hesabın var mı? giriş yap

  • gerçekten muhteşem görüntüler.
    öncelikle ülkenin neresine giderseniz gidin, okul formatı hep aynı.
    videoyu görünce hepimizin lan burası bizim okul mu diye kendine sorduğuna yemin ederim ama ispatlayamam.

    -bir diğeriyse her sınıfta, her okulda bulunan şu sırayı darbuka olarak kullanıp inanılmaz ritim tutanlardan en az 1 tane olması.
    -o gürültüde ders çalışmaya çalışan bir ineğin olması
    - olayla alakasız takılanların olması
    -eğlenceyi abartarak şımaranların olması
    -sabote ederek kendini ön plana çıkarmaya çalışanın olması
    -olayın akışına kendini bırakıp eğlenenler....
    ve hepimizin yaşadığı buram buram ergenlik.

    ayrıca sınıfa gelip de, öğrencileri uyaran, güler yüzlü hocalar yok artık.
    ya medrese hocası gibi gelen, siyasi militan görünümlü hocalar var yada hayat mücadelesi veren, her ay sonunu hesaplayan bıkmış, bezgin hocalar yada sallabaşı al maaşı diyenler.

    öğrenciler de eskisi gibi değil, bundan 20 yıl önce okuduğum lisenin önünden geçtim.
    çocukların elinde telefon, hepsinin boynu önde telefona bakıyorlardı.
    hepsi sessiz çıt çıkmıyordu.

    şu görüntülerdeki çocuklar, okulda eğlenen son nesildi bence.

  • -elma suyu
    -saf portakal suyu
    -3-5 dilim mandalina
    -bir dilim limon
    -bol buz
    -votka (marka farketmez)

    karıştırın için, tadını çıkarın, kendi özel karışımım diye hava atın.

  • ilk entryde verilen örnekte durumun biraz yanlış anlaşıldığını düşündüğüm kuram.

    hızınız yükseldiğinde atom altı parçacıklarınızın hareketi de yavaşlar, ışık hızında ise durağan hale gelir. yani zaman sadece sizin için durur. ya da ışık hızına yakın hızlarda seyahat ederseniz zaman sizin perspektfinizde yavaşlar. ancak size göre zamanın akış hızı aynıdır. yani, siz bu değişimi pek hissedemezsiniz. bir varış noktası olarak ayı düşündüğünüzde kafanız karışır.

    varış noktası olmaksızın bir f1 aracı ve bir ışık hızında gidebilen aracı "dünyada durağan halde duran bir gözlemcinin saati" ne göre harekete geçirelim ve 1 yıl boyunca amaçsızca uzayda dönsünler.

    dünyada geçen 1 yılın arından f1 aracındaki saatin henüz 360 gün kadar zaman saydığını, uzay mekiğindeki saatin ise henüz bir kaç dakika bile saymadığını görürüz. yani bu sırada zaman her gözlemci için farklı akar ancak hiç bir gözlemci kendi çerçevesindeki değişikliği hissetmez. uzay mekiğinde bulunan kişi gerçekten bir kaç dakika yaşlanmıştır çünkü onun atomları bozunma-eskime sürecini diğerlerine göre yavaşlatmıştır. aynı şey gravitasyon ile de gerçekleşir;

    eğer saturn'e gidip yerleşirseniz sizin kolunuzdaki saat 1 saat ilerlediğinde bizim dünyadaki saatlerimiz çoktan bir kaç saati tamamlamış olur. yani algı herkes için yereldir. bu iki gözlemci birbirine baktığında birbirlerinin normalden yavaş/hızlı hareket ettiğini görebilir mi sorusu ise tam bir muamma. çünkü şu şekilde hayvan gibi bir paradoks vardır.

    eğer ışık hızında giderken uzay mekiğinin farlarını yakarsanız uzay mekiğinden çıkan ışık yine ışık hızında hareket eder hem de hem durağan hem hareketki gözlemci için.

    yani siz farları yaktığınızda ışığın sizi ışık hızı kadar fark atıp geçtiğini görürsünüz ama kenardan bakan gözlemci farınızı ve sizi aynı hızda görür.

    yani hızınız ne olursa olsun ışık hızı daima ama daima sabit hızda gözlemlenir.

    ekleme: kütlesi olan hiç bir şey ışık hızında seyahat edemez.

    daha önce bu konuda çok daha detaylı bir yazı yazmışım efendim buyrunuz link

    db editleri:

    otizmli çocuklara öğretmen kampanyası

    (bkz: ekşi sözlük'teki sansür)

    ekleme:db eklemelerine açığım arkadaşlar varsa istek yeşillendirin

  • yedi numara kahkaha atarak izlenecek bir dizi değildir. yedi numara daha çok izlerken mutlu olduğun, samimiyeti hissettiğin, içine sıcak bir tebessüm dolduran, orada o karakterlerle birlikte yaşamak istediğin; bizden, geçmişimizden, eski bir dost, güzel bir anıdır.
    yedi numara aslında eski ve güzel günlerin bir zamanlar var olduğunun bir kanıtıdır.

  • gazeteci mustafa hoş tarafından bir kez daha ortaya konulan gerçek.

    1 - ülkenin her yanından adalet çığlığı yükseliyor.şimdi o çığlıklardan birini yazacağım. yer mersin.tarih 2temmuz 2018. ramazan topal yaya geçidinde 6/9 yaşındaki iki kardeş ve kuzenlerine çarptı. iki çocuk olay yerinde hayatını kaybetti.kuzenleri de ağır yaralandı.sonrası inanılmaz

    2 - 2 küçük çocuğun ölümü ve bir kişinin de ağır yaralandığı olay trafik kazası olarak haber yapıldı.dava başladı. sürücü ramazan topal mahkemede hızının 40/50 civarında olduğunu söyledi. güvenlik kamerası görüntüleri ise tam tersini gösteriyordu

    3 - baba ali çakmakçı ve anne özlem çakmakçı bir yandan 2 yavrularının acısını yaşarken bir yandan da adaletin yerini bulması için gece gündüz uğraştılar. bilirkişi ve uzmanların hazırladığı raporlarda sürücü ramazan topal’ın kaza değil cinayet işlediği ortaya çıktı

    4 - yaya geçidinde 2 çocuğun ölümüne bir kişinin de ağır yaralanmasına neden olan ramazan topal akp toroslar belediye meclis üyesiydi. mahkemede hızının 40/50 civarında olduğunu söylemesi belgelerler yalanlandı.

    5 - ramazan topal’ın frene basmak, kornaya basmak, şerit değiştirmek, manevra yapmak, hız azaltmak gibi hiç bir önleyici tedbir almadığı uzman ve bilirkişi raporlarıyla da tespit edildi.

    6- dava sırasında tanık ortaya çıktı. arabayı ramazan topal’ın değil kızının kullandığını söyledi. dava 5 gün önce sonuçlandı. akp meclis üyesi 4 yıl 2 ay hapis cezası aldı. ödül gibi cezaya anne özlem çakmakçı tepki gösterdi. “bir çocuğumun yaşı kadar bile ceza almadı"

    7 - yaya geçidinde işlenen trafik cinayeti davasında verilen ödül gibi cezaya aile itiraz etti. dava istinaf mahkemesinde karar bağlanacak. aile ile konuştum. gözyaşları içinde bana dediler ki;

    8 - “lütfen bizi yalnız bırakmayın.yaya geçidinde cinayet işlendi. sosyal medya bu işin peşini bırakmasın. bu cinayet cezasız kalmasın. bizim yavrularımız geri gelmeyecek. cezalar caydırıcı olsun ki başka yavrular, insanlar ölmesin. cinayetler kaza diye örtülmesin”

    dipnot: unutanlara bir kez daha hatırlatalım, cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir

    dipnot 2: benzer şekilde giresun'da vefat eden 11 yaşındaki kız öğrenci rabia naz vatan'ın katili hala serbest'dir. baba şaban vatan'ın beyanlarına göre katili saklayan kişi akp'li çoşkun somuncuoğlu'dur.

    edit: (bkz: #87461771)

  • bu insanlara sırf ırkı türk diye "gurur duydum, işte türk" demek biraz akıl tutulması gelmiyor mu arkadaşlar size de? bu insanların türkiye ile tek bağlantısı sadece burada doğmaları. bu insanlar alman eğitimi ve kültüründe yetişmiş insanlar. "almanyaya giden türk time'a kapak oluyor da türkiyedeki türk neden time'a kapak olamıyor?" diye düşünmek yerine neden almanyada yaşayan iki başarılı insanın kredisini kendimize çıkarıyoruz anlamış değilim.

    edit: özlem türeci hocamızın almanya'da doğduğunu yeşillendirenler oldu. sağolsunlar. elde var sadece uğur şahin hocamız ki o da yanlış hatırlamıyorsam 3 yaşında iken ailesi almanya'ya göçmüş. sıfıra sıfır elde var sıfır.

  • bakanlıklar - meclis - akay kavşağı'na alt geçit yapılmayan yıllarda saatlerce kırmızı ışık beklediyseniz,
    eskişehir yolu'ndaki tivoli'den hamburger yediyseniz,
    kendinizi bildiniz bileli eskişehir yolu'nda metro inşaatı varsa,
    kanal a ve başkent tv'deki sokak röportajlarını sırf tanıdık görürüz belki diye izliyorsanız,
    la bebe ya da la sözleri size içten içe çekici geliyorsa,
    birisi ımmmmm dediği zaman hemen ardından megasite diyebiliyorsanız,
    normal bir günde bir anda kendinizi eylem/protesto/miting gibi bir vavelyanın içinde bulabiliyorsanız,
    "oraya girersek çıkamayız, kızılay'da eylem varmış" lafını haftada iki kez kullanıyorsanız,
    dolmuşla kızılay'a gelirken ışıklara kadar çökmeniz gerektiğini artık kabullendiyseniz,
    balgat dolmuşuna binince şöföre "hocam" diye hitap etmeniz gerektiğinin bilincindeyseniz,
    adı a ile başlayan alışveriş merkezlerini artık birbirine karıştırıyorsanız,
    kızılay'da metropol , megapol ve ankapol hangi sokaktaydı diye her seferinde tereddüt ediyorsanız,
    mithatpaşa ve meşrutiyet caddelerini karıştırmanıza rağmen herkes nerden bahsettiğiniz anlıyorsa,
    lise hayatınızı konur, karanfil, selanik, sakarya , izmir caddesi gibi ortamlarda geçirdiyseniz,
    ankara döneri diye bir olayın varlığından haberdarsanız, ama bu olguyu başka şehirden arkadaşlara inandıramıyorsanız,
    alışveriş merkezi ve yürüyen merdivenler ile yeni karamürsel, soysal pasajı, onur çarşısı gibi ortamlarda tanıştıysanız,
    bakanlıklar'daki beğendik olması planlanan devasa yapının yanından her geçtiğinizde "burası da mahkemelik miymiş neymiş" diye hayıflanıyorsanız,
    migros konsepti ile demirtepe'de, metro konseptiyle etlik'te tanıştıysanız,
    orası demirtepe mi yoksa maltepe mi sorusu hep bir çelişki ise,
    bakanlıklar'da açılan ilk mc donald's ve içindeki kendi kendine çalan piyanoyu hatırlıyorsanız,
    kocatepe camii'ni beğendik olmadan da hayal edebiliyorsanız,
    kızılay'da buluşmak için kendinizi vakko'nun önü, ptt, dost kitabevi ve ykm'den başka koordinat vermekten aciz hissediyorsanız,
    belediyecilikte fıskiye ve su birikintisi ekolü size hiç yabancı gelmiyorsa, döner kavşaklarda fıskiye görüp küfretmişseniz,
    bakanlıklar'da karşıya geçerken, halkın gücünü kullanarak critical mass theory'i boşa çıkartmıyorsanız,
    kızılay tüp geçitlerinden geçtiğinizde ortalıkta kaval çalan kimse olmadığı zaman kendinizi tuhaf hissediyorsanız,
    telefon söz konusu olduğunda aklınıza ilk gelen yer ısrarla maltepe pazarı ise,
    elektronik bir şey lazım olduğunda konya sokak'ta kesin vardır diyorsanız,
    su, tesisat,mutfak-banyo malzemeleri için ilk bakılacak yer rüzgarlı ise,
    amerikan malı bir şey ararken amerikan pazarı'na baktın mı diye lafa atlıyorsanız,
    sizin için ankara'nın en dev yapıları, sabancı kız yurdu ve işbankası ise,
    şehrin en uzak noktasına bile yaklaşık 15-20 dakikada gidebiliyorsanız,
    kızılay-demirtepe bölgesinde belediye otobüsleri için ayrı şeritten yollar olduğu zamanı hatırlıyorsanız,
    alp billuriye izdihamlarına bizzat malzeme olmuşsanız,
    zihninizdeki tunalı hilmi trafiği bazen yukardan aşağıya doğru akabiliyosa,
    reşit galip, nenehatun, esat caddesi aslında ters yöne gidiyorsa,
    eskiden gölbaşı'na, ümitköy'e, batıkent'e gitmek başlı başına uzun yol gibi geliyordu ise,
    kuğulu park kavşağı henüz fayanslar ile döşenmemişken, köşedeki dikiş tutturamayan devasa disko'yu hatırlıyorsanız,
    hassas bölge'deki aspava sizin için daha güzelse,
    edessa duvarlarındaki ünlülerle çekilen fotoğraflara bakmaktan yemeğinizi soğuttuysanız,
    kolej semtinde gerçekten kolej olduğunu hatırlıyorsanız,
    96'lar, ahmetler, eski et-balık kavşağı, türkeş'in mezarı, aydınlık sapağı, bülbülderesi merdivenler, bahçelideki eski gima, eski sampi denince nereden bahsedildiğini anlıyorsanız,
    bentderesi denildiğinde aklınıza tek bir olay geliyorsa,
    çinçin ya da yenidoğan denilince içten içe geriliyorsanız,
    papazın bağı denildiğinde hep "bir gün gidelim ya" diyorsanız,
    dikmen'e çıktığınızda ankara'nın dikmeni diye espri yapmıyorsanız,
    balgat'ı siyasetin merkezi olmadan da hayal edebiliyorsanız,
    milli kütüphane'yi sadece otobüs durağı olarak kullanıyorsanız,
    hiç bir yerde bulamadığınız bir şeyi bulabileceğiniz son adres hep ulus ise, "kesin ulus'ta vardır" diyorlarsa,
    ulus'a dair yol tarifleriniz daima heykel'den başlıyorsa,
    etimesgut sizin için etimesut ise,
    pizzatek hamsisinin tadını hala unutamadıysanız,
    chevrolet taksilerin bahçelievler-kızılay arası dolmuş olarak kullanıldığı zamanlar hala aklınızdaysa,
    size göre bahçeli yedinci cadde, hatta komple bahçeli bir zamanlar sadece yaşlıların, emeklilerin takıldığı nezih bir ortamsa,
    tunalı hilmi ve bahçeli cadde/sokaklarının santim santim her köşesinde türlü hatıralarınız yatıyorsa,
    seğmenler parkı'na pazar günleri köpeksiz girenlere ezik gözüyle bakıldığı zamanları hatırlıyosanız,
    atakule'yi matah bir şey zannetiğiniz zamanlar, atakule'nin tepesi gerçekten dönüyor mu diye test etmeleriniz hala aklınızdaysa,
    atakule'nin tepesine çıkıp evinizi bulmaya çalıştıysanız,
    cinnah caddesi'nden otobüslerin ve yukarı ayrancı dolmuşlarının iniş yapabildiği, akabinde fren patlatarak kitle imha silahına dönüştükleri günleri acıyla anıyorsanız,
    kimi zamanlar canınız, a.o.ç. dondurması ve kokusunu çekiyorsa,
    şehirdeki ilk kumpiri atakule'de tattıysanız,
    siteler esnafı, aşti taksicilieri ve seyran gençliği diye bir topluluktan haberdarsanız,
    siteler denildiğinde aklınıza ilk gelen yer ismet möble ise,
    karayalçın dönemindeki kömür karası hava kirliliğini anımsıyorsanız,
    eski terminal ve izdihamlarını dün gibi hatırlıyorsanız,
    aşti ilk açıldığında gerçekten büyük bir şehirde yaşama psikolojisine büründüyseniz,
    ülkede ilk metroya binenlerdenseniz, test sürüşü için yok yere ailecek aşti-dikimevi seyahatine çıktıysanız,
    ankaray ile metro arasındaki farkı yabancılara anlatmakta zorluk çekiyorsanız,
    ankaray ve metro hattında atatürk kültür merkezi dahil kullanmadığınız tek bir durak bile kalmadıysa,
    araba arızası ile alakalı gidilecek ilk adres ya şaşmaz ya da iskitler oto sanayi ise,
    taksici sorduğu zaman, "kâzımkarabekir'den gidelim abi" gibi bir cümle kurabiliyorsanız,
    köroğlu işkembecisi'nin önünden alkollü araç kullanarak geçilmeyeceğini biliyorsanız,
    sokaklarda umarsızca eğlenen insanların ankaralı olmadığını şap diye anlayabiliyosanız,
    karum, gençlerin süslenip püslenip "balkon yaparak" piyasaya çıktığı yegâne yer olarak zihninizde yer ettiyse,
    cumhurbaşkanıydı, başbakandı trafikte rahat ilerlesin diye yeşil ışıkta öle boş yere beklediyseniz,
    anıtkabir ya da ankara kalesi ile aynı şehirde olmanıza rağmen en son ortaokulda gittiyseniz,
    işe giderken her sabah aynı insanları görüyorsanız, otobüs beklerken muhabbet edebilecek birilerini mutlaka bulabiliyorsanız,
    3 katlı apartmanlar size garip gelmiyorsa,
    sağda solda gördüğünüz her ankara panoramasında sik gibi bir atakule görmekten artık hicap duymuyorsanız,
    34 plakalı araçların ani hareketlerinden tırsıyosanız,
    ultra lüks araçlara aşina değilseniz, ara ara gördüğünüz ulta üst sınıf araçlar da zaten 34 plakaysa,
    gölbaşı yolunda sarhoş sürücülere yönelik temkinli gidiyorsanız,
    bilkent yolunun neden ölüm yolu diye anıldığını biliyorsanız,
    enka'da araba kapıştırmak diye bir konsepte aşinaysanız,
    "kırmızı ışıkta sağa döneceğin zaman yol müsaitse kırmızı yansa bile dönebilirsin" gibi bir trafik kuralının başka şehirlerde olmadığını fark ettiyseniz,
    istanbul trafiğinde kargaşaya sebep oluyorsanız,
    vapur, minibüs, dolmuş jargonuna sahip değilseniz, istanbul'da dolmuşa bincem diye sora sora, sarı gubidik bir şey ile karşılaşıp afalladıysanız,
    televizyon'da gördüğünüz anda işte burası ankara diye doğru çıkan tahminlerde bulunabiliyorsanız,
    şehrinizde can güvenliğinize güvenerek sokağa çıkabiliyorsanız,
    pavyon, tombala, gazino kültürüne aşinaysanız,
    sokaktaki herkesi dış görünüşüyle anında sınıflayarak, kim olduğunu az çok kestirebiliyorsanız,
    devlet dairelerini en verimli ve pratik şekilde nasıl kullanabileceğinizi artık bellediyseniz,
    e5 'miş, tem'miş, sürekli karıştırıyorsanız, yoğun akıcıymış, ana arterler tıkalıymış falan sizi hiç ilgilendirmiyorsa,
    her dışarı çıktığınızda tanıdık görme olasılığınız 100de 90lara vuruyorsa,
    sizin için ankara sembolu hala hitit güneşi ise,
    bir gördüğünüz insanı mutlaka bir gün bir yerde bir daha görebileceğinizin bilincindeyseniz,
    dolmuş'a dolmuş, simit'e simit, çekirdeğe koçlar gibi çekirdek diyorsanız,
    "beuuuu bu şehirde gidilecek, yapılacak hiç bi yer yok, deniz yok, grisiniz hepiniz, memursunuz, bık bık bık" diye sizinle dalga geçen bünyelere içten içe kin besliyorsanız,
    ve bu şehirde hakikaten gidilecek ve yapılacak hiç bir şey yoksa ve buna rağmen şehri olduğu gibi kabulleniyorsanız,

    gerçekten ankaralı olmuşsunuz demektir efem. tebrikler.