• avrupa birliğine aday, birçok insanın girmeyi dört gözle beklediği ülke.
  • yaşamanın güç olduğu, istikrarlı kaos ortamının bol olduğu, nefes almanın bir şans işi olduğu, bir ortadoğu ve üçüncü dünya ülkesidir.
  • dünya denen gezegenin bok çukuru olan coğrafyasının kenarında yer alan bir gül bahçesiydi. gülün kokusu da vardı, dikeni de... çok da acıttı o dikenler ama yine de yaşıyorduk işte... şimdiyse o bahçede her tarafı diken olan kuru güller bitiyor.

    ülkeyi küçük amerika yapma hayaliyle kabarmış "ceketimi koysam seçtiririm"cilerden başlayarak bugünlere geldi türkiye...

    sıçtı.

    herkesin hatası var bu süreçte, hepimizin...
    köy enstitülerinin kapatılması için ilk baskıları yediğinde sağlam durmayan dönem yöneticilerinden; bize bilmem kaç bin mülteciyi kitleyecek anlaşmaya onay verenlere kadar...
    o vize kalkmaz. biz avrupa'daki leş kargalarını aldığımızla kalırız. saygılar efendim.

    "bütün mürşidlerin tarif ettiği, sadıkların menziline yettiği, enmiyanın evliyanın gittiği, izde ben bir insan olmaya geldim..." diyen adamların çıktığı topraklarda bugün terör, tecavüz, pedofili, hırsızlık, hukuksuzluk, ayrımcılık gibi rezillikler vuku buluyor.

    insan olmaya gelemediğimiz gerçek.

    insanların takım elbise ile şehir merkezlerine indiği bir sosyal yapıdan, varoşluk kokan bir yapının hakimiyeti altına girdik. bir ülkeyi bitirmenin en sağlam yolu, o ülke insanlarını cehalete sürüklemektir. adam gibi eğitim vermemektir. saçma salak televizyon programlarıyla uyutmaktır. dini kullanarak onların algılarını ters yüz etmektir. onların ilerleme güdülerini "bizden anca ara eleman olur yeaea!!!" gibi laflarla kesmektir. kadını itibarsızlaştırmaktır.

    en kötüsü, her anlamda o ülke insanını kutuplaştırmaktır.
    ...ve ölümü günlük hayatta sıradan hale getirmektir.

    türkiye, ne yazık ki kuruluşundaki ideolojiyi ve sistem değişimini sindirememiş bir ülkedir. osmanlı imparatorluğu'nda halktan kopuk bir saray yönetici konumundayken; günümüzde de sadece seçilene kadar milletin vekili olan insanlar yönetim kademesindedir. dolayısıyla, devlet algısı, sıradan vatandaşın gözünde hala ağırdır, ulaşılmazdır, devlet bir "ana" ya da "baba" gibidir.

    o devletin başındaki kişi, ülke insanını a, b, c diye ayrı ayrı sınıflandırıyorsa, o ülke insanındaki devlet algısını hayal edin.

    türkiye'nin bugünkü sıkıntısı da bu kimlik kaybı, başkalaştırılma ve otoriter baskı altına alınma ile eşdeğerdir. buna dinin olması gerektiğinin dışında bir fonksiyonda kullanılması ve terör sıkıntılarını ekleyin... elinize harap olmuş bir ülke geçer.

    orta doğu denen bok çukuru yıllardır böyle. fakat son bir-iki senedir bizi de ısırmaya başladı. sebebi malum. kendi içimizdeki etnik problemleri çözemeden, başımızdan büyük işlere kalkıştık. eskiden tek bir düşman adı verebilirken, şimdi üç harfliler korosu oluştu başımıza...
    türkiye, yüzünü batıya dönmüş bir ülkedir. kuruluşu bu temel üzerinedir. sen birden doğuya dönderirsen dümeni, sıkıntılar doğar. ki türkiye, eğitim sistemini oturtabilse, şu an islam dünyasının en önemli figürü ve saygın ülkesi olacaktı. olamadı. oldurmadılar. o trende kaçtı.

    lanet olası terörün ateşlerde yanası hizmetçilerinin yan odası olduk. ne yazık ki...

    dün 13 kilometre ötemde bomba patladı. kim bilir ne hayatlar boş yere gitti. bugün okula öğrenciler gelmedi. etraf bıçakla kesilmişçesine sessizdi.
    ben de olabilirdim o sırada kızılay'da, sen de, o da... şansına nefes alıyoruz bugün.
    dün itibariyle, olur da evlenirsem, bu topraklara bir çocuk getirmemeye karar verdim.
    yine dün itibariyle, bu ülkenin en güvenli yeri bilinen bu şehirde planlarımı kısa vadeli olarak değerlendirmeye başladım.
    hiç sevmem bu edebiyatı yapanları ama, sanırım gidecek başka bir ülke aramak gerek. kan kusarak, ah ederek. ama gerek...

    bir gün ırkın, kimliğin ve dinin, en önemlisi de siyasi çıkarların yenilip yutulur şeyler olmadığını herkes anlayacak... umarım tez zamanda olur. işte işten geçmeden...

    bırakın insanlar ecelleriyle, sıcak yataklarında ölsün. hepimizin gideceği yer 3-4 metrekarelik toprak çukur.
    nereden dönsek kar.
  • küçüklüğümde taşını toprağını ölesiye sevdiğim memleket. bu aralar çok sık düşünüyorum ne zaman bu kadar boktanlaştı bu ülkede yaşamak? hep kötü şeyler oluyordu da ailem çocukluğumu mutlu yaşamam için mi bana çaktırmıyordu? yoksa büyüdükçe mi kirlendi bu derece? içinden çıkılmaz bir hal aldı ülkenin durumu. her gün insanlar ölüyor, bombalar patlıyor. insanlarımız tahammülsüzleşti, kimsenin kimseye saygısı, hoşgörüsü kalmadı. her gün 3 aktarmayla gidip 2 aktarmayla dönmek için bindiğim iett otobüslerinde bile kavga, tartışma sayısı aktarma sayısını ikiye katlıyor. yok arkadaş çocukluğumu özledim ben. haftasonları ailece pikniğe gidip mangal kokusunun üstüme sinmesini istiyorum. başka bişey olmasın.
  • bu ülke, mavi işaretli olanından sıcak su akan muslukların; odanın lambasını yakmak için yukarı kaldırılan anahtarların; bir türlü yerine oturmayan kapılar ve kilitlerin; hiçbir zaman zeminle aynı seviyede kalamayan rögar kapaklarının; yapılmasının üzerinden daha bir ay geçmeden kırılan, çöken kaldırımların, yolların; işini layıkıyla ve sonuçlarını öngörerek yapmayanların; başına bir yaptırım gelmeyeceğini bildiği için umursamayanların; ardından da başına gelen kötü olaylar yüzünden yanlış kişi ve kurumları suçlayanların; hiçbir meselenin bağlantısını kuramayanların ülkesi.

    bu ülke, niteliği ve eğitimi sayesinde değil, tanıdığı ve parası yüzünden mevkilere erişenlerin; eyyamı ve adam kayırmayı adetten sayanların; kendinden başka kimseyi düşünmeyenlerin; kendi çıkarı için başkalarının hakkını yemeyi gelenek edinmişlerin; eğitimi, bilgiyi hor görüp aşağılayanların ülkesi.

    bu ülke, eğitim kurumlarının geldiği rezil hale ses çıkarmayanların, ses çıkaranları bastıranların; hayatında tek bir kitabın kapağını kaldırmayıp, tek bir araştırma, inceleme, istatistik görmeyip, aydınına, okumuşuna saydıranların; onlarca çöp üniversitenin yüzlerce çöp bölümünden hayata, kültüre, sanata, bilime, eleştirel düşünceye dair hiçbir entelektüel birikim elde etmeden, batak oynayıp son gece çalışarak verdiği sınavlarla mezun olup kendini bir bok sananların; alanına, uzmanlığına hakim olup dünyadaki gelişmeleri takip ederek nitelikli bireyler yetiştirmeye çabalamak yerine, intihalle, kıç yalamayla koltuklarına yapışıp akademinin içine sıçanların; devletin okullarını gerici propaganda üslerine çeviren yılanların ve buna karşı organize tepki koyamayan veliler ile öğretmenlerin ülkesi.

    bu ülke, çıkar için her fırsatta kanun değiştiren iktidarların; vatandaşını tahakküm odaklı kanun yapan devletlerin; birkaç bin liraya satın alınan hâkimlerin; kendini milletin ağası, devletin tabancası gören savcıların; bunlara karşı durup diş göstermek için bir türlü örgütlenemeyen, çıkar peşinde avukatların; denetimsizliğin, hukuksuzluğun, adaletsizliğin, her türlü kötülüğü yanına kâr kalanların ülkesi.

    bu ülke, bilime her konusu açıldığında direnç gösteren, yeri geldiğinde aşağılayan, fakat modern tıbbın nimetlerinden işi düştüğünde faydalanmak için ayakları kıçına çarpa çarpa koşan ikiyüzlülerin; göstermelik sosyal güvencelerin; rezil hastanelerin, doktor öldüren hasta yakını canilerin, yarım yamalak iş yapan ihmalkâr doktorların; sağlığına kavuşmaya çalışanları soymayı meşru gören yöneticilerin ülkesi.

    bu ülke, rüşvetin, yolsuzluğun, hırsızlığın, sömürünün, zerre karşılığı alınamayan, iktidar ve yardakçılarının ceplerine doldurulan vergilerin; verdikleri avantalarla milyarlık ihaleler alıp, üstüne vergilerini sildiren, katma değer için değil, görmemişliğini doyurmak için çalışan, inşaatından medyasına, sanayisinden finansına bütün sektörleri iktidarın altına peşkeş çeken, doğasından dokusuna memleketin her yerini talan eden açgözlü şerefsiz patronların ve olan bitene bir türlü sesini çıkarmayan, “bir gün ben de onlar gibi olacağım!” umuduyla bekleyen onursuz çalışan ve işçilerin ülkesi.

    bu ülke, yanlarından ayrılmanın birkaç saniye sonrasında arkandan konuşmaya başlayanların; terbiyesizlerin, gıybet meraklılarının, yan gözle bakanların, tepeden görenlerin, açık kollayanların; kendini en ahlaklı, en düzgün, en doğru göstermeye çalışıp, kapalı kapılar ardından en rezil, en ahlaksız, en leş hayatları yaşayanların; sözünün arkasında durmayanların; bir dediği diğerini tutmayanların ülkesi.

    bu ülke, “s*ken”, “a*ına koyan” erkeklerin; "delikanlılık" taslayıp karısını aldatanların, dövenlerin, öldürenlerin; tecavüzcülerin, pedofillerin, cinsel sapkınlıkların; kadın, lgbt, kürt, alevi, ne kadar kendinden farklı varsa hepsine nefret kusanların; zalimlerin, siyasal islamla iç içe geçmiş ataerkilliğin; biri sünni, türk ve erkek olmadığı sürece zaten sınırlı sayıdaki özgürlüklerine el koyulabilmesini, gerekirse hayatlarının ellerinden alınabilmesini meşru görenlerin; pisliğin, kokuşmuşluğun ülkesi.

    bu ülke, zevksizlik abidesine dönmüş şehirlerinde tek mimari ortak noktaları gerçek kıblelerine dönük çanak antenli evlerinde oturup, devletin propaganda kutusuna dönmüş televizyonlarındaki nefret saçan dalkavuk çığırtkanları, beyin öldüren yarışma ve programları, zerre entelektüel derinlik barındırmayan seri üretim rezil dizileri izlerken ağızlarından sular akan milyonların; ölüm haberleri verilirken muhabir arkasından gülerek kameraya el sallayanların; papağan gibi iktidar ne derse tekrar eden andavalların; aksini söyleyene sansürün, yasağın, baskının, dayatmanın; aksini söylemeye ortam sağlayabilecek resmin, müziğin, edebiyatın, tiyatronun, sinemanın, mimarinin, heykelin suratına tükürenlerin; olanı, işleyeni, estetiği, güzeli satan, satamıyorsa da yıkıp yerine kendi iğrençliğini dikenlerin ülkesi.

    bu ülke, nefretin, hoşgörüsüzlüğün, ayrımcılığın, düşmanlığın, mezhepçiliğin, hemşericiliğin, ırkçılığın, terörün, patlayan bombaların, parçalanan cesetlerin; sokak ortalarında, bodrumlarda, nöbet yerlerinde, görev başlarında, hapishanelerde, gözaltı odalarında, minare diplerinde infazların; ölümlerin, katillerin, ölülerin arkasından ölülere de, ölülerine feryat edenlere de küfredenlerin; haykırışlara sırtlarını dönenlerin; düşene bir tekme de kendileri vuranların ülkesi.

    bu ülke hiçbir zaman aydınlanmaya dönük, her alanda eşitliği, her anlamda özgürlüğü, temel insan haklarını, sosyal adaleti, mutlak barışı, yalnızca kendisi için değil, herkes için huzur ve refahı isteyenlerin ülkesi olmadı. çünkü bu ülkede bu değerlerin hiçbiri savaşılarak kazanılmadı, dolayısıyla gerçek değerleri anlaşılamadı.

    bizler hiç bunların savaşını vermedik ve bugün bu ülkede nefret edilen bir diğer azınlıktan başka bir şey değiliz. sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik hayatın bütün katmanlarındaki bu çürüme ve yozlaşma, bu ölçülemeyen boyutlara ulaşmış nefret, patlayan bombalar, söndürülen hayatlar, temennilerle, lanetlemelerle sona ermeyecek. eğer “bu ülke bizim de ülkemiz!” diyebilmeyi, içinde bulunduğumuz bataklıkta binbir zorlukla edindiğimiz bu “evrensel” değerlerin benimsenmesini, içine doğduğumuz bu lanetli toprakların da bizi ve bu değerlerimizi benimsemesini istiyorsak, bunun savaşını vermekten başka çaremiz yok.

    aksi takdirde “yabancısı” olduğumuz bu ülkede, hiçbir zaman yerimiz olmayacak.
  • ölümün bu aralar yaşamaktan daha kolay olduğu güzel ülkem işte.
  • (bkz: pakistan)
  • islamcilik ve kurtculuk karsisinda yenik dusmus, siradan bir ortadogu ulkesi olma yolunda emin adimlar atan ulke. ataturk gibi bir lider sayesinde bu durum 100 yil gecikme ile gerceklesmistir.
  • "yalnız ve güzel ülkem"
    sanırım en doğru tanımı cannes'de altın palmiyesi eşliğinde nuri bilge ceylan yapmıştı.

    nuri bilge kadar havalı bir yerde değil ama geçen gün iş yerinde rapor okurken, kendimi rapordaki dünya haritasına bakıp üzülür vaziyette yakaladım. önce kendime, sonra iş arkadaşıma "türkiye ne kadar yalnız değil mi?" dedim. önce anlamadı, neden bahsettiğimi sordu. geldi ekranıma baktı. haritayı gösterip tekrarladım. o da yalnız göründüğünü düşündüğü başka ülkeleri gösterdi. coğrafi olarak doğrudur belki. ama dünyanın bir ucunda kopuk vaziyette duran izlanda bile bir yerlere bizden daha çok ait bence. nordik kardeşleri var bir kere.

    ne demek istediğimi, nuri bilge ceylan'dan sonra yalnızlığımızı en güzel tanımlayan insan bülend özveren, "oylar yine komşuya gitti" cümlesiyle biraz naif çokça net biçimde dile getirdi sanırım yıllarca. durum sadece coğrafi olarak üç yanımızı saran denizlerle ayrılmamızdan ibaret değil, kültürel olarak da ait değiliz hiç bir yere.

    yurtdışında zaman zaman "türk olarak kendini nereye ait olarak görüyorsun? avrupalı olduğunuzu düşünüyor musun?" türü sorulara muhatap olunca ilk kez düşündüm sanırım bu sorunun cevabını ve aslında ne tam olarak avrupalı, ne asyalı, ne de orta doğulu olmadığımız sonucuna vardım. cevap verme sürecini "kendine özgü" tanımıyla bağladım.

    umarım yalnızlığı gitgide artarken, güzelliği ters orantılı biçimde azalan bu ülkede, kurucusunun öngördüğü şekilde iç ve dış barışı temin edebiliriz yeniden. belki o zaman ege denizi'ne ilişkin tek derdimiz, yunan komşularımızla arada bir ufak tefek kapışmalar olur yeniden. batan botlarda kaybolan umutlar değil. belki o zaman ankara'ya dair en büyük derdimiz denizinin olmayışı olur yine. her ay patlayan bombalar, sönen hayatlar değil
    .
  • 9 yıldır bu insanlar için mi bir şey yapacağım diyerek vatandaşlarından soğuduğum, nefretle dolduğum, gitmek için imkanım varken hala bekliyor olmamı ise borcumu ödeyemememin verdiği acziyete bağladığım ülke. borcum mu kime? tarihin en büyük liderine.
hesabın var mı? giriş yap