hesabın var mı? giriş yap

  • türkiye'de insanların ekonomi algısı döviz kurları ile özellikle de dolar/tl kuru ile son derece güçlü etkileşim halinde. birkaç gündür burada dolar kurunun yeniden 1,15 tl'e nasıl dönebileceğini tartışılıyor ama tartışılan şey dolar kuru değil, türkiye'nin nasıl yeniden ekonomik olarak rahat bir döneme gireceğiydi yani insanlar dolar kurunun iyileşmesi ile refah arasında çok ciddi bir bağ kuruyorlar fakat gerçekte bu böyle değil. rakamlara takılmadan türkiye'de ekonomik durum iyileşirse beklenmesi gereken veya optimum faydayı sağlayacak olan gelişme türk lirasının sürekli olarak değerlenmesi midir? kişisel fikrim bu sorunun cevabı da hayırdır.

    bu olayın bir para politikası kısmı var: ali ağaoğlu'nun (ekonomist olan) bu konuda şöyle bir açıklaması var ki ben de katılıyorum; cümle tam olarak böyle miydi bilemiyorum ama kendisi: ''bana yeni bir pasaport ve hayatımı idame ettirecek para verin dolar kurunu birkaç ayda 1 liraya indireyim gibi bir cümle kurmuştu.'' daha net ifade edeyim; türkiye'de dolar kuru tabii ki hızla düşürülebilir ama bunun bedeli önemlidir; yarın merkez bankası piyasadaki tl likiditesini boğup 10 doları 1 tl'e de eşitler ama bunun bedeli olarak türkiye ekonomisi akıl almaz bir daralma yaşarsa bunun ekonomik olarak bir faydasından söz edemeyiz. ben en uç noktayı ifade ettim, daha uygun şartlarda para politikası yapıcılarının türk lirasını değerlendirmek için türk lirası likiditesini olması gereken seviyenin altında tutmadığı müddetçe türk lirasının güçlenebilmesi için ülkemizde katma değerin artması veya daha fazla üretim gerçekleştirmemiz gerekir.

    türk lirasına değer kaybettiren ana olgu enflasyondur yani ülkedeki para ülkedeki arza göre ne kadar fazla ise bu iki kavram bir birine eşleneceği için para değer kaybetmektedir; türkiye'de ürettiğimiz ürünlere daha fazla değer katmamız veya daha fazla üretebilmemiz ülkedeki arzı artırır fakat böyle bir senaryoda bence optimum fayda için arz artışı ile birlikte paranın da artmasıdır böylelikle türk lirasının değerlenmesi değil, insanlarda gelir artışı ortaya çıkar ki sonuç olarak alım gücü açısından arada fark yoktur fakat türk lirasının aşırı güçlenmesi deflasyonist bir senaryodur ki deflasyon ekonomiler için sağlıklı bir gelişme değildir; biz de fazlalığı sorun çıkarıyor olsa da enflasyon ortamı ekonomiler için daha sağlıklı bir ortamdır. daha somut ifade etmek gerekirse gelirlerin sabit kalması koşuluyla dolar/tl'nin 1,5 liraya geri dönmesinin faydası ile dolar/tl'nin 8 lira olması ama ortama gelirin yaklaşık 3 bin liradan 15 bin liraya(+ortaya çıkacak enflasyon) çıkması senaryosunda daha faydalı olabilecek olan senaryo ikincisi olabilir yani türk lirasına değer kazandırmak ile kurda istikrar sağlayıp gelirleri artırmak arasında tercih yapılırsa ikincisi daha olumlu olabilir ki aslında bize 1,5 lira seviyesini cazip gösteren dönemde olan da aslında buydu.

    somut ifade etmek gerekirse dolar/tl'nin 1,5 lira olması ve ortalama gelirin 3 bin lira olması ile dolar/tl'nin 20 lira olması ve ortalama gelirin 40 bin lira olması arasında alım gücü açısından bir fark yoktur. fark daha çok geçmiş zamanın etkileri ile alakalıdır. örneğin geçmiş dönemde alınan borçların etkisi ilk akla gelebilecek olan dinamiktir.

    türkiye'de türk lirası çok fazla değerlenirse son zamanlarda alınan yerel para cinsi kredilerin ciddi olumsuz etkilerine maruz kalırız, türk lirasının değer kaybetmesi ile diğer senaryoya zaten şahitlik ediyoruz. bu konuda da en uygun senaryo en azından kısa vadede gelirlerin artması, kurda ise istikrarın sağlanmasıdır. konu dışı olsa da şunu eklemek lazım, türkiye'de borçluluk yapısı politika yapıcıların kozlarını azaltan bir faktördür örneğin döviz borçluluğumuz daha makul seviyelerde olsaydı, yüksek enflasyonun yükümlülerin borçlarını ödemesinde büyük fayda sağlayacaktı. güncel durumda döviz kurları ile mücadele etmek isteniyorsa başta faiz olmak üzere türk lirasını güçlendirecek adımların atılması gerekir fakat yerel para cinsi yükümlülükler bunu daha zor hale getiriyor; bizde döviz ve türk lirası cinsi borçlulukların dağılımı neredeyse yarı yarıyadır.

    ihracatla yerel para birimi arasında güçlü bir bağ kurulmaktadır ama ben bunun doğruluğunu verilerde göremiyorum. örneğin dünyanın normalleştiğini var sayıyorum, türk lirasının 10 lira olması mı ihracata daha fazla katkı yapar yoksa avrupa'nın beklenenin çok üzerinde büyümesi mi diye sorulursa bence avrupa'daki olumlu gelişmeler ihracata daha fazla katkı sağlar ve türkiye'de döviz kurunun ihracata sağlayabileceği katkının hiçbir seviyede döviz kurunun yan etkilerini karşılayacağını sanmıyorum.

    son soru da şudur; tl'nin değeri ne kadar olmalıdır? bu konuda da kişisel fikrim kıstasın dolar olmaması gerektiğidir; biz doları sabit bir değer olarak görüyoruz fakat bu doğru değil dolar da(dxy nedir) son bir yılda yaklaşık %10 civarında oynaklık sergiledi. türk lirasının olması gereken değeri takip edebileceğimiz en doğru veri reel efektif döviz kurudur; mesela yazının başında türk insanının dolar kurunun 1,5 seviyelerinde olduğu dönemde çok mutlu olduğunu ifade etmiştim ama o dönem türk lirasını reel efektif döviz kuruna göre sürekli olarak olması gereken değere göre daha değerliydi bu da sorun biriktiren bir durum çünkü türk lirasının olması gerekenden fazla güçlü olması yerli üreticilerin, ihracatçıların aleyhinedir. ithalatı ve döviz borçlanması teşvik eder ki dolar/tl 1,5 lira seviyesindeyken biriktirilen sorunların bedelini bugün ödüyoruz.

  • bazı sözlük yazarlarının sikko sikko yorum yaptığı özellikler. "evde kalmış" diyorsun dikkatini çekerim. adamın kendi isteği dışında olan durum. niye evde kalmıştır biliyor musun? maddeler halinde sıralayalım.

    -efendi erkektir.
    -asosyaldır. sosyal çevresi yoktur.
    -ağzı laf yapamaz.
    -yalan söyleyemez. kendini pazarlayacaksın, yalan söyleyeceksin.
    -ince düşüncelidir.
    -kadın ne derse yapar.
    -enteldir, bilgilidir. kadınlar boş muhabbet yapan erkekleri sever.

  • narsisistik kişilere özgü bir davranış bozukluğu olan gaslighting, kişilerin kurbanlarına onların kendilerine dair algılarını yeniden biçimleyecek şekilde belleklerine olumsuz bilgi ve yargıları sokmalarıyla tezahür eder. bir manipulasyon yöntemi olarak da kullanılan durum, sorgu teknikleri içinde de yer alır.

    basitçe, filmlerde kendisini kaçıran ve kabus hayatı sürdüren kişinin telkin yoluyla sınırladığı algıyla yaşayan ve bir türlü kaçmayı beceremeyen kişiler buna örnektir. sosyal hayatta da karşınıza çıkarak kendi yargılarını sık telkinlerle size saldırma biçiminde gösteren otorite figürleri, böylesi bir algısal kopukluğa yol açabilir.

    1944 yapımı bir hollywood filmiyle terminolojiye girmiştir. ilgili film için bakınız

    psikolojik baskı oluşturarak tüm kanaatler yeniden oluşturulabilir.
    sizin de başınıza gelmiştir. sizin hiç olmadığınız bir insan olduğunuza dair telkinler duyarsınız, bir süre sonra telkinin geldiği yerle savaşmamak için ya da başka bir nedenle kabullenirsiniz, kabullendiğiniz an, telkin kendi delillerini oluşturur. yani kendini gerçekleştiren kehanete dönüşür durumunuz. ancak farkındaysanız, eylemleriniz ve karakteriniz tutarlı bir bütünlük gösteriyorsa etkilenmezsiniz.
    her durumda telkini yapan kişi, sizi nasıl görmek istiyorsa öyle görüyordur. tıpkı rorschach lekesi gibi, orada olanı değil, kendi içindekini görüyordur.
    narsisistik kişilerin yargılarını silmek zordur. telkine kapalı olduğunuzu göstermeniz narsisizmle inşa ettikleri kabul ettirme gücünün parmaklarının arasından akıp gittiğini düşünmelerine neden olacağından yüksek ihtimalle sizi listenin dışına iteceklerdir.

    insanlar telkine açıktır. kendinizi olumsuzlamayın. başkasının gözünden bakmayın kendinize.

  • bunlar bir ara ticari itibar sebebiyle entry, video, tweet vs. sildiriyordu. peki milletin üzerine saldığınız o 3 avukata sorar mısınız, ticari ahlaksızlık yapan firmalara ne yapılmalı sayın reeder yönetimi.

    suç sizde değil ama, bu ülkeyi gelişmemiş üçüncü dünya ülkesine çevirenlerde. orta doğu bataklıklarında en kolay iş hem suçlu hem güçlü olabilmek.

    (bkz: guguk devleti)

  • hemen her konuda bir aforizma sahibi bernard shaw bu konuda da şu açıklayıcı ifadeyi dile getirmiştir:

    "i learned long ago, never to wrestle with a pig. you get dirty, and besides, the pig likes it."

  • aslında özgüven eksikliğinin en kötü yanı kendini kötü görmek değil, diğer herkesi mükemmel görmektir. en boktan, en saçma insan bile size göre sizden iyidir.

  • ilave vergi türkiye ekonomisini düzeltmez, düzeltemez. bugünkü ekonomik sistemin temellerini atan kemal derviş, o zamanlarda bile tüketimden alınan vergi artışlarıyla yoluna sokulan kamu bütçesine ait bu çözümlerin geçici olduğunu ve ihracata yönelinmesi gerektiğini söylemişti.

    ithal mallara ek vergi getirerek çözülebilecek olan tek şey, iç tüketimdir. harcamalar durur ve sonunda devletin düşen vergi gelirleriyle bir de bütçe açığı oluşur. ithal mallara ek vergi uygulaması üretim araçlarına sahip olan ülkelerde işe yarayabilir, türkiye gibi bütün devlet bütçesinin tüketim üzerinden alınan vergiler üzerine inşa edildiği bir ülkede yaramaz, nedenlerine gelince:

    a) yüksek ara malı ithalatına bağımlı olan ihracat nedeniyle ihracatçının kar marjı oldukça düşük kalıyor. bu düşük kar marjıyla çalışmaya çalışan ihracatçıya getireceğiniz ek vergi adamın kar marjından yemekten başka bir işe yaramaz. devlet ihracatçının girdi maliyetlerini artırdığı gibi, ihracatçı satış fiyatını artıramaz. bu durumda, ithalatçı firma gider malı başka yerden alır, ihracatçı batar.

    b) her sıkıştığında zaten ötv kalemleri üzerinden nihai tüketim harcamalarına muhtaç bir devlet bütçesi var, her sene ufak ufak artırıyorlar. yani yarın sabah kalktığımızda bütün ötv kalemlerinde %100 artış yapamaz devlet çünkü aniden gelen yüksek artışlar tüketimi durdurur, başta alacağı gelirden de olurlar. devletin alternatif gelir kalemleri yaratabileceği bir ekonomik altyapımız maalesef yok.

    c) ötv'ye bu kadar yüklenilebilmesinin temel nedeni aslında talepteki inelastiklikten başka bir şey değil. ötv alınan tek kalem lüks otomobiller değil. başta akaryakıt olmak üzere, alkol ve sigara en çok ötv geliri elde edilen kalemlerdir. sade sodadan tıraş köpüğüne kadar birçok maldan ötv alınıyor ama en çok gelir elde edilen dört kalem, alkol, sigara, akaryakıt ve otomobildir.

    vergi artışına karşı talep fonksiyonu iki sonuç verebilir. talep inelastik olarak kalır, bütçe açığı düşer. akaryakıtta olan şey budur. dolar kurundaki artış birçok ekonomi yazarının geliştirdiklerini iddia ettikleri modele göre enflasyona onda biri kadar etki eder, en azından yazarlar bunu iddia ediyor ki bence daha bile fazla olabilir.

    tarlada sürülmesi için traktöre gereken mazottan, istanbul'daki hale gelmesine ve oradan marketlere dağılmasına kadar geçen sürede gıda ürünleri hep bir yerden bir yere taşınırlar. bu yüzden akaryakıt sürekli bu denklemin içine girer. günün sonunda, gıda harcamasını yine yapmak zorunda kalan vatandaş ise artan dolar yüzünden, artan doların üzerine binen vergi yükü yüzünden gıda fiyatlarındaki enflasyonla karşı karşıya kalır. bu durumda enflasyon artacaktır. zira gıdanın ağırlığı enflasyon sepetinde bir hayli yüksektir.

    talebin yeteri kadar inelastik kalamadığını ve piyasadaki tüketimin azaldığı örneklere gelecek olursak da, en belirgini otomobilden alınan ötv'dir. kur şokları ve vergi artışlarıyla satışlarda düşüş olur. satışlarda düşüş olması direkt olarak vergi kaybı anlamına gelmez fakat aşırı yüklü vergi artışı getirilirse vergi kaybı yaşanması mümkündür.

    alkol ve sigara otomobilden biraz daha farklıdır. bunlar otomobil gibi dayanıklı tüketim malı olmadıklarından dolayı, piyasada kaçak tüketimde yakalanmaları biraz daha zordur. bu da ciddi bir kaçakçılığa yol açar. son zamanlarda sürekli artan kendi evinde bira/rakı yapan insanlar, kaçak sigara içenler, kendisi tütün alıp saranlar bunlara örnek verilebilir. devlet bunlara da savaş açsa da, bu savaşı kazanabilmesi kolay değildir. zira suç bile olsa, ekonomik getirisi ötv arttıkça artacak ve daha çok insan bu işe girmek isteyecektir. kaçakçıklıkla mücadelenin en temel çözümü tam aksine, yerel üretimin de mümkün olabildiği alkol sigarada vergi yükünü azaltmaktır.

    akaryakıt kadar inelastik bir talep olmasa da, alkol ve sigara üzerindeki ötv yükü geliri azaltabiliyor.

    ayrıca, üretim ile alakalı bir süreç sonucu gelişmeyip tüketim üzerinden alınan ötv sonucunda, akaryakıt örneğindeki gibi talep inelastikken bu vergi artışı gerçekleşirse paranın dönüş hızı da artar. devlet bütçesinin her sene az da olsa açık verdiğini düşünürseniz, benzin alırken devlete ödediğiniz para aslında ortaya bir katma değer koymaz. bu durumda, devlete giden para gene devlet tarafından harcanarak tekrar piyasaya sürülür, sürüldükçe para tekrar akaryakıt üzerindeki bir vergi olarak devletin kasasına geri döner.

    ortada katma değerli bir üretim olmayınca, bu kadar sık piyasa/devlet arası el değiştiren para makro ölçekte yeni bir enflasyonist baskı yaratır. amerika'nın para bastığı qe2 dönemde bile 2012 yılı hariç türkiye'de enflasyonun bir türlü %7-8 altına düşmemesinin nedeni bütçe açığını kapatmak için ötv oranlarını yükselten hükümettir.

    aslında bu o kadar anlamsız bir şeydir ki para basmaktan sadece bir tık daha az enflasyon yaratır. devlet akaryakıt üzerindeki vergiyi artırır, başta bütçe açığı azalmış gibi kalır. ama devlet uzun vadede buradan gelen ek kaynağı da gerisin geri yeni memur alımından tut, savunma sanayi projelerine oradan otoyol ve köprü garantilerine kadar yeniden piyasaya sürer. akaryakıt ya da genel anlamda tüketimi oldukça yüksek olan herhangi bir inelastik talepli meta üzerinden alınan ötv artışı enflasyonu anında tetikler.

    enflasyondan devlet de etkilenir, aynı yatırımı yapmak için daha çok para harcamak zorunda kalır, memur maaşlarına zam yapmak zorunda kalır sonra bütçe açığı artar, bütçe açığı artan devlet tekrar ötv zammı yapar gene başa dönülür.

    d) şu öne sürülebilir. devlet zam yapar ama tüketim o kadar sert düşer ki devlet de buradan artık bütçe açığını kapatamaz hale gelir. evet bu da bir sonuçtur ama sonunda eğer kaçak tüketim piyasası oluşmamışsa tüketim tamamen durur. devlet kendi bütçesini denkleştiremediği gibi, mikroekonomide bir piyasayı da ortadan kaldırmış olur. ötv şoklarıyla otomobil piyasasında bu geçmişte birçok kez olmuştur. eğer gelecekte bir gün bu sorun akaryakıtta yaşanmaya başlanırsa, apokaliptik bir ortama gireriz. artan gıda fiyatları yüzünden yemek yiyemeyen milyonlarca insan bir anda birbirine saldırmaya ya da süpermarketleri yağmalamaya başlayabilir. bir dönem arjantin'de olan budur.

    e) şu sorulabilir. madem ithal üründe vergi bir işe yaramıyor o zaman trump neden vergi getirmeye çalışıyor?

    bu sorunun cevabı amerika ile türkiye arasındaki farkta gizlidir. c ve d şıklarına alternatif olarak bir opsiyon daha var. dışarıda üretilen malın türkiye'de üretilerek piyasada satılmaya başlaması. bu durum bunu talep ederek savunduğunuz bir iddiadır ama mümkün değildir.

    türkiye'nin ithal girdilerine baktığınızda katma değeri yüksek ürünlerin ve enerjinin baş sırayı aldığını görürsünüz. bu topraklarda bir anda arabistan gibi petrol çıkacak bir durum yok, zaten olsa satmak bir tarafa önce iç tüketimi karşılayıp ithalattan kurtulurduk. diğer durumsa, katma değeri yüksek bu ara malları kendi ülkemizde üretmeye başlamak olabilir bu da mümkün değildir zira katma değerli üretim büyük ölçekli yatırımlar ve nitelikli bir işgücü gerektirir. türkiye'de az sayıda bulunan bu işgücü de savunma sanayi sektörü, ki toplam cirosu içinde devletin payı çok yüksektir, ve birkaç yarı özerk devlet kurumları spk, epdk, merkez bankası vs. tarafından kullanılır.

    yani çok basit bir soru sorayım bmw üzerideki ötv'yi %500 yapınca kendimiz bmw kalitesinde, bmw fiyatına otomobiller üretmeye başlayamayız, çünkü yapacak olan mühendislerin %99'u ya savunma sanayinde çalışıyor, ya da çoktan yurtdışına gitti.

    amerika'nın bunu neden yaptığına gelecek olursak, amerika ile çin arasındaki ticaret dengesi çok farklı. amerika her yıl çin'e karşı 300 milyar dolar dış ticaret açığı veriyor. bunu vermesinin nedeni ise çin'in para birimi yuan'ı zorla düşük tutma yönündeki politikasından başka bir şey değil. ayrıca çin'de devlet kontrollü bir finans piyasası olduğundan dolayı, yani piyasanın derinliği olmadığından dolayı da amerika'dan elde edilen bu ticaret fazlası merkez bankasının kasasında yatıyor, çin'in dolar rezervi en son 3 trilyon doları geçmişti, yani türkiye ekonomisinin yaklaşık dört katı. evet çin merkez bankası isterse türkiye'yi dört yıllığına kiralayabilir. gsmh gelirdir, servet ise başka bir şeydir.

    bu problemi biraz daha açalım, diyelim ki çin'de de dalgalı kur sistemi uygulanıyor. ilk sene içinde çin anormal bir dış ticaret fazlası veriyor. bu para çin'in bankacılık sistemine dahil oluyor. tüketim ve harcamalarda herhangi bir kısıtlama yoksa, bankalar bu paradan para kazanmak için birçok tüketici kredisi vermeye çalışarak kredi faizinden para kazanmaya çalışırlar. haliyle de çin halkının harcama potansiyeli artışa geçer.

    bu artıştan çin'in ithalatı da nasibini alır ve ilk sene verdiği 300 milyar dolar fazla yerine ikinci sene daha az, sonraki sene daha da az fazla vermeye başlar. bir yandan da yuan değerlenir çünkü her sene az da olsa dolar rezervi artmaktadır.

    peki çin ne yapıyor? bu ticaretten gelen fazla dolarları iç piyasada tüketime asla yöneltmiyor. çoğunu merkez bankası rezervlerine atıyor, bir kısmını da devlet destekli işlerinde harcamak üzere kullanıyor. derin bir finansal sistem olsaydı, benim bankaya attığım 1 milyon doları alan banka bunu zorunlu karşılık gösterip başka birine ticari yada bireysel kredi olarak kullandırtır ve iç piyasayı canlandırırdı. ortada böyle bir durum da yok. yuan zorla düşük tutuluyor derken denmek istenen de tam olarak bu. ticaretten gelen dolar fazlası, iç piyasaya uğramadan merkez bankasına gidiyor.

    çin'de tamamen liberal bir serbest piyasa ekonomisi işlemiyor. bu nedenle de amerika, kendi kuruluş ruhuna tamamen aykırı olsa da, ek vergi ile ticaret duvarı uyguladı. bunu da bildiğim kadarıyla katma değerin görece düşük olduğu demir/çelik sektörüne uyguladı. nedenine gelince, zorla düşük tutulan yuan ve iç piyasada halkın refahını artırmayıp merkez bankasına atılan dolarlar çin'de işgücünü çok ucuz bir halde tutuyor.

    abd ve avrupa gibi servetleri büyük sermayeleri güçlü ülkelerde ise asgari ücretle dahi belirli standartların yakalanmasını sağlayan bir sistem var. aslında söz konusu çin olunca, bu standart türkiye'de bile var. türkiye'de asgari ücretin 400 dolar olduğunu çinli bir işçiye söyleseniz orada ağlamaya başlar. görece katma değerin düşük olduğu bir sektöre vergi duvarı koyduğunuzda ise, atıl duran niteliği düşük işgücü anında çıktı üretmeye başlar. dolayısıyla amerikan iç piyasasında, bu 50 milyar dolarlık iç piyasa düzeni çok çabucak kurulur. ayrıca katma değeri yüksek bir sektör dahi olsa, amerika gibi parası rezerv olan ve yıllarca sanayiye öncülük etmiş olan bir ülkede yerli piyasasının canlanması çok zaman almaz, zira türkiye'de olmayan nitelikli işgücü ve sermaye sıkıntısı çekilen bir ülke değildir amerika birleşik devletleri.

    özet: ithal mallara ek vergi getirerek piyasayı düzeltmeye kalkmak amerika'da işe yarasa da türkiye'de pek işe yaramaz. oransal olarak ciddi bir ek vergi ya inelastik talebi zorlayarak enflasyon yaratır ki bu iyi senaryodur, ya da talebi bitirerek hem o sektörü bitirir, hem de o sektörden gelecek vergi gelirlerini ortadan kaldıracağından dolayı bütçe açığını büsbütün artırır. ilave verginin işe yaraması için aynı piyasanın üretim ihtiyacının içeriden karşılanması gerekir ki mevcut beşeri ve maddi sermayesiyle türkiye bunu yapacak durumda değildir. çünkü bunun olması için ya ülkeden petrol fışkırması gerekir, ya da bir anda nitelikli işgücünde bir zıplama ve buna eşlik edecek sermaye gruplarının oluşması gerekir. ayrıca ithal girdiye olan ihtiyacı nedeniyle ithal mal üzerine eklenecek verginin ihracatı baltalayarak, dış ticaret açığı daha beter artırması riski de vardır.