hesabın var mı? giriş yap

  • california, livermore'daki küçük bir itfaiye istasyonunda bulunur ve 1901 yılından beri yanmaktadır. görsel

    "centennial bulb" tüm zamanların en uzun ömürlü ampulüdür. itfaiyenin başka bir binaya taşındığı 1976 yılında sadece 22 dakikalığına söndürülmüştür. yeni evindeki macerası centennialbulb.org adresinden 30 saniyede bir güncellenen görüntüsü eşliğinde takip edilebilmektedir.

    ampulün 20 mayıs 2013 gecesi ampulün yandığı gözlemlenmiş ancak ertesi gün güç sağlayan ups'in bozulması nedeni ile 7 saat sönük kaldığı ortaya çıkmış ve yeni güç ünitesi ile tekrar yanık kalmaya devam etmiştir.

    ampul, 1890'ların sonlarında shelby electric company tarafından shelby, ohio'da üretildi. ilk olarak livermore power and water company'nin sahibi dennis bernal tarafından 1901'de satın alındığında livermore'a gitti. aynı yıl şirketini satan bernal ampulü yerel itfaiyeye bağışladı.

    ampul ilk başta itfaiye hortumlarının bulunduğu depoya, ardından itfaiye garajına ve sonrasında belediye binasına taşındı. en sonunda kalıcı yuvası olacak yere 6 numaralı yangın istasyonuna ulaştı.

    ampul 120 yıldan fazla bir süre ve 1 milyon 50 bin saatten fazla kullanımdan sonra bile yanmaya devam etmektedir. günümüzde ampul orijinal 30 watt'lık gücünde değil 4 watt olarak yanacak şekilde kısılmıştır. bu sayede ömrünün daha da uzun olması beklenmektedir.

    centennial bulb, 1972 yılında dünyanın en dayanıklı ışık kaynağı olarak guinness rekorlar kitabı'na alınmış ve sonraki 16 sayıda da bu ünvanla listelenmiştir. 1988-2006 yıllarında nedensiz olarak rekorlar kitabından çıkarılsa da 2007 yılında tekrar listelenmeye başlamıştır.

    araştırmacılar ampulün tasarımından tam olarak emin olamasa da (bunu incelemek ampul kullanımdayken imkansızdır) shelby electric company tarafından aynı dönemde üretilen diğer ampullerden farklı olmadığı düşünülmektedir.

    artık ampuller bilinçli olarak daha kısa yanacak şekilde üretilmektedir. sebebini larker nickli suser şurada anlatmış: ampullerin daha kısa ömürlü olması için çabalayan yasal çete: phoebus cartel

    kaynak: historydaily - wikipedia - guinnessworldrecords

    peşin not: ampül değil ampul...

  • yönetmenliğini lewis milestone'un yaptığı, lew ayres, louis wolheim, slim summerville, john wray ve raymond griffith'in başrollerini paylaştığı, 1930 yapımı, erich maria remarque'nın romanından uyarlanmış, 140 dakikalık, iki oscar ödüllü (en iyi film, en iyi yönetmen), siyah beyaz film.
    bu film sesli sinema döneminin gerçek anlamıyla ilk klasik filmidir ve ilk savaş karşıtı filmdir.
    erich maria remarque'ın romanından uyarlanan bu film büyük savaş sırasında bir grup genç alman gönüllüyü anlatmaktadır.

    --- spoiler ---
    iyimser, vatansever gençlerin, siperlerde hayatın grotesk iğrençlikleriyle yüz yüze gelip savaşın yol açtığı anlamsız tahribatın boyutunu kavramaya başladıkça romantik hayalleri yerle bir olur, idealistlikleri kaybolur.
    bir düşman mermisiyle öldürülmeden bir saniye önce bir kelebeğe dokunmak için elini uzatan askeri gösteren son sahne hala sinemanın en canlı ve unutulmaz görüntülerinden biridir.

    --- spoiler ---

    savaş sırasında bir çok ülkede yasaklanmış lan bu filmin en güçlü yanlarından biri de mutlu son bekleyen seyirciyi ters köşeye yatırmasıdır. çünkü savaşta mutlu son olmaz.
    o yıllardaki sinema seyircisinin unutmayı, kaçmayı arzuladığı bir dönemde böyle bir konuyu ele almak hollywood için gerçekten cesaret işi. film zamanına göre teknik açıdan çok etkileyici. sesli filmin yeni başladığı dönemde, cihazlar çok ilkelken yönetmen lewis milestone ilk olarak büyük bir vinç kamera kullanarak insanların savaştığı ve öldüğü çamura ve kana bulanmış siperlerin panoramik görüntülerini çekmiş. sonuçta ortaya çıkan, siper savaşının son derece gerçekçi bir görünümüdür ve ancak stanley kubrick'in 1957'de çektiği paths of glory filminde aynı gerçekçi etki sağlanabilmiştir. filmin görünürdeki yıldızı, filmden bir yıl önce the kiss'de oynamış olan lew ayres'dir. o sırada henüz 21 yaşındaydı ve ikinci dünya savaşı sırasında vicdanen savaşa karşı olduğunu açıklamasıyla başarılı kariyeri sona erdi.
    (bkz: idealizm bitti, artık yalnızca çaresizlik, yenilgi ve ölüm var)

  • çocukken ışıklı ayakkabıya sahip olanların fazlasıyla zengin olduğunu düşünürdüm.
    bir gün babama ne zaman zengin oluruz dedim, yarın dedi.
    inandım, yemin ederim inandım.
    sabah kalkarken zengin olacağımızı düşünerek uyandım güne.
    belki dedim ışıklı ayakkabım olur.
    olmadı, hiç bir şey değişmemişti.
    iki katlı bir evde oturuyorduk, müstakil bir ev.
    evin tek erkek çocuğu olduğum için şımartılmam gerekiyordu ama durumumuz yoktu.
    bende kendimi şımartmak için, alt kattaki odaya taşınıp, kendime genç odası yaptım
    yalnız ne oda ama..
    öyle ferrari genç odası takımı yok, somya üzerinde uyuyorum.
    oyuncaklarım yok ki, somyanın altındaki mavi leğene doldurayım.
    gazeteden kuponla elektrikli bir soba biriktirmiştim, yalnız çok şaşalı ha..
    odun maketleri vardı, şömine havası yaratıyordu.
    velhasıl uzun bir aradan sonra babama aynı soruyu tekrar sordum, baba dedim ne zaman zengin oluruz?
    odama baktı, bana baktı, sobaya baktı.
    kaloriferli bir evde oturursak o gün zengin oluruz dedi.
    askere gidip geldim yeni bir eve taşındık, güneş enerjisi var kaloliferi var..
    gittim yanına, can alıcı soruyu sordum..
    baba dedim zengin olduk mu?
    ev bizim olsaydı zengin olurduk dedi.
    babam sanki bilge bende öğrencisiyim, sürekli beni cevapları tokatlıyordu. zaten ışıklı ayakkabıda alamamıştık.
    otuzuma yaklaşırken, ev aldı babam.
    inşaat halinde, onunca katta bir daire, haftada bir gün çıkıp eve bakıyoruz.
    babam bakıp seviniyor, ben çıktığım merdiven basamakları nedeniyle söyleniyorum.
    baba dedim zenginlik zormuş, fakirken iyiydi..
    gel zaman git zaman evimize taşındık, kendi evimiz.
    kendi odam, baza üzerinde uyuyorum, gençliğimin rüyası masaüstü bilgisayarım ayrıca elbiselerimi koyacağım şahsıma ait dolabım var.
    baba dedim, zengin olduk mu ?
    bilge vermiş cevabını ; oğlum biz zaten hep zengindik.
    biz gerçek bir aileydik, hayallerimiz vardı, mutlu bir dünyamız.
    her şey çok zordu, ama bir o kadar güzeldi.
    baba dedim gariban edebiyatı yapma,
    şimdi biz zengin miyiz değil miyiz?
    ben direndim o devam ettirdi,
    kendi evin olsun, zengin olursun dedi.
    babamı trafik kazasında kaybettim, trafik sigortası kaza nedeniyle tazminat ödedi.
    annem aldığı tazminatı bana verip kendime ev almamı istedi.
    şimdi bir evim var,
    ama zengin olduk mu diye sorabileceğim babam yok.
    benim zenginlikten anladığım, vallahi de billahi'de beraber gülebileceğin bir ailem olmasıydı.
    küçük dünyanızda mutlu olmaktı, bağlılıktı ve sevmekti en fazla.

  • ekşi sözlük yazarlarının değil ekşi şeyler tırıvırı limited şirketinin vekili olan ve bunu altını çize çize yüzlerce kez söyleyen kanzuk nickli avukat, fatih altaylı'ya karşı yazarların değil şirketinin itibarını korumak için açtığı tazminat davasını kazandığını duyurduğunda etrafını sarıp mal mal alkış tutan zebralar.

    bu zebralar o kadar maldır ki; kanzuk onlara karşı sözlükte yazdıkları herhangi bir yazıdan dolayı, fatih altaylı, ahmetoğlu hasan veya mehmetoğlu hüseyin dava açtığında hiçbir şekilde ilgilenmeyeceğini söylediği halde hiçbir karar haklarının olmadığı bir şirketin davayı kazanmasından mutlu olurlar.

    bu zebralar o kadar maldır ki; yarın çok güçlü birileri avukat ordusuyla onları kişisel olarak dava ettiğinde ki, fatih altaylı yahut başka bir ekşi sözlük şikayetçisi son olanlardan ekşi şirketi yöneticilerinin onlara verdiği bu açık mesajı almadıysa tüm lafları haketmiş demektir, kapısına binbir türlü hukuki cihazla donanmış avukatlar dayandığında piç gibi ortada kalacağını anlamadan alkışlar durur başkasının davasını.

    bu zebralar o kadar maldır ki; kazanıldığı ilan olunan tazminat tutarının, çeşitli davalarla uğraşan sözlük yazarlarının masraflarını karşılamakta kullanılmak yerine bir hayır kurumuna bağışlanmasının, ekşi şeyler limited şirketinin kurumsal imajının parlatılması, medyada yerleşik fatih altaylı düşmanları sayesinde ekşi sözlük ve sahiplerinin reklamının yapılmasını amaçladığını bile anlamazlar.

    serdar-ı ekrem aslan kanzuk paşa sen az bile yapıyorsun bu mal zebralara.

  • maçta şüphesiz ki birçok hüzünlü an vardı ama en hüzünlüsü de; şampiyonlar liginde oynayabilmek için fener'i tercih eden stoch'un; fener 3-0 gerideyken dakika 87' de oyuna girmek için beklerken, çipil çipil gözlerini kırpıştırmasıydı.

  • 10-12 yaşlarımda ahmet cömert spor salonu'na abimin de benim de ilk gidişimiz olacaktı. salonu bulamama ihtimalimiz, akşam saatlerinde 5-8 numara gözleri bozuk abimin kararsız davranışlarıyla pekişiyordu. abim bu arayış telaşında bana bir araba gösterip "bu arabanın plakasını unutma. dönerken buna göre döneriz, yolumuzu kaybetmeyiz." demesi üzerine o günden bugüne asla unutmadığım bir saçmalık ortaya çıktı.

    34 tc 6097.

  • şu an sadece tepki veriyorlar ama 10 sene sonra neden saçın açık diye dayak atacaklar.

    mültecilerin "kabul edilme" sebebi de buydu, yüksek derecede islam yaşatmak.