hesabın var mı? giriş yap

  • valla annem karnında ur var diye gezmiş 9 ay, sonra hastaneye bir gidiyor beni doğurup eve dönüyor. adımı da bunun şerefine urcan koyuyor.

    şaka la, ama urcan koysaymış efsane olurmuş.

    9 ay hamileliği anlamamak bana da saçma geliyor ama anneye da yalancı diyemiyoruz işte.

  • f1 takipçileri, son yıllarda yarışların sıkıcılığından şikayetçi. bunun nedeni ilk bakışta mercedes dominasyonu gibi görünüyor. çünkü lewis hamilton'ın arka arkaya aldığı şampiyonluklar var ama burada mercedes'i suçlamamak lazım. sonuçta her takım grid'e olabilecek en iyi arabayı getirmeye çalışıyor. mercedes-petronas takımı ise belli ki diğer takımlara göre kaynaklarını iyi değerlendiriyor.

    buradaki asıl problem ise rekabetin olmaması. yani kimse mercedes aracının yanına yaklaşamıyor. aslında ferrari, mclaren, williams gibi geçmişi başarılarla dolu takımlar var ama senna vs. prost gibi bir rekabet izleyemiyoruz son yıllarda. işin kötüsü yetenekli pilotlar da yok değil. mesela ideal bir evrende hamilton ve vettel'in şampiyonluk kapışmasını; versteppen, leclerc, ricciardo, sainz, russel gibi pilotların da zirve için girdiği mücadeleyi izliyor olurduk. ancak burada scuderia ferrari ve williams gibi takımların teknik sorunlarla boğuşmasına şahit oluyoruz.

    rekabetin ne kadar önemli olduğunu anlamak için adı efsaneler arasında yer alan pilotlara da bakabiliriz. çünkü bu pilotların hepsi mücadeleye girdikleri rakiplerle anılıyor hep. mesela schumacher vs hakkinen, senna vs prost ve son olarak lauda vs hunt gibi. 2013 yapımı rush da formula 1'in iki efsanesi arasında yaşanan rekabeti konu alıyor. şimdi bu filmimizde anlatıldığı şekliyle niki lauda ve james hunt rekabetine bir göz atalım.

    --- spoiler ---

    formula 1'in çehresi sürekli değişiyor. mesela bir motorsporu olmasına rağmen "spor" kısmı özellikle pilotlar tarafından uzun süre görmezden gelinmiş. şimdiki gibi özel diyetler, idman programları falan yok. google'a james hunt yazıyorsunuz üzerinde yarış tulumu, elde bira sigara fotoğrafı çıkıyor varın gerisini siz düşünün. bu tabi örnek olacak bir davranış değil ancak dönemin ruhu böyle. sonuçta hunt 70'lerde yarışan bir pilot. kendisi rock'n roll dünyasında yaşıyor ve hem filmde hem pistte dönemin ruhunu yansıtıyor.

    dönemle ilgili en belirgin düşünce anı yaşamak üzerine. şimdi tabi halo'lar falan geldi ancak 70'lerde araçlar tasarlanırken güvenlik çok ön planda değildi. f1, yapılan hatalardan ders çıkararak bugünlere geldi. zaten filmde hunt da bu durumdan bahsediyor. bu nedenle 70'lerde pilot olabilmek için james hunt gibi biraz gözü kara, biraz hayatı umursamaz biri olmak gerekiyormuş.

    ancak james hunt sadece eğlencesine bakan bir adam değil. zaten öyle olsa ne lauda ile mücadele edebilirdi ne de bu filme konu olabilirdi. hunt aslında, lauda'ya göre piste aklıyla değil kalbiyle çıkan bir pilot. evet, şampiyonluklar çoğunlukla ince düzenlemeler, yoğun pratik ve yarış içi stratejiler ile kazanılıyor. ancak izlediğimiz yarışlara dönüp baktığımızda bize yaşattıkları sevinç, üzüntü ve heyecan olmadan bir yanın da eksik kalacağı kesin. bu nedenle hunt için formula 1'in ruhunu yansıtan bir pilotmuş diyebiliriz.

    niki lauda ise filme göre hunt'ın tam zıddı. onun dünyasında duygulara yer yok. duygular, sadece kararlarınızı etkileyecek ve hırsınıza engel olacak şeyler. eğer bir pilot yarış kazanacaksa aracın, pistin, takımın tüm yapısına hakim olmalı. ve istediğini almadan asla vazgeçmemeli. bu nedenle kendisinin bu filmde f1'in akıl yönünü temsil ettiğini söyleyebiliriz.

    lauda aynı zamanda sevilmesi zor bir adam. çünkü pistte muazzam olsa da insan ilişkilerinde gerekli manevraları yapamıyor. ona göre bir şeyin sadece bir kez söylenmesi gerekiyor. ikinci defa anlatmak zorunda kalmak ya da karşısındakinin tepkisinden kaçmak için dolambaçlı yollara girmek pitte vakit kaybetmek kadar sinir bozucu. bu nedenle altındaki araba kötüyse bunu aracı üreten kişilerin yüzüne (ferrari de olsa) çat diye söyleyebiliyor.

    ancak bu, niki lauda'nın tarzının hunt'a göre daha kötü olduğu anlamına gelmez. zaten f1'in evrimine bakarsanız, düşünce tarzının lauda'ya benzer şekilde evrildiğini görebilirsiniz. çünkü lauda sadece bir iki yarış parlayan bir pilot değil. f1'de kazanmanın bir istikrar işi olduğunu çözmüş. kariyerini de bu ilkelere göre devam ettiriyor. zaten bu fark nedeniyle hunt dünya şampiyonluğundan iki yıl sonra emekliye ayrılırken lauda üç defa şampiyon oluyor.

    şimdi filmin bireysel olarak lauda ve hunt'ı nasıl işlediğinden bahsettik. bir de aralarındaki rekabet konusunda neler söylenmiş ona bakalım. rekabet konusunda hunt burada biraz daha gözü kara görünüyor. ancak james hunt ile rakip olmak görece daha tercih edilesi. çünkü laf dalaşına girersiniz birbirinize en fazla birkaç yumruk patlatırsınız. ancak niki lauda, rekabet konusunda karşınıza çıkmasını isteyebileceğiniz biri değil. bunun sebebi de sadece yarışlarla alakalı diyemeyiz.

    şöyle düşünün, james hunt daha duygularıyla hareket eden biri. bastırmaya çalışsa da vücut diline bakarsanız zaman zaman yaşadığı gerginliği görebiliyorsunuz. bu nedenle karşınızda bir insan olduğunu ve her insan gibi zaaflarına yenik düşeceğini bilirsiniz. bu nedenle hatasını kollamak ve o anda atak yapıp kendisini geride bırakmak (en azından teoride) daha ihtimal dahilinde.

    niki lauda ise böyle biri değil. öncelikle duygularına yenik düşme olasılığı daha az. james hunt, kız arkadaşıyla yaşadığı bir tartışma sonrası test sürüşüne gelmeyebilir. lauda ise akşamın bir köründe garajdaki zavallı teknikerlerin ensesinde boza pişirmekle meşguldür. ayrıca bir kazadan sonra herhangi bir pilotun güvenini toplaması zaman alır. niki lauda ise alevlerin arasında kaldığı bir kazadan sonra hastanede ölümden dönebilir sonra hiçbir şey olmamış gibi gelir yarışa çıkar. üzerine bir de şampiyonluk kovalar.

    lauda'nın kazasından özellikle bahsetmemiz gerekiyor. çünkü bu geri dönüş, yarış tarihinde görülmüş şey değil. niki lauda'nın yüzü bu kazada yanıyor. özellikle başının sağ yanı alevlerden hasar görüyor. yüzünde kalıcı hasar oluşması bir insanı çok kötü etkiler. ki bu durum da normaldir. yani alışma süreci, o kazadaki kötü anıları atlatmak falan zaman alır. ancak niki lauda muhtemelen etten ve kemikten yapılmadığı için gelip yarışa katılmış. üzerine bir de yerine başka bir pilot çağrıldığı için sinirlenmiş.

    sırf bu geri dönüşünde gösterdiği azim nedeniyle bile lauda'yı rakip olarak istemezsiniz gerçekten. çünkü james hunt, biraz john connor gibi. karizmatik, lider ruhlu, cesur ancak temelde insan. niki lauda ise t1000 gibi. eğer sizi avlamayı kafasına koyduysa yanan aracın içinden bile çıkıp gelebilir.

    normalde rekabet hakkında konuşurken iki rakip arasında yaşanan sürtüşmeler ön plana çıkar. ancak filmin anlattığı üzere lauda ve hunt arasında düşmanlık yok. çünkü bu karakterler zirveye oynuyor ve oranın nasıl bir yer olduğunu ancak daha önce zirveye çıkmış insanlar bilebilir. bu nedenle lauda ve hunt'ın sadece birbirlerinin anlayabileceği bir yerde oldukları için dostluk kurduklarını söyleyebiliriz. filmde de bazen çekişmeler gösteriliyor ancak ortada f1 dünya şampiyonluğu gibi bir konu varken söylenen bir kaç sözün çok da bir önemi yok.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak bu filmde hunt formula 1'in duygusal yönünü yansıtmış. yarışmaktan keyif alan, rekabet ve gösterişten hoşlanan ayrıca karizmatik de bir adam. niki lauda ise formula 1'in çalışma, azim ve zeka yönünü temsil ediyor. duygusal anları var ancak eşiyle tanıştığı sırada araba hakkında yaptığı yorumlar ile formula 1'de kazanmanın aslında ne kadar büyük bir yetenek gerektiğini ortaya koyuyor.

    peki hangi karakter tam olarak formula 1'i tanımlıyor? filmin güzelliği burada aslında. çünkü formula 1'in tanımı bu iki karakterin ayrımından değil sentezinden çıkıyor. yarış tutkusu önemli ancak aerodinamiği de göz önünde bulundurmak lazım. motor bloğunun ağırlığını azaltmak önemli ancak hepimiz sporun bize yaşattığı heyecan için buradayız. film de bu ayrımı ve sentezi çok güzel aktarmış. böylece hem artık aramızda olmayan niki lauda'ya hem james hunt'a hem de genel olarak formula 1 ruhuna çok sağlam bir saygı duruşu olmuş.

  • bir hukumet veya sirketce cikarilmis ve gelecekte belirlenmis bir tarihte para arti faizin toplam miktarini geri odeme sozu veren faiz getirili belge.

  • başlığı görünce, korkak bir göçmen örneği olarak annemin babaannesinden bahsetmeyi borç bildim.

    makedonya'da biri dokuz yaşında, diğeri bebek iki küçük çocuğuyla, savaşmaya giden kocasını beklemektedir. aniden silahlı sırpların yaklaştığı haberi gelir. sadece çocuklarını yanına alarak, ki birini de yolda kaybeder sonrasında, kaçarak tekirdağ'a ulaşır. varlıklı bir ailenin kızı olarak büyümüş bu kadın, hayatta kalmak için hastanelerde hademelik yapar dilini anlamadığı insanların arasında. makedon olduğu halde osmanlı topraklarına vatan deyip savunan kocasının tekrar onu bulması yıllar sürer.

    sevdiklerini hayatta tutmak için annesini, babasını, kardeşlerini, dostlarını, malını mülkünü geride bırakıp bilinmeze doğru gitmek buralarda atıp sıkmaya benzemez.

    debe editi: kültürel çeşitlilik bir ülke için büyük zenginlik. keşke kirli politikalara malzeme edilmese.

  • öykü serter: bugün nereye gidiyorsun tuğçe?
    tuğçe: canım çok sıkıldı. sevgilime dışarı çıkmak istediğimi söyledim, dans edeceğim bir yerlere gidelim dedim. dans etmek istiyorum.
    kemal: biliyorsun biz dans etmeye gideceğim diyenleri burada dans ettiriyoruz. müzik verelim.

    (abe kaynana n'aptın bize n'aptın bize eşliğinde garip bir dans sergilenir.)

    saykodelik lan bu program.

  • --- 6x5 spoiler ---

    hodor meselesiyle ilgili ufak bir anektodu da aktarayim,

    3 yıl önce, michael ventrella diye bir eleman, bir konferansta george r. r. martin ile tanışır. konferansın yapıldığı yerde, martin ile birlikte aynı asansöre binerler. martin, asansörün düğmesine kendisi için basar ve diğer kişilere de hangi katı istediklerini sorar. sonra, ventrella'ya dönüp "hep bir asansör operatörü olmak istemişimdir" der. birlikte gülerler ve odalarına giderler.

    bir süre sonra, martin ile venrella tekrar asansörde karşılaşır ve aralarında şu diyalog geçer.

    + ben sanırım kitabınızdaki bir karaktere neden hodor adını verdiğiniz buldum.
    - öyle mi?
    + asansör operatörü olmak istediğinize dair sözleriniz üzerinde düşündüm. bence, hodor'un "hold the door" lafının kısası olduğu çok bariz.
    - (martin gülmeye başlar) gerçeğe ne kadar yakın olduğunu bilmiyorsun.

    bu da, ventrella'nın 2 yıl önceki blog postu.
    https://ventrellaquest.com/2014/04/20/got-got/
    --- spoiler ---

  • bunun en önemli sebebi bir tema cümlenizin olmamasıdır. özakman'ın oyun ve senaryo yazma tekniği kitabında önemle üzerinde durduğu tema, sizin önermenizi aktardığınız cümledir. bu önerme bir yargı içermek ve insan onuruna aykırı olmamak zorundadır. en basitinden "ak akçe kara gün içindir" cümlesi içerdiği yargı yüzünden tema cümlesi olabilir.

    yazdığımız metnin içinde bir kez bile geçmeyebilir bu cümle, ancak yüzlerce sayfalık metnin, okunduktan sonra geriye bırakacağı anlam, bu tema cümlesinin anlamıdır. peki bu tema ne işe yarar; tema, bir kılavuz iptir ve sizin gerek olay örgünüzün gerek diyaloglarınızın gerekse karakterlerinizin tutarlılık içinde kalmasını sağlar. bu da haliyle sizin gereksiz detaylara girmenizi, gerekli detayları da atlamanızı engeller.

    insanların roman yazamama nedeni, çoğunlukla nasıl yazılacağını bilmemelerindendir. "hayatımı anlatsam roman olur" diyen insanlar o "anlatma" işini yapamazlar çünkü romanın ne olduğunu bilmiyorlardır. okudukları kitapları örnek gösterip iyi ama ben roman nedir biliyorum deme ihtimalleri her zaman vardır ama roman okuyanın roman sanatını bileceğini düşünmek, uçağa binen kişinin uçmayı bildiğini düşünmekle aynı sığlıkta bir bakış olur.

    roman yazmak isteyen kişilerin okuyabileceği yazarlık kitapları vardır bunlardan en bilineni ronald tobias'ın roman yazma sanatı'dır.

    temelde tüm yazarlık, çatışma unsuru üzerine kurulur. hayatlarında filanca başarıyı elde etmiş kişiler yokluktan geldim ama bugün milyon dolarlık şirket sahibiyim işte bunu anlatsam roman olur derken anlatmaları gereken yerleri kendi yaşamlarının durak noktalarını roman kuramına uygun biçimde yerleştiremeyeceklerinden, o heyecanı yalnızca onlar duyacak, anlattıklarında hikaye sönük, sığ ve yorucu olacaktır.

    roman yazamama nedenlerinin en büyüğü ve listenin başında gelen şık kesinlikle yazmaya yeltenen kişinin okumamasıdır. roman okunmadan roman yazılabilir mi? bu cümleyi duyan kişilerin savunmalarını sıklıkla duyarım ve bunlardan en gülüncü "etkilenmemek için okumuyorum" cümlesidir. etkilenmeden roman yazılabilir mi? 2400 sene öncesinden beri kendini gösteren bir anlatı geleneğinin parçası olan roman, elbette kurmacada kendisi dışındaki seçenekleri görecek, onlar üzerine bir şeyler koyacak, onları "kendi üslubuyla ve temasıyla damıtarak" ürüne dönüşecektir. bunlardan intihal yapmak gerektiği sonucunu çıkaranlaraysa şu andan sonrasını okumamalarını öneriyorum.

    en iyi yazarlık öğretmeni, en iyi yazarlık kitabı elbette romanın kendisidir. onu berrak bir zihinle okumayı becerebilen insanlar ülkemizde ve dışarıda falanca üniversitenin eğitiminden falanca kursun tezgahından geçmiş birinden çok daha fazla hakim olurlar olaya.

    roman yazmak isteyen kişilerin roman yazamayanlardan bir farkı da "bilgiyi sistemli işlemeleridir" yani insanlar düzenli yaşarlar. çoğu insan yazarlara bakınca kırlaşmış saçlarıyla bir pencerenin önünden karşıdaki dağları, denizleri seyreden, havalı bir kadın yahut erkek düşünür. o insan geceleri alemden aleme akıyor, içkinin sigaranın uyuşturucunun denizinde yüzüyordur, oysa böyle bir yazar yok. yazarlığın en temel kuralı "kıçını her gün aynı saatte sandalyeye koymaktır" işte bu insanlara zor geldiğinde o insanlar yazamazlar. yanında bir defter kalem taşımayı düşünmemek, uykuya dalmadan ulaşabileceği yere kağıt kalem koymamak, yazmayı ötelemek, zihnin devamlı işleyen çarkını susturmak, yazamama nedenidir.

    biliyorum hayat çok zor olabiliyor ama bütün bu olanlara rağmen yazabilenler yazar olabiliyor.
    yazarların hayatları ilham verici olabilir, yazarların defterleri kalemleri saçları sakalları, küpeleri vs. bunlar yazmak konusunda yazar adayını yüreklendirebilir. motivasyon çok önemlidir.

    yazmak mı istiyorsunuz? her sabah kalktığınızda yazmaktan başka bir şey düşünmüyorsanız yazar olmuşsunuzdur. (bir filmde duymuştum bunu) yazar olunur ama nitelikli bir yazar olmanın koşulu gene nitelikli bir okur olmaktan geçiyor.

    düzelti:yazım hatası

    ek: bir de bu var roman yazmak

  • ardından sosyal medyada paylaşılıp kişinin ne kadar elit bir birey olduğunun farkına varılması sağlanacaktır. göstermelik artık her şey.

    levent üzümcü, anlatılan senin hikayendir oyununda bu konuyla ilgili bir şey yaptı, sahne ışığını kapattırıp seyircinin olduğu tarafı açtırdı. seyircilerden birinden telefon rica etti, aldı o telefonu, oturdu sandalyesine ve telefonla bir şeyler yapmaya başladı. yüzünde parlak bi ışık tabii. bakın dedi, benim tarafımdan bakınca aynen bu şekilde görünüyorsunuz.

    şu açıklamayı yaptırmak zorunda mısınız bilmiyorum ki? gelmişsin oyuna, bırak telefonu da tadını çıkar be. illa herkes görecek ama gittiğini, yoksa anlamı kalmaz.

  • adamın ünvanları şu;
    * cumhurbaşkanı başdanışmanı,
    * gençlik ve spor bakan yardımcısı,
    * vakıfbank yönetim kurulu başkan yardımcısı

    ve bunları ortaokulu diplomasi ile başardı bir de güreşerek. komedi filmi icin böyle bir senaryo yazsak "absürt komedinin de bokunu çıkarmayın" derler.

    eğer inandığınız cennet/cehennem varsa çok fena yanacaksiniz benden demesi.