• yakup kadri karaosmanoğlunun bir romanı..
  • kıymetinin anlaşılamadığını düşündüğüm roman.
    okurken paris sokaklarında dolaşıyormuş hissine kapılırsınız. yakup kadri'nin kullandığı kelimeler her ne kadar dip notlara bakmadan anlaşılamasa da bir süre sonra akıcılığına kapılıyorsunuz.
  • yakup kadri'nin bugün başladığım ve başlar başlamaz beni cezbeden kitabıdır.

    "bütün okuduğun kitaplarda, mecmualarda vasıflarını ezberleyip de gözlerinle görmediğin, ellerinle dokunmadığın, burnunla güzel kokularını alamadığın sihirli iklimlerin anahtarı hep bendedir. zindanların kapısını açan soluk benim. örf ve âdet esirlerini paslanmış zincirlerinden ben kurtarırım. hep bir örnek günlerin mûsâbı olan hastalara türlü maceralarla şifa vermesini ben bilirim. geniş ve aydın hürriyet yoluna ben iletirim.
    gel gidelim.
    gel gidelim."

    gelesim geldi vallahi.
  • daha önce de yazıldığı üzere hakettiği değeri görememiştir maalesef bu eser. insanı yormayan diline rağmen muhteşem tasvirlere sahiptir. kitapta anlatılan sahneler kendiliğinden gözünüzün önünde canlanır. türk edebiyatına verdiği bu kıymetli eser için yakup kadri'ye ne kadar teşekkür etsek azdır.
  • adının yanıltıcı olabileceği yakup kadri karaosmanoğlu'nun bir romanıdır. roman kahramanı dr. hikmet'in "sürgün"ü bir ceza değil, hayalde idealleştirilen bir yere (paris'e) gönüllü bir kaçıştır. dr.hikmet de dönemin moda kaçış yeri paris'e gider ama aslında bu kaçışın öyle siyasi bir yanı da fazla yoktur. onun sürgünlüğü bir ceza ya da ideolojik sebeplerden kaynaklanan bir kaçma mecburiyeti değildir. hayalindeki paris'te yaşamaya başladığında burada hissettiği yabancılık duygusu onda sürgünlük hissini uyandırır.
  • yakup kadri'nin en iyi romanı olabilir. roman esasında şu günlerde yurt dışına çıkmak için can atan orta sınıfa okutulması elzem bir eser.
  • --- spoiler ---

    bu kadar içe kapanık, özgüvensiz bir insanın bir anlık bir kararla parise giden yolculuğunda son yazısına kadar güzel şeyler olacağına dair inancımı hiç yitirmedim.
    ama olmadı.

    hatta bu adam bile bu özelliklerine rağmen bu yola çıkıp mutlu sona ulaştıysa ben neler neler yaparım motivasyonu ile okurum son cümleyi diye düşünmüştüm.
    ama olmadı.

    --- spoiler ---
  • yakup kadri karaosmanoğlu, bu romanı yazdığı 1937'de, egemen bağış'ın şu an yaptığı işi yapıyor: prag büyükelçiliği.

    yakup kadri 47, egemen bağış ise 49 yaşında iken bu göreve atanıyor.

    yakup kadri, kadro dergisinin fazla bolşevik bulunup kapatılınca büyükelçi yapılıp merkezden sürülürken, egemen bağış ise 17 aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturması kapsamında avrupa birliği bakanlığı'ndan alındıktan sonra uzun bir süre atıl kalmaya dayanamayıp sağlam bir kulisle kendisini büyükelçi yaptırarak merkezden gönüllü sürülür.

    farkındayım, egemen bağış'la karşılaştırmanın hem yakup kadri'ye hem de bir sürgün'ün ana karakteri olan ve izmir'den bindiği vapurla paris'e gönüllü sürgüne gidip orada bir bolşevik olarak ölen hikmet'e büyük haksızlık.

    neticede sosyalizmin iphone'u olmaz diyen bir egemen bağış'la, 1934'te katıldığı sovyet yazarlar birliği kongresinde "türkiye'nin yazgısı bütün proleterlerin kaderiyle aynıdır, kapitalizm canavarı avrupa işçi sınıfının eti ve kanını içerek nasıl beslendiyse, anadolu köylüsünün et ve kanını içerek öyle beslendi" diyen bir yakup kadri arasında prag büyükelçiliği yapmak dışında hiçbir ortaklık yok!
  • yakup kadri karaosmanoğlu'nun bir romanı. ilk olarak 1937'de ulus gazetesinde tefrika edilmiş ve aynı sene de roman olarak basılmış.

    sene 1904. gözden düşme bir bürokratın tek çocuğu olan 27 yaşındaki doktor hikmet izmir'de sürgün hayatı denebilecek bir hayat yaşamaktadır. ailesinden gelen parayla kalbur üstü yaşarken bir anlık şeytan dürtmesi kararla bir marsilya gemisine atlar ve paris'in yolunu tutar. bundan sonrası, doktor hikmet'in; paris'le, orada mevzilenmiş jön türklerle, bohemler ve fransız entelektüelleriyle kurduğu ilişkiyle şekillenerek ilerler.

    aslında roman boyunca doktor hikmet'in düşüşünü ve hayal kırıklıklarını takip ederiz. onunkisi bir gönüllü sürgündür. izmir'de rahatı yerindedir ama muhayyilesindeki paris imajının çekiciliğine kapılır. paris'e geldiğinde ise romanlardaki, resimlerdeki paris'ten uzak bir kent; okuduklarından farklı insanlar ve insan ilişkileri bulur. kafasındaki soyut paris imajının ayakları yere basar. bu kısımlarda batı medeniyetinin gelişimine ve o gününe dair bolca konu başlığı yer alır. yakup kadri'nin batıyı asla reddetmeyen ama onu eleştirmekten de çekinmeyen yönleri buralarda hissedilir.

    paris'teki jön türklerin oluşturduğu kapalı cemaat yapısı, kendilerini öylesine bir akışın içine bırakmış olmaları da eleştiri konusudur romanda. gerçi jön türk devrimine daha vardır; tarihin hızlanmasından önceki o durgun yılların insanlarıdır onlar da paris'te ama doktor hikmet onlara da yakın duramaz. zaten politik olarak da güçlü bir angajmanı yoktur; orta üst sınıf bir ailenin steril bohem çocuğu olarak büyümüştür ve paris'teki varlık amacını ne kadar ideolojiyle cilalamaya çalışsa da bunda başarılı olamaz. doktor hikmet zaten aydın da değildir; kendisi bir aydın olarak çizilmemişken kendisinden osmanlı aydınına dair bir çıkarım yapmak ne kadar doğrudur bilemem. kendisi olsa olsa bizim için dönem entelenjiyasının ve paris'inin içinde dolaşan şarklı bir fener olur en fazla.

    hiç bir şeyi tam olarak başaramaz doktor hikmet. ne samimi bir arkadaşlık, ne çok sevdiği arlette ile vuslat ne de entelektüel ortamlardan alınacak çeşitli zevkler. zaten kendisi de bir yıl içerisinde bir balon gibi yavaşça söner veremden hayatını kaybeder. teşhisini koyduğu anda bile yurda dönmeyi aklına getirmeyip fransız taşrasında sağlığını bulmaya çalışması ironiktir. paris'te son nefesini 'annecim' diyerek verir ama imkanı varken de annesinin yanına dönmemiştir. dönem aydınının temel ikilemi sanırım kendisinde tasvir edilmiştir: bir ayağı burada bir ayağı batıda, arada öylece salınmak.

    yakup kadri gene her zamanki üslubuyla hayata ve insan ilişkilerine dair hiçbir boşluk bırakmadan yazmış eserini. üslup yer yer ağır, teorik bölümler ilgi çekici ama aşk bölümleri biraz yorucu.
  • her konuşunda her karakterde yakup kadri'yi fazlasıyla hissediyorum. hatta 1905 gibi belirsiz ve zor yılları 1937 de sonuçlanmış bir dönem rahatlığı ile eleştirdiğini, kitabın yazıldığı yılda osmanlı'dan eser de sevgi de kalmadığını o kadar belli ediyor ki kitabı değersizleştirecek cinsten. hiç romandaki olaylara odaklanamadım. hep yakup kadri'nin kalemini hissettim.
hesabın var mı? giriş yap