hesabın var mı? giriş yap

  • açılın size level99 tost tarifi veriyorum

    - normal ekmek te olur ama tercihim sandviç ekmeği
    - ekmeğin içini açıp ince bir tabaka halinde tuzsuz salça sürüyoruz iki tarafa da
    - salçanın üstüne kalın bir tabaka da tuzlu tereyağı
    - daha sonra layer layer şunları üstüste koyun
    + dana sucuk + kaşar + hindi füme + dana macar salam + kaşar + dana sucuk (ekmeğin içine sürdüğünüz terayağı sucuklarla dans ediyor)
    - daha sonra tost makinesini orta derecede ısıtıp sonra tostumuzu tam ortaya koyuyoruz.
    - tost makinesini kapatırken malzemenin dağılmaması için ben bıçakla bastırdıktan sonra kapatıyorum
    - biraz ekmeğin rengi değişmeye başlayınca da tereyağlıyorum dışını da biraz da tuz serpiyorum
    - içinin iyi pişmesi için 1er dk aralıklarla sürekli çeviriyorum
    - kaşar sağdan soldan taşmaya başladığında makineyi kapatıp 1dk daha içinde tutuyorum ki kenarındaki kaşarlar kızarsın
    - sonra tostu bıçakla 3-4 parçaya bölerek tabağınıza koyun
    - yanına çeri domates, turşu, varsa marul falan (üstüne zeytinyağı gezdirilmiş yeşillik)
    - hindi fümeyi pastırma ile de değiştirebilirsiniz
    - tost makinesini asla yüksek ısıda kullanmayın. yavaş pişen şeyler her zaman daha lezzetlidir ve içindeki suyunu kaybetmez

    - yumurta seven çılgınlar da hindi füme yerine kısık ateşte tavada kızarttıkları yumurtayı tostun içine monte edebilirler. yumurtayı da en kısık ateşte ve tavanın kapağı kapalıyken hiç elleşmeden tereyağında pişirirseniz bana dua edersiniz

  • ondokuzuncu yüzyılın başlarında venedik’te yaşamış bir ayakkabıcı. ekşi sözlük’te başlığı açıldığına göre önemli biri olmalı değil mi? evet öyle. bu ayakkabıcımızın mazoşist bir saplantısı var: herkesin gözü önünde çarmıha gerilmek. dahası bunu kendi kendine yapmak istiyor. yani amacı crucifixion değil, self crucifixion.

    kerbela’yı anma törenlerinde caferilerin zincirle kendi sırtlarını parçaladıklarını düşünürsek mattio’nun self injuryi dini bir yöntem olarak düşünmesi o kadar da büyük bir sapkınlık değil gibi duruyor aslında. eline ayaklarına çivi çakıp san marco meydanı’na çok yakın olan bir sokakta -ki sokağın bugünkü adı çalle crosera, yani çarmıh sokağı- kendini çarmıha germiş. yoldan geçenler hemen hastaneye yetiştirip kurtarmışlar ama dedim ya adam saplantılı; kısa bir süre sonra bu saçmalığı tekrarlamış. fakat bu sefer daha profesyonel davranıp odasına kurduğu bir düzenekle pencereden kendini sarkıtarak ve yine elini ayağını çivileyerek isa pozlarına bürünmüş. ahali apar topar mattio’yu kan kaybından ölmeden hastaneye yetiştirmiş ve kurtarmış. fakat doktorlar kendisinin yerinin artik akıl hastanesi olduğuna hükmedip san servolo adasindaki tımarhaneye yatırmışlar, lakin yaralarının enfeksiyon kapması nedeniyle bir kaç gün içinde ölmüş. mattio’nun ünü de burdan sonra başlıyor zaten. kendisini tedavi eden doktoru cesar ruggieri bu ilginç vakayı kaleme alır ve boylece mattio lovat olayı dilden dile aktarilir. bu arada mattio’nun hastalığına sonradan doktorlar şu teşhisi koyarlar (bkz: pellagra)

    konunun 19.yy avrupa tıp tarihi bağlamında ele alındığı yakınlarda çıkmış bir maria bohmer kitabını da buraya bırakayım: "the man who crucified himself - readings of a medical case in nineteenth-century europe" https://brill.com/view/title/35719

  • (bir gün arabayla kreşten dönüyoruz)
    ben- naaptınız bakiim bugün okulda(kreş)?
    o- (3,5 yaşında..) hiçbişi....

    (başka bir gün)
    ben- naaptınız bakiim okulda bugün?
    o- hiçbişi

    (bir başka gün)
    ben- ......... (sessizlik)
    o- ........
    ben- .........
    o- baba!
    ben- efendim oğlum?
    o- bugün okulda naaptığımızı sormicak mısın?
    ben- (sevinç, ilgi ve merakla) aaaa eveett... naaptınız okulda bugün?
    o- hiçbişi...... hihohahahahaa......
    ben-?!?!?!

  • eski sevgilinin yeni sevgilisine gülümsemesi. bugün gördüm bunu. ama alelade bir gülümsemeden bahsetmiyorum.
    onu okuldan aldığım zamanki gibi gülümsemesi...
    işten güçten uzun bir süre görüşemedikten sonra buluştuğumuzdaki gibi gülümsemesi...
    ilk yurtdışı seyehatimden sonra beni havaalanında karşılarkenki gibi gülümsemesi...
    kar yağarken ellerini ellerimin arasına alıp ısıttığımdaki gibi gülümsemesi...
    kendi ellerimle yaptığım hediyeyi ona sunarkenki gibi gülümsemesi...
    öpüştükten sonraki gibi gülümsemesi...

  • dört yaşındaki kızımdan;

    tuttu fırlattı kalbimi,
    ezdi üstünü çiğnedi,
    salamla reçel yedi,
    salamla, salamlaaa

  • bir cogumuz icin karanlik caglar denildiginde aklimiza ilk gelen dönem 800 ile 1400 lerin ortasi yani ortacag gelir. veba, fakirlik, hic bitmeyen savaslar...

    ama aslinda oyle degil.
    ınsanlik tarihinin en kotu donemi 536 senesinin ilk aylari ile 537 senesinin son aylari yani yaklasik 20 aylik bir dönem. tam anlamiyla karanlik cag da diyebilecegimiz bir tuhaf zaman dilimi.

    20 ay boyunca gunesin olmadigini dusunun. 20 ay boyunca yari karanlik bir dunya da yasiyorsunuz. gunes olmadigi icin tarim bitiyor, aclik had safhada.
    kuresel isi dusuyor. o zamanlarin istanbuluna yaz ortasinda kar yagiyor. hem de oyle bir iki dakikaligina serpistirmiyor 3 gun boyunca kar firtinasi ile bogusuyor bizans.
    cin ile misir da ayni durumda, avrupa ise daha da bitik.
    bugun ırlanda, almanya, fransa olan bolgeler bu doneme "times of the bad breads" diyor.

    ve tum bunlar krakatoa ve ilopango yanardaglarinin 5 ay arayla patlamasi ile olusuyor.
    tum dunya yaklasik iki sene surecek kalin bir toz tabakasinin altinda yasamak zorunda kaliyor.

    aclik yuzunden kanibalism basliyor. kucuk kasabalar biraz daha buyuk kasabalar tarafindan sadece biraz daha bugday bulabilmek icin yagma ediliyor.
    kuzey de feodal krallar fakir halktan hergun rastgele birini secip karinlarini doyuruyor arta kalan kemikleri ise yine fakirlere atiyorlar. o fakirler arasinda muhtemelen biraz once yenilen kisinin esi ya da cocuklari da var...ama aclik insanlari bu duruma getiriyor.

    dramatize ettigimi dusunuyorsunuz ama sahiden de tum bunlar yasaniyor.
    bizans'li tarihci procopius gunlugune " bugun 18. aya girdik, gunes hala dunya yi ay isigi kadar aydinlatmakta" diye not dusuyor.

    bizans imparatoru 1. justinian bir yasa ile 537 de imparator olur olmaz kanibalizmi yasakliyor.
    ama alinan hicbir onlem aclik ceken insanlari durdurmaya yetmiyor.

    roma imparatorlugunda binek hayvani kalmiyor. 537 senesinin ilk aylarinda imparatorluk ahirlari ac roma halki tarafindan yagma ediliyor. ne imparator ne de askerler hic birsey yapamiyor.

    bu donemde 18 ay boyunca gunes isigindan hic yararlanamayan insanlik "d" vitamini eksikliginden de muzdarip olmaya basliyor. normal bir sekilde attan inen bir erkek bacagini kirabiliyor. sakat kalan insanlarin ise hic sansi olmuyor. sakat kalanlar saglamlar tarafindan gida olarak gorulup ölduruluyorlar.

    yine d vitamini eksikliginden kel insan sayisi artiyor. dogan her 10 bebekten sekizi rasitizm hastaligi ile dogmaya basliyor.

    ekonomik olarak tuhaf gelismeleri de pesinden getiriyor bu donem. ınsanoglu uzun zamandir ilk defa paranin yenemeyecegini anliyor. kimse altin ya da zumrutun yuzune bakmiyor. ucretler bugday, yumurta, kurutulmus et gibi gida urunleriyle odenmeye baslaniyor.

    dunya nufusu 535 senesinde yaklasik 190 milyon. 537 senesine geldigimiz de bu sayi yaklasik 100 milyona dusuyor.

    ve bugun yasanan ya da gecmiste yasadigimiz bir cok felaket 536 ile 537 senelerinin karanligi yaninda gulluk gulistanlik kaliyor.

    ılgilenenlere link

    https://www.researchgate.net/…t_century_perspective

    https://history.fas.harvard.edu/…e_mag_re_ad536.pdf

    https://www.science.org/….1126/science.362.6416.733