• şöyle çarpıcı bir tespitte bulunmuş mungan kitapta :

    "bugüne kadar hiçbir erkeğin koynundan çırılçıplak kalkmadım, en çılgın aşk gecelerinde bile, seviştikten sonra hep çarşafa sarınarak kalkmışımdır yataktan. az önce yatakta seni çırılçıplak görmüş olması değildir önemli olan, önemli olan banyoya giderken seni çıplak görmemesidir. erkek senden her şeyi aldığını düşünmemelidir hiçbir zaman! ona geride hala ele geçiremediği bazı şeyler kalmış olduğunu düşündürmelisin tatlım. bizim kadınlar hiç düşünmezler böyle şeyleri. seviştikten sonra yataktan öyle kabak gibi kalkar, selülitleri ortada, o düşük kalçalarını paluze gibi sallaya sallaya banyoya giderler. adamın, onun arkasından ne düşüneceğini hiç düşünmezler! bütün numara, erkeğe sırtımızı döndüğümüz andaki o bakışlardadır aslında. erkekler, kararlarını göz gözeyken değil, öyle zamanlarda verir. erkeklere sürekli daha keşfedilmemiş nice sırların olduğu hissini vereceksin. çabuk çözülen pazar bulmacaları hiçbir erkeğe zevk vermez"
  • kitaptan;
    "... ve kulkedisi kacarken, papucu ayagindan firladi. ertesi gun prens
    ayagi bu papuca sigacak genc kizi aramaya koyuldu. ulkenin tum kizlari,
    prens tarafindan begenilmek icin, ayaklarini daha ufak hale nasil
    getireceklerinin cabasina giristiler.
    iste o gun bu gundur kadinlar, ayaklarini, erkekler tarafindan belirlenmis
    kaliplara sikistirmaya calisir, boyle yaparak erkegin "prensesi" olacagini
    dusler dururlar.
    zaman gectikce topallamasinin , kendini depresif hissetmesinin sebeplerini
    surekli kendi eksikliklerinde arayarak.. ve papucun ne denli gecerli
    oldugunu hic dusunmeden..
    erkekler ise ellerindeki "ayakkabiya" (veya duslerindeki kaliba) "ayagini"
    (kendini) sikistiracak kadini arar; "ayagi sikismis" bir kadinin ne denli
    gercek, ne kadar huzurlu, mutlu olup, mutlu edebilecegini dusunmeden...
    ve...
    ve birlikte yalinayak yasayabilmenin ozgur keyfinden habersizce..."
  • kadınları anlama ve tanıma kılavuzu değerindeki baş yapıt. en sevdiğim kitap.

    --- spoiler ---

    * evden çıkmıyorum, insanların arasına karışmıyorum, daha doğrusu her geçen gün insanlardan biraz daha nefret ederek kendime kapanıyorum. ve ben görmeyeli beri, insanlar her geçen gün biraz daha çıldırıyor. amerika sokakları buraya taşınmış gibi yapmanın derin bilinç kaybında herkes uyurgezer gibi başkalarının kimliklerini yaşıyor. birkaç kişinin şuursuzluğu değil, bir toplumun cinneti bu. sanal bir dünyada yaşıyor herkes.

    * bir an mutlu oluyorum. artık yalnızca anlarda mutlu oluyorum.

    * hayat, bazılarına mutsuz olmakla, duygusuz olmak arasında bir tercih hakkı tanır,
    daha fazlasını değil.

    * yağmurlu bir havada, arabanın cam silecekleri çalışırken, sevgilisinden ayrılan mutsuz ve entelektüel fransız kadınlarına benzetiyordum kendimi o pardösüyle. kuşağıyla belini sıktırıp, yakalarını kaldırdın mı, başedemeyeceğin hiçbir hüzün yoktu sanki.

    * türkiye'nin her şeyi mümkün kılan yapısı düşünüldüğünde, bir yanıyla doğaldı bu manzara. sonuçta türkiye'nin dekoru buydu. bu dekorun önüne ne koysan durmuyordu aslında. hiçbir şıklığın bir karşılığı yoktu bu ülkede. her şey birbirini götürüyor, sıfırlanıyordu, sonunda sürekli memleket sıfırlanıyordu.

    * ben insanlara tahammül edemeyen bir kadınım. zaten kısıtlı olan sabır rezervasyonum yıllar içinde hepten tükendi. insanların çoğunu lüzumsuz buluyorum. hem hayatta, hem sokakta çok yer işgal ediyorlar.

    * bir kadının iki şeyi zengin olmalıdır," derdi. "gardırobu ve repertuarı. üst yanı kolaydır." hiç unutmam, bir gün şöyle övünmüştü: "bugüne kadar hiçbir erkeğin koynundan çırılçıplak kalkmadım, en çılgın aşk gecelerinde bile, seviştikten sonra hep çarşafa sarınarak kalkmışımdır yataktan. az önce yatakta seni çırılçıplak görmüş olması değildir önemli olan, önemli olan banyoya giderken seni çıplak görmemesidir. erkek, senden her şeyi aldığını düşünmemelidir hiçbir zaman! ona geride hala ele geçiremediği bazı şeyler kalmış olduğunu düşündürmelisin tatlım. bizim kadınlar hiç düşünmezler böyle şeyleri. seviştikten sonra yataktan öyle kabak gibi kalkar, selülitleri ortada, o düşük kalçalarını paluze gibi sallaya sallaya banyoya giderler. adamın onun arkasından bakarken ne düşüneceğini hiç
    düşünmezler! bütün numara, erkeğe sırtımızı döndüğümüz zamanki o bakışlardadır aslında. erkekler, kararlarını göz gözeyken değil, öyle zamanlarda verir. erkeklere sürekli daha keşfedilmemiş nice sırların olduğu hissini vereceksin. çabuk çözülen pazar bulmacaları hiçbir erkeğe zevk vermez!"

    * "erkeklerle kadınların arasında yeni hiçbir şey yok," derdi. "maalesef yok! her şey çok belli. bütün oyunlar, bütün kurallar, bütün numaralar ta başından belli. binlerce yıldır böyle sürüp gidiyor. değişen yalnızca dekorlar ve kostümler. kadınların bütün meselesi, bu kuralları tanımamaktan, bunlara uymamaktan çıkıyor. değiştirmeye kalkınca işler bozuluyor tabii. siz istemeseniz de dünyanın düzeni diye bir şey var. memnun olmayabilirsiniz bundan. ama gerçek bu. erkekler de bu. dünya da bu. henüz yaratılmamış erkekler yüzünden acı çekiyorsunuz. hayatı bekletiyorsunuz. hayat geçiyor kızlar. kadınlar için daha çabuk geçiyor."

    * hele hele mini etek giyip, hem de bacak bacak üstüne attığında donunu göstermemeyi başaran kadın, işte en şahane kadın oydu aysel'e göre.

    * "erkekler benim yanımda hafifliyorlar," diyordu. "sizler ağırlaştırıyorsunuz onları. dünyanın yükünü yüklüyorsunuz onların zayıf omuzlarına. tabii kaçıyorlar. sonra da giden adamın ardından bir felsefe, bir felsefe..."

    * tanrım kadınların işi ne zor! hep beğenilmek ve seçilmek arzusu üzerine inşa edilmiş bir hayat; hayat boyu ayna karşısında imtihan veren bir kadınlık! yüzünden başlayarak bütün dünyayı boyamaya adanmış bir ömür!

    * yalnızlık korkusundan birbirinden ayrılamayan, yeni bir beraberliğe hali olmadığından inatla eskisini sürdüren, yılların alışkanlıklarından ve kolaylıklarından kopamamayı dostluk ya da hayat arkadaşlığı sanan böyle çok çift gördüm ben. halim kalmadı. onlara baktıkça, tek olmanın nesi var, diyesi geliyor insanın! gecenin sonunda sizin yalnız, onların bir çift olarak eve dönmesinin, sizin yalnız olduğunuz anlamına gelmediğini, çiftlerin yalnızlığının daha koyu bir yalnızlık olduğunu bilecek kadar çok çift gördüm ben.

    * iyi kadın olmak zordur. iyi kadın kalmak daha da zordur. kadınlar, erkeklere oranla, iyi kalmak için bile, daha fazla çaba sarf etmek zorundadırlar. çünkü, kadınların "seçilmek" gibi bir dertleri vardır. hayatları boyunca, hep bir erkekler jürisinin karşısında çeşitli yarışmalara katılır ve "diğer yarışmacı arkadaşlara başarılar dilerler". bu duygu çeşitli hünerlerini arttırır belki, ama yalnızca güvenlerini değil, zamanla içlerini de azaltır.

    * kocası onun için, "bir metres kadar dinlendiricidir," der.
    ... turgay'ın bu sözünü her hatırladığımda, evlenecek olsam, benden yorulan kocamın dinlenmek için kendine bir metres tutacağını düşünür, olmayan kocam ve olmayan evliliğim için kaygılanırım.

    * ben de dünyayla başedemeyeceğimi çocuk yaşta öğrendim. kimini hayal kırıklığı büyütür; beni de kıskanılmak büyüttü. takmayacaksın, takarsan daha çok üstüne gelirler. yürüyüp geçeceksin, hep yürüyüp geçeceksin. ben öyle yaptım. hep yürüdüm. herkesin her şeyi anlamasını bekleyemezsin. sen yürüyüp gideceksin. anlayan anlayacak, anlamayan anlamayacak; dünyanın hepsine yetişemezsin ki!

    * gençken hayatımızdan boşalan her şeyin yerine bir yenisini koyabiliriz sanırdık. öyle olmuyor. hayat boşala boşala azalıyor.

    * sevmek güç gerektirir. zayıfların sevmek için bahaneleri, güçlülerinse gerekçeleri vardır.

    * francis ford coppola ve benzerleri bize yalan söylemiyorsa eğer, şimdi italya'da olsam, hiç olmazsa kapımın önünden geçen opera meraklısı bir mafya babası beni keşfeder, bu hayattan kurtarırdı, ama ne yazık ki ben türk mafyasının keşfedebileceği tipte bir kadın bile değilim!

    * halk arasında, "işini bilen kadın," diye de bunlara denir. erkeklerin iktidarını sarsmadan, onlarla yarışmadan, erkeklerin gururlarını ve egolarını okşayarak, pohpohlayarak, görünüşü kurtararak, hep kendi isteklerini bu tür numaralarla erkeklere yaptırabilen kadınlar herkesin gözünde "akıllı kadın" olur, bizim gibiler de "problemli, mutsuz kadın"... hem kendi olmak, hem kadın olmak, asıl gerçekçi olup imkansızı istemek budur. her insan, kendi olması karşılığında topluma bir bedel öder. az ya da çok, ama mutlaka bir bedel. kimse bedelsiz kendi olamaz. bu bedel çoğu kez yalnızlıktır.

    * kadınlarda zeka hemen kurnazlığa dönüşür, düşük kalite bir el işçiliğine, bir süsleme sanatına, küçük entrikalara, çapsız oyunlar, kadınsı bir cilveleşmeye. kadınlar zekalarını bir baştan çıkarma silahı olarak kullanırlar, en nefret ettiğim okumuş kadın tipidir bu. zekaları bile kendi başına bir değer olarak değil, erkeğin nasıl baştan çıkarılacağına göre konumlanır. erkeklerdeki zeka ise daha doğurgandır. hamdır, işlevseldir.

    * çevre dergisi satanların bile, bu işi çevreyi rahatsız etmeden yapmaları gerektiğinin bilinmediği bir ülke burası!

    * yeniyetmeliğimi değil, ama o zamanlar sahip olduğum o belirsizlik duygusunu, geleceğe
    duyduğum ümidi, hayallerime eşlik eden kalp çarpıntılarını, hayatın henüz başlamamış olduğu bilgisinin diriliğini özlüyorum.

    * birden beni ağırlaştıran o tanıdık yorgunluğu hissediyorum gene ve buradan kaçıp gitmek istiyorum. insan içine karışmanın bana iyi gelmediğini biliyorum. kalabalıkların
    ehlileştiremediği yabani yanım, eskisinden de çabuk ortaya çıkmaya, beni kendi kabuğuma
    çekilmeye zorlamaya başlamıştı. yalnızlığı, tanıdığım diğer kadınlardan daha kolay kaldırabiliyor olmamı sağlayan bu yabaniliğim aslında.

    --- spoiler ---
  • kadın duyarlılıgı. edebiyatımıza son yıllarda bu ekol damgasını vurdu. üstelik, erkek dünyasında erkek yazarların gözünden bir kadın duyarlılıgı. eşcinsel bir yazar, kadın üzerine yazıyor, bu tuhaflık kafamı karıştırıyor benim. kitaptaki baş kadın sesi, yani nermin, kadınları çırılçıplak, oldukları gibi gördüğünü söylerken, öte yandan, düzenci, oyunbaz, sinsi buldugu kadın ırkından nefret ediyor. kadına benzememekle övünüyor. küçük bir kadınlık timsali olarak gördüğü tugdeyi her satırda bogası geliyor. kadın ne yapar, sırtının çukurundan erkegine şampanya içirirken, bir yandan lüleleriyle oynayıp telefonda konuşur, izlenir, izlenmekten zevk alır. kendini hep başkalarının gözlerinde,en çokta erkelerin gözünde saglar. kadın nedir? seyirlik bir zevk objesi, ucu bucagı bilinmeyen bir sinsilik kunkuması. cinsine savaş açmış bir rekabet düşkünü...
    evet var böyle kadınlar. ama saklı gizli kendini gerçekleştirmye çalışan kadınlarda var. meydan okumaya çalışan, sistemin kendine sabitlediği bakışı silmeye çalışan.
    her şeye ramen kitapta kadın karakterin sesi çok erkek çıkıyor. (yoksa çok gay mi demeliydim?)

    kıssadan kisse: bence yazar kadınlığı, onun katmanlarını, kendini gerçekleştirme safhaları olduğunu tam olarak anlayamamış. ben de onun kadınlığını anlayamadım henüz zaten.
  • 5 yaşında kız böyle olmaz diye çırpınan kardeşlerim, niye anlamazsınız: o bir semboldür sadece, yüksek topuklu dişileri temsil eden bir sembol. ve de ayrıntılara dikkat edin derim; ben de beş yaşındaki o mıncırdığımız komşu kızının, kendi yaşında başka bir dişi ortaya çıkınca ona attığı öldürücü bakışları görene kadar inanmamıştım "kadınlığın" bu yaşlarda öğrenildiğine...
  • bana murathan mungan roman yazmasin dedirtmis, kadin düsmani kitap. okuyali 4 sene olmus ama gel gör ki sinirim hala gecmemis.
    sisteme dört dörtlük entegre olmus kahramanimiz nermin´den bir tutunamayan cikmaz, nedir bu zorlama? kendini hirpalayamayacak kadar egosuna düskün bir tip asla kaybeden olamaz.
    romanin tamami nermin´in kendisi disindaki bütün kadinlara kafayi takmasi üzerine kurulu. ben nedense bir ona taktim.üzücü olan ise erkeklerin arada kaynamasi.
    5 yasindaki tugde´den 70 yasindaki ninesine kadar hepsi türlü seytani vasiflara sahip olan kadinlarimiz. bizim kadinlarimiz... tertemiz, apak erkeklerimiz...arada da bir-iki escinsel serpistirme; denge unsuru olsun diye sanirim.
  • mungan'ın en kolay okunan kitabı bence bu!

    yazmak icin uzun hazırlık yaptıgını cok calıstıgını okumustum. merakla edindim once, sonra bir kerede bitirdim. dedim ya kolay okunuyor diye...

    kadın kadının kurdudur, evet kurdudur. kitap sadece bundan ibaret. ekseni bu, donup dolasıyor sadece,, nermin ve tugde isimli iki karakter etrafında. cok iyi tanıyor yazar kadınları, cok da iyi gozlemlemis lakin ben yazarın diger betimlemelerine, degisik kurgusuna, enteresan karakterlerine alısık oldugum icin farklılık bekledim kitaptan. ama bulamadım. belki de amac budur bilemiyorum, yani tanıdık sıradan basit bir dil ile yazmak. biraz hayalkırıklıgı yasadım bu anlamda.

    aklımda kalan -altını cizdigim kitapta- ana konu; kadınların annelik uzerine olan fikirleri idi. bir kadın statu kazanmak icin anne olur mu, evet olur. kendi eksiklerini yavrusunu paramparca etmek ugruna tamamlamaya gider mi, evet gider. annelik eger ''vermek'' ise benim gozumde vermeyen lakin cok ''isteyen'' annelerinde olabilecegini anlatmıstır bana kitap, eline saglık yazarın. hic dusunmedigim bir yerden yaklasmıs dogurmaya...

    yine aklımda kalan -altını cizdigim kitapta- yan konu; kadınlar ile mutfak arasındaki ilisiki idi. mutfaklar nasıl mabed olur, mutfakta kadın nasıl kazanır ya da kaybeder, mutfak izole bir ortam sunar mı kadına bunu ogrenmis oldum. ben daha cok zaruret eksenli yaklasıyordum mutfaga, aslında oyle degilmis dedim ve hakverdim cok mutfak duskunu tanıdıgım kadınları anımsarken...

    son olarak, kitabı okuyup da cocukların tugde gibi olacagını dusunenelere;

    tugdenin annesine bakmalı once. cocuk sorumlu degildir cogu seyden. once onu yetistirene bakın, cocuk onu yetistirenin kartvizitidir! haksızlık yapmayalım tugdeye.

    ne diyelim; her bebek iyi yetistirilebilecegi ailelere gelsin...
  • murathan mungan'ın bana kadınlığı, hayatı sorgulatan kitabı. 18 yaşımda bırakın kadını tam manasıyla hayatı tanıyıp insan olamadan okumuştum bu kitabı. yine de zevk almıştım. bir tatil dolayısıyla tekrar okuma fırsatı geçti elime. bitmese diye diye okudum.

    hayata ve kadınlara dair inanılmaz doğru tespitler barındırıyor. özellikle anneliğini statü gibi yaşayan kadınları etrafımda gördükçe daha da anlamlandırdım.

    kitaptan sorgulaya sorgulaya okuduğum kısımlar.

    --- spoiler ---

    "araba kullanmak için ehliyet alınıyor, doktorluk, avukatlık yapmak için diploma isteniyor, herhangi bir işyeri için ruhsat belgesi şart koşuluyor, berber falan olmak için kalfalık, ustalık belgesi gerekiyor da ana baba olabilmek için neden hiçbir yeterlilik belgesine gerek duyulmuyor?

    bu tür tartışmalarda çocuk sahibi olmanın tabiat gereğiyle açıklanmasına da bayılırım; günümüzde bu anlayışın herhangi bir geçerliliği kalmış gibi. yüzyıllardır bütün dünyayı tabiata karşı giydirdikleri halde bir tek çocuk yapma konusundaki bu tabiyatçılık sinirime dokunuyor doğrusu. beşinci sınıf kooperatif evleri yapacağız, balkonunda mangal çevirip geğireceğiz diye beş yüz yıllık ağaçları hart hart doğrarlarken tabiat akıllarına gelmez; kanalizasyon borularını su kaynaklarının tam ortasından geçirirken de tabiat hatırlanmaz. cinsellik ve türevleri söz konusu olduğunda ise bir tabiatçılık bir tabiatçılık! üstelik hiç kimse cinselliğini tabiatına göre yaşayamazken..."

    "bütün arkadaşlarım, tanıdıklarımla içimden konuşuyorum. çünkü dışımdan konuşsam, diyeceğim şeyler hiç hoşlarına gitmeyecek. hatta belki çoğuyla bir daha görüşemeyeceğim bile...tanıdığım çiftlerin birçoğunda olduğu gibi, yemeğe çıkmak için, hep bir üçüncü kişiye gerek duyacak kadar birbirlerinden sıkılmışlardır ve yanılıp da gittiğinizde, daha ilk beş dakikada niye orada, o masada olduğunuzu anlayıverirsiniz. birbirlerine anlatacak şeylerini tüketmiş, baş başa kalma arzularını yitirmişlerdir; böyle gecelerde, size, onların tükenmiş filmlerinde " yardımcı kadın oyuncu" rolü oynamak düşer... yeni tanıştıklarında aralarına kimseyi istemeyen, hatta dünyayı görmeyen gözler, zamanla başka birilerinin varlığına gereksinim duymaya başlar. çevrelerindeki herkes, yalnızca arkadaşları olmaktan çıkıp, evliliklerini ya da beraberliklerini kurtarma operasyonunun birer cansimidine dönüşür."

    "yoksullar ve yoksulluk, burnumuzun dibinde, orada, oylece duruyor ve bizler her gün onların yanindan geçip gidiyoruz; hiçbir şey yapmadan, kimseye hiçbir yararımız olamayacağına sonsuza dek inanmış olarak, her şeyin bizi aştığını, kimse için hiçbir sey yapamayacağımızı düşünerek...gerçeklerin bilinmesi hiçbir hayatı değiştirmiyor artık. bilinmekle değil ancak adanmakla aşılacak gerçekler gözümüzün önünde kayboluyor. bizler sayıp döktüğümüzle, saptadığımızla, incelediğimizle, irdelediğimizle, tahlil ettiğimizle, adlandırdığımızla kalıyoruz. hayatsa başka yerde"

    --- spoiler ---
  • bir erkek gözünden kadınlar hakkında yazılabilecek en başarılı romanlardandır zanlımca,uygarlık tarihinin gördüğü ve görebileceği her kadın örneklenmiştir neredeyse.okurken altı çizilecek o kadar çok cümle vardır ki öyle bir alışkanlığım olsa kalem elimden düşmezdi ama özellikle 'erkeklerin omuzları kafalı kadınları taşıyabilecek kadar güçlü değildir.' mealinde bir laf vardır ki gerçekten güzel bir tespittir.
  • gecen sure ile birlikte ortaya daha net cikan bir durum var ki bu kitap, kadin edebiyatina bir erkek tarafindan vurulmus en buyuk darbedir.
    aldik, begendik, begenmedik, mungan'in hatiri girdi araya okuduk ama kadinlarin bir selim isik'i neden yoktur diye soramadan edemiyor insan. sehirli kadinlari nermin mi temsil edecektir? boyle mi olmaliydi?
    nermin bizi temsil etmesin. yanlis anlasilmalar olmasin diye altini cizmekte fayda var; nermin bizim temsilcimiz degildir! ve umursadigimiz veya umursamadigimiz sorunlarimiz onunkinden farklidir.
hesabın var mı? giriş yap