hesabın var mı? giriş yap

  • maalesef biri adliyede, diğeri acilde dayak yiye yiye kalmamış egodur.

    evet, kıran kırana.

  • şirinlerin yaşadığı mantarlardan biridir,
    kırmızı desen üzerinde beyaz beyaz benekleri vardır.
    muskarin alkaloidleri taşır.
    yenildiği zaman zehirler.

    bazı ülkelerde kafa yapması için çok az miktarlarda yenir ama halüsinojen etkisi vardır, sonra insanları zombi gibi görüp öldürmeye çalışılabilir.
    ayrıca bu halüsinojen etkiden bir kerede kurtulunmaz, bir bakılır yıllar sonra olmadık şeyler görülmüş. denenmemelidir.

  • kafası güzel, hem de çok güzel bir film...

    senaryosu ve kurgusu düş ile gerçeklik arasında gidip gelirken, film de bütünüyle anlattığına dönüşmüş; gerçek mi düş mü belirsizleşmiş; böylece daha da güzelleşmiş.

    bu film, rüyaları ile gerçeklikleri yer değiştirsin isteyenler için ya da hayallerini gerçekliğe üstün kılanlar için yapılmış gibi. insan kendini anormal zannederken, aslında onun normalliğinde daha birçoklarının da olduğunu görüp rahatlaması ve sıcacık bir gülümseme eşliğinde mutlu olması için sunulmuş sanki bu film.

    hayallerimizde ya da rüyalarımızda, daha kendimiz gibi, daha içimizdeki gerçek kimlikken, daha cesur bir şekilde yaşarken, aslında gerçeklikte kendimizi, kendimizden ve çevremizden saklamışız ve yaşanılamayan kılmışız hissettiklerimizi ve isteklerimizi... bunu yeniden yineleyerek hatırlatmış ve belki de kafamıza dan dan vurmuştur bu film.

    lafın özü, güzel bir film...

  • kurtulanlar arasına adımı yazdırmama az bir vakit kalan illet hastalık

    gururla ve sevinçle edit: tahlil sonuçları geldi. kurtuldum!!!
    (ama diyete bir süre daha devam etmem gerekiyormuş)

    11 yıl sonra gelen edit: lan her şey düzeldi, iyi gidiyor falan derken bu meret bu sefer belden aşağı vurdu. sağ testisi aldırdık. hasta yatağımdan bildiriyorum.

    büdüt: en beğenilen entrim bu ya, kaderime mi küssem, ssg'ye mi sövsem bilemedim.

  • domino's pizza'dan 2 tane classic pizza(sadece mozerella peynirli) söylenir ve sipariş notu kısmına "abi hayrına bir kaç parça sucuk da koyar mısınız, öğrenciyiz, saolun:) " yazılır.. ve sonuç 2 tane sucuklu-peynirli pizza.

  • kendimizi türkçe'den soyutlar, bir kenyalı gibi dinlemeye çalışır ve sözleri anlamamakta ısrar edersek, müzikal anlamda türkiye'nin gelmiş geçmiş sayılı heavy metal grupları arasına girebilecek bir gruptur, bilhassa güneşin tahtı albümüyle. toplamda dört albümleri vardır ve son olarak ilk albümleri babaanne'nin cd kaydıyla çıkmışlardır karşımıza. keşke devam etse ve keşke serdar çokuslu yerine başka bir vokal bulsalar diye eklemeden yapamıyorum.

  • zonguldak şantiyesinde tanıdığım bi kalfa vardı, ismi mustafa. güleryüzlü, basit bir adamdı. her sabah herkesten yarım saat önce şantiyeye gelip çayı demler, sahada bi tur atar, üzerine revizyon gelen hükümsüz projeleri veya gazete kağıtlarını masaya serip kahvaltı sofrasını hazırlar, sonra beni beklerdi. ben bazı sabah sekizde, bazı sabah sekiz buçukta gelirdim işe. ben gelmeden kahvaltıya başlamazdı. oturup kahvaltılığı yerken üç beş laflar, o günkü işleri programlardık. hiç itiraz ettiğini, hiçbir işi yokuşa sürdüğünü, yalan konuştuğunu duymadım. ne işçileri bana karşı korurdu ne de beni işçilere karşı. çok düz, çok basit bir adamdı.

    bir akşam paydostan sonra ofise geldi, hakediş hazırlıyordum. "şef, hadi gel bi bardak çay içelim" dedi. normalde böyle şeyler olmadığından refleksle "hayırdır ya kötü bi şey mi oldu canın mı sıkkın senin?" diye sordum. "yoo, öyle sıkıldım biraz" dedi.

    zonguldak' ta bilen bilir, çok güzel çay bahçeleri vardır. alabildiğine deniz manzaralı, ferah, yüksek yerler. insanın gerçekten hem içi açılır hem de o devasa karadeniz görüntüsü karşısında biraz garip hissedersin. bu çay bahçelerinden birine oturduk, o çay söyledi ben kahve. "yauv sen de hep kayfe içiyosun, çarpıntı yapmayor mu?" dedi, kafasını diğer tarafa dönerek güldü. huyu böyleydi, şaka yollu takıldığında gülerken başka tarafa dönerdi. "çay sevmiyorum ya, alışınca zaten çarpıntı falan da yapmıyor" dedim ben de güldüm.

    biraz böyle uzağa baktı, insanın canı öyle bi manzara karşısında ya hiç konuşmak istemez ya da konuşmaya başladığında artık hiç lafını kontrol etmeyeceğini bilirsin. biraz öyle sanırım konuşacaklarını kafasında toparladıktan sonra başladı anlatmaya.

    on beş yaşındaymış, sevdiği kızı ne kadar istediyse de vermemişler. araya aracılar göndermiş, babasının karşısına bizzat kendisi gitmiş dikilmiş, abileriyle konuşmuş. olmamış. ne yaptıysa para etmemiş. askere gitmeden önce kızı başkasına vermişler, mustafa' dan daha zengin birine. mustafa askere gitmiş, tezkereyi aldığı gibi nizamiye kapısından çıkar çıkmaz inşaat işlerinde çalışan bi köylüsünü aramış. mersin' de bir şantiyedeymiş o sıralar köylüsü, mersin otobüsüne bilet almış mustafa. dönmemiş bir daha köye. ne bir ev ne bir yurt, şantiyelerden başka mekanı yok.

    "kaç yaşındasın?" diye sordum, "kırk iki yaşındayım şefim" dedi. düşünmesi bile ürkütüyor beni, yirmi yedi yıl. koskoca yirmi yedi yıl. dipsiz bir boşlukta geçmiş, karanlıkta yaşanmış bir insan ömrü. "o kızı bir allahın günü olsun unutamadım yau şef, nerden bulduysa adresimi bulmuş bir tane fotoğrafını göndermiş her akşam bakar dururum" dedi. "ne zaman bu kadar yıl geçti ben hiç anlamadım, işten başka şu hayatımda hiçbi şey bilmedim, öyle yaşadık gitti işte boşu boşuna biz de"

    akşam saat altıydı çay bahçesine oturduğumuzda, saat dokuz buçuğa kadar anlattı mustafa. "eh, hadi yeter bu kadar kafanı şişirdim senin de" dedi, güldü, kafasını diğer tarafa çevirdi.

    ertesi sabah uyanmış, herkesten yarım saat önce şantiyeye gelip çayı demlemiş, sahada bi tur atmış, üzerine revizyon gelen hükümsüz projeleri masaya serip kahvaltı sofrasını hazırlamış, sonra beni beklemiş. yüzüne baktım, o dün akşam bana hikayesini anlatan adamdan en ufak bir eser yok. mustafa değil, mustafa usta duruyor karşımda.

    size hikayeyi onun kelimeleriyle anlatmadım, bunu özellikle yapmadım. mustafa' ya haksızlık olur gibi geldi.

    unutmamak deyince hep mustafa' nın o fotoğraftan gülümseyerek bahsedişi geliyor aklıma.

  • daha önce 17 tür köpekbalığı ile dalış yapmış biri olarak söylüyorum, köpekbalıklarının yani taksonomide ve besin zincirinde asla insan yoktur zaten insan onlar için yağsız bir besin, ama ısırma içgüdüleri bunu yapar sonuçta kan geldiğinde artık durdurulamaz bir hal olabilir çoğu zaman ısırıp yok bu benim yiyeceğim değil diye gider.

    yani o köpekbalığı ultra acıkmış bundan kaçış yok, köpekbalığının 2 özelliği vardır bir lorenzini ampülleri (ampullae of lorenzini)dediğimiz seni elektro manyetik olarak suda 3d boyutunda algılar ikincisi kan.

    doğanın acımasızlığı değil bu gerekliliğidir.