hesabın var mı? giriş yap

  • birkaç saat önce hayatını kaybetmiş, muazzam tasarımcı. az önce whatsapp grubundan arkadaşlarımın söylemesi sonucu dehşete düştüğüm olay.

    yaşı oldukça var elbet ancak ortada herhangi bir ciddi sayılacak sağlık problemi yokken ve dünyaya bu kadar büyük işler bırakmış bir isimken bir anda göçüp gitmesi durumu insanı dehşete düşürüyor. ister istemez gözler anna wintour'a çevriliyor. dünyaya müthiş işler bıraktı, ışıklarla uyusun.

  • asıl adı bu olmalıymış hani şarkının, zerdaliler yerine.
    ne çok dinlerdik seninle bu canım şarkıyı. sen orda ben burda.
    bundan sonra ilk kim diyecek "gel" diye bilemiyorum. belki de olmayacak artık bu şarkı. kimse çağırmayacak birbirini.
    çünkü ben seni üzdüm, çok yordum. en kötüsü de bu, asıl üzüldüğüm bu. sende ben kendimi vurdum.

    "anlardım aklından geçenleri
    sustukça konuştuk sanki
    sevdaymış meğer o içimizde
    yıllardır uyuyan deli
    sessizlik sensin geceleri"

    aramızda ince bir iplik vardı sanki. önce beni sana bağladı. öyle ki kalbine, düşüncene giden yolu bilirdim. sen söylemeden bilirdim bir sürü şeyi, hissederdim. zamanla o ince iplik senin de kalbine dolandı, bana doğru yol oldu. bir zaman geldi ki sen de hissetmeye başladın benim aklımdan geçenleri. susarken üstelik, bir kelime bile etmemişken, o susuş sonlarını "öyle işte" diye bitirdiğimizde, anlardık aklımızdan geçenleri.

    arada uzaklıklar varken ve elimizde sadece kelimelerle birbirimize ulaşmak varken o susuşlar kıymetliydi. hele bir mektuba şöyle başlamıştın ya sen, benim içim erimişti okurken; "ne yazacağımı bilmiyorum, yanında susmaya geldim. öyle." sen burada olsaydın, ya da ben orada, velhasıl karşı be karşı olsaydık konuşmaya hacet yoktu zaten. öyle bakardım sana uzun uzun. arada ellerimle yüzümü kapatırdım belki, utanırdım biraz işte, ne var. hem güneşe o kadar uzun süre bakılmaz...konuştuğumda da çok konuşurdum bak, konuşmam gereken, söylemem gerekenin dışında ne varsa onu konuşurdum; heyecandan, korkudan, sevgiden...

    seninle aynı şehirde yaşamadım, sana bir caddede rastlamadım mesela, eğer rastlasaydım mutlaka tanırdım seni. belki bu yüzdendir insanların yanımdan, içimden geçip gitmesi, benim onları bile görmeden yürümeye devam etmem. ne zormuş şu uzaklıklar, ah ne zormuş başka başka şehirlerde emanet gibi yaşamak. şarkılara, kelimelere, mektuplara tutunarak bir sevgiyi yudumlamaya çalışmak ne zormuş.

    konuşurken ellerin, kolların nasıl hareket eder, kızınca nasıl çatılır kaşların, gülünce nice haller alır güzel yüzünün coğrafyası? daha ben bunları bilmez görmezken nasıl da bu kadar yandım ahh... o kırmızı iplik var ya hani, beni ruhuna ulaştıran, seni bana getiren o bağ; ruhunu sevmişim demek ki, ruhunla ışımış üstüm başım.

    sen kiminle istersen yürü yaşadığın şehirde. görebildiğini, dokunabildiğini, yanında olabileni sev istersen.
    ama bak bu kadar kahve içmişiz. hiç mi hatırı yok?
    ben ipin öbür ucundayım. birazcık çeksen anlarım orda olduğunu, coşar, taşar, ışırım yine.
    içimdeki mavi kuş yine şarkılar söylemeye başlar, büzüşüp bir kenarında oturmaz kalbimin kafesinde.

    dedim ya, ben ipin öbür ucundayım.
    fincana kahve koydum gel de bana lütfen.
    sadece bu. sonra git istediğin yere.

    bilsen ne çok şey aslında bu.

  • rusya'nın iki devleti uzlaştırmak için 10 kasım'ı seçmesi, azerbaycan ve türkiye'nin toplumsal belleğinde derin bir uyuşmazlık yaratma planıydı belki de. türkiye'nin en büyük yas gününün, azerbaycan'ın en büyük bayramı olmasını sağladılar. böylece iki toplumun ortak belleğinde bir gedik açtılar.

  • trt'de 20 küsür yıl evvel çalışırken röportaj için ekipçe evine gitmişliğimiz vardır. hatta şöyle bir anım da var: epeyce kalabalığız, ev baya karışık, kablolar, ışıklar falan. herkese kahve çay geldi, bana gelmedi. kayhan hoca dedi ki, sana gelmedi mi içecek bir şey. yok dedim hocam gerek yok sağolun. öyle olmaz dedi, ben sana bi kahve yapıp geliyorum. gitti yaptı geldi, elinden kahve içmişliğim vardır. allah gani gani rahmet eylesin. mekanı cennet olsun. :(

    debe editi: mekanın cennet olsun.

  • cep telefonu 3-4 saat kapalı durduktan sonra açılır. ilk mesaj:

    anne:
    "yavrum telefonun kapalı."

    hala mantığını sorguluyoruz.

  • (bkz: durun daha ölmedi) denilmesi gereken lakin ciddi bir arıza yaşayan 46 yaşındaki bir sondaya ait iddiadır.

    sorunun iki boyutu var: software(yazılım) ve hardware(bileşen parça)
    ve her ikisinin de ayrı ayrı özellikleri var:

    yazılıma bakarsak;

    bu emektar sonda fortran5 programlama dili ile yazılmış programlara sahip... sonradan fortran7 ve hatta bazı fonksiyonları c diliyle bile yazılmışsa da bunların hepsi antik dil statüsünde... bugün gerçekten o dile hakim kaç fortrancı kaldı ki? c'yi bile hatırlayan sayısı kaçtır?

    bu programların avantajı; dil, bugünkü eşdeğerlilerine nazaran o kadar basit ki sorunu çat diye bulabiliyorsunuz. fakat mesele de burada başlıyor... fonksiyonel olarak basit olan bu dilde, tespit ettiğiniz sorunu çözmek kolay olmayabiliyor. bazen bir satırdan kaynaklı sorunun çözümü için ana programdankinden bile fazla satır kod yazmanız lazım olabiliyor...

    tabii gitmesi gelmesi toplamda 45 saat süren bir mesafe uzaklığında işler öyle run demekle de bitmiyor...

    diğer yandan -ki son sorun galiba bu yönde- eğer problem hardware üzerinden gitmişse sonda gerçekten ayvayı yemiş olabilir...

    voyager 1, 2025 dolaylarında yetersiz enerji sebebiyle kaybolacaktı... bunu 2 sene önceye alan mesele basitçe yaşlılık olabilir.

    çünkü anlaşılan, sonda artık takılmış plak gibi anlamsız sıfırlar ve birlerden oluşan sabit bir paterne sahip hep aynı veriyi yolluyor...
    dünyadan veri alabiliyor bu check edilmiş ama cevap hep aynı... demek ki ya sensörler çalışmıyor ya da düştüğü looptan çıkamamasına sebep olan bir mekanik ve/veya elektronik bir arıza var... bunu 24 milyar km öteden çözmek zor(bkz: 24.000.000.000 km)

    ama daha herşey hemen bitmiş değil...
    standart aç/kapa yöntemi yaramamış... lakin gene de bir umut var...

    ha o umut gerçekleşirse ne olacak?

    sadece 12 ay daha kazanacağız... 2025 te rtg jeneratörlerindeki plütonyumun enerji üretimi yetmez hale gelecek... eee buradan bir kaç satırla sondadaki plütonyuma fazladan nötron ve elektron yükleyemeyeceğimize göre üzülerek bu emektar sondaya elveda diyeceğiz...

    ama bu sonda, hep başarılı geri dönüş hikayeleri ile bezeli bir görev geçmişine sahip... bu sefer de geri dönerse iyice masalsı bir olay olacak...

    hadi vogi... son bir iki data daha... sık dişini...

    edit: veeee geri dönüş gerçekleşmiştir efendim bbc haberi

  • 15 temmuz gibi sıcak bir yaz gecesinde kalın deri montuyla...
    fotoşop yaptınız bari tshirt lü yapın dedirtmiştir.

  • amerikalı astronotlar uzaya gittiklerinde, ellerindeki tükenmez kalemin mürekkebinin yerçekimsiz ortam dolayısıyla aşağıya doğru akmadığını ve haliyle kalemi kullanamadıklarını merkezlerine bildirirler. bilimadamları yüksek maliyetli, son derece teknolojik, uzayda bile yazabilen bir kalem icad ederler.
    ruslar kurşun kalem kullanır.

    edit: vsop sağolsun bilgilendirdi. kolpaymış hikaye.