hesabın var mı? giriş yap

  • kuranın türkçe olarak okunmasından öyle çok korkuyor ki..

    fussilet suresi 44. ayet:
    "velev ce’alnâhu kur-ânen a’cemiyyen lekâlû levlâ fussilet âyâtuh(u)(s) e-a’cemiyyun ve ’arabiy(yun)(k) kul huve lillezîne âmenû huden ve şifâ/(un)(s) vellezîne lâ yu/minûne fî âzânihim vakrun ve huve ‘aleyhim ‘amâ(en)(c) ulâ-ike yunâdevne min mekânin ba’îd(in)"

    nasıl? anlamadınız değil mi.. muhtemelen arapça biliyor olsaydık hükmünü anlardık.
    şimdi aynı surenin türkçe mealine bakalım:
    "biz o kur’an’ı yabancı bir dilde indirseydik, onlar elbette: “onun âyetleri anlayacağımız bir dille iyice açıklanmalı değil miydi? arap olmayana yabancı dilde bir kitap olur mu?” diyeceklerdi. de ki: “o, iman edenlere doğru yolu gösteren bir rehber ve eşsiz bir şifa kaynağıdır.” inanmayanlara gelince onların kulaklarında bir ağırlık vardır; kur’an kendilerine kapalı ve karanlık gelir. onlara sanki çok uzak bir yerden sesleniliyor da söyleneni duymuyorlar!"

    bugün, cumhuriyetin ilanından neredeyse 100yıl sonra, laik ülkemize bir mikrop gibi çökmeye çalışan tekke ve zaviyedeki insanlara gidip "ben kuran okuyorum" derseniz karşınızda böbürlenerek ağızlarında sakız gibi uzatarak "siz anlamazsınııııızzzz" derler.

    neden biliyor musunuz? çünkü öyle istiyorlar. onlara göre sadece kendileri anlayabilir. onun hikmetini sadece kendileri çözmüştür.

    o kadar korkuyorlar ki,
    insanların kuranı türkçe okumasını ve öylece anlamasını istemiyorlar. böylece din konusunda kendilerine ihtiyaç duyulmayacağını biliyorlar.
    biz biliyoruz ki kuran türkçe okunduğunda diyanet denilen cemaatin kuklası olmuş kuruma da gerek kalmayacak.

    düşünün o kadar korkuyorlar ki,
    sizinle allah arasına girip kuranı türkçe okursanız "o kuran olmaz" diyorlar. bu sözlerine haşa derler. bu arapça kökenli kelimenin anlamını en iyi onlar bilir ama daha nerede kullanılacağını bilmiyorlar ki allah olup neyin kuran neyin kuran olmayacağına karar veriyorlar.

    düşünün o kadar korkuyorlar ki,
    bu cemaat zırvaları ülkenin kurumlarını, mevkilerini sözcü olarak kullanmaya başlamış, basına demeç verdiriyorlar.

    kuranda şifre mifre yok. sayılar kombinasyonlar da yok.
    sol elle yemek yeme diye söz de yok. kızına hallenen babalar da yok.
    eğer türkçe okursanız ilmini anlarsınız, kandırılmazsınız.
    ama ne var; kul hakkı yeme, öldürme, yalan söyleme, çalma, sapkınlık yapma gibi kuranı arapça okuma sevdalısı insanların alışkanlık haline getirdikleri günahlardan sakın var.

    artık o kadar korkuyorlar ki, kuranı değiştirseler işlerine geldiği gibi düzenleseler yüzleri kızarmayacak. haşa!!!

  • osmanlı sultanından , halifeden miras kalmıştır . eroin o yıllarda son derece yasal olduğu için son derece normaldir . eroinden geçinen de mustafa kemal atatürk değil , türk milletinin ta kendisidir . osmanlının açtığı eroin fabrikası da yasal olarak hala çalışmaktadır .
    mustafa kemal atatürkün başarılarını satarak siyasi hayatını sürdüren sülüklerin yaptığının yanında hiçtir .
    200 milyar dolarlık özelleştirme,
    yastık altındaki 4000 ton altının değerinin dolar bazında 10 katına çıkmasıyla piyasaya çıkması ,
    bankaların yabancılara satışı,
    yabancı bankaların türklere verdiği 150 milyar dolar kredi ,
    özel sektörün 500 milyar dolarlık borcu .
    saray soytarılarının türk halkına hizmetidir .
    soytarıların icraatı bu kadar değil tabi. mustafa kemal atatürk 'ün tuvaletçi başı olamayacak soytarılar sadece bunlarla geçinmedi.
    içeriye giren 1 trilyon doların üzerindeki sıcak paranın karşılığı basıldı ayrıca. 2 trilyon tl minimum
    bir başka icraat de devletin topladığı vergilerdi . enflasyon gelen parayla düşmüş ancak vergi oranları hiç değişmiyor . bir araba kendine , 3 araba avarele . 1 litre benzin kendine , 3 litre avarele.
    yargılanacaksınız . vatana ihanetten yargılanacaksınız . vatansın ölüp , sarılacak çaput bulamayacaksınız

  • yaşadım. hamileyken çok anlamsız ve basit bir aile meselesi nedeniyle terk edildim, yalnız bir hamilelik geçirdim. kalp sesini ilk duyduğumda yoktu, yalnızdım. cinsiyetini öğrendiğimde yoktu, yalnızdım. hiçbir şey aşeremedim. şımarıklık yapma, naz yapma hakkım da olmadı, hep yalnızdım. covid olduğu için daha da yalnızdım.

    doğum yapacağım sabah erkenden hazırladığım mini bavulu ve ana kucağını arabaya indirdim, direksiyonun başına geçip hastaneye gittim. hastane sessiz ve kimseler yok. lobideki görevliye doğum yapmak için geldiğimi, yatış yapacağımı söyledim. 8 aylık hamile olmama rağmen karnım da yoktu, şaşırdı; doğum mu yapacaksınız, bugün mü, şimdi mi gibi şeyler dedi. odanın hazırlanmasını bekledim, eşyalarımı alıp çıktım. verilen ameliyat önlüğünü giydim, varis çoraplarını giydim, doğumdan sonra ihtiyacım olabilecek şeyleri bavuldan çıkartıp yerleştirdim. ameliyathaneye almaları için beklemeye başladım, ismim odadaki televizyon ekranında göründü. sezaryene geçmeden önce de annem geldi.

    doğumdan birkaç saat sonra ayağa kalktım, yürüdüm, eğildim/kalktım, kendi ihtiyaçlarımı kendim hallettim. eşim yoktu. hastanedeki birkaç gecede ve sonraki gecelerde dinlenmeye de fırsatım olmadı. bütün bunlara rağmen yeşilköy'de bir binanın 6. katında bugüne kadar yaşamış olduğum hayattaki en güzel, en farklı birkaç günü yaşadım -bence.

    şöyle de emin olduğum bir şey var; yazacak olsaydı eşim de bu başlığa 'ben hamile eşimin elini sıcak sudan soğuk suya sokmazdım, nasıl insanlar var' minvalinde şeyler yazardı. pratikteki insan davranışları farazi bir dünyadaki idealize edilmiş teorilerle uyum sağlayamayabiliyor.

  • mutluluk; yaşam şekline, yaşadığın ülkeye, maddi ve manevi olarak sahip olduklarına, yaşına ve başka birçok nedene bağlıdır. okuduğum yazıda, yaşlı insanlar en mutlu oldukları dönemin 20'li yaşlarının başında olduğunu düşünüyor. bana sorarsanız ise çocukluk dönemimdir.

    istatistiksel olarak baktığımızda ise danimarka ve isveç gibi iskandinav ülkelerindeki insanlar genellikle en mutlu olanlar. işsizler ise ne kadar gelir elde ettikleri veya elde ettiklerine bakılmaksızın genel olarak mutsuzlar.

    dartmouth college'da profesör olan ekonomist david blanchflower çalışma arkadaşı andrew oswald ile yaptığı araştırmada; yaş ile mutluluk arasında dikkat çekici bir ilişki buluyor. mutluluğun u eğrisini; ilk olarak abd ve batı avrupa'dan 500.000 kişinin verilerini kullandıklarında orta yaşta net bir düşüş tespit ediyorlar. daha fazla veriler asya, güney amerika ve doğu avrupa'dan da gelince u şeklinde bir mutluluk eğrisini doğruluyorlar. ardından son olarak, dünya çapında 72 gelişmiş ve gelişmekte olan ülkede insanlarla yapılan anketler de aynı modeli doğruluyor.

    mutluluk u şeklinde bir eğriyi takip ediyor; yaşlıların öngördüğü gibi 20'li yaşlarımızda en mutlu olduğumuz dönem, mutluluğumuz 40'lı yaşlarımızın sonlarında en düşük seviyeye iniyor ve ardından yön değiştirip 70'li yaşlarımıza doğru tırmanıyor. bu, istatistiksel olarak orta yaşın insanların hayatındaki en mutsuz dönem olduğu anlamına geliyor.

    mutluluktaki bu düşüşün en iyi açıklaması klasik orta yaş krizi gibi görünüyor. andrew oswald şöyle demiş;

    "genel olarak orta yaşlarda insanlar gençliklerindeki arzularını karşılayamıyorlar ve bu psikolojik olarak acı verici oluyor."

    ayrıca orta yaş, çocukların evden ayrılması, kariyer stresi ve muhtemelen boşanma gibi pek çok stresin ortaya çıktığı dönem.

    yalnız asıl ilginç olan; u şeklindeki mutluluk eğrisi yalnızca insanlara özgü bir olgu değil. 500'den fazla şempanze ve orangutanın mutluluk skorlarına bakıldığında aynı u eğrisi keşfedilmiş, yani kuzenlerimiz de orta yaş krizi yaşıyor :)

    kaynak

  • bu asisti ronaldo yapsa 3 sayfa, messi yapsa 5 sayfa, bruma yapsa 12 sayfa entry olurdu. selçuk şahin yapsa hiç entry olmazdı insanlar son saatlerini sevdikleriyle geçirirlerdi.

  • en zor kisimlarindan biri, tum yaptigin yatirimlarin bir anda yok olmasi. (yatirim derken paradan puldan bahsettigimi dusunenler hemen terk etsinler bu entryi rica edicem).

    senelerce bikmadan kendini anlatirsin, yuregini acarsin. seni en cok uzmus, en mutlu etmis, en icine dokunmus olaylari havadan sudan muhabbetlerin icinde anlatirsin. aileni, arkadaslarini, kulturunu, gecmisini, kafanin icindekileri.. her seyini dokersin ortaya zamanla. anadilde kelimeler ogretirsin, sevdigin filmleri izletirsin, ulkeni ve tarihini anlatirsin. sende iz birakan kitaplardan bahsedersin, en sevdigin sehirlere, en guzel koselere goturursun. bir de bunun karsiligi vardir elbette, sevdigi her seyde ondan izler arasin. dilini ogrenmeye calisirsin, acilarini anlamaya ugrasirsin. yapacagi sakayi soylemeden bilirsin artik, goz goze gelip gulersin.

    iliski kac senelikse, o yasta bir cocugun vardir sanki. kucukken daha cok ilgi ve sabir gerektiren, buyudukce bagimsizlasip olgunlasan, laftan anlayan... kendine ait alani, oyuncaklari, fotograflari, anilari, dersleri ve notlari olan.

    her sey bittigi an, hayali cocugunu yitirirsin. (gercek hayatta evladini kaybeden insanlar aci bir gulumsemeyle okuyordur bu satirlari. asla bir karsilastirma yapmak mumkun degil elbette ama tesbihte hata olmaz...) onca senedir ustune titredigin, emek verdigin olgu bir anda yok olunca geride buyuk bir bosluk kalir. esyalarina dokunursun, anilarini dusunursun, fotograflarina bakarsin. sevgiliden cok, iliskini ozlersin. cunku iliski, sadece sevgili degildir, iki kisinin harmanlanmasiyla ortaya cikar. kendinin "o" halini ozlersin.

  • müşteri memnuniyetinde zirveyi yaşatan işletme. ülkece akıl sağlığı kaybedileli çok oldu. bu sebeple zincir restaurant ve petrol istasyonları hariç hiç bir yerde durmam. muhatap olacağınız insanlara dikkat edin.