hesabın var mı? giriş yap

  • atatürk kendinden sonraki türkiye'yi görmedi zannedenler gençliğe hitabe'yi tekrar okusun.

    gaflet-dalalet-hıyanet diye gülüp geçtiğimiz osmanlıca'sını değil öz türkçe'sini okuyun bakalım, reçeteyi çoktan vermiş mustafa kemal paşa. buyrun kendinden dinleyelim:

    ey türk gençliği! birinci görevin türk bağımsızlığını, türk cumhuriyetini sonsuza kadar korumak ve savunmaktır.

    varlığının ve geleceğinin tek temeli budur. bu temel senin en değerli hazinendir.

    gelecekte bile, seni bu hazineden yoksun bırakmak isteyecek iç ve dış düşmanların olacaktır. bir gün bağımsızlık ve cumhuriyeti savunmak zorunluluğuna düşersen, göreve atılmak için, bulunduğun durumun olanak ve şartlarını düşünmeyeceksin! bu olanak ve şartlar, çok elverişsiz bir özellikte ortaya çıkabilir. bağımsızlık ve cumhuriyetini yok etmek isteyecek düşmanlar, bütün dünyada eşi görülmemiş bir galibiyetin temsilcisi olabilirler. zorla ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri ele geçirilmiş, bütün işletmelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve ülkenin her köşesi eylemli olarak ele geçirilmiş olabilir.

    bütün bu koşullardan daha acı ve daha tehlikeli olmak üzere, ülkenin içinde iktidara sahip olanlar duyarsızlık, sapkınlık ve hatta ihanet içinde bulunabilirler. üstelik bu iktidar sahipleri, kişisel çıkarlarını işgalcilerin siyasi çıkarlarıyla birleştirebilirler. ulus fakirlik ve çaresizlik içinde yorgun ve bitkin düşmüş olabilir.

    ey türk geleceğinin evladı! işte, bu durum ve şartlar içinde bile görevin türk bağımsızlık ve cumhuriyetini kurtarmaktır.

    gereksinim duyduğun güç damarlarındaki asil kanda bulunmaktadır!

  • mısırlılar'ın özellikle kutsal saydıkları scarab (bokböceği) heykellerinde kullandıkları değerli bir taş. en kıymetlileri, tarif edildiği üzere, içinde altın damarlar taşıyormuşçasına prit içerenlerdir ve irice yuvarlak bir yüzük formundaysa misal, yıldızlı bir gökkubbeyi elinizde taşıyormuşsunuz hissi verir. ayrıca yeşil, mavi, kırmızı, kahve pek çok taş olmasına rağmen, böyle bir lacivertliğe sahip başka bir taş yoktur. ayrıca, diğer kristal bazlı taşlardan farklı olarak (aquamarine, quartz, amethyste gibi) elinizde kristal ışıltısı vermez, daha mat, daha yuvarlak dokulu bir taştır.. tıpkı denizde cilalanmış deniztaşları gibi, elinizde serin, kaygan, hoş bir his bırakır.

    bir de, bu taşın adını ilk öğrenişim şöyledir ki, ortaokulda okuduğumuz, yanlış hatırlamıyorsam express publishing'e ait, yine yanılmıyorsam "blue scarab" adlı ince bir hikaye kitabı vardı 10 chapterlık. hani böyle, alıştırma kitabı filan da olan, reading and listening derslerinde okutulan cinsten... hah işte o kitapta, babası arkeolog olan ve bir kazıda ölen bir kızceğiz, garip bir dükkana giriyor, lapisten yapılma bir scarab alıyordu ve başka birkaç kişiyle birlikte öte dünyayla iletişim kurmaya başlıyorlardı... şimdi düşündüm de, o kitaplar da hep gerçeküstücü oluyormuş o yayınevinin, nitekim bir diğeri de ruhun evi terk etmediği hampton house hikayesiydi ki, hala üzülürüm o kitapları kaybettiğime...

  • çoğunlukla 50 gb olarak uygulanan adil kullanım kotası o kadar komik ve adaletsiz ki, bunu rakamlarla açıklamaya çalışalım:

    8 mbps'lik bağlantıyı tam kapasite kullanan biri saniyede 1 mb veri indirebilir. bu da ayda, (60*60*24*30=) 2.592.000 mb eder.

    yani ayın 1'inden 30'una kadar hiç durmadan 24 saat full download yapan birinin indirebileceği toplam miktar en fazla (2,592,000 / 1024=) 2531 gb'dır. yani yaklaşık 2,5 terabyte. interneti download olarak görüyorlar ya, işte 8 mbps'lik hattın download kapasitesi bu: 2,5 terabayt.

    aylık kapasitesi 2.5 terabayt olan bir hattın daha 50 gb'ını kullanan birine, "sen bu hattı sömürüyorsun" demek, en basit anlamıyla arsızlıktır.

    ben hattımın kapasitesinin daha % 2'sini kullanmışken, sen bana nasıl "adaletsiz kullanıyorsun" dersin?

    adil kullanım kotası gerekli olabilir ama bu şekliyle ve ttnet'in uyguladığı biçimle en adaletsiz uygulamalardan biri. rakamlar da ortada.

    üstüne üstlük, bu paketleri "limitsiz" adı altında satıyor. yani % 2'den sonra sınırlayacağı hattı satarken "limitsiz" ibaresini koyup tüketiciyi aldatıyor.

    benim kapasitemin % 2'sini bana sınır olarak koyan, paketin ismiyle tüketiciyi yanıltan şirketi hangi mahkeme haklı bulur acaba?

    avukat olsam veya bu işlere harcayacak param olsa bu sisteme dava üzerine dava açarım.

  • aşağıda yazan yolun ulaşacağı hedeftir.

    birazdan yazacağım yöntemleri izleyen arkadaşlar para babası olacaktır. garantisi benden. zengin olmazsan gel bul beni.

    şimdi yöntemlere geçelim;

    ilk önce kişinin kredi çekebilecek bir maddi durumunun olması zorunlu.

    1. aşama: nişantaşı, bebek, etiler gibi kalburüstü mekanlarda boş dükkan kovalamak.

    2. aşama: boş dükkan bulunduktan sonra fiyatı olabildiğince aşağı çekmek. kiralık olarak tutulacaksa kirayı yıllık peşin olarak vermeyi önermek.

    3. aşama: dükkanın mimarisi çok önemlidir. bahsettiğimiz muhitlerde entel, farklı arayışlar içinde olan, her gün takılabileceğim nezih bir mekanım olsuncu, bulunduğum mekanda foto çekilip hava atayımcı tipler kum gibidir. onlara uygun bir mimari benimsenmelidir. benim önerim renk cümbüşü veya ahşap bir mimari tercihi.

    4. aşama: en önemli aşamalardan bir tanesi de burasıdır. firmanıza klas bir isim bulmanız gerekmekte. the osmanlı, x cafe bistro gibi isimler koyarsanız baştan kaybedersiniz. örneğin; lavelli, sopharo vb. gibi isimler işimizi görür. daha sonrada firma isminizin üzerinde klas bir şekilde yazdığı servis ürünleri satın alacaksınız.

    5: aşama: mekanımızın mimarisini hallettikten sonra sıra geldi menüye. menüye kesinlikle türkçe kelimeler yazılmamalı. makarna mı yazacaksınız ? direkt soslu makarna yazarsan kaybedersin. fettuccine, lasagne vb isimlerle menünüzü süslemeniz gerekmektedir.

    6. aşama: şimdi geldik kârın anasını ağlatacağınız ve bütün maliyetleri karşılayacağınız bölüme. bim, a101 gibi ucuz alışveriş mekanlarına gideceksiniz. malzemelerinizi oradan alacaksınız. fakat lezzet konusunda fark yaratmak için soslara özen göstermeniz gerekmekte. soslar sizin silahınız olacak. makarnalarınızı, nugget gibi tavuk türlerini, hatta tatlılarınızı bile buralardan alacaksınız. daha sonra kendi firma isminizin üzerinde klas bir şekilde yer aldığı tabaklarla servis edeceksiniz.

    7. aşama: fiyatlandırma aşamasına geldik. eğer fettucine isimli bir makarnayı 5 tl yaparsanız kusura bakmayın ama dükkanda sinek avlarsınız. yapabildiğiniz kadar fahiş fiyatlandırma yapın. en basitinden 1 fincan kahve 12 liradan aşağı olmamalı.

    her şey hazırlandıktan sonra geldik. en önemli bölümlerden bir tanesine; reklam

    çektiğiniz kredi bütçesinden kalan önemli miktarda para varsa oradan, eğer yoksa artık tekrar mı bankalarla iletişim kurarsınız, tefeciden mi alırsınız orasını bilmem. fakat en önemli kısım burası. bu işlemi yapmazsanız bundan önce yaptıklarınız boşa gider.

    bir oto kiralama firmasına gidip aylık olarak ferrari, lamborghini, porshe türü araçlar kiralıyoruz. bu araçları boş zamanları olan akraba, eş, dosta veriyoruz. ve onlardan her gün dükkanınızın önüne gelmelerini, arabaları oraya park etmelerini söylüyoruz.

    bu işlemleri yaptıktan sonra olacaklara siz bile inanamayacaksınız.

    eğer başarısız olursanız beni bulun. garantiniz benim.

  • nurseli idiz'le aynı odada kaldık amatemde.

    çok kibar, çok hoşsohbet bir insan. şöyle bir diyalog geçmişti aramızda hiç unutmam;

    n.i: ben bir oturuşta bir büyük içiyorum.
    ben: bende de o kadar para olsa ben 2 büyük içerim aq.

    hey gidi günler.

  • direksiyon sınavlarında komisyon başkanlığı ve üyeliği görevlerinde bulunuyorum. bu görevler esnasında gördüğüm ise kadın sürücü adaylarının çoğunluğunun ciddi anlamda beceriden yoksun,inatçı,telaşlı oldukları ve her durumda haklı olduklarına inanmalarıdır. kadın sürücü adayı düz yolda durduk yere kaldırıma sürüyor, son anda direksiyonu çevirip frene basıyorum ve adaya kaldığını söylüyorum
    ;kadının cevabı ise’’ aaa ne oldu ya naptım ki ben?’’ kadın sürücüye hatasını kabul ettirmek deveye hendek atlatmak gibi bir şey. bu kazada da prensesimize çok geçmiş olsun diyorum. üzülmesin bir dahakine tamamen ezer.
    tanım: dikkatsiz bir sürücüdür.

  • ben su an sosyal psikoloji alaninda doktora yapmakta olan bir psikologum. psikoloji lisans programindan mezun oldum. yuksek lisansimi da sosyal psikoloji alaninda yaptim. yani konuyla ilgili konusabilecek yetkinlikteyim.

    turkiye’de su anki kosullar altinda verilen psikoloji lisans ogretimi dusunuldugunde, uzaktan egitimle psikoloji lisans diplomasi verilmesine hem karsiyim hem degilim.

    karsiyim; cunku cunku alanin zibilyon tane sorunu var. mevcut durumda yenileme ve iyilestirme yapilmazsa, uzaktan egitimle psikoloji lisans diplomasi verilmesi alandaki sorunlari uzun vadede iyice artiracaktir. acik ogretim fakultesine sahip universitelerin bu programi tamamen para kazanmak icin acmayi planladigini dusunuyorum (bir bilimsel etik olacakti; ne oldu ona?); cunku insanlar dandik bir diplomanin ustune bir ya da birkac tane sertifika alip terapi/danismanlik/yasam koclugu(?) hizmetleri vermeye baslayacaklar. oradan buradan abuk sabuk sertifikalar alip ne idugu belirsiz danismanliklar verenler, sosyoloji mezunu olup kendisini uzman therapist olarak pazarlayip milletin parasini cebe indirenler bu alani yeterince somuruyorlardi zaten. bu insanlara yenileri eklenecek.

    ama bir yandan da karsi degilim; cunku, kendi adima, sinifta ders dinlemeyi online ogrenimden cok daha yararli ve verimli buluyor olsam da psikoloji bilimini ogrenmek icin gidip sinifta bir hocanin slayttan bayginca anlattigi dersleri dinlemeye gerek oldugunu dusunmuyorum. cok iyi universitelerin derslerine online olarak rahatlikla erisebildigimiz bir cagda yasiyoruz artik.

    ustelik, turkiye’deki psikoloji lisans programlarinin icerigi -en azindan ben mezun oldugum donemde- yeterince (zorunlu) uygulama barindirmiyordu. hocalarin kimisi yoklama almiyordu ve donem boyunca derslere ugramadan, yalnizca odevleri ve sinavlari verip gecenler oluyordu (e bu da bir cesit uzaktan egitim degil mi?). kaldi ki ogretmekle ilgisi kalmamis bazi dersle ilgisiz meselelerini, hoca sirf yoklama aliyor diye sinifta saatlerce oturup dinlemek zorunda da olmamali hicbir ogrenci.

    yani uzaktan egitimle psikoloji lisans diplomasi verilecek olmasina bu kadar tepki gosterilmesi belirli yanilgilardan kaynaklaniyor diye dusunuyorum. onlar da soyle siralanabilir:
    1. psikoloji biliminin klinik psikoloji alanindan ibaret sanilmasi,
    2. psikoloji lisans programindan mezun herkesin psikoterapist olarak calistigi yanilgisi ve
    3. klinik psikoloji uygulamalarinin lisans ogreniminin zorunlu bir parcasi sanilmasi.

    bunlarin hicbiri dogru degil (gerci 3. maddede degisiklik yapilmistir belki. iddia etmeyeyim). psikoloji bilimi ulkemizde yeterince iyi anlasilmis bir bilim dali olmamasindan kaynaklaniyor. tek tek aciklayayim.

    1. oncelikle, psikoloji bilimi klinik psikolojiden ibaret degildir. lutfen her psikologun freud ile ayni isi yaptigini, psikolojik bozukluklarla, bu bozukluklari onleme, bunlara tani koyma ve tedavi etme (psikoterapi) gibi konularla ilgilendigini sanmayin. psikoloji bilimi ilgilendigi ve inceledigi konular acisindan oldukca genis bir alandir. bilis alaniyla ilgilen, ogrenme, bellek, kosullanma gibi konularda calisan ve yapay zeka ile ilgilenen psikologlar bulundugu gibi, goc, kulturel uyum, aidiyet, kimlik, entegrasyon, davranissal iktisat gibi konulari calisan psikologlar da (bkz: ben) bulunmaktadir.
    2. evet, dogru tahmin ettiniz. psikoloji lisans programindan mezun herkes psikoterapist olarak calismiyor. ben, soz gelimi, bir kurumda yabanci iscilerle ilgili meseleleri arastiriyorum. endustri ve orgut psikolojisi alaninda uzmanlasmis meslektaslarim insan kaynaklarinda calisiyorlar ve ise alimlari gerceklestiriyorlar. psikolojinin zibilyon tane alani var ve herkes ilgili oldugu alanda calisiyor (ideal bir dunyada).
    3. klinik psikoloji uygulamalari lisans ogreniminin zorunlu bir parcasi oldugu yanilgisi da uzaktan egitime bu kadar karsi cikilmasina yol aciyor saniyorum. ben lisans ogrenimim boyunca klinik psikolojiye iliskin hicbir uygulama gormedim, yapmadim, izlemedim. her sey kuramsaldi ve deneyime iliskin her sey hocalarin terapi seanslarindan verdikleri orneklerden olusuyordu. klinik psikoloji alaninda uygulama yapabilecegimiz secmeli dersler vardi. denk gelmedi; alamadim. tek bir zorunlu stajimiz vardi. beni zorunlu staj icin kabul eden dokuz eylul universitesi’nin psikiyatri klinigi, stajimi 30 degil de 20 is gununden fazla yapamayacagimi soyledigi icin klinik staji yapamadim ve kurumsal bir firmada sacma sapan, bana kurumsal yasamin ne kadar dandik oldugunu ogreten bir staj yaptim. ınsan kaynaklarinda bile degildi.

    her universiteyi bilemiyorum; ama odtu’nun klinik psikoloji yuksek lisans programlarina basvurabilmek icin 4 yillik bir psikoloji lisans programindan mezun olma sarti var. sosyal psikoloji, gelisim psikolojisi ve trafik psikolojisi gibi diger yuksek lisans programlari ise boyle bir sart aramiyor. bircok dandik ozel universite de lisansustu program aciyor ve psikoloji lisans mezunu olma sarti aramadan ogrenci kabul ediyor. kisacasi, psikoloji alaninda akademik bir kariyer izlemek icin uzaktan egitime gereksiniminiz yok bu ulkede.

    psikoloji bolumunun baslica sorunu, dogru duzgun bir meslek yasasinin olmamasi. olan meslek yasasi da klinik psikologlari kapsiyor ve is tanimina kismen aciklik getiriyor. klinik psikolog olarak calisabilmek icin psikoloji bolumu mezunlari icin en azindan yuksek lisans yapmis olma sarti araniyor. alan disindan kisiler icinse klinik psikolojide doktora yapmis olma sarti var. sozluk’te de psikologlar zaman zaman, psikiyatristlerle karsilastirilip asagilaniyorlar. cahillik ne guzel sey. iki meslek grubunu karsilastiracaksaniz, oncelikle, psikolog degil; klinik psikolog. sonralikla, karsilastirma/birbirinin yerine gecme degil; tamamlayicilik. aslinda bu iki meslek grubu sanildiginin tersine birbirinin isini yapan meslekler degil, tamamlayicilik esasina gore calisan -calismasi gereken- meslekler olmalarina karsin, turkiye’deki algi, psikologlugun ise yaramaz bir meslek oldugu yonunde. hatta ileride bir gun psikoloji biliminin yok olup psikiyatrinin alani tamamen devralacagi yonunde soylemler bile goruyorum. cahillik ne guzel sey (iki etti). cevresel kosullarin genlerin davranissal olarak disavurumuna olan etkisini (kalitim-cevre/nature-nurture) gidip stanford universitesi’nin biyoloji ve noroloji alanlarinda calisan prof. robert sapolsky’den bir dinleyin derim. onun ifadesiyle: “genes are not about inevitability. they’re about vulnerability.” (genler kacinilmazlikla ilgili degil, kirilganlikla/hassasiyetle ilgilidir.) unutmadan, psikoloji bilimi klinik psikolojiden ibaret degildir.

    alandaki bir diger sorun ise, yazinin basinda da belirttigim gibi, psikoloji biliminin turkiye’de cok iyi anlasilmamis ve oturmamis olmasindan oturu, alan mezunlarinin nasil istihdam edileceginin bilinmemesi ve uzmanlasmaya uygun lisansustu programlarin olmamasi. bu uzmanlari yetistirecek uzmanlar da yok zaten. turkiye’de pazarlama ve reklamcilik alanlarinin ne denli genis oldugunu bilemiyorum; ama abd gibi ulkelerde pek cok psikolog bu alanlarda calisiyor. arastirma ve gelistirme yapiyorlar. kapitalizmi destekledigimden degil de bu alani ornek olarak vermek istedim. dogru duzgun bilim ve teknoloji uretmedigimiz icin, soz gelimi, bilissel bilimler alanina yonelen psikolog sayisi da azdir ki zaten az sayida bilissel bilimler lisansustu programi var. bu alanda uzmanlasan birinin turkiye’de is bulmasinin da kolay oldugunu sanmiyorum.

    son yillarda ozel universitelerin para kazanmak icin acip acip sahaya saldigi lisans mezunlariyla birlikte sayi gittikce artiyor olmasina karsin, bu mezunlarin uzmanlasabilecekleri kadar lisansustu program yok zaten. en kolay istihdam edilebilir ve en cok kazanc saglayan alan olan klinik psikoloji alani oldugundan, cogu mezun bu alana yoneliyor; ama klinik psikoloji lisansustu programlari oldukca az sayida devlet universitesinde var ve bu programlar cok az sayida insan kabul ediyor. ozel universitelerin lisansustu programlari ise ucretleri dolayisiyla cogu mezun icin erisilebilir degil; ama mezunlar sertifika programlariyla falan filan derken bir yerden isi kotarmaya cabaliyorlar.

    dolayisiyla da cogu psikoloji lisans mezununun zihinsel engelliler ya da down sendromlular gibi atipik gruplara (sosyal beceriler kazandirmak icin egitim vermek yerine) bakicilik yaptirildiklari ozel egitim merkezlerinde dusuk ucretlerle calismaktan baska secenegi olmuyor.

    ben bundan yillar once mezun olurken devlet hastanelerine 4 yillik duz lisans mezunu psikologlari psikiyatri bolumlerine atiyorlardi. bu sekilde hastanelere atanan arkadaslarim var. onlara ne yaptiklarini sordugumda “memur statusundeyiz zaten. psikiyatristler bir sey isterse test uygulamasi gibi seyler yapiyoruz. onlardan once hasta (danisan) goremiyoruz zaten” demislerdi. durumun su an nasil oldugunu bilemiyorum.

    biraz daginik anlattim saniyorum; ama demek istedigim, orgun egitim veren psikoloji lisans ve yuksek lisans programlarinin zibilyon tane sorunu varken, psikologlarin dogru duzgun bir meslek yasasi yokken, uzaktan egitimle psikolog diplomasi vermek acik ogretim fakultesine sahip universitelere para kazandirabilir; ama psikoloji alanina ve psikologlara uzun vadede bircok sey kaybettirecektir.

    ekleme: yazim yanlisi giderildi. mathey tissot'ya tesekkurler!

  • adam sahaya girip kavga ayırdı lan. rakip takım oyuncusuna espriler filan yaptı.

    beşiktaşlıların ned stark'ıdır. kaderi benzemesin.