• 12 yaşında tahta çıkıp önce kâbil şahı, 1526'da da hindistan imparatoru olan babür'ü bizim milliyetçi ve islamcılar, kâh türklüğünü kâh müslümanlığını vurgulayarak ve ismindeki muhammed'in bilhassa altını çizip zahîrüddîn muhammed bâbür falan diyerek ne de güzel sahipleniyorlar.

    sanatseverliği, şairliği (babür şah'ın şiirleri), yazarlığı, bahçeleri (bkz: babür şah'ın bahçesi), küffara karşı zaferleri, cumhurbaşkanlığı forsu'ndaki 16 türk devleti yıldızından biri olan ve 1858'e kadar yaşayan babür imparatorluğu kuruculuğuyla falan dört dörtlük biri babür şah, eyvallah. ama işte milliyetçi muhafazakârlarınki gerçek bir sahiplenmeyse eğer, bu sahiplenmenin bu orta asya prensini bir bütün olarak yani türklüğünü, müslümanlığını, şairliğini, yazarlığını ve de biseksüelliğini, sufi mezarını parçalayıp üstünde tüttürecek kadar uyuşturucu müptelalığını, alkole deli gibi düşkünlüğünü, afganları kazığa oturtup kafataslarından kule yapacak kadar şiddete meyyalliğini ya da ne bileyim eşek şakası severliğini falan da kapsaması gerekir.

    bakıyorum da biseksüelden sonrası keyfinizi kaçırdı! hayırdır, beklemiyor muydunuz? neyse ki babürname adlı el yazması anılarında her şeyi bizzat kendisi tek tek anlatmış. merak eden gider aşağıda sayfa/cilt numalarını verdiğim alıntıların şu kaynağına bakar: reşit rahmeti arat, baburnâme -babur'un hâtıratı-ı/ıı/ııı, 1970, milli eğitim bakanlığı 1000 temel eser, istanbul.

    1) önce biseksüelliği ile başlayalım: 17 yaşındayken annesinin bulduğu kızla evlenmiş ama kıza karşı soğuk ve annesi de durmadan oğlunu halvete zorluyor: "ayda veya kırkın günde bir, annem hanım beni azarlayarak ve zorla ona gönderirlerdi." 113/ı

    derken baburî adlı bir oğlana sırılsıklam aşık olur ve bir erkeğin bir başka erkeğe olan aşkını inanılmaz tutkulu bir şekilde yazıya döker:
    "baburî bazan yanıma gelirdi. fakat ben, utancımdan yüzüne bakamazdım; nerede kaldı ki onunla konuşup görüşebileyim. neşe ve heyecanımdan, geldiğine teşekkür edemezdim; nerde kaldı ki, uzaklaşmasından şikâyet edebileyim. mülâzemet teklif edebilecek takat ise, kimde vardı. bir gün bu sevgi ve muhabbet anlarında, maiyetimle birlikte, sokaktan geliyordum; birdenbire baburî karşıma çıktı. bana teessürden öyle bir hâl geldi ki, az kalsın eriyordum. benim için ona doğru bakmak veya hitap etmek imkânı hiç yoktu. bin hicap ve azapla geçildi. muhammed sâlih’in şu beyiti hatırıma geldi: <<sevgilime her baktığım zaman mahcub oluyorum; arkadaşlarım bana bakıyorlar; ben ise başka tarafa bakıyorum.>> bu beyit benim vaziyetime çok uyuyordu. aşk ve muhabbetin coşkunluğundan, gençlik ve mecnunluğun kuvvetinden, baş açık ve yalın ayak etrafta, sokakta, bağda ve bahçede gezerdim. ne tanıdıklara ve yabancılara iltihak eder ne de kendimden ve diğerlerinden çekinirdim. <<aşık olunca, kendimi kaybettim ve divâne oldum; bilmedim ki, peri yanaklılara âşık olmanın hâli bu imiş>> bâzan, mecnunlar gibi, tek başıma dağ ve çöllere gider, bâzan bahçe ve mahalleleri sokak sokak dolaşırdım. ne yürümeğe ve ne de oturmaya ihtiyarım vardı; ne gitmeye ve ne de kalmaya karar verebiliyordum . <<ne gitmeğe kuvvetim ne de kalmağa takatim var; ey gönül bizi bu hâle sen düşürdün>> 114/ı

    2) alkole düşkünlüğü: aslında babür'ün başlarda içkiyle arası pek yok:
    "küçüklükte içkiye meylim yoktu ve şarabın keyfiyetini bilmezdim. bâzan babam şarap teklif etse, itizar eder ve kabûl etmezdim...sonraları gençlik hevesi ile ve nefse mağlûp olarak, şaraba meyil hâsıl oldu" 298-299/ıı

    ama nasıl bir meyil! gemilerde, teknelerde sabahlara kadar süren içki alemlerine başlamış. neredeyse ayık gezdiği gün yok: "kırk yaşımda içkiyi bırakmak niyetinde olduğum ve buna da bir seneden az bir müddet kaldığı için, ifratla içiyordum." 400/ıı

    bırakmaya niyetli olduğunu söylese de öldüğü 47 yaşına kadar deli gibi içmiş. üstelik sadece pek bir sevdiği buhara şarabı değil rakı da var menüde:
    "öğle vaktinde...gemiye girip rakı içildi. yatsıya kadar gemide içip, yatsı vaktinde tamamen sarhoş bir halde çıkıp, ata binip, meşaleyi elime alarak, nehir sahilinden ordugâha kadar, kâh atın bir tarafına kâh ikinci tarafına eğilerek ve çılgınca at koşturarak gelmişim. çok sarhoş imişim. ertesi gün böylece elime meşale alıp karargâha gelişimi anlattılar. hiç hatırlayamadım. eve geldikten sonra, epeyce kusmuşum." 364/ıı
    "ertesi gün, divan dağıldıktan sonra, gezmeye çıkarak, bir gemide rakı içildi." 362/ıı

    3) uyuşturucuya düşkünlüğü: orta asya'nın ünlü uyuşturucusu macun'un, afyonun ve türlü esrar çeşitlerinin müdavimi babür. her fırsatta alıyor. hatta sıklıkla bunları alkolle karıştırıyor ama tercihi ayırmaktan yana: "mâcun sohbeti ile rakı ve şarap sohbeti hiç bir zaman birbirine uymaz." 363/ııı

    "ikindiye kadar rakı içildi. rakının kötülüğünden nefret edip, bu taraftakilerin ittifakı ile, macunu tercih ettik. bir tarafta mâcun ve diğer tarafta içki kullanılmıştı. mâcun sohbeti ile içki sohbeti hiç bir zaman birbirine uymadığı için* fevkalâde müteessir oldular. ben: —sohbeti bozmayın, rakı içmek isteyen adam, rakı içsin; mâcun isteyen adam, mâcun yesin ve hiç kimse birbirine taarruz ile dil uzatmasın” — dedim. 363/ıı

    "o gece, kulağımdan muztarip olduğum için — mehtâp da buna sebep oldu — afyon aldım. ertesi gün afyon humarı* çok iztirap verdi. çok kustum." 555/ııı

    "gemiye binip, mâcun yedik. ordugâhtan bir az yukarıda bir adada gemiyi durdurarak, pehlivanları güreştirdik...geçen sene bu ordunun indiği yurtta, geng suyunu kendim yüzerek geçip, bazıları at bazıları da deve üstünde oldukları hâlde, buraya gelerek, gezmiştik. o gün afyon yemiştim." 595/ııı

    bir seferinde ise babür, dağlarda gezerken 13. yy ünlü sufisi lal şahbaz kalender'in kabrine denk gelir: “böyle havadar bir yerde mülhid bir kalenderin kabri ne münasebetle bulunuyor... emrettim; bozup, orasını düm-düz ettiler. çok güzel ve havadar bir yer olduğu için, mâcun yiyerek, bir müddet orada oturduk" 354/ıı

    "perşembe günü, güneş doğarken, suyun sâhilinden hareket edildi. o gün mâcun yiyerek, nefis gülzârı seyrettik." 371/ıı

    "ertesi gün, muhammed-ağa köyünün civarına inip, mâcun yedik ve suya balık otu atıp,
    bir mikdar balık tuttuk." 384/ıı

    "ertesi gün, istalif’e gelip indik. o gün mâcun yenildi. cumartesi günü, istalif’te içki sohbeti yapıldı. sabah istalif’ten hareket edip, sincid-dere’nin arasından geçip, hoca seyârân'ın yakınına geldiğimiz vakit, kalınlığı bilek kadar ve uzunluğu bir kulaç olan büyük bir yılan öldürüldü. bu yılanın içinden, ondan biraz ince, başka bir yılan çıktı. her hâlde şu kısa bir zamanda yutmuş olmalı; bütün âzası tamamdı. ince yılan o büyük yılandan biraz kısa idi. bu ince yılanın içinden de büyük bir sıçan çıktı; o da tamamdı ve hiç bir yerine halel gelmemişti. hoca-seyârân’a gelip, içki meclisi yapıldı...sabah harekete geçip, mâcun yedik" 385/ıı

    4) şiddete meyyali: "becûr halkı düşmandı ve hududu aşan düşmanlıktan başka, bu halk arasında kâfirlerin âdeti yayılmış ve islâm âdeti o sürü arasında zayi olduğu için, katliam yapılarak, kadın ve çocuklarının hepsi esir edildi. tahminen üç binden fazla adam kesilmiştir. kurgan zaptedildikten sonra, girip kurganı seyrettik. duvarlarda, evlerde, sokak ve civarda sayısız ölü yatıyordu. gelip geçenler, ölüler üzerinden yürüyorlardı. seyirden dönüp, sultanlarının evine indik." 347/ıı

    " kısa bir zamanda yüz-yüz elli afganı ele geçirip, bâzılarını diri olarak, fakat ekserisinin başını kesip getirdiler. afganlar muharebede âciz bir vaziyette kalınca, düşmanlarının önüne, dişleri arasına ot alarak gelirlermiş ve bununla: — “ben senin öküzünüm” — demek isterlermiş. bu âdeti orada gördük. âciz bir vaziyette kalan afganlar, dişleri arasına ot alarak, geldiler. diri getirilenlerin de boyunları vurdurularak, indiğimiz yurtta kesilen başlardan bir minare dikildi. ertesi sabah oradan kalkıp, hengû’ye inildi...burada da kesilen başlardan bir minare dikildi." 228/ıı
    "bennû’de de kesilen başlardan bir minâre yapıldı" 229/ıı
    "ölen afganların başından bir minare dikildi." 322/ıı
    "muharrem ayının dokuzunda kalkıp, bir kürûh daha aşağıda, aynı becûr vâdisine inilerek, yüksek bir yerde, kesilen başlardan bir minare yapılması emredildi." 348/ıı
    bu kırk — elli afganın hepsi ok ve kılıçla parçalandılar. bunlar kesildikten sonra, bir otluğa inip, bu afganların başından bir minare yapılmasını emrettim." 383/ıı

    "afganları kovalayarak, dağa çıktım. bir afgan benden biraz aşağıda, kenardan kaçıyordu. koluna ok attım. bu ok isabet eden afgan ile diğer birkaç afganı ele geçirip getirdiler, ibret için, bazıları kazığa vuruldu." 340/ıı

    kendisine yönelik başarısız bir suikast sonrası yaptıkları ise akıl alır gibi değil:
    " aşçı, işkence üzerine, anlatıldığı gibi, teker-teker mufassalan anlatır. pazar günü divan günü idi; ekâbir, eşraf, emir ve vezirlerin divanda hazır bulunmalarını ve iki erkek ile iki kadını getirip, sorguya çekmelerini emrettim. vak’anın nasıl olduğunu, bütün tafsilâtı ile anlattılar. o çâşnîgiri parçalattırdım. aşçının diri diri derisini yüzdürdüm. kadınlardan birini fil altına attırdım; birini kurşuna dizdirdim. birini muhafaza altına aldırdım. o da kendi yaptığına giriftar olup, cezasını görecektir." 498/ııı

    son olarak şunu söyleyeyim. bugüne kadar islam edebiyatında babürname'yle kıyaslanabilecek bir anlatı çıkmış değil. yukarıda saydıklarım bir tarafa, babür şah'ın sadece bu otobiyografik anılarını bütün ayrıntılarıyla ve samimiliğiyle kaleme alması bile onu tarihte bambaşka bir yere oturtuyor ki sanırım bunun o da farkındaymış:

    "bunları yazmaktan gâyem şikâyet değil, hakikati söylemektir; bu söylenenlerden maksad - kendimi târif değil, vâki olanı beyan etmektir. burada böylece her sözün hakikati ve her işin olduğu gibi yazılması iltizam edildiği için, şüphesiz baba ve büyük kardeşten iyi ve kötü ne şâyî olmuşsa, onları söyledim ve akraba ve yabancıdan ne gibi kusur veya meziyet görülmüşse, onları yazdım. okuyan mâzur görsün ve işitenler de
    târizde bulunmasınlar."

    not: bu arada eşek şakası severliğini yazmayı unuttuğumu sanmayın, unutmadım tabiki de. babür yine tüttürmüş, kafası iyi ve buna hanzal getirmişler. anadolu'da cırt atan, it burnu ya da ebucehil karpuzu adı verilen bu bitkinin dehşet acı ve inanılmaz kötü bir tadı var ve babür de bunu çok iyi biliyor. fakat arkadaşı derviş muhammed bu meyveyi hayatında ilk kez görür. sonrasını babür'den dinleyelim:

    "derviş muhammed, hanzalı hiç görmemişti. ben bunun hindistan kavunu olduğunu söyledim ve bir dilim kesip verdim, iştiha ile ısırdı ve akşama kadar acısı ağzından gitmedi." 389/ıı

    babürname'de yazmadığı için bu eşek sakasının sonnda derviş muhammed'in babüre "skcem yapcağın işi senin babür" deyip demediğini hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. çünkü tarihi, eşek şakası yapanlar yazıyor, mağdurlar değil.
  • cengaverliğini dedesi timur'dan*, sanatkarlığını şahruh'tan, ilim düşkünlüğünü ise uluğ bey'den aldığını düşündüğüm babür imparatorluğu'nun kurucusu. mücadelelerle geçen çalkantılı, iniş çıkışlarla dolu bir yaşam. tarihteki dibi ve zirveyi aynı hayatta yaşayabilmiş nadir şahsiyetlerden. avrupalı bir lider olsa hakkında binlerce makale yazılır yüzlerce oyun sahnelenir, bir dolu film dizi çekilirdi muhtemelen.
  • hastalık derecesinde çiçek ve bahçe düşkünü olan türk imparatoru. devletinin delhi, lahor ve agra gibi önemli merkezlerinde eşsiz güzellikte bahçeler kurdurmuştur. hatıralarını anlattığı vekayi adlı eserinde bu tutkusundan uzun uzadıya bahseder. ısteği uzerine yapılan araştırmalar sonucunda otuz dört çeşit lale tespit edilmiştir. kendisinin kaleme aldığı lale konulu bir gazel bile vardır.
  • gazi zahireddin muhammed babür adlı kişinin nicki.
    hint - türk imparatorluğunun kurucusu şair - yazar kişi.
    ali şir nevaiden sonra çağatay edebiyatının en güçlü ismidir.
    eserleri babürname ve babür divanı adı altında toplanmıştır.
    mübeyyen ve risale i validiyye adında iki de kitabı vardır.
    şair ve yazar olmanın ötesinde, hükümdar, hattat, nakkaş, ve bestekardır.
    kayıtlarda yer almasa da coder, overlokçu ve vinç operatörü olduğu da söylenmektedir.
  • devleti ve kendisi "moğol" diye anılmasına karşın, has be has türk'tür ve dahi moğollar'dan kendisine ve çeşitli aile mensuplarına çok kereler ihanet ettiklerinden nefret eder. öncelikle devletin moğolluğu hakkında (bkz: #18131012). yazdığım iletinin baş kısmından kırptığım kısmı ise burada:

    baburname'yi okuyanlar bilirler ki babur kendinin turk oldugunu bilir ve hatta bununla gurur duyar. mogollar'dansa tam aksine nefret eder, mogollar'i capulcu bir ulus olarak gorur ve bircok kereler kotuler "bunlar baktilar savasi kendi taraflari kaybediyor, kendi askerlerini yagmalamaya baslarlar" gibi seyler yazarak. babur'un mogol olmasi olayi, batililar tarafindan ortaya atilmis bir yalandir. soyle basit bir ornek vereyim: panipet vurusmasindan sonra teslim olmayan biyane emirine babur farsca iki beyit yazip yollamistir. beyitler sunlardir:

    ey biyane emiri, turkler'le kavgaya girme
    turkler'in cevikligi ve kahramanligi malumdur

    cabuk gelmez ve ogut dinlemezsen
    malum olani beyana ne luzum vardir.

    mogollari kotulemesi hakkinda:

    mogollar melek de olsalar kotu olurlardi
    mogol adi altindan da yazilsaydi kotu olurdu

    mogol bicmelerinde bir basak bile kapmamaya bak
    mogol tohumuyla ekilmis hersey kotu olur.

    ***

    bunun dışında, başlık boyunca anılmamış olması ilginçtir, kendisi semerkand'ı zaptetmek için şah ismail'in himayesine girip şii olmuş ve şah ismail'in kuvvetleri sayesinde de hakikaten başarılı olmuştur. halk kendisini çok sevdiğinden başta giydiği kızılbaş çuhası ve börküne ses etmemekle birlikte, gün geçtikçe halkta huzursuzluklar başgöstermiş ve şah ismail'in de çaldıran'da yavuz sultan selim han'a kaybedip inzivaya çekilmesi üzerine tam olarak yok edemediği şaybak karşısında tutunamamış (şaybak bu dönemde kendini sünniliğin savaşçısı olarak gösterip semerkand halkında kendine karşı bir sempati uyandırmıştır) ve geri çekilmek zorunda kalmıştır. bu olaydan sonra semerkand defteri tamamen kapanmıştır. babur şah'ın vekayi'sinde bu olayların anlatıldığı kısımlar kayıptır ya da küçük bir ihtimal olmak üzere hiç yazılmamıştır.
  • baba tarafindan timur'un, anne tarafindan cengiz han'in soyundan gelen, tam adi zahireddin muhammed babur olan babur imparatorlugunun kurucusu.(1483-1539)
  • bir türk olarak kendisini üstün körü tanıyıp bu zamana kadar araştırmamanın üzüntüsü ve utancıyla bu açığı bir nebze olsun kapatma arzusundayım. bu yüzden, babür şah hakkında kentler ve gölgeler programında rahmetli haluk dursun’un verdiği, temel bilinenler hariç, bazı yerlerde bulunamayan bilgilerin bir kısmını burada paylaşmak isterim;

    -babür isminin anlamı kaplan’dır.
    -babür şah, kabil’de yaşadığı dönemde oranın havasını, suyunu çok sevmiş, ordaki hayatı hep aramıştır.
    -agra şehir planlamasına müdahale etmiş, şehri su kenarlarına yaptırdığı seyir terasları, büyük havuzlar ve hamamlarla süslemiştir. su kültürüne ve peyzaj mimarisine özel bir ilgisi vardır. bahçelerde ona göre mutlaka su olmalıdır.
    -botanik hakkındaki bilgilerini ve bahçelerde kullandığı bitkilerin özelliklerini, nerelerde yetiştirildiğini, hepsini detaylı bir şekilde babürname’de yazmıştır.
    - babürname’de 22 ayrı bahçeden bahseder. bunların bazılarını kendisi yaptırmıştır.
    - diğer hükümdarlar gibi devasa yapılar yerine günlük hayatı kolaylaştıran, ihtiyaçları gideren şehir düzenlemeleri yapmıştır.
    - en sevdiği bahçesi babul vefa’dır. günümüze kadar gelen orta asya-hint bahçesidir. halk için yaptırmıştır. yamuna nehri kıyısındadır. bahçedeki havuzlara bu nehirden su taşınmıştır. parkın adı artık değişmiş; ram bagh olmuştur.
    - kokulu bitkileri ayrı sevip ilgilenmiştir.
    - özellikle gül ve laleye merakı vardır. bunu kızlarına verdiği isimlerle de göstermiştir; gülizar (gül bahçesi), gulrukh (gül yanaklı), gulchehra (gül yüzlü) ve en bilinen kızı gulbadan (gül bedenli).
    - doğa hayranıdır, bir bilim adamı titizliğiyle agra’yı ve hindistan’ı incelmiş ve her şeyi kaydetmiştir. fil, gergedan, papağan, bukalemun, muz, yasemin, limon, hurma... hepsini hatıralarında kaleme dökmüştür.
    - halkın giysisine kadar her şeyi detaylıca yazıp babürname’de anlatmıştır.
    - içkiye düşkünlüğü vardır. bırakma mücadelesine ‘büyük cihat’ adını vermiştir. babürname’de, savaş meydanlarında kolay galip geldiğini ama kendisine ait bazı sorunları halletmekte zorlandığını söylemiştir. içkiyle ilgili şu gazeli yazmıştır;

    özni könül îş ile tutmaq kirek
    bizni unutqannı unutmaq kirek
    (gönül, özü içkiyle tutmak gerek,
    bizi unutanı unutmak gerek)

    îş u tarâb gülbüniga suv birip
    gussa nihalini qurutmaq kirek
    (içki ve neşe çiçeğine su verip,
    sıkıntı fidanını kurutmak gerek)

    her nimege gam yime gam köp turur
    îş bile özni avutmaq kirek
    (her şeye üzülme, üzüntü çoktur,
    içkiyle özü avutmak gerek)

    tîre durur zühd demidin könül
    ışq otı birle yarutmaq kirek
    (gönül zühd nefesinden dolayı karanlıktır,
    aşk ateşiyle aydınlatmak gerek)

    çjoyma meşaqqat ara bâbür könül
    özni feragat bile tutmaq kirek
    (gönül, babür’ü meşakkatte bırakma!
    feragat ile özü tutmak gerek)

    - en sonunda içkiyi bırakmış ve kullandığı bardakları, tabakları ve bir çoğu altın ve gümüşten oluşan kıymetli içki eşyalarının hepsini parçalara ayırıp kırdırıp dervişlere ve dilencilere bırakmıştır.
    - spora, dağda yürümeye ve yüzmeye merakı vardır.
    - ölümünden sonra babürname’yi kızı gülbeden devam ettirmiştir. babür’ün nasıl bir aile babası olduğundan ve her cuma akrabalarını, özellikle halalarını ziyaret ettiğinden bahsetmiştir.
    - babürname dışında başka eserleri de vardır.
    - hattatlığa da merakı vardır. hatt-ı baburi diye bir yazı çeşidi çıkarmıştır. arap ile uygur alfabelerinin karışımıdır. devlet adamları ve akrabalarıyla, geliştirdiği bu yazı şekliyle haberleştiği hatta bir de bu harflerle kur'ân-ı kerîm yazdırdığı bilinmektedir.
    - kitaplara çok düşkündür birçok kitap biriktirmiştir.
    - araştırmacılara göre hem tarih yapan hem de tarih yazan babür şah’ın babürname’sinde dili o kadar sade ve samimidir ki hangi dile çevrilse o dilde güzel bir eser olur. farsça, urduca, ingilizce, fransızca, rusça, japonca, türkçe gibi pek çok dile çevrilmiştir. 1494 1529 - 35 yıllık bir döneme ışık tutan bir eserdir.
    - hindistanın fetihinden 4 yıl sonra ölmüştür. yamuna nehri kenarını çok sevdiği için, bugünkü ram bagh’a gömülmeyi vasiyet etmiştir.
    -naaşı 6 ay sonra çok sevdiği kabil’e götürülmüştür. ardından gelen babür şahları orada kendisine ait bir türbe yaptırmışlardır.
  • hindistanda buyuk bir musliman turk devleti kurmus olan bir turk (fii tarihlerde tabii)
    kabil i filan alip yeni devlet kurmustur sora semerkanti buhara yi lahuru filanda almistir
    delhi sultanligini yikmistir afganlilara karsi savasip kazanmis ve hakimiyetini tee bengala kadar genisletmistir
  • babür imparatorluğu'nun kurucusu ve ilk hükümdarı.
    babası timur'un üçüncü oğlu miran şah'ın torunlarından fergana valisi ömer şeyh mirza, annesi cengiz han'in torunlarından doğu çağatay hanı olan yunus han'ın kızı kutluğ nigâr hanım'dır. babasının ölümünden sonra amcası ile yaptığı taht mücadesini kaybetmiş ve emri altındaki beylerle birlikte 1504' te kabil'e gitmiştir
hesabın var mı? giriş yap