• yıllardır orada burada duyduğumuz vahşi batı hakkında biraz daha bilgi edineyim dedim ve şu bilgilere ulaştım:

    - 1800-1920 yılları arasında missisipi nehrinin batısında kalan bölgenin tamamını içeriyor.
    - 100 milyon civarı kızılderilinin hayatını kaybettiği düşünülüyor. bunun 90 milyonu veba salgınından sağ çıkamazken geri kalanların çoğu batılılar tarafından katledilmiş.
    - vahşi batı zamanlarında kızılderililer 240 ayrı kabilede yaklaşık 300 farklı dil konuşuyorlarmış.
    - kızılderililer ile avrupalılar arasındaki temel çatışma kızılderililerin mülk sahibi olmayı reddetmelerinden ileri gelmiş. avrupalılar toprak çevirip işletmeyi isterlerken kızılderililer sınır çevrilmesini reddetmişler. genel olarak toprakların herkes için olduğunu ve kişilere mülk edilemeyeceğini savunmuşlar.
    - amerikan devleti bu toprakları halka satmaya karar verdikten sonra büyük bir göç akınına uğramış. dönüm başına 6 cent ödeyen tapuyu almış. o dönem için bile uygun bir miktar olan bu para bölgede nüfus patlamasına neden olmuş. topraklar içinde kalan kızılderililerle büyük çatışmalar yaşanmış.
    - tren ve telgrafın icadı da vahşi batının dönüşümüne denk gelmiş ve tarihsel gelişmelerde büyük rol oynamış.
    - billy the kid, (evet gerçekmişler) dalton kardeşler, jesse james dönemin ünlü suçlularından bazıları. ünlü kanun adamları arasında wyatt earp ve bill tilghman var.
    - buffalo bill vahşi batının en büyük eğlence organizasyonunu kuran adammış. yılın en çok beklenen olayıymış.
    - western filmlerinde ingiliz ve latin kökenli karakterler ön plana çıkarılsa da vahşi batı gerçek bir çok kültürlü bölgeymiş. toplam 59 milletten adamın yanında ciddi bir osmanlı nüfusu da varmış.
    - filmlerde aktarılan tarihin oldukça yanlış olduğu söyleniyor. kızılderililere uygulanan soykırım hariç tutulduğunda halkın birbirine uyguladığı cinayet ve şiddet oranı oldukça düşükmüş. özellikle 1880 gibi yıllardan sonra yıllık cinayet sayısının neredeyse bugünler kadar düştüğü görülüyor. bunda wyatt earp gibi kanun adamlarının kararlı çalışmaları etkili olmuş.
    - yine western filmlerinde sık sık değinilen fuhuş ortamının da abartı olduğu söyleniyor. kayıtlara göre fuhuş sektöründe çalışan kadın yüzdesi bugünkünden farklı değilmiş.
  • bu gönderi, ibb şehir tiyatrolarında 2019 yılında oynayan tiyatro oyunu içindir.

    --- spoiler ---

    oyunu tanıtım yazısını okumadan izledim. fakat burada yazılanları okumadan önce; ne aile kavramıyla, ne de kapitalizmle temel olarak bir bağ kurabildim. bilmiyorum, yazar belki bu bağlamda yazdı, hatta yönetmen ve oyuncular da bu bağlamı esas alarak oyunu yorumlamış olabilirler, fakat ben oyunu izlerken bu bağlamın dışında algıladım.

    bana daha çok psikolojik oyunmuş gibi geldi. kardeşler arasında süregelen bir çeşit ego savaşları vardı. biri alaylı (lee), biri mektepli (austin). alaylı, alaylı olduğu için memnun değildi; mektepli, mektepli olduğu için. mektepli, kendi yeteneğinin değersiz olduğunu hissettiği için gitti ekmek kızartma makinesi çaldı. ** fakat kardeşi senaryoyu yazması karşılığında parayı yarı yarıya paylaşmayı önermişti kendisine. oyuna göre sadece senaryonun satışından alacakları para da fena para değildi. adam başı 150 bin dolar. 1980'deki doların değerine göre çok iyi para (günümüze doların değerine göre hesaplandığında 466 bin dolara tekabül ediyor.). fakat kendi yeteneğini doğru kestiremediği için gönlü kırıldı.

    bu oyun hakkında mesela "kapitalizm insanın ne hissettiğini anlamıyor, duygularını önemsemiyor. haliyle kalbi kırık insanlar kendilerini kumara veriyor, çöllere atıyor" gibi bir cümle kurulabilirim. (ki bence oyundaki en güzel tespitlerden birisi). fakat "kapitalizmin çarkları arasında öğütülen, rekabet altında ezilen" gibi bir anlam bence bu oyundan çıkmaz. ben çıkartamıyorum. bir kere rekabet diye bir kavram yok, çünkü oyunda iki tane kaliteli senarist yok. bir tane kaliteli senarist var, o da egosuna yenilmeyip işini yapsaydı zaten, istediği parayı kazanacaktı. ayrıca yapımcı da, böyle bir rekabeti körüklemiyor. yani "kardeşler olarak ikiniz kazanın" kafasında. hatta babaları olan "ihtiyar"a yardım etmelerini bile önermişti. gayet insancıl birisi.

    fakat sistem algısal olarak "austin"i, kardeşi "lee"nin üstünde konumlandırmış. austin kendisini lee'nin üstünde görüyor, oyunun başlarındaki tavrı, konuşması da böyle. "lee" de aslında sistemin kendisini böyle gördüğünün farkında, fakat bunu kabul etmiyor gibi, o yüzden hayatı biraz alaya alıyor gibi. "austin" kardeşi lee'nin senaryo fikriyle alakalı bütün teklifleri reddediyor olmasının arkasındaki sebep bence, karşı lee'ye karşı statüsünü kaybetmemek. onunla aynı statüde olmak istemiyor, ondan daha üst bir statüde görünmek istiyor. o kadar çalışmış etmiş, bunu istemek belki onun hakkı, ama ben aptalca davrandığını düşünüyorum. hikaye açısından bakarsak, abisi daktilonun tuşuna basmayı bile bilmiyor. bu varoluş şekliyle, ve senaryo yazma anlamında zaten gerçek anlamda abisinden değerli. bu değeri doğuştan falan da gelmiyor, daha önce o konu üzerine harcamış olduğu emekten geliyor. haliyle bu değer gerçek bir şey ve kimsenin algılarıyla alakalı değil. bunu göremiyor olduğunu için salakça davranıyor dedim. ya da bu noktadan hareketle sistem insanları statüyle aldatıyor gibi bir kanıya da varabiliriz esasında. fakat bu özünde kapitalizmin problemi değil, insan oluşumuzun problemi. belki kapitalizm bunu daha sistemli bir şekilde kullanıyor diyebiliriz ancak.

    bilmiyorum, belki dekorun/evin yıkılışını bazı kişiler ailenin yıkılması gibi yorumladı, fakat nedense bana orası hep austin'in iç dünyası gibi geldi.

    neyse. tabiki, oyunu izleyen kişi sayısı kadar oyun yorumu vardır. ben kendiminkini paylaşmak istedim.

    ayrıca dekor tasarımı için barış dinçel'i tebrik etmek isterim.

    oyunculuklar zaten harikaydı. fakat oyunun başlarında ahmet saraçoğlu ve serdar orçin ikilisi bir ara gülerek oynadılar. bu noktadan itibaren bu ikiliden çok ciddi bir oyunculuk izleyemeyeceğimi düşünmüştüm, ki özellikle ikinci perdede yanıldığımı anladım.

    --- spoiler ---

    edit: kardeşlerden birinin ismini yanlış yazmışım. uyardığı için akeemagbetu'ya teşekkürler.

    edit 2: geçenlerde üniversitelerin birinin sosyoloji bölümünün tanıtımlarından birinde, sosyoloji için hocalardan biri "psikolojikmiş gibi görünen bir olgunun toplum geneline yayılıp yayılmadığını araştırmak" gibi bir açıklama yaptı. bu açıklamayı duyunca bu oyunla ilgili yazdığım bu yorum aklıma geldi. bu açıdan bakınca oyun amerikan rüyasının çöküşü olarak yorumlanabilir. evet biz psikolojik bir hikaye izliyoruz. ama bu ve buna benzer bir çok kesit amerika'da bir çok evde yaşanıyor şeklinde okumamız gerekiyor sanırım.
  • dün akşam izledim. serdar orçin ve ahmet saraçoğlu'nun performansları etkileyiciydi.

    --- spoiler ---

    dekor ilk yıkılmaya başladığında acaba yanlışlıkla mı oldu düşüncesi oluşuyor. dekorun (evin) yavaş yavaş yıkılması oyuna müthiş bir hava katmış.

    --- spoiler ---
  • şehir tiyatrolarında bu dönemin yeni oyunlarından.
    kadıköy haldun tanerde geçenlerde izleme fırsatım oldu.

    oyuncuları ve dekoru beğendim.bence izlenebilesi bir oyun.
    özellikle sahnenin ilk hali ile son hali hayli ilginç.tavsiye edilir.
  • abdurrahman dilipak'ın 2 mayıs 2005 tarihli vakit gazetesi'nde çıkan yazısıdır:

    bir internet sitesindeki, yahoo group'taki 'grup-turk'da yer alan "duydunuz mu" başlıklı mail'i okurken, bakın neler geldi aklıma. sıralananlar, büyük gerçeğin küçük bir parçası idi sadece..
    bugün bize, tarihin sonu olarak takdim edilen batı uygarlığının tarihin nasıl en barbar uygarlık olduğunu biliyoruz biz.. havayı, suyu, toprağı kirlettiler. son bir asırda 2 dünya savaşı "armağan ettiler", nagazaki ve hiroşima'ya atom bombası attılar. kızılderilileri öldürdüler, karaderilileri köleleştirdiler. sarı ırkı perişan ettiler. tüm dünyayı sömürdüler.
    kristof colomb'u amerika'ya götüren 2 kılavuz kaptanın ikisi de istanbullu türk'tü. kristof colomb bu yolculuğa hazırlanırken kaptan kiralamak için geldiği istanbul'da kızılderili gelin vardı..
    vasco da gama'nın kılavuzu mes'udi değil mi idi? benovere adalarının aslının beni huıveyre adaları olduğunu, brezilya'nın moritanyalı berberileri aşireti braziller tarafından kurulduğunu biliyor mu idiniz? gama'nın asıl amacının kâbe'yi yıkmak ve rahip john'un ülkesini bulmak için bu zorlu yolculuğa çıktığını biliyor mu idiniz peki?
    bunlar sizin okuduğunuz tarih kitaplarında yazmaz. çünkü size çanakkale savaşının genel komutanının kim olduğunu bile öğretmediler. 1. meclis'in nasıl açıldığını ya da sivas, erzurum kongre zabıtlarını öğretmedikleri gibi.. çanakkale savaşının sonunda 3 yıl 2 ay gibi bir zamanda bir imparatorluğun tasfiye edildiğini, istanbul'un işgal edildiğini, savaşın sonunda bir imparatorlukla birlikte 20 milyon nüfusumuzun 5 milyonun ölü, kayıp ya da hasta olduğunu da öğretmediler size.. "çanakkale geçilmez"di, değil mi!
    mesela; çoğu kişi hâlâ abd ile rusya'nın komşu olduğunu bilmez.. onu bilmeyince, yakut türklerinin nasıl kuzey amerika'ya geçtiğini de bilmez.
    amerikalılar, avrupalılar bize insan hakları dersi veriyorlar ya, bak hele onlar ne haltlar yemişler. sanki afrika'dan köle sevki yapılan limanın adını "liberya: özgürlük ülkesi" koyan benim babam. sanki almanya'da yahudileri, çingeneleri ve sakatları hitler değil ben öldürdüm. sanki yahudileri ispanya'dan ben sürdüm. sanki 100 yıl savaşlarını ben çıkarttım.. sanki dünyayı sömüren benim.. internet sitesindeki habere göre; "amerikalılar, kızılderililere 'güya üşümesinler, soğuktan korunsunlar' diye verdiği battaniyelere çiçek mikrobu bulaştırarak onları hiç kurşun atmadan ve kendilerinden fire vermeden bulaşıcı hastalıkla kırmışlar" iyi mi?.. "ispanyolların güney amerika'ya ayak basmaları sonrasında derin bir kültürden gelen 90 milyon tupi yerlisinden, 80 milyonunu yok etmişler." "fransız dediğimiz insanların, 35 ayrı kökenden geldiğini, ama hepsine fransız olduklarının öğretildiğini." "ingilizlerin hindistan'daki yerli dokumacıların ellerini bilekten keserek, ülkede dokuma ürün üretecek esnaf kalmadığı için kendi ürünlerini hindistan'a pazarladıklarını.. ingilizlerin hindistan'daki ahşabı çok kıymetli olan ve mobilyacılıkta ve dekor işlerinde kullanılan tik (teak) ağaçlarını hoyratça keserek, hint ormanları çorak alanlara çevirdiğini"...
    işte böyle.. fransızlara bakar mısınız? 35 ayrı etnik grubu asimile ederek bir ulus icad etmiş. batı uygarlığı diye bir uygarlık var mı, onu da sorgulamak gerek.. petrol bölgesindeki köylülerin başparmaklarını, hintli dokuma ustalarının sağ ellerini kesen ben değilim.. bilim dedikleri de bir yağma. çinliler kurşunu biliyordu. iran'da mekanik baskı sistemi vardı. john gutenberg çok sonra çıktı ortaya.. kendi adamlarını parlatmayı çok iyi biliyorlar. enstein'ın çalıştığı patent enstitüsündeki bilgilerden yararlanarak sadece bir soru sorduğunu ve bir teorinin sahibi olarak ilan edildiğini daha geçen gün erdal inönü açıkladı..
    batı uygarlığının temelinde, sömürü, yağma, kızılderili kanı, kara derili insanın gözyaşı ve sarı ırkın çalınan alın terleri var.. dünyayı ekolojik bir felaketin eşiğine getirenler de onlar..
    ha, bunu batı'yı suçlamak için ben söylemiyorum. vicdan sahibi batılılar da söylüyor.
    işte onların söyledikleri (coğrafi keşiflerin içyüzü'nden):
    "onların her şeylerini tahrip ettik. felsefeleri, dinleri mahvoldu. artık hiçbir şeye inanmıyorlar. derin bir boşluğa düştüler. anarşi ve intihar için uygun bir hale geldiler." (luis masignon); "bizim istismarcılar olduğumuzu biliyorsunuz." (j.paul sartre); "kalkuta'dan bakınca, etrafta pislik yığınları içinde nasıl çalışabildiğine hayret edeceğiniz fakir, yoksul, pis insanlar göreceksiniz. bunlar batı'nın refah ve mutluluğunun harcını karıştırıyorlar." (marsel parnaya); "gerçeği gizlemene ne hacet! sömürgecilik ilk uygarlık hareketi değildi. çıkarların dürtülediği bir zor hareketi idi." (albert sarraut); "bunca şehir dibinden yıkılıyor. bunca milletin kökü kurutuluyor. milyonlarca insan kılıçtan geçiriliyor. dünyanın en zengin, en güzel ülkesinin altı üstüne getiriliyor. niçin! inciler, biberler alıp satacağız diye. aşağılık makine zaferi bunlar." (montaigne); "beyaz adam toprağı çocuğundan çalmaktadır. açlığın dünyayı saracak beyaz adam. (..) ve bir gece kendi çöplüğünüzde boğulacaksınız." (seatle)
    hâlâ çok zenginler, ama bütçeleri günde 2 milyar dolar açık veriyor artık. uyuşturucu, intihar, akıl hastalıkları almış başını gidiyor. ensest ilişkiler, homoseksüel ve lezbiyen akımlar aileyi tehdit ediyor. tarihin sonu dedikleri bir zamanda geldikleri nokta bu. şimdi medeniyetler arası bir savaşın fünyesini ateşleyerek, "tanrıyı kıyamete zorlamak" istiyorlar. işte vahşi batı'nın hikâyesi..
    selâm ve dua ile...
  • oyundaki karakterlerin oyunun başlangıcındaki hal ve tavırlarıyla sondaki hal ve tavırları arasındaki fark gerçekten çok iyi işlenmiş. dönüşümleri yavaş yavaş dekorların dönüşümlerine paralel olarak gerçekleşmekte ve bu oyuna bir hareketlilik getirmiş.
    ağabey kardeş arasındaki kavgalar, aile içi problemler, ebeveynlerle olan anlaşmazlıklar seyirciye net bir şekilde aktarılıyor. oyunun süresinin nispeten uzun olmasına rağmen sıkılmadan oyunu takip ediyorsunuz. hikaye benim için o kadar ilgi çekici olmasa da oyuncular performanslarıyla oyunu izlenir kılmışlar. şehir tiyatrolarında izlenilmesi gereken oyunlardan.
    oyun dışı;
    tek başıma gittiğim ilk tiyatro oyunu olmuştur kendileri, millete çok özendim arkadaşıyla, ailesiyle, sevgilisiyle gelenlere özellikle. istesem bende gelecek birilerini bulurdum(yazar kendini avutuyor) belki ama kimseye sorup plan program ayarlamaya gücüm yok, insan bazı şeyleri tek başına da yapabilmeli bence.
  • dekorların bizzat oynadığı, oyuna katıldığı oyun.
    karakterlerin değişim süreci, harika oyunculuklar ile sahnelenirken bu değişime eşlik eden dekorun dönüşümünü çok başarılı buldum.
  • ibb şehir tiyatroları’nın sağlam kadrosuyla iki perde ve ara dahil 2 saat süren sam shepard oyunu.

    oyun amerikan rüyasının çöküşü üzerine kurulu. her biri kendi yoluna gitmiş, kapitalist düzenin farklı yönlere savurduğu bir ailenin güney california’da şirin bir amerikan evinde başlayan hikayesi mekan değiştirmeden bir enkazda son buluyor.

    ilk perde ikinci perdeye oranla oldukça ağır. zira konuya girişte insanlara dayatılan amerikan rüyasının iyice anlaşılması isteniyor. buna rağmen yıkım daha ilk perdede başlıyor. ikinci perdede ise tüm o hayallerin, sözde ideal toplumun ve örnek gösterilen yaşamın bir güzel tepetaklak oluşunu izliyoruz. bu tepetaklak oluşa dekor da eşlik edince ortaya çarpıcı bir manzara çıkıyor. yani oyunda hem toplumsal düzen hem de bizzat bu düzene ayak uyduran toplum eleştiriliyor. hatta en öze inerek ilkel ve uygar çatışmasına dönüyor. fakat oyunun dili fazla amerikan. yani herkese hitap edecek bir oyun değil. biraz oyunu bilerek ve asıl düğümün ikinci perdede olduğunu göz önünde bulundurarak izlemek lazım.

    metinden çok oyunculuk üzerine kurulu bir oyun olarak şüphesiz en başarılı yanı da oyunculukları. ahmet saraçoğlu ve serdar orçin tek kelimeyle döktürüyorlar. bu açıdan kimya uyumu çok iyi. roller değiştikçe benzeşmeleri kadar iki kardeşin arasındaki hiç kesilmeyen gerilim oyuna farklı bir lezzet veriyor. alev oraloğlu ve eraslan sağlam da kısa rolleriyle bir evde toplanan bu amerikan toplumunu tamamlıyor.

    barış dinçel’in tarumar olan detaylı dekoru ve deniz noyan’ın dinamik müzikleri de gayet başarılı.
  • --- spoiler ---

    şehir tiyatrolarında gösterimde olan güzel bir oyun. televizyon sinema dünyasından tanınan iki ismin, ahmet saraçoğlu ve serdar orçin, harika performans sergilediği bir oyun. kullandıkları aksan tıpkı seslendirilmiş amerikan filmleri havasında. dekorun kırıldığı ilk sahne biraz şaşırtsa da sonradan oyunun bir parçası olduğu anlaşılıyor. ilk perde biraz durağan, ikinci perde daha hareketli geçiyor. iki karakterin de sarhoş performansı çok başarılı. tek sahnede 2 saatlik başarılı performans izlenmeye değer.

    --- spoiler ---
  • serdar orçin'in oyununu merak edip ahmet saraçoğlu'nun oyununa hayran kaldığım oyun.

    serdar orçin kötü demiyorum yanlış anlaşılmasın. ahmet saraçoğlu'nun böyle bir sahne performansı sergileyeceğini hiç düşünmemiştim. tabi rol gereği sürekli üstten oynayan bir karakter olmasının da avantajı yadsınamaz.

    kapitalizm kurgusunu kardeş ilişkisinden yola çıkarak çok net yakaladım. her şekilde aile içi kurgular nefis işlenmiş.

    --- spoiler ---

    özellikle birbirlerine gizli gizli birbirlerinin hayatlarına özendiklerini itiraf ettikleri sahneyi çok beğendim.

    --- spoiler ---

    kesinlikle gidilesi, görülesi, tavsiye edilmesi gereken bir oyun.
hesabın var mı? giriş yap