• nazan bekiroğlu'nun son kitabı. bir roman. osmanlı üzerine nefis bir üslup denemesi.
  • "...yalan değildi aşkın birbirine uymayan iki tanımı olduğu. bu tanımlardan biri sorgusuz sulasiz teslimiyet anlamına gelirken, diğerinin, sorgusuz sualsiz teslimiyetin kurulumu demek olduğu. böylece aşkın mutlak tanımının mümkünler aleminde na-mümkün olduğu..."
  • ' günahı ve ihaneti bu dünyada su öbür dünyada ateş arıtacakken, suyla arınmayan âşık kalbinin ancak ateşle durulduğu. belki de bu yüzden bir büyük yangının koptuğu. bir ocağın; kelâma mecbur çileden yenik elemden ibaret bir kalpten kopa gelen yangınla tutuşup kül olduğu.
    hikâyelerine ayrılarak anlatılmış bir romanda son kez yemin ediyorum ki: vallahi yalan değildi! ' boyle guzel bir anlatimi ve hissi icinde olan nazan bekiroglu eseridir. kendisini kiskandigim bir yazar olmasiyla beraber bu kitabinda hz. adem peygambere tovbe etmesi icin kelimeleri ogretende allah 'ın (c.c) ta kendisidir diyerek benim icimden sesizce kurdugum cumleyi aynen kitabinin baslangicina koymasini ayrica kıskandigim yazarimiz nazan bekiroglunun son kitabinin adi.
  • "ben. anlattıklarımın hayat tarafıyım. kalplerin tarihçesi yazılmadıkça ne tarihe ne romana inanacağım."
    en sondaki copy paste olayını saymazsak roman böylece bitiyor. her ne kadar okurken romanla fazla barışamamış olsam da bu cümle çok içime işledi. evet tarih birileri yazarsa var oluyor bunu biliyoruz, ve bu birileri çoğunlukla galip taraf oluyor (çünkü mağlup zaten yok oluyor) bunu da biliyoruz. amma bunlardan başka bir gerçek daha var, tarih hep kuru lakırdılar, ruhsuz rivayat üzerine kuruluyor. böyle olmak zorunda biraz da ama bu gerçeğin büyük bir kısmını söküp alıyor.
    son zamanlarda epey zihnimi kurcalayan bir şey vardı: tarihte yaşamış büyük hükümdarlar, yöneticiler davranışlarını nasıl ve neye göre belirliyorlardı sadece hükümdar sıfatı karar vermelerine yetiyor muydu. biz belki de en önemli kısmı unutuyoruz: kim geldi geçtiyse şimdiye kadar bu dünya üzerinden, hepsi insandı. ve davranışları hep insandan parçalar taşıyordu. mesela niye taht kavgaları oluyor diye sorduğumda en basitinden hiç toz konduramadığım ailemde bile miras ile ilgili problemler, çoğu mal paylaşımından kaynaklanan tartışmalar olduğunu görüyorum. yanlış anlaşılmalar birilerinin artniyeti de cabası. meğer ki devlet yönetmeye gör istediğin kadar toplum üzerinde hüküm sahibi ol sonuçta sen bir insansın ve hata insana mahsus bir şeydir. ismin beşer konulmuş ki şaşarsın. bu kitap bana bunun böyle olduğunu bir kez daha hatırlattı. velhasıl bu böyledir ve böyle olduğu müddettçe -kalplere ait bir tarih yazmak da teknik olarak pek mümkün görünmediği için- okuduğumuz tarih doğru olsa bile eksik kalacaktır. biz de boşlukları kendi kurgularımızla, ideolojilerimizle, saplantılarımızla dolduracağız.
    tarih yazıcılığında en doğru sözü 3 kelimede özetlemişler aslında, bundan gayrısını karıştırdığımızda hep sorun hep sorun olacak: doğdular, yaşadılar, öldüler.....
  • tarihle edebiyatin ic ice oldugu bir eser. aski anlatirken insani asik eden bir uslubu var romanin. yeniceri ocaginin ve de osmanli devletinin guclenip zayiflamasi bir ask romaninin icinde bundan daha guzel yer alamaz.
  • nazan bekiroğlunun bir romanı. giz ile örtülü her şeyin altında bir aşk vardır ve aşka yüzyıllardan beri bu örtünün üzerinden dokunulur. bu kitabı okurken yasaklanmış bir dinin yasaklanmış dualarını mırıldanırken buluyorum kendimi.
  • aşk isimli ateş'i anlatır.
    "kelam hangi perdesinden kopuyordu ki kalbin, sözü taşıyan nefese artık ondan başka isim için izin verilmeyecek olduğunu acıyla fark ettim.
    içimden, dol, dedim, bütün boşluklarımı doldur tek başına ne olursun!
    bütün boşluklarım ezelden bu yana ne birikmişse onunla doldu. dolsaydı boşluklarıma nur, ne olurdu!...
    zayıf yaratılmış kalp, belli ki yasaların da ahlakın da üzerindeydi."
  • “aşkın büyüklüğünü terk ettiklerinin çokluğuyla ölçmeyi öğrenmiş olan ben. öyle bir an geliyor ki durdurmak istese bile insan kendi içindeki işleyişlere söz geçiremiyordu. en acısı da parmaklar arasından kayıp giden bu bir avuç suya tanıklıktı. çare yok, aşk onu yaratan tarafından, hikmet işte, mükemmelliği azaltılarak yaratılmıştı.aşkı ve de onu kalbinde taşıyacak olanların tümünü yaratan kuşku yok ki, aşıklar, gerçek aşkın mahiyetini ve kaynağını önünden bulutlar çekilen dolunay gibi farketsinler diye, birbirlerine bitimsiz bir aşkla bağlanmasınlar diye, aşkı bitimli kılmıştı. bitmemesi aşkın, ancak onu yaratanın farkedilmesi anlamına geliyordu.”
  • “onu, herşeyi terk ederek, herşeyi göze alarak, yaktığım gemilerde ben de yanarak, yıktıklarımın enkazı altında ben de kalarak sevdim. hiçbir şeye akıl yetiremeyen çocukların berrak sevinciyle sevdim.onu, ömrümün bundan sonrasına dair kuş gözü kadar bir ayrıntıyı dahi merak etmeyecek kadar mutlu olarak sevdim. onu, gördüğüm o ile göremediğim o arasındaki uçurumları hesaba katmayarak sevdim.”
  • "bu hikayede biseyler eksik, niye hep numan'ın ağzından dinliyoruz herşeyi" diyenlerin, cam ırmağı taş gemi'nin son bölümünde cevap bulacakları kitap.
hesabın var mı? giriş yap