• ‘insana en yakın yalnızlıktır insan’ yazmış hasan ali toptaş kitabın ilk sayfasına.. bugün içimden geçen hangi dizeydi aramak için eğildim kitaplığıma ve buldum. özdemir asaf ya da hasan ali toptaş olmalıydı çünkü derin bir şekilde ‘yalnızlık’ kelimesiydi. belki de sunay akın’ın ‘iki çocuk/rahatlıkla oturduğumuz/kapının eşiğine/kendi başıma zor sığıyorum bugün/büyüdükçe insan/yalnız mı kalıyor ne?’ dizeleriydi. içimde dizeler vardı ve dizelerin bir de kokusu.. ama kitabını, şairini hatırlayamıyordum.

    otobüste ayakta giderken bir an başımı bir elin tuttuğu demire yasladım. başımı bir ele yaslamanın tek yolu otobüs kalabalıkları gibi geldi bir an. başını demire yaslamak ve bir ele yasladığını düşünmek, o el o demire tutunuyor diye, dönüp yüzüne baktım tutunan kişinin, ben yaşlarda mühendis kılıklı bi kız..şimdi elimdeki kitabın sayfalarında gezinirken fark ettim ‘ve bir uçurum dolanırdı ayak bileklerime, yalnızlık uçurumları giyinmektir biraz da’ dizelerini işaretlemişim..

    ‘yalnızlık susturmaktır kendi sesinle kendini’ kısmını işaretlemişim sonra. eve dönesim geldi çok ama çok hızlı dönesim geldi eve. ve küçüklük günleri gibi babamın kucağına oturup ağlayasım geldi. hala kucağına oturuyorum da ağlamıyorum artık. eskiden ağlar mıydım hatırlamıyorum. ‘babalar alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır’ kısmını işaretlemişim kitabın. belli ki ben bugün bu kitapta ilerlemişim..

    mecidiyeköy sapağında koyverdim gözyaşlarımı, ne zaman orda ağlasam aynı şarkı gelir aklıma. ‘ben yalnızlığı sensizlik sanmıştım her keresinde’ cümlesini işaretlemişim kitapta.
    eve dönmek istedim, eve dönmek ve haftalardır ertelediğim şu mektubu yazmak ilkokul arkadaşıma. yıllar sonra benim 14.05.94 tarihli bir mektubumla (okulların bitmesine 34 gün kaldığını yazmışmışım çocuk parmaklarımla) yeni elyazısını yollamıştı koyu mavi bir zarfta geçen ay, hala cevap yazamadım. ‘yalnızlık postacıların taşıdığı yüktür çoğu kez’ işaretlenmiş kitapta..

    evde bir mail buldum bir dosttan ‘o kadar çocuksun ki...’ yazmış tüm sevgisiyle.. ‘çocuklar büyüdükçe kirlenir zaten, kirlendikçe büyür; başka ne denir?’cümlesini işaretlemişim kitapta..

    günlerdir çalan aynı şarkıya kapattım gözlerimi, sonra odada gezdirdim. ‘ben sensizliği yalnızlık sanmıştım her keresinde’ işaretlenmiş kitapta. ‘sensiz kalmamak için sendim o zamanlar; seni uyuyordum sürekli, seni içiyordum çay diye, cennet diye seni düşlüyordum’ dizeleri işaretlenmiş, hem de benim tarafımdan ‘o zamanlar’.

    yazmaya karar verdim, yazmaya ve yazmaya..‘anlardım ki’ demiş bir yerde kitap ‘anlardım ki insan bir başkasındaki kendini okur; ve okunanlar yalnızlıktır.’

    sonra kitaplığıma döndüm, bugün bir yerlerde yazılı olmalıydı. benim yazmama ne gerek vardı, yazılı olmalıydı, hayat değildi ki bu yaşamaktı sadece, yazılmış olmalıydı. ‘artık vazgeçmiştik tırnaklarımızı kesmekten göğe tutunmak için; yalnızlık biraz da vazgeçmektir.’i işaretlemişim kitapta..

    ‘havadan’ dedim sonra kendime, ‘havadan..’ ‘zangır zangır bir tren geçerdi ya damarlarımızdan;yalnızlık onun dönmeyeceğini bilmekti.’ yi işaretlemişim.

    birilerini düşündüm sonra, konuşulanları, yazılanları, anıları gülümsemek için. ‘daha dün, daha geçen hafta nasıl da farklıydı, lunaparklardan, bahardan bahsediyorduk’u hatırlattım kendime. oysa ‘anılarımız çoğaldıkça yalnızlığımız büyüyor derdin’ cümlesini işaretlemişim kitapta... ‘bakarsınız bir çocuğun yokluğu elinizden tutmuş lunaparka sürüklüyor sizi’ cümlesini işaretlemişim.

    telefonu aldım elime, birilerini aramak istedim. ve ‘yalnızlık hadi gidelim’dir çoğu kez, hadi n’olursun.’ dizesini işaretlemişim kitapta.

    ve ben tüm bunları çok öncelerden işaretlemişim. bir an dönmek istedim bir dostun bu kitabı armağan ettiği günlere. belki sadece o dostu yitirmiş hissettim bugün. önceden işaretlediklerim ve okuduklarım arasında kaybolmak istedim. bişiyi beceremediğim hissiyle eve sığınırken, bu oyuncaklara, kuru çiçeklere, siyah beyaz kartpostallara, duvarlara, fotoğraflara... hiçbişiyi becerememiş olduğum hissiyle sığınırken kitaplara...
    ‘kimileri düşer yalnızlığa, kimileri yükselir’ demiş kitap, ben de işaretlemişim.

    evet bu kitaptı.. oysa bir an özdemir asafın ‘yalnızlık/ insanın kendine mektup yazması,/ dönüp dönüp onu okuması/ yalnızlığın da ötesidir’ dizeleri sanmıştım bugünü. oysa bu kitapmış hatırladığım koku. ‘kalırsa yalnızlıktan başka yalnızlıklar kalır’ı işaretlemiş olduğum bu kitapmış. soğuk bir nisan ortasında, kalabalık bir otobüste eve yol alırken bir an içimde beliren bu kitapmış işte..

    demiş ki -ve ben işaretlemişim-:
    "yorgunluğumuzu o nesnenin kucağından o nesnenin kucağına gezdirirken, yürür ya da koşarken, coşarken ya da deli dolu yaşarken, ansızın ölümü istemektir yalnızlık; kendimizin kendimize sağırlığıdır."

    ve duvarımdaki başka bir dizeye takıldı gözlerim:
    ‘artık beni kimse yalnız bırakamaz’ yazıyor.. gülümsedim..

    160403
  • 27.

    "ben sensizliği yalnızlık sanmıştım her keresinde.

    alevin cürmüydü kum düşü;
    bir elma hangi nakışa yakışırsa
    oradaydı yaprağın ölümü
    ve her pusula kendini gösteriyordu önce,
    her bıçak kendine batıyordu
    ve gerçekler öyle yalandı ki o yıllarda,
    böcekler bile her şeye inanıyordu;
    otlar ve taşlar bile,
    her şeye.

    oysa her zamanki gibi
    her şey dönüp dolaşıp insanda ölüyordu.
    renklerin çağrışımları bu denli gürültülü değilse de
    kendileri vardı.
    sesler vardı,
    gözlerimizi oyan görüntüler vardı.
    hatta, anlamlar gene o eski huylarıyla
    her şeyi örtünüyorlardı.

    yokluğu örtünüyorlardı sözgelimi,
    renkleri, sesleri, biçimleri, derinlikleri ve güzellikleri
    ve çirkinlikleri örtünüyorlardı.
    seni, beni sonra;
    senden benden oluşan kargaşayı,
    sonra görme yetimizi
    ve daha neyi, neyi...
    yani okyanus okyanus yorganlar didikliyorduk
    durup dinlenmeden
    anlamak için küçücük bir iğneyi.

    ve anlamı güzellik damarından yakalamak gibi
    bir alışkanlığı sürdürüyordu insanlar.
    çiçek gibi kızlar vardı yeryüzünde bu yüzden,
    çiçek gibi sofralar, evler, bahçeler, parklar
    ve dudaklar vardı.
    bozkırın kendini tekrarlayan dikensi yalnızlığı bile
    çiçek gibi çizilebiliyordu sözgelimi,
    balıklar ve kokarcalar
    ve alçak mı alçak suratlar
    çiçek gibi çizilebiliyordu.

    güzellik en meşru takıntıydı bir bakıma
    ve nedense
    çiçek denen ota takılıp kalmıştı.

    oysa o yıllarda,
    baklan'da ve her yerde,
    diyelim gün ortasında
    ya da gece
    ya da seherde
    her çiçek insandan kaçabildiği kadar çiçekti.
    şarkıları ne hicazdı, ne nihavent
    ve düğün bilmiyorlardı henüz
    ölüm bilmiyorlardı.
    tören kelimesi sızmamıştı kokularına,
    keder ve sevinç sızmamıştı.
    hatta, cam dibi yalnızlıklarının
    demirbaşı da değildiler.

    bir yalnızlıktı onlar evcilleşmeden önce,
    şimdi yapayalnızdırlar ellerimizde."

    hasan ali toptaş

    yalnızlıklar / iletişim yayınları / 3.b, 2012 istanbul / s. 101-106
  • hasan ali toptaş yazmış bunu. kitabın arkasındaki tabiri kullanırsak bir "yalnızlıklar atlası, alfabesi, sözlüğü".
    bir iki kelam da ben eklemek isterim elbette; bir kere toptaş'ın diğer kitaplarından en büyük farkı, bu kitabın dize dize yazılmış olmasıdır. kendisi zannımca türkiye'nin an itibariyle en büyük düzyazı üstadı olduğundan, romanlarını ve öykülerini bu kitaba tercih ederim, ancak bu da kendini sevdirmeyi başardı pek tabi. haydar ergülen "yalnız" yakıştırmasını yapmıştı toptaş'a bir vakit, işte kanıtı da bu kitapta.
    yalnızlık çoğul artık.

    "insana en yakın yalnızlıktır insan."

    "7.

    yalnızlık alıp karşısına kendini,
    öteki kendinlerle konuşmaktır.
    bakışmaktır, öteki kendinlerle;
    dövüşmektir.
    kimi zaman da, öldürmektir
    içlerinden sana en çok benzeyeni,
    benzemiyor diye.

    yalnızlık, öldürmektir."
  • teşkilatlanamadıklarından mıdır nedir hiç bir seçimi kazanamazlar.
  • "ve gidilse gidilse ancak evine dek gidilirdi insanın,
    odasına, yatağına ve tenine dek gidilirdi
    ki, ötesi yoktu,
    ötesi yorgunluktu, terdi.
    yani şaşırıp kaldığımız o yaratık,
    çıplaklığının sınırında biterdi.

    bu yüzden minyatür öpüşmelerde ölürdük biz,
    onlar cennet gibi bir şeydi.
    bakışırken bir de,
    görüşürken ölürdük;
    ve ölmek,
    aşağı yukarı öpmekti.
    ölmek suydu, ekmekti.

    zangır zangır bir tren geçerdi ya, damarlarımızdan,
    yalnızlık onun dönmeyeceğini bilmekti"
  • cüneyt özdemir 'e bunları yazdırtan kitap.yeni yıl hediyem.

    üşürsün sonra!

    'ben yalnızlığı sensizlik sanmıştım her keresinde' diye başlıyor.

    sonra gönülsüzce vazgeçiyor,

    'ben sensizlği yalnızlık sanmıştım her seferinde' deyiveriyor.

    bak şimdi!

    bu kadar kolay mı sahi bir önceki cümleden vazgeçmek diye düşünedurun siz daha.
    o vazgeçiyor işte...
    sonra durup dururken şu dizeleri sanki ağızdan çıkan çok çok kolay bir kaç kelime gibi arka arkaya diziveriyor, sizin şaşkın halinize aldırmadan.

    'zangır zangır bir tren geçerdi ya, damarlarımızdan;
    yalnızlık onun dönmeyeceğini bilmekti..'

    ah o di'li geçmiş zaman.
    ah o zamansız yürek sızısı.
    ah o emrivaki ayrılıklar.
    ah ki ah...

    bir şezlonga damlayan kederli bir yazın gözyaşları, döndürmeyeceğin bir zamanın kilidi ,kapayamadığın birkilidin anahtarı ve çok şey vaad etmiş bir kadının aşkı...
    ,belki.

    ne kadar da kolay döktürüyorsun kelimeleri umulmadık insanların ağzından ey orospu çocuğu zamanın adaşı yalnızlık!

    ama yalnızlıklar terkedilmiş birer öksüzdür zamana.
    o yüzden birazda sıradan bir kaç cümle ile devam eder aslında hiç de sıradan olmaması gereken ihanetler, aşklar ve :

    'sonra hesabını tutarlardı sevginin
    -ki, aşklar kanardı bu yüzden' derler.

    ,ki onlar,ki hayatınız boyunca yüzyüze gelmeyeciğiniz yazarlar ne de kolay böyle ansızın kalbinize saplanan cümleleri ederler. bir de utanmadan aynı kitabın ilerleyen sayfalarında devam ederler üstelik;

    'yalnızlık düşen bir bardak sesidir
    dönüp baktığın,
    kırılan şarap şişesidir ya da
    ağzındaki cümleyi kana bulayan'

    ,ah onlar bu cümleleri hangi yaşanmışlığın içinden bulup çıkartırlar. hangi devranlarda kanamışlardır ki bu kadar güzel cümleyi kanlarından süzerek bulmuşlardır?

    'ben neyi yalnızlık sanmıştım bir keresinde?' sorusuyla biter cümleleri, kitapları ve şimdilik sırları...

    hasan ali toptaş, 'yalnizliklar' kitabında hayata dair biriktirdiği yalnızlıklarını teşhir ederken ne kadar ince, üsturuplu ve yaralayıcı olabiliyor diye düşünüyorum elimdeki kitabı sehpanın üzerine bırakırken.
    satırlarını okurken sincan'da emekli bir icra memurunun edebiyat macerası önünde reverans yapıyor ve bir türk bukowskinin keşfedilmeyi bekleyen o muhteşem dünyası ile buluşmanın coşkusunu tadıyorum. dört bir koldan tarif ediyor hasan ali bey muhtemelen kendini de kuşatan sinsi mi sinsi 'yalnızlıklar'ı...
    erhan bener'in 90'lı yılların başında neşredilen tekilleşmesinden bu yana yalnızlık üzerine yazılmış en değerli metin.

    ikibinl yılların yalnızlık manifestosu gibi bir şey...

    oruç arioba alınmazsa kişisel methiyelerin kendi iç hesaplaşmalarının kendini aşan üslubun en şairane tezahürü son yıllarda ki..

    bu kadar övgü yeter ama!

    sonuçta 'yalnızlıklar'ın onca hali var olsa da genelde hep soyut ya da pastorel bir tarifi gizli toptaş'ın 'yalnızlıklar'ında.

    oysa yalnızlıkların bir de ruhu var onca tarif arasına sığmamış olsa da...

    mesela yalnızlıklar bir şövalye ile katili aynı düzlemde barındırır.
    uçlar yakın, ayrılıklar uzaktır.
    ve yazarlar aldırmasa da yalnızlıklar soğuk, ürkütücü ve üşütücüdür.
    evet üşütür yalnızlık yalnız uyuyanları.
    yalnız uyuyanların yalnızca vücutları uykuya yatar. akıllarında onca hesap, bilanço, kabus ve güzel anlar pusuya yatar gece boyunca.
    o yüzden; akıl uyumaz, vücut uyur.
    ama vücut da üşümez, akıl üşür sonuçta.
    üşütür yalnızlıklar, yalnız yatanları.

    bir erkek ya da bir kadın fark etmez yalnız bir yatakta.
    yalnız bir yastığa sarılıyorsa sonuçta...
  • ‘anılarımız çoğaldıkça yalnızlığımız büyüyor derdin’ cümlesini abartarak işaretlemiş olduğum hasan ali toptaş kitabı... ‘bakarsınız bir çocuğun yokluğu elinizden tutmuş lunaparka sürüklüyor sizi’ cümlesi, 'kimileri düşer yalnızlığa, kimileri yükselir’ cümlesi, 'ben yalnızlığı sensizlik sanmıştım her keresinde’ cümlesi.. ve:
    'yorgunluğumuzu o nesnenin kucağından o nesnenin kucağına gezdirirken, yürür ya da koşarken, coşarken ya da deli dolu yaşarken, ansızın ölümü istemektir yalnızlık; kendimizin kendimize sağırlığıdır' cümlesi ile hatırlanabilecek acılı kitap.
  • * neresinden bakılırsa bakılsın, her cümlede bir çift göz vardır ve her noktada bir insan. o insan ki, bakar bize ve ötemize; ve o insan ki, giyindiği zamanın...

    * yalnızlık hadi gidelim ''dir çoğu kez, hadi n'' olursun.

    * silahını kendinden yontar yalnızlık; her şeyden koptuğu için her şey olan kendinden. - peki namlunun ucunda kim var? - kim olacak; tetikteki ben.

    * yalnızlık kendini her gün yıkıp her gün kuran çok eski bir handır. taşlarında yüzyılların parmak izleri vardır; burçlarında göğü; ve odaları birer andır....

    * yazılmamış kitaplardır ölüler ve zamanın rafına kaldırılmış gümüşlerdir. onlar ki, bir yanlarını bırakırken bize, bir yanımızı götürmüşlerdir.

    * yatağa mahkum olmuş bir hastanın; karısının kendisini ne zaman terk edeceğini merakla beklemesidir.

    * çocuktum ve geleceğim kadardım.

    * yalnızlık, çocuk kılığında bir babadır torunların büyüttüğü.

    (bkz: hasan ali toptaş)
  • her ayrılığın,dostlardan yenilen her kazığın,her damla gözyaşının,her adımda hayatı biraz daha anlamanın verdiği durgunlukların,sabırların,anıların toplamı.
  • "yalnızlık susturmaktır
    kendi sesinle kendini,
    iç bedenini oymaktır diş diş,
    düş düş
    genişletmektir."
hesabın var mı? giriş yap