• bir ayak debriyaj diğeri frende, araba da viteste. debriyajdan yavaşça ayağınızı kaldırmaya başlayın, motorun sesinde ani bir değişim hissettiğiniz ve arabanın da zangır zangır titremeye başladığı anda artık ayağınızı frenden çekebilir hatta yokuşun eğimine bağlı olarak gaz vermeye bile gerek kalmadan ilerleyebilirsiniz. (bkz: kavrama noktası)
  • her acemi sürücünün belasi, korkulu rüyasıdır. ne arabayı ne de kendini henüz tam anlamıyla tanıyamamış birey, talihsiz bir şekilde bayırda durmak zorunda kaldığında bünyesini bir korku kaplar.
    "kavrama, yarı kavrama, el freni..." tüm bu terimler kafasından hızla geçmektedir.
    bu da yetmezmiş gibi arkadaki araba, bu primal korkudan ve bunun getireceği sonuçlardan habersiz bir şekilde 0,2cm aralık bırakır iki arabanın arasında.
    olaylar kaçınılmaz olarak gelişecek; bireyimiz bir daha aynı insan olamayacaktır. iyi veya kötü yönde.
  • ehliyet kurslarında direksiyon eğitimi veren kişilerin pazar günü eğlencesi...
  • (bkz: hill holder) gibi teknolojiler sayesinde arka arabayla tek vucut olma korkusunun onune gecilebiliyor .
  • acemi veya değil çoğu sürücüyü tırstıran, hatta evinin yolunu değiştirmeye mecbur bırakan sürücü aktivitesi.

    ancak bazen bu aktivite için vites, debriyaj, fren ve hatta el freni dahi yeterli olmamaktadır. çözüm adeta bir herkül gibi arabayı yokuşta kas gücü ile kaldırmaktan geçmektedir.

    true story

    fulya'nın ünlü yokuşlarının birinde kafa kafaya gelinen bir aracın öküz sahibi ile kavga etmekten kaçınan ben, adamla levye savaşına girmektense aracımı kenara doğru çekerek elemana yol verdim. yoluna gitmesini beklediğim kekan yanımdan geçerken saçma sapan sözler söyleyince bastırmaya çalıştığım kroluk damarım kabardı ve ani hareketler ile yokuş aşağı kendimi hafifçe bırakıp ilk sola dönüp ani bir hareket ile tekrar yokuşa verdim burnumu. araç otomatik vites olunca bu tür durumlarda daha rahat oluyor insan. neyse; gaza basmama rağmen aracın kıpırdamaması bir süre sonra dikkatimi çekti. bu bir süre dediğim çok da uzun bir süre değil tabi. el frenini çekip tekrar denedim, sonuç aynı. arkadan gelen beyaz duman ve aracın gazı yedikçe çıkardığı ilginç sesler eşliğinde sağ arka sabit olmak şartıyla sola doğru yönlenmesi durumun anlaşılmasına sebep olmuştu.

    evet, arabanın sağ arka çamurluğu anlık kro reflekslerimin farkına varmamı engellemesinden ötürü kaldırıma takılmıştı ve sağ arka teker hafiften boşa dönmekteydi. yokuşun ortasında çük gibi kalmanın ötesinde yavaş yavaş trafik oluşmakta ve "bu mal bu arabayı nasıl bu hale getirmiş lan?" diye fısıldaşmalar da duyulmaktaydı.

    neyse ki sevgili yokuş trafiği sakinleri çeşitli önerilerini sunmaya başlamışlardı ki benim gözüm yokuşu yavaşça çıkan, duruşuna kurban olduğum, bıyıklı bir amcaya takıldı. asıl fikir kesinlikle ondan gelicekti. olayı çöze çöze çıkıyordu yokuşu. belli ki matematiksel denklemleri ve gerekli kas gücünü hesaplıyordu. tekerin altına taş sokma fikrinin çeşitli sebeplerden ötürü elenmesinin ardından artık yokuşu çıkan amca ile aynı şeyi düşünüyorduk. amcanın da yanıma gelmesi ile gerekli psikolojik desteği yakaladım. hiç konuşmadık. sadece birbirimize baktık. arabaya bindim. kontağı kapattım, vitesi park'a aldım ve el frenini son kez çektim. sonuçta naim süleymanoğlu benim belime geliyordu ve kilolarca ağırlığı "hıpppps" diyip kaldırabiliyordu. bakışlar üzerimde yoğunlaşmıştı ve "yooo yooo saçmalama" dediklerini hissediyordum. sağ arkaya geçtim. amca tatktik vermeye bile gerek duymadan sadece "bismillah" dedi. yaradana sığınıp kaldırdım aracın arkasını. beklediğimden çok daha kolay olmuştu. bunun da gazıyla hepten yüklendim arabanın arkasını ve aracı kaldırımdan kurtarmakla kalmayıp, düzledim de. işte o anda bugün hala fulya'da hatırlanan, ingiliz taraftarların direkte patlayan şut sonrası verdikleri uuuuuuvvvvvvvvv tepkisine benzer bir tepki yükseldi.

    balkonlardan gelen alkışlar eşliğinde bindim arabama ve yokuşu yavaş yavaş tırmanmaya başladım. ancak biliyorum ki o amca olmasaydı, o bana güvenmeseydi bunu başaramazdım.
  • yokuş kalkışını bilmek sürücülüğü yalayıp yutmuş olmak demek değildir. bu yüzden sadece bunu çalışıp ben iyi şoförüm diye ortalığı yıkıp dökmeyin.

    aslında çok basittir ve 70 küsur model 131'lerin bile şanzumanı bu kalkışta yardımcı olabilecek şekilde geliştirilmiştir. nüansı; eğer yokuş rölantideki motorun aracı sabit tutabileceğinden daha dik ise araç geriye kaykılmaya başlamadan gaza (dikkatli ve gerektiği kadar) basmaya başlamalıdır. bu, biraz seri ayak hareketi kısa sürede öğrenilebilir.

    evrimi, öğrendiklerini doğru uygulayabilecek kadar ilerleyebilmiş insanların bulunduğu bir toplumda takip mesafesi diye bir kural konmuştur trafik kuralları arasına. memleket insanı bu kuralları uyguluyor olsa, aracın az buçuk geri kayması çoğu yerde sorun teşkil etmez, ama senin de bildiğin (ve belki dahil olduğun) bir güruh duraklamadan önce öndeki aracın götüne kadar girmezse rahat edemez, o yüzden iyi bilsen bile çoğu zaman arkadaki hıyarağası ile muhatap olmamak için ter dökersin.
  • bunu yaparken el freni kullanmak tam olmamışlık değil akıllıca davranmaktır.

    aşağı yukarı 15 yıllık şoförüm. acemilik zamanlarımda el frensiz yokuşta kalkmak çok kastığım bişeydi. ben de bazı arkadaşlar gibi bunun şoförlükte önemli bir dönüm noktası olduğu inancındaydım. hatta boş yollarda araba sürerken bol bol rampalarda durup dur kalk denemeleri yapardım. özellikle debriyajın kavrama noktasını yakalayıp arabayı gaz ve debriyaja basarak yokuşta sabit durdurmak süpermen olmak gibiydi.

    ne zaman ki bu hamlelerimle debriyajın anasını siktiğimi fark ettim, o dakka bıraktım bu işi. şimdi en dandik arabada bile debriyaj takımı (balata, baskı, volant) değişimi 1000 tl civarında olduğu için mümkün olduğunca debriyajı zorlamamak lazım. alimallah o yanık kokusu gelince herşey için çok geç olabilir.

    yokuşlarda mutlaka ve mutlaka el frenini çekerek kalkınız efendim. bakmayın ona buna, doğrusu budur.

    (bkz: rampaların ustasıyım gözlerinin hastasıyım)
  • el freni denen geçmiş yüzyıldan kalma mekanik zımbırtının hala en teknolojik araçta bile bulunmasının sebebidir. her türlü über teknoloji konmuş arabaya "zaart" diye çekilince telle veya hidrolik basınçla arka tekerlekleri kilitleyen bir park freni sistemi koymak yerine, kontak anahtarı çıkarıldığında arka tekerlekleri ve hatta dört tekeri birden kilitleyen otomatik bir park freni sistemi yapmak çok zor olmasa gerek.
  • en basitinden, araç asr gibi bir sisteme sahipse patinajı en aza indirerek ve biraz pratik ile korkusuzca, ıkınmadan, sıkılmadan yapılabilecek bir eylem. çoğu kez söylenmiş ama içim rahat etmez söylemezsem, debriyajın kavrama noktasını adınızdan daha iyi bilmeniz lazım. tek harekette o noktayı bulup biraz da gaz verirseniz kaydırmadan kalkarsınız. el freni her ne kadar dede işi gibi görünse bazen gereklidir çünkü öyle yokuşlar var ki normal kalkıştan sonra debriyaj balatası kokusundan boğulmak olası.
hesabın var mı? giriş yap