hesabın var mı? giriş yap

  • bakkaldan aldığımız magnum bademli dondurmanın yarısı yoktu.parmak buz gibi azıcık bir dondurma ve gramajıda yarısı üstelik.tanesine 12 tl verdiğim dondurmanın yarısı nerede sizce?benim 6 tl parama ne olacak? ya da magnum bana dondurmanın kalan yarısını gönderecek mi? görselleri ekliyorum.
    görsel
    görsel
    görsel

  • öncelikle; (bkz: #30296870)

    lise 2'de babamı kaybettim.

    babam çok okurdu ve okuduklarını mutlaka bana verirdi okumam için, okumazdım, havaiydim. belki de ergenlik diyelim. halbuki orta2'ye kadar birçok klasiği bitirmiş, sayısız kitap okumuştum. ama artık okumuyordum.

    tam bir şımarık, liseli ergen tavırlarında, tüm hayatım eğlence üzerine kurulmuşken babamı kaybettim. 17 yaşındayım.

    bir iki sene sonra eşyaları toplarken babamın bana okumam için verdiği kitaplardan biri dikkatimi çekti. kitabın adı "başarılı olmak bir tercihtir" idi.

    kitabın kapağına babamın el yazısıyla şunları yazmış olduğunu gördüm;

    "tanrı'nın insana ilk emri oku! babanın senden ricası lütfen oku!"

    kapağı açtığımda gene el yazısı ile şöyle yazmıştı;

    "sevgili oğlum,

    öncelikle şunu hiçbir zaman aklından çıkarma,

    sana en çok kızdığım zaman da, en çok takdir ettigim zaman da aynı şiddette seviyorum.

    teknoloji bir çok bilgiyi sana bir anda sunuyor. belki bu yüzden okumaya gereksinim duymuyorsun.

    ama onların sana duygu yükleme şansı yok. dolayısıyla okuma senin için bir ihtiyaçtır.

    ancak böylece sen de bir makina olmaktan kurtulursun.

    lütfen beni anla, seni sevdiğimi anla, seni yarına hazırladığımı gor.

    arkadaşın baban."

  • 8 eylül 1900 cumartesi günü, texas’ın galveston kasabasını yerle bir etmiş ve küba ile amerika arasında bir meteoroloji çekişmesine sebebiyet vermiş doğa olayı.

    galveston, aslında, ticaret ve kültür açısından new orleans’a rakip olabilecek raddedeydi. meteoroloji görevlisi isaac cline, daha 1891’de galveston, kötü bir fırtınadan sonra ayakta kaldığında, galveston news gazetesine verdiği demeçte, “olayların nedenlerini tam bilmeyen kişilerin, galveston’un bir gün bir doğa afetinden zarar göreceği görüşü, tamamen absürd bir inanış” diyordu. meteoroloji bürosu, halkı tedirgin etmemek amacı ile, “hortum” gibi kelimelere tahminlerinde yer vermiyorlardı. meteoroloji bürosu, doğal afetlerin, itibarlarına gölge düşürdüğünü düşündükleri için, kötü hava tahminlerini halka hafifleterek açıklıyorlardı. kasırga, fırtına gibi kelimeleri kullanmamaya da özen gösteriyorlardı. mesela, ciddi bir fırtına, tahminlerde, “denizlerde mutedil çalkantı” veya “hafif sağanak yağış” şeklinde geçebiliyordu.

    meteoroloji bürosu’nun bir sıkıntısı da, küba kökenliydi. bunun sebebi, küba’nın özellikle kasırga tahminlerinde çok isabetli olmasıydı. daha 1870’lerde, eğitimli ve disiplinli elemanları ile ciddi bir hava tahmin şebekesi kurmuşlardı ve küba’daki meteoroloji müdürü benito vines hayatını bu işe adamış bir adamdı. halbuki amerikalı meslektaşlarının, kendilerine daha fazla boş zaman kalması için, hayal mahsulü meteorolojik ölçümler açıkladıkları biliniyordu. mesela, 1875 ve 1886 senelerinde indianola kasabası iki büyük fırtınaya maruz kalmıştı; bunlardan ilkinde, kasaba nüfusunun yüzde yirmisi kayıp verilmiş, ikincisinde ise, kasaba, haritadan silinmişti. halbuki meteorolojiye göre, bunlar, hafif hasarla sonuçlanan rüzgarlardı. beceriksiz görünmemek adına, halkın gözündeki itibarlarını korumak amacı ile, kübalı “yoldaş”larının başarılarının duyulmaması için, meteoroloji, küba’nın amerikanın askeri telgraf sistemi vasıtası ile hava tahminleri iletme uygulamasını durdurmaya kadar verdi.

    kübalılar bu duruma çok bozulmuşlardı. sonuçta, kasırga tahminlerinde başarılı olan kendileriydi ve amerika’nın, bu başarılarına gölge düşürmeye çalıştığını hissettiler. tam da bu meteorolojik entrikaların üzerine, nisan ayında, meksika körfezi için büyük bir tropik kasırga sinyalleri geliyordu. küba yine bunu haber vermek için can atıyordu, ancak doğrudan mesaj iletmeleri de yasaktı. amerikan meteoroloji idaresi yaklaşmakta olan bu kabusu tahmin edebilmiş bile olsa, çok çok, “şiddetli fırtına” olarak duyuracaktı.

    galveston’da hava bozmaya, deniz çalkalanmaya, rüzgar şiddetlenmeye başladıkça, halkın tedirginliği de artıyordu. ama galveston news gazetesindeki resmi meteoroloji tahminine göre, “texas’ın batısı, cumartesi ve pazar yer yer yağışlı ve rüzgarlı olacak, doğusu cumartesi yer yer yağışlı olacak, rüzgar kuzeyden şiddetli esecek, pazar yağışın ardından açık hava beklenmekte”ydi. (halbuki gerçekçi bir tahmin simülasyonu şöyle olabilirdi: “cumartesi gecesi ve pazar günü sel baskınları, şiddetli yağmur ve saatte 150 mile ulaşan fırtına; ardından oluşan nehirlerde yüzen enkaz ve cesetler”).

    cumartesi akşam üzeri patlayan fırtınanın ilk söktükleri arasında, önce meteoroloji istasyonunun çatısındaki ekipmanı da vardı. kısa süre içinde gazetenin basıldığı matbaa da sular altında kaldı. kısa süre içinde şiddetlenen sel ve fırtına, binaların çatılarını sökmeye başlamıştı, evlerin içine kadar giren su, ne bulursa sürüklüyordu: kap kacak, mobilya ve hatta insanları dahi. pazar gecesine gelindiğinde, galveston bir enkaz haline gelmişti. enkazdan ötürü, kasabaya altı milden daha fazla yaklaşamayan bir şehirlerarası tren ile seyahat edenler, kent dışından olup da durumu öğrenen ilk kişilerdi.

    şehrin içinde ise, insanlar yollarda suların içinde, arkadaşlarının, akrabalarının akıp giden cesetlerine rastlıyordu. resmi makamlar, cesetleri toplayarak denize taşıdılar, üzerlerine taş, demir, beton gibi, bulabildikleri enkaz parçalarını bağlayarak, denize attılar; gerçi bu işi alelacele yaptıkları için, cesetler daha ertesi sabah sahile vurdu.

    bu sefer, cesetleri yakma yoluna gittiler ve bir hafta boyunca, kasabadaki alevler durmadı.

    galveston için fırtına, başka bir yıkıma da yol açmıştı. seneler boyu, galveston ve houston, güneyin pamuk limanı olma yolunda bir rekabet içindeydiler, ama bu fırtına, galveston'un kaderini tayin etti. galveston’da o gün 6000 kişi öldü, kasabanın yarısı tamamen yıkıldı. ve uzunca bir süre, ticari rekabetten çekilerek, yaralarını sarmak zorunda kaldılar.

    (kaynak: erik larson'un "isaac's storm: a man, a time, and the deadliest hurricane in history" isimli kitabı)

  • ben: baba bana elhamı öğret, öğretmen istiyor
    babam:
    elhamdürüsiyle
    kızlar sürüsiyle
    hergün birisiyle
    yarabbi şükür allahım

    ben: aman be baba
    babam: oğlum ne var, hocanız bile bilmez bunu, hem bir tutarsa duan, ehi ehi
    ben: ablam gibi dayak yiyeyim sonra değil mi* ? .. anneee , bana elhamı öğret...
    babam: dur ben sana elemtereyi de öğreteyim.
    elemtere ellipara
    babam gider kochisara.... nereye gidiyon, daha bitmediki
    annem: offf bey offf, cocukların hepisini göndereksin cehenneme, günaha giriyorsun
    babam: ehi ehi ehi he

    * ablam ilkokul birde "kuran kursuna gideceğim" diye tutturur, bizimkiler her zamanki kayıtsızlıkları ile aman gidersen git derler. ablam ilk gün gelir ve babama, "baba bana sübhanekeyi öğret, hoca istedi" der, ertesi gün kursa giden ablam biraz sonra yüzünde şamar iziyle kıpkırmızı şeklide eve döner. şimdi babamdan ablama öğretilen sübhanekeyi dinliyoruz:

    sübhaneke
    sümbülteke
    anam eke
    babam teke

    diye gidiyordu hatırladığım kadarıyla. bu arada babamın 9 yaşından beri beş vakit namazını kılan, orucunun birgünün bile kaçırmayan bir insan olduğunu belirteyim

    (bkz: niye benim babam herkesin babası gibi değil)

  • kanun çok sesliliğe elverişli bir enstrüman olduğu içindir. batılı müzik otoritelerince “türk piyanosu” bile denir. birçok müzik eserinde de tınısının akustik ve bizim duyumumuza çok yatkın olmasından ötürü, piyano yerine tercih edilir.

    armoni ve arpej yapılabildiği için ud ya da üflemeli çalgılara tercih edilir. ayrıca orkestralarda tercih edilmeyen enstrüman kısmı da hiç doğru değildir. solo enstrümandır. klasik türk müziğinde taksim de atar, aranamelerde solo da atar. bir diğer şark enstrüman'ı olan ud'a göre daha sevilen bir enstrümandır. bir sebebi de natural sesinin ud'a göre daha forte olmasıdır.

    çok telli olmasının nedeni, santur ve klavsen'in geliştirilmiş hali olmasından kaynaklanır. enstrümanlar da bir evrim içindedir. bundan 50-100 yıl sonra ne tür çalgılar icat edilecek, ne yönde evrim geçirecek bilemeyiz.

    çok telli olmasaydı, geniş bir oktav aralığı sunanamaz, şöyle hem klasik bir eser icra edilemez (koma ve arıza sesler) hem de bir ortadoğu aletinden batı armonisi duymazdık.

    işte o
    bir diğeri
    burda armonik bir yapıda solo performansını dinliyoruz

  • ilber ortayli'nin direkt olarak cahilsiniz demesinden daha agir ifadedir.

    hocamiz bir muhabbete girer, fransa'nin tarihinden bahsederken fransizca kelimeleriyle zihinleri yorar ve ardindan "biliyorsunuz, puşkin bu okuldan (buraya fransizca bir sey gelecek) mezun olmustur ve hem fransizca ve hem rusca'ya hakim olmustur..."

    isin garibi, karsisindakiler de böyle konusuyor. insanda "ulan bir ben mi bilmiyorum bu bilgiyi" yükü olusturur, ic sikintisi yaratir.

  • mallıktır. vazgeçecekseniz yine vazgeçin de memurluğa bok atmanın lüzumu yok.

    dünya turu yapmak için de everest'e çıkmak için de en iyi meslek memurluk türkiye'de.

    siz başka bir ülkede yaşıyorsanız bilemem.