şey gayet sade. ks ile halledebileceğin ses için x’e gereksinimin yok örneğin. gözlemlediğim kadarıyla yabancıların en çok zorlandığı harfler ana dillerinin ne olduğuna göre değişiklik göstermekle birlikte c ve ı. c’yi ceren’in c’si gibi okuyan dünyadaki tek diliz sanıyorum. ı’nın ise harf olarak başka bir dilde karşılığı olduğunu sanmıyorum.

    düzensiz eylemler yok. artikel yok. nesnelere cinsiyet yüklemek yok. zamirlerde bile cinsiyet yok, tek ve basit bir “o” hepimize yetiyor. eylem çekim kuralları hepsi için aynı, mantığını kavradıktan sonra çatır çatır yaparsın. büyük ünlü uyumu keza, dediğim gibi yabancı dil olarak türkçede bir tek ı harfi biraz sıkıntı yaratabilir, o da belki. sonuçta ses olarak karşılığı olan bir harf. sıfatları isimlere göre çekmek yok. çoğul isimlerin istisnası yok, hepsi -lar -ler ile bitiyor. sayılabilir sayılamaz diye bir şey yok, istersek her şeyi sayarız.* küçük ünlü uyumunu söken, her zamanda soru sorabilir, mı mi mu mü ile.

    ha bu demek mi ki çok kolay bir dil, tabii ki değil. kiplerin birbiriyle çekimi ve bu çekimlerin fazlalığı türkçeyi sonradan öğrenen biri için hem kafa karışıklığı hem de anlam karmaşası yaratabilir. hikayesi, rivayeti, -miş’i, -di’si, yapım ekleri, çekim ekleri derken sonsuza dek uzanan sözcüklerden oluşan cümlelerin korkunçluğunu tahmin edebiliyorum. öte yandan ana dili türkçe olan insanların bile pek çoğunun özellikle de yazı dilinde karıştırdığı da’lar, de’ler ortalama zekada bir yabancı için sorun olmayacaktır bence. kaynaştırma harfleri ve özellikle küçük ünlü uyumunun da bir alışma süreci gerektireceğini tahmin ediyorum.

    bütün bunları öğrendikten sonra en azından a1 düzeyinde türkçe öğrenmek kolay gibime geliyor ama tabii dilime bir yabancı gözüyle bakmam zor.

    edit: büyük ve küçük ünlü uyumunu öğrenmeden doğru türkçe öğrenemezsiniz. ismini bilmenize gerek yok, ancak “gidarim” demekle söz gelimi “i am go” demek arasında yapısal ve mantıksal bir fark yok. derdinizi anlatırsınız ama konuştuğunuz dil bir halta benzemez.

    edit 2: arkadaşlar mesaj atıp “ı”nın karşılığı şu şu dillerde de var, yazıp durmayın rica ediyorum. sanırım anlatamadım, “ı” sesini çıkarmaktan ya da bu sese karşılık gelen başka bir harfin olmasından bahsetmedim, bizdeki “ı” harfinin hem ses hem harf olarak tıpatıp aynısı yok, demek istedim. ı dediğimiz harf diğer dillerde ya i harfinin büyük yazılışı ya da yunancada olduğu gibi küçük harfte de var olan ama “i” diye okunan bir harf. yoksa örneğin ingilizcede “common, ultimate, chicken” ya da almancada “-en” ekini içeren sözcükler gibi bu sesi çıkarabileceğiniz tonlarca sözcük tabii ki var, zira dünyadaki diğer insanlar da bizimle aynı sesleri çıkarabilecek gırtlak yapısına sahip.*

    edit 3: daha okuduğunu kafasına doğru dürüst sokamayanların gelip hakkında yorum yapması ironik olan dildir ayrıca. bir de gözümüzle okumayı denersek harflerin sayı azlığının dilin gereksiz kalabalığa gerek görmemesi (sadelik), c ve ı harflerinin ise yabancıların öğrenirken zorlandığı noktalara örnek olarak verildiği gayet net. ayrıca k ve s harflerinin dilimizde sırf "iks" sesi çıkarmak için var olduğunu düşünecek kadar geri zekalı değilsek "e "x" gibi "sade" bir kullanım varken, "ks"ye ne qereq var??? .sss" gibi komedi bir cümle de kurmayız. hani paragraf paragraf da ayırmışım ama bazı bünyelere zor geliyor belli ki.

    ünlü uyumlarının dilimize yabancı dillerden giren sözcüklerde aranmayacağını bilmeyen, dilimizde "elide, içide" diye kullanımlar yokken "hımmms kırklareli'de, boğaziçi'de mi desem acep?" diye ağzını açıp sezgi bekleyen, kuruluşunun üzerinden 100 sene geçmemiş ve başına geçenin keyfine göre davrandığı, zira burasının türkiye olduğu bir kurumun güttüğü aptal politikaları kaç asırlık dilin defosu zanneden çok zeki tiplere "ben dilimiz kusursuzdur ya da dilimizin istisnaları yoktur demedim, aşırı istisnalar ve kopukluklarla dolu olduğu iddiasına karşılık naçizane az buçuk bilgi sahibi olduğum birkaç dil ile karşılaştırdığımda çok daha düzenli ve kurallı olduğunu düşündüğümü söyledim ve bunu örneklendirdim. hatta koca bir paragrafı da zor yanlarına, çıkmazlarına ayırdım." desem neye yarar tabii.

    "en ciks bizim dilimiz." falan diye niyet okuyacağına önce okuduğunu doğru anlayıp yorumlamayı öğren.

    edit 4: yorma kendini balım. verdiğin örnekler de en az okuma anlama ve çıkarım yeteneğin kadar kötü zira. kullanımı anlatımda, imlada hata yaratmayacak, kafa karıştırmayacak ufak farklılıklar türkçenin iskeletindeki düzenliliği, kurallılığı bozmaz. dil dediğin canlıdır, değişir, gelişir, zamanla farklılaşabilir. yöreden yöreye, topluluktan topluluğa, nesilden nesile değişebilir. bu değişiklikler zamanla kendine resmi dilde de karşılık bulabilir. ödemiş çevresinde yönelme ve belirtme halleri birbirlerinin yerine kullanılır örneğin, "bana gel" yerine "beni gel" derler. şimdi bu örnek yüzünden "ay e hali i hali belli değil ne karmaşık dil :/" mi diyeceğiz yani?

    tdk'nın belli aralıklarla noktalama işaretlerine müdahalesi dedenin mi ninenin mi defosu ben bilemem, konuyu oradan alıp tamamen alakasız ve sözcüklerin zaman içindeki devinimiyle, toplumsal kullanımıyla ilgili kaynaştırma harfleri istisnasına getiren de ben değilim. daha kendi argümanını destekleyemeyen tipler gelmiş dil tartışacak.

    kaldı ki ısrarla sanki ben dilimizde hiç istisna ve kuralsızlık yoktur, vallahi dört işlem gibi dil, demişim gibi "bak bak bu var işte bu var bu var baak" diye istisna toplamanın alemini de anlamış değilim. ben bildiğim veya öğrenmeye başladığım beş dile kıyasla türkçeyi "daha" düzenli bulduğumu söylemiştim hepsi bu. almanlar kendileri bile artikellerini çözemezken (hatta isviçreliler çözümü tek artikel kullanmakta bulmuşken) ve güneşi dişi ama kız çocuğunu cinsiyetsiz kılarken, ingilizcede eylemlerin düzensiz geçmiş zaman çekimleri, aynı yazılıp farklı okunan sözcükleri dururken, yunancada aynı eylemin aynı zamanda aynı şahsa farklı çekimleri olan eylemleri varken paşam kocaeli'ne mi kocaeli'ye mi dese bilememiş. kıyamam. türkçe öğrenen yabancıların en büyük sorunu da şu üç yer ismine n mi y mi koyacaklarını bilememeleri ve birini koyup diğerini koymadıkları zaman kendilerini tunceli'ye gideyim derken çemişgezek'te bulmaları zaten, aaaaaynennn.
  • beni tarihi gelişim sürecini incelerken morfolojik açıdan her zaman şaşırtan dil.

    *zamir kökenli kişi ekleri*

    türkçede fiil çekimlerinde yer alan kişi eklerini bazı gramerciler 3 gruba ayırır.

    1.zamir kökenli kişi ekleri
    2. iyelik kökenli kişi ekleri
    3. emir -istek çekiminde kullanılan ekler

    eski türkçede (orhon ve uygur t.) neredeyse bütün fiil çekimlerinde (veya yüklem oluştururken) zamir kökenli ekler kullanılır ve bu ekler türkiye türkçesine kadar -ses değişimlerine uğrayarak- gelmiştir.

    örneğin: tör apa içreki-men: saraydaki tör apayım.
    birür-men: veririm
    keler-sen: gelirsin
    baytemir-men: baytemirim

    biz bu ekleri eski türkçede zamir halleriyle gözlemleyip ekleşme süreçlerini algılayabiliyoruz ve adına da “ekleşmemiş şahıs zamiri” diyoruz, şaşırtıcı olan ise bu eklerin türkiye türkçesindeki varlığı ve bu eklerin zamir kökenli olduklarını pek farketmememiz.

    yukarıdaki örnekler tam olarak söylemek istediğim şeyi karşılıyor aslında.

    'gelirsin'deki '-sin' yüzyıllar önce sen idi, ve bu ek ekleşmiş bir şahıs zamiridir.

    hatta gelişimini daha geç tamamlayan bazı türk lehçelerinde (kazak, kırgız vs) bu durum çok daha bariz , hâlâ “keler-biz, körür-sen” şeklinde kullananlar var. mesela türkmenler neredesin yerine “nerede sen” yazar, bu kullanım da bunun bir kanıtıdır.
    (ayrıca türk lehçelerindeki bazı ses farklılıkları ve değişimleri de bu ekleri fonetik olarak etkilemiş)

    elbette tarihi süreçte bazı ses değişimleri olduğu için bunu anlamak biraz zor, örneğin;

    barır-biz> varır-viz> varır-(ı)z (oğuzca)

    türkiye türkçesindeki zamir kökenli şahıs ekleri:
    tekil
    - ım, im, um, üm (ben> xm)
    - sın, sin, sun, sün (sen)
    -
    çoğul
    - ız, iz, uz, üz (biz)
    - sınız, siniz, sunuz, sünüz (seniz?)
    - lar,ler (olar)

    (aslında tarihi gelişim aşamasında birçok farklı fonetik morfolojik değişim var bu konuyla ilgili, ama özetle bu şekilde)

    —-kaynak——
    zeynep korkmaz-türk dili üzerine araştırmalar
    muharrem ergin- türk dil bilgisi
  • çiftler arasındaki ilişkiyi -bence- çok romantik ve masumane kelimelerle anlatabilen dünyanın en güzel dillerinden biri.

    flört kelimesi son 15-20 yıldır sıkça kullanılmaya başlansa da eş anlamlısı sayılabilecek özbeöz türkçe olan oynaş kelimesinin kullanımı çok daha eskidir. bir insan diğerinin oynaşı dediğinizde kelime size ne anlatmak istediğini o kadar güzel verir ki aklınızda o ilişkinin türüne dair fazlaca bir soru kalmaz. içinde hem kaçamak, hem cinsellik, hem de cilve barındıran bu sözcük henüz toplumun onayına sunulmamış bir ilişkiyi anlatmaktadır.

    konuştuğu olmak: ilişkinin durumunu ya da o kişinin halini açıkça ortaya koyar. artık oynaşma kısmı geçmiş, ilk heyecan kısmı bitmiş ve durum ciddileşmeye başlamıştır.

    sözlü: ilişki toplumun onayına sunulmuş ve onay alınmış. iki tarafın birbirine söz vermesi anlamında, durumun bir onur meselesi olduğu izlenimi uyandıran, bir çiftin evleneceklerine dair söz vermeleri. eski zamanlarda verilen sözden dönmek pek rastlanmayan bir durum olsa gerek bu önemli anlaşmayı sözleşerek gerçekleştirmişler.

    yavuklu: yavuk, yakın sözcüğünün öncülü. birisi yavuklumuzsa artık yakınımız, akrabamızdır. henüz resmen, dinen ya da fiilen bir yakınlık olmadığı halde o çiftin birbirine olan aidiyeti vurgulanıyor.

    aslen farsça kökenli olsa da nişan kelimesinde de çeşitli manalar mevcut. nişanın türkçe karşılığı iz, işaret. nişan yüzüğü o kişinin evlenmek üzere olduğu mesajını veriyor. nişan yüzüğü olan birisi için evlilik hayalleri kurmayı, diğer bir deyişle yan gözle bakmayı engellemesi hedeflenmiş gibi duruyor. şimdilerde kimileri için ilişki yaşayacağı insanın evli olması bile büyük sorun olmazken, aynı toplumun birkaç nesil öncesi için bu oldukça hassas bir konuydu.

    eş sözcüğü: bence en romantik sözcük. çiftler birbirinin çiftidirler ve çift olan şeyler birbirinin eşidir. günümüzde herkesin en büyük kaygılarından biri de o diğer eşi bulabilmek. ruh eşi denilen kavram.

    karı-koca: aslında karı sözcüğü de kocamış anlamındadır, koca yaşı ilerlemiş erkek anlamındadır. sanırım belirli bir yaşın üstündeki insanların bekar olmaması gibi bir duruma pek rastlanmadığından zamanla evli kadın ve evli erkeği tanımlamak için karı-koca kelimeleri kullanılagelmiş.

    dul: en eski uygurca metinlerden (tul) günümüze söyleniş ve anlamı hemen aynı kalan, kocası ölmüş kadın için kullanılan sözcük. savaşlar ve biyolojik nedenlerle genellikle erkekler kadınlardan daha az yaşar. sanırım bunun etkisiyle bir sözcüğe ihtiyaç duyulmuş. belki de vardır ben bilmiyorumdur ama karısı ölmüş erkek için herhangi bir sözcük kullanımını hatırlamıyorum. günümüzde eşi ölmüş erkekler için de dul kelimesi kullanılmaktadır. bana göre dul kelimesi dişildir ve erkeklere oturmamaktadır.

    boşanmak: boş sözcüğü aslında hür, bağımsız, serbest manasındadır. birbirimizden boşanırız. yani artık birbirimize sorumluluğumuz kalmamış, birbirimizden özgürleşmişizdir.

    binlerce yıllık tarihiyle, bize özgü sözcükleri, başka dillerden gelen sözcüklere kattığımız farklı anlamlarıyla, hemen her şeyiyle seviyorum dilimizi.

    debe bonusu: topraklarımızdan 8 bin km uzakta yaşayan dildaşlarımıza ait bir türküyü dinlemenizi tavsiye ederim. dilimizin gücünü ve kıymetini bilelim.
  • birileriyle günlük hayatta türkçe hakkında sohbet ederken bana söylenen veya sosyal medyada sürekli olarak karşıma çıkan bir yanlışlık var, çağdaş türk dillerinin (kazakça, tatarca, özbekçe vs) türkiye türkçesinin değişim geçirmemiş ve diğer dillerden kelime almamış hali olduğu, hatta “öztürkçe” olduğu.
    mesela eskiden kazaklar gibi konuştuğumuzu düşünüyorlar.

    bu yanlışlık nasıl doğdu, nasıl yayıldı bilmiyorum, ama bu konuya bir açıklık getirmek isterim, türkiye türkçesi, azerbaycan türkçesi ve türkmence oğuzcadır ve diğer türk dillerinden belli başlı farklılıkları vardır, bu farklılıklar türk dillerini kıpçakça,oğuzca, sibirya t. gibi gruplara ayırır, tarihi gelişim süreçleri -birbirleriyle etkileşseler de- farklıdır.
    (elbette dönem dönem birbirlerine fonetik ve yapısal olarak etki ettikleri görülüyor fakat gövdelerini korumuşlardır)

    *tarihte oğuzlar

    oğuzlar milattan önceki tarihlerde de varolan bir türk boyudur fakat siyasi ve sosyal varlıklarını net olarak köktürk devleti'nin içinde gözlemleriz. köktürkler oğuzlarla sık sık savaşsa da bilge kağan oğuzlar için “kentü bodunum” der. (kendi halkım)
    oğuz türkçesine ait ilk belirtilere batı köktürkler döneminde rastlarız ayrıca çin kaynaklarında “batı köktürkler ile doğu köktürklerin konuştuğu dil biraz farklıdır” diye bir ifade geçer, ahmet bican ercilasun bu ifadedeki farklılığın oğuz türkçesini temsil ettiğini belirtir.

    kaşgarlı mahmut oğuz boylarını sıralarken oğuzlara türkmen adını da vermiştir, “ oğuzlar bir türk boyudur, oğuzlar türkmenlerdir, bunlar 22 bölüktür” der.

    *eski türkçe döneminde oğuzca

    köktürkler ve uygurlar bu dönemde yazıtlar diktirmiş ve kitaplar yazmışlardır. fakat yapılan araştırmalara göre bu dönemdeki yazı dili henüz tam anlamıyla oturmamıştır.

    a von gabain eski türkçede bir dil birliğinin bulunmadığını söyleyerek metinlerde bulunan ben>men, benze-> menze-, sub>suw, gibi kelimeleri işaret etmiştir, bu dil birliğinin bulunmamasının nedeni elbette farklı lehçeleri konuşan insanların bir arada olmasıdır.

    köktürk ve uygur devletleri içinde oğuzlar önemli bir yer tuttuğu için eski türkçede oğuzca özelliklerin yer alması da olağandır, zeynep korkmaz “eski türkçede oğuzca belirtiler” adlı makalesinde bu özelliklerden bahsetmiştir, mesela bilge kağan “men” derken, tonyukuk oğuzlar gibi “ben” der.

    görüldüğü üzere eski türkçede oğuzların müstakil bir yazı dili olmasa da lehçe farklılıklarından oluşan değişimler yazı dilinde çok net görülebilir.
    kaşgarlı divanü lügatit türk'te türk dillerinin birbirinden ayrılan birçok özelliğini morfolojik ve fonetik olarak değerlendiriyor.
    hatta oğuzca için “dillerin en yeğnisi oğuzcadır” der, burada yenilikten kasıt diğer türk lehçelerindeki kullanılan bazı eklerin oğuzcada kullanım durumunun farklı olması, veya bazı seslerin atılmış olması.
    örneğin: bolgan> olan (oğuzca)

    orta türkçe ve sonrasında oğuzca

    yukarıda da belirttiğim gibi özellikle bu dönem ve sonrasında birçok türk dili birbiriyle etkileşime giriyor birçok farklı türk yazı dili ortaya çıkıyor, mesela harezm türkçesi için oğuz-kıpçak unsurları bir arada görmek çok olasıdır, bunun nedeni siyasi sosyal birçok olay olabilir.
    ——
    fakat benim asıl değinmek istediğim unsur bugün orta asya'da konuşulan kazakça,kırgızca, özbekçe gibi dillerin türkiye türkçesinin bir öncülü veya ardılı olmadığını ama bu dillerin hepsinin kökeninin ilk türkçe ve ana türkçe olduğunun farkında olmak.

    mesela geçenlerde dukhalarla ilgili bir belgesel izliyordum, altına biri “öztürkçe konuşuyorlar ne güzel“ yazmış fakat durum bu değil, dukhalar güney sibirya civarında yaşayan ve tuvacaya yakın bir dil konuşan türk topluluğudur , bu dil gelişimini eski türkçeden direkt ayrılarak sağlar, bir dil türkiye türkçesine ne kadar uzaksa daha “öz” değildir

    çoğunlukla dilimizde arapça ve farsça olmasa bizim de kazaklar ve kırgızlar gibi konuşacağımız düşünülüyor, bu fonetik ve morfolojik olarak imkansız, bir örnekle anlatmam gerekirse:

    kaz.: men üyge bardım
    tür.: ben eve vardım (gittim)

    (bu iki cümlede kıpçakça ile oğuzca arasındaki genel temel farklılıkların çoğu görülüyor b>m, hece içindeki g sesi, b>v gibi)
    yani türkiye türkçesinde hiç arapça, farsça kelime olmasaydı da biz oğuzca konuştuğumuz için hemen hemen böyle konuşuyor olacaktık. (söylediğim gibi dillerin birbirleriyle etkileşimini yadsımıyorum)

    mesela kazakça türkiye türkçesine göre çok yeni bir dil, yapısal olarak birçok şey tamamlanmamış veya gelişmeye devam ediyor.

    bu tablo çok daha anlaşılır kılacaktır: görsel

    —————
    kaynak
    türk dilleri-mehmet ölmez, talat tekin
    oğuz türkçesinin tarihi gelişimi- zeynep korkmaz
    eski türkçede oğuzca belirtiler-zeynep korkmaz

    türkçenin tarihi gelişimi: (bkz: #123009175)
    çağdaş türk lehçeleri: (bkz: #123604907)
  • kötü gidişatından kurtarılabilmesi için seferberlik ilan edilmesi gereken güzel dilimiz.

    biz, türkçeyi çocuklara sevdiremiyoruz. biz de aynı şekilde dilimizi pek bilmiyoruz hatta sahip çıkmıyoruz.
    hayatımızı sürekli aynı kelimeleri kullanarak sürdürüyoruz.
    günümüzde gençler çabuk sıkılıyorlar her şeyden ve böylece türkçeden de sıkıldıklarını görüyoruz.
    bu sebeple yeni kelimeleri kendi aralarında türetiyorlar. rezil rüsva kelimeler.
    sosyal medya sayesinde de hızla yayılıyor bunlar.
    bir vakit sınıflarda akıllı tahtadan türkçenin geçmiş asırlarda latin alfabesi ile yazılmış hallerini göstermiştim birkaç eserden, " hadi bir zamanda yolculuğa daha çıkalım " diyerek.

    meselâ bartholomaeo'nun " türklerin âdetleri üzerine özetler " * adlı eserini okumaya çalıştık.

    hırvat gezgin, bir türk ile karşılaşıyor ve bizim türk soruyor:

    " handa gidersin bre gavur? "

    nezakete bakar mısınız?

    bu kısımda gülme krizine girenler oldu çocukların içinde.

    " aaa hocam bizim gibi konuşuyorlar? "

    dediler.

    16. yüzyılda anadolu'da yaşayan insanların türk değil osmanlı olduğunu ve arapça konuştuklarını düşünüyordu çocuklar. bu yanılgı bırakın lise öğrencilerini lisans öğrencilerinde bile var hâlâ.

    her cümlenin sonuna " lol " diye bir şey koyma adeti başladı. inanın anlamını bile bilmiyorum. kaldı ki okulun en genç üç beş öğretmeninden biriyim.

    popüler kültürde ne varsa onu işliyoruz çocukların aklına.
    mehmet âkif, nazım hikmet, necip fazıl, attila ilhan. bu kadar!

    türkçenin en büyük üstâdlarından fazıl hüsnü dağlarca'yı atatürk zamanında yaşamış ve ölmüş bir şair sanan milyonlarca insan var bu memlekette. muhtemelen hiçbir eserini de okumadan üniversiteden mezun olanlar var. 2008 senesinde vefat etti şairimiz.

    bir de türk dil kurumu var tabii! bu kurumla savaşan onlarca hocamız, profesörümüz, türkoloğumuz var.
    tekrar söylüyorum: bu kurum işgal altındadır. türkçenin kurtuluşu için önce bu kuruma bağımsızlığını kazandırmalı ve kendisinin türkçeye hizmet etmekle yükümlü bir kurum olduğunu hatırlatmalıyız.
hesabın var mı? giriş yap