• gotun osmanlicasini bilmeyen sozluk yazaridir.
    son zamanlarda bos bir caba icerisine girmis, genel tavir olarak da sadece sozlukteki pek cok yazar gibi degil, gundelik hayatta herhangi bir yerde rastlayabileceginiz bir sekilde, karsit gorusun mantik cercevesinde kalmadigi anlarda kufurlu konusmayi sectigi icin agir hakaretlere ugramis/ugramakta olan yazardir.
    kendisine hatirlatmayi borc bilirim ki (bkz: bu sozlukte gote got denmez)!

    (kendisini tanimam etmem, "sil bunu" derse silerim.)

    zorunlu edit:
    kendisi yazdiklarima karisamayacagini velakin bir yanlis anlamanin oldugunu bildirdi. kimseye kufretmedigini, kufurlu entrylerinin tamamen farkli basliklarda oldugunu soylemek mecburiyeti hissetmis..

    yukarida yazdiklarimdan sozluk ahalisinin bir kisiye kufrettigi anlami cikarmayacagindan adim gibi emin olmama ragmen tartisma limiti sonsuza giderken hakli haksiz karismasi ihtimaline karsi bende bir edit yapma ihtiyaci hasil oldu***.

    velakin kendisine kirgin oldugumu da belirtmeden gecemiyorum. bu dusuncesini bana mesaj fasilitesi yoluyla aktardi! bu yaptigina g.tluk yapmak denir. bir baslik acmak, o da olmadi alakasiz bir baslikta laf atmak dururken... (bkz: mesaj fasilitesini fikir tartismasi alani sanmak)
  • okeye daimi dördüncüm; sinemaya gidecek olsam, sahafları gezecek olsam, oturup sahilde çay içip iki lafın belini kıracak olsam, halı sahada maç yapacak olsam, gece yatacak yer arıyor olsam, taksim meydanında beş parasız dımdızlak kalmış olsam, sevinçten ne yapacağımı bilemiyor olsam, iddiaya girecek olsam, didişmek için bahane arıyor olsam ilk arayacağım adamlardan.

    düşündüm de benim acilen evlenmem lazım, ilişkimiz olması gereken boyutları aşmış, faciaya doğru ilerliyor.
  • sevgili sözlük muhipleri siz bunun ne arlanmaz bir muharrir olduğunu bilmezsiniz; nereden bileceksiniz ki. durun biraz bahsedeyim de aranızda kendisiyle muhabbete yeltenecek benim gibi iyi niyetli, naif beşerler mevcutsa peşinen tanısın bilsin de mağdur olmasın.

    efenim kendisi dersaadet hayranı olmasından mütevellit keyf-i azizlerine pek merbutdurlar. bir nefesçik nargile dumanını ciğerlerinde hissetmek için stampol’un altını üstüne getirirler de zerre nedamet duymazlar. siz de zatına şayet böyle bir günde denk gelmişseniz “amanın ne kibar bir âdemoğlu, misafirine hürmette kusur etmemek için istanbul trafiğiyle cengâver misali boğuşuyor” diyebilirsiniz. lakin aslı astarı yoktur, sırf şahsi keyfidir efenim aldanmayınız.

    neyse mevzua gelelim; geçen günlerde muhteremin de aralarında bulunduğu ahbapla hasret gidermek, muhabbet etmek için stampol’a gitmeye karar verdim; gidip bilet aldım amma bulunduğum şehrin mukimleri de aynı gün yarân muhabbeti arzu etmiş olacaklar ki makul bir saate bilet bulamadım; istanbul’a ancak gece yarısı vâsıl olabilecektim. nasıl olsa her daim kapısı bize açık bir dostumuz vardır diyerek pek üzerinde durmadım. ancak yola çıktıktan sonra bütün çabalarım nafile kaldı, müşarünileyh telefonunu açmamaya başladı. işkillensem de hüsnü zannı elden bırakmadım, “meşguldür zağar, işi bitince arar muhakkak” diyerek kendimi kandırmaya başladım. fekat otobüsten iner inmez hakikatin sillesi yüreğimi parçalayıverdi. bırakınız “hayırdır mirim nedir derdiniz” diye aramayı, muhterem telefonunu büsbütün kapatmış. gecenin kör vakti istanbul sokaklarında kurda kuşa yem olma ihtimali hüsnü zannımı ziyadesiyle arttırınca kalkıp evine gittim. sokakta gecenin o vaktinde görmeye alışık olmadığım bir kalabalık birikmişti, hepsi de bizim angel’ın dairesine bakmaktaydı. ne oluyor acep diye yanlarına yaklaşıp sordum. meğer münafığın biri eve topladığı rus hanfendileriyle yenilerin âlem diye tesmiye ettikleri rezilliği icra etmekteymiş. kalabalıkla birlikte bir müddet “cık cık” çektikten sonra sessizce kapıya vardım, gördüğüm manzara beni derinden yaraladı. şöyle bir manzara hayal edin efenim, “nohut oda bakla sofa” tabir edilen bir evin içerisine birbirinden afet on oniki tane hanfendi sere serpe yayılmış, aralarında da bizim angel hangisine iltifat edeceğini şaşırmış vaziyette turluyor. bir yandan da teneke cızırtısını andıran bir musiki yeri göğü inletiyor. kapıyı açan afeti devranı kibarca kenara ittikten bâde odaya hışımla dalıverdim. zannedersem karşısında gözü dönmüş on onbeş tane wolkan görmesinden olacak telaşlandı, masayı toplayayım derken bardakları devirdi, yürüyeyim derken birkaç cana kastetti. nihayetinde sarıldık, öpüştük. kendisini odaya kilitleyip hatunları giydirdim, (pek zor olmadı zira hanımlar el bezi yapmaya bile yetmeyecek elbiselerle çıkmışlar o ayazda sokağa) aşağı indik. ahalinin en gözü dönmüş, bıçkın olanlarına hanımları evlerine bırakmaları için teslim ettim (hepsi gayet memnun oldu, teşekkür ettiler),diğerlerini de angel’ın turizm bakanlığında çalıştığı, hanımları da misafirperverliğin ne demek olduğunu göstermek için topladığı nevinden klişe yalanlarla ikna edip yukarı çıktım. (inanmaya ne kadar hevesli bir topluluktu yarabbim)

    şimdi soruyorum azizân, sizi böylesine müşkül bir durumdan tereyağından kıl çeker gibi kurtaran bir dostunuza en azından bir teşekkür etmez misiniz? neymiş efenim gecesini mahvetmişim, ayda yılda bir âlem yaparmış da ne hakkım varmış. bir dahaki sefere o güruha katılıp evi basmazsam ne olayım.
  • delikanlıdır, samimidir, candır ciğerdir. neyin edep dairesinde olup neyin olmadığını bilir. peki neyi bilmez;

    iki üç osmanlıca kelime serpiştirerek kurulan ucube cümlelerle elaleme türkçe dersi verilebileceğini bilmez.

    ısrarla muhatap kabul etmediğini belirttiği yazar nickleri altında arz-ı endam etmenin hemoroid belirtisi olduğunu da bilmez.

    bir fikri savunuruken argümanlarının sağlam olmasından ziyade sözlükte genel kabul görmüş fikirleri gevelemenin daha etkili bir yöntem olduğunu bilmez.

    uslub-u beyan ayniyle insan lafzının bir şahsı işaret edebilmesi için istikrarlı bir çizgi tutturulması gerektiğinin farkındadır ama bir paragraf içerisinde milyon kere kıvırabilme kabiliyetini kazandıktan sonra ahlak dersleri verip mahrumiyetini çektiği erdemleri ağzına sakız yapmanın itibar alameti sayılabileceğini bilmez.

    velhasıl daha yolun başındadır, öğreneceği çok şey vardır.

    (bkz: kavugu begenmeyen patetik beyanatı)
  • an itibariyle 3-3 olan maç.

    saçma olduğunu biliyoz ama ne yapalım .mna koyim, buraya yazdığım entrylerin aynısından bir tane daha yazsam mal durumuna düşmüş, ahmaklığımı, beceriksizliğimi cümle aleme göstermiş olmaz mıyım? gerçi ben ahmak olduktan sonra bunu cümle alem bilmiş ya da bilmemiş ne farkeder.
  • söylenen herseye bir karsitlik bulan adam olarak dikkatimi çekmisti.sonradan anladim bagimlilik yapacagini.geçen onca yila ragmen hala ayni sicakligi bulabildigim nadir kisilerden.düsünüyorum da, paylasmadigimiz birsey kalmamis.

    (bkz: ilk entrin ben olayim dedim)
    (bkz: olamadim)
  • o kadar uzun zamandır tanıyorum ki bu adamı, sanki hep vardı.lisedeki maceralar, sarıyerde final haftası, buz gibi havada sobanın başında sabaha kadar radyo dinleyip akşama kadar uyudugumuz günler ise gerçekten yaşandı mı emin bile değilim. sanki üzerinden yüz yıl geçmiş gibi. çeliktepede, üsküdarda hep bu adam vardı. niye vardı, ne işimiz vardı bilmiyorum…

    insan, dünyayı kastederek “ne işim var lan benim burda? ne yapıyorum ben?” dediği zaman… ve aslında hiç bir şey yapmadığını, sadece süreye oynadığını farkettiği zaman, top çevirecek, oyunu açacak birilerini arıyor etrafında. saçma sapan da olsa konuşacak, konuşmasada dinleyecek gerçekten tanıdığı yüzler arıyor. hiç kimseyi bulamadığı zaman arkadaşlarının kıymetini daha iyi anlıyor… angel’in kıymetini daha iyi anlıyor. bilindiği gibi işte, hayat çok garip…

    beşiktaşta boğaza sıfır çaycıları, istiklal caddesini, kız kulesinin tam karşısını, kadıköy vapurlarının güzel kızlarını buna emanet etmiştim.kesin sahildeki tüm çayları içip hatun kaldırmıştır vapurdan o ayrı.
  • evli barklı adam.taa elazizlere gidip düğününde oynadım diye alnıma para yapıştırdı.
    artık küfür de etmeyecek söz verdi.
  • ping/pong hızı, cebir kafesi-
    sulanan kanın boncuk, boncuk nefesi;
    alaşağı gökyüzü, köprücük kemiği.
    herneysehernerede.

    japooon'çığlıklarımı ağırdan alan koğuşta.
    bir operanın sondan ikinci perdesi.

    bir de kendine faul yapıldığını düşündükçe çıldırmasa. kıpkırmızı bir kartın üzerinde uzanmasa...
  • hayat boyu mutluluklar diledigimdir
hesabın var mı? giriş yap