• denizaşırılıkla alâkasız olan, yaşamı boyunca hep aynı noktada duran bir insanın en hasından yabancı olabileceğinin söylenebileceği bir kavramdır
    (bkz: yabancı)
    (bkz: yabancılaşmak)
  • benzetme güdüsünü tetikliyor. tamamen yabancı olduğunuz bir ortamdaki kişiler ile, tanıdığınız veya geçmişte tanımış olduğunuz kişiler arasında benzerlik kurmaya başlıyor beyniniz. eskiden tanıdığınız ve sevdiğiniz birine benzettiğiniz kişiye karşı olumlu, aksi durumdaki kişiye karşı ise olumsuz bir önyargı ile iletişim kurmaya başlıyorsunuz. önyargının etkisi ise kişinin benzerliği ile doğru orantılı oluyor.
  • aslında bunları “30 yaşından sonra anlaşılan gerçekler” başlığına da yazabilirdim, ama nereye daha çok aitler bilemedim.

    “ait olmak” ne kadar önemli, değil mi? gençken hissedilen; her yere gidebilirim, her yerde tutunabilirim, istersem hayatımı baş aşağı değiştirebilirim, istediğimde tekrar eski haline getirebilirim hissi, belli bir yaştan sonra yerini sabitlenme isteğine bırakıyor. en azından benim için böyle. ait olmak; hep düşünüldüğü gibi sadece birine ait olmak da değil, bir eve ait olmak, bir odaya ait olmak, bir şehire, bir köye, bir sokağa ait olmak, o sokaktaki esnafa ait olmak... bu saydıklarımın en az birinde rahat nefes alabildiğini hissetmek sadece.

    bu akşam, tamamen şans eseri önce şu (bkz: #35044023) satırları okudum. bir süre sonra da kaldığım otelden çıktım. küçücük bir kasabadayım; akşamları, hele de pazar akşamları, sokakta tek bir insana rastlamanın şaşırmanıza sebep olabileceği cinsten. insanın yürürken sadece kendi nefesini, ve ayak seslerini duyabildiği türden. kasabanın açık olan tek barına gittim ve oturdum. kimse yoktu, barda çalışan kız dışında. bir bira ısmarladım kendime ve “ bir kış gecesi eğer bir yolcu”yu * okumaya başladım (bir kitap adı olsaydım, bu akşam tam da bu adı seçerdim zaten). otelden çıkarken kendimi böyle kandırmıştım çünkü. eğer okumasaydım, orada tek başına oturmayı asla başaramazdım. henüz birkaç sayfa ilerlemiştim ki; kitaptaki yabancının (daha doğrusu ben’in) hiç bilmediği bir taşra kentinin istasyonunda kalakaldığı sahne çıktı karşıma. istasyon büfesindeki insanların arasında hissettiği yabancılık hissi de çok gecikmedi. peki, bu da mı tesadüf? evet, öyle. ben kitabı okurken, ve bu tesadüfe şaşırırken, ve bir yandan da bardaki eğreti halime üzülürken (aynı anda pek çok şey yapabildiğim doğrudur); insanlar gelmeye başladılar, birer ikişer. içeri giren herkes; önce benim yabancılığımı tasdikledi, sonra da diğer masalardaki tanıdıklarına selam verdi bir bir. bu esnada; bazı masalar birleştirildi, büyük gruplar halinde tekrar yerleşildi ve masalar arası sohbetler başladı. herkesin birbirini tanıdığı bir yerde, yabancı olmanın farklı bir ağırlığı var. tam olarak anlatamıyorum ama bu ağırlığı taşıyamayıp, oturduğum yerde gitgide küçüldüm ben. kitabı okuyor gibi yapıp, etraftakilerin neşesine bakmaya ve kıskanmaya başladım. elbette, çaktırmadan. bir yabancı tarafından izlenmek kimin hoşuna gider ki?

    başta da dediğim gibi; eğer yirmili yaşlarımda ve yine bugünkü durumda olsaydım, yaşadığım yabancılık bana çok çekici gelirdi. garsona, bira olarak ne tavsiye ettiğini sorarak başlardım akşama ve tavsiyesine kesinlikle uyardım. elimde, kurtarıcı olarak gördüğüm bir kitap da olmazdı büyük ihtimalle. farkedilmemek için kenardaki ufak masalardan birine oturmak yerine, doğrudan bara oturabilirdim ve yüzüme bakanları görebilecek şekilde başım yukarıda olurdu. insanlara; “evet yabancıyım, ama bakın işte ben de buradayım” der gibi gülümseyebilirdim. tabii ki bunların hiçbirisi olmadı bu akşam, bu kasabada. çünkü ait olmadığım yerlerde olmak, artık sadece yorucu geliyor. üstelik etrafımda, her haliyle oraya ait insanlar varken...

    en iyisi, birayı hızlı hızlı içip kalkmak. zaten kapıdan çıkıp, sessizce kaybolabilirim, çünkü yabancılardan sipariş sırasında ödemeyi de hemen alıyorlar. yabancı olmayanların kredisi ise hep orada hazır bekliyor onları.

    “işte ben şimdi, ne burada ne başka bir yerde olmayı deneyimliyorum; buraya yabancı olmayanların tarafımdan gözlemlenip kıskanıldıkları süreç içerisinde, yabancı olmayanlar tarafından bir yabancı olarak algılanıyorum. evet, kıskanıyorum onları. sıradan ve küçük bir kentin akşam yaşantısına dışarıdan bakarken kim bilir ne zamandan beri sıradan akşamlar tarafından dışlandığımı düşünüyorum; bunun gibi binlerce kenti, akşamın inmesini seyreden insanların doldurduğu binlerce aydınlatılmış mekanı geçiriyorum aklımdan; bu insanların hiçbiri benim zihnimden geçen düşüncelerle meşgul değil; belki kıskanılası olmayan başka tasalara sahipler, ama şu anda konumumu içlerinden herhangi biriyle değiş tokuş etmeye hazırım.” *
  • global coronavirus paniği tuhaf geliyor, yeni bir dinle karşılaşmış eski dinli veya dinsiz gibi hissediyorum. yabancılık haliyle henüz herkesle birlikte korkmaya veya amok koşmaya başlamadım. devletler de panik oluyor, nedense oluyor. güdüme girmeyi ve paniği bence anlaşılır kılan bariz neden, sahipsiz ve ani ölenlerin, yerde dümdüz yatıyor görüntülerinin ürettiği korku. bu kurumları da bireyleri de potansiyel kurbanlık cenderesine soktu. açlık, aç kalmak yandan ikincil üreyen korku. tepkiler, toplum davranışı düzenlenebiliyor, öngörülebiliyor, sosyoloji ve kitle davranışı denetimi çok ilerledi.

    "onların anlaşılması ve anlatılması olanaksız hareketlerini seyrederken, beni tedirgin edenin; bende hem tam anlamıyla bir yabancılık, hem de çok tuhaf bir tanıdıklık* gibi iki tutarsız ve çelişik izlenim uyandıran şeyin ne olduğunu birden ilk kez açık seçik anlayıverdim." h. g. wells - the island of dr. moreau

    "yabancılaşmanın tek panzehiri, yabancılığın korunmasıdır." theodor w. adorno- minima moralia

    (bkz: yabancı/@ibisile), yabancılaşma/@ibisile
    (bkz: kültür farkı/@ibisile)
  • küçük ayrıntılarda gizlidir. mesela füruzan‘a göre iskeleye gelen vapur sayısını bilmemektir yabancılık:

    “sen yabancısın. buraya kaç vapur gelir bilir misin? bilmezsin. o kadar kolay mı?”

    (bkz: yaz geldi)
hesabın var mı? giriş yap