hesabın var mı? giriş yap

  • tam olarak 37 dakikadır "penaltı tekrarlanmalıydı" diye ağlamaya devam etmektedir. bu alanda yeni bir rekor geliyor!

    edit:

    ahahahahaha diyalog şahane:

    --- spoiler ---

    güntekin: hatta enteresan bişey söylicem, melo'nun sarı kartı var ve çizgiden öne çıktığı için ikinci sarıdan atılmalıydı.

    rıdvan: fırıncılara söyle bari melo'ya ekmek de vermesinler.

    --- spoiler ---

    ahahahahahashdghagshjgdjhagdgjafsafdsdhasdgjhasdkjashdjsf:d

  • bu caniyi ilk saldırısında yargılayıp dışarıya bırakan hakim derhal yargılanmalı ve kötü uygulama yapmışsa ceza almalı. evet günümüzde hukukta bu mümkün olmayabilir ama acilen hakimler savcılar için de kötü uygulama (malpraktis) suçu tanımlanmalı ve ceza verilmelidir.

    doktor görevinin yerine getirmediğinde yargılanıyor da hakim görevini yapmayınca neden yargılanmıyor? doğru ameliyat yapmak doktorun borcu da doğru karar vermek hakimin borcu değil mi?

    vatandaş görevini yapmış, şikayet etmiş.
    polis görevini yapmış, suçluyu yakalamış.
    savcı görevini yapmış, iddianameyi hazırlamış.

    ancak hakim serbest bırakmış. şimdi suç sadece ısıranda mı yoksa pedofili gibi iflah olmaz bir sapkınlığa sahip adamı serbest bırakan hakimde mi? sapık sapıklığını yapmış, hakim hakimliğini yapamamış.

  • - bir iddiaya var mısın?
    - peki..
    - dudaklarına dokunmadan, seni dudaklarından öpeceğim..
    - 20 dolar?
    - tamam..
    - hadi bakalım..

    (adam kıza yaklaşır ve kızı dudaklarından dokunmak ne kelime, sömürerek öper..)

    - kaybettin (kız güler)
    - evet.. ama her kuruşuna değerdi.. (adam güler..)

    (sonraki sahne: yatak..)

    (bkz: derailed)

  • vardır böyle insanlar. ama benim başıma bundan daha ağırı geldi.

    bir gün aynı ofiste çalıştığım bir kızla iş için beşiktaş'a gittik. arabayı kadıköy'de park edip vapurla geçtik karşıya ve bir saat verip beşiktaş iskelesi'nde buluşmak üzere sözleştik.

    ben saat yaklaşırken başladım beklemeye. sonra saat 5-10 dk geçince aradım bunu ve bana; ayh yoldayım geliyorum, çok sıcak, şöyle oldu, böyle oldu gibi şeyler söyledi. ben de beklemeye devam ettim. 10 dk oldu 20 dk, 20 dk oldu yarım saat... ben bunu tekrar aradım, ne kadar sürer gelmen diye ve yine aynı rahatsız ifade ile 10-15 dk sonra oradayım dedi.

    ben de beklemekten sıkıldığım için barbaros bulvarı'ndaki starbucks'a kadar yürüyeyim hem bir kahve alırım hem de vakit geçer dedim.

    starbucks'a bir girdim ki ne göreyim. bu, masasında bitmiş bir kahve bardağı elinde bir dergi oturuyor. yanına gidip selam verdim sakince.

    beni görünce şeytan çarpmışa döndü ama öyle bir hale geldi ki açıklama bile yapamadı. nedenini bile sormadım çünkü bu kötücüllükte olan insanlara asla "neden" diye sorulmaz.

  • hayatımın ilk otuz senesi, çocukluğum dahil perpada geçtiğinden hakim olduğum mimaridir. beni perpanın neresine bırakırsanız bırakın gözlerim kapalı bile yolumu bulurum. burada oturup size uzun uzun anlatırdım perpa mimari mantığını, nerede olup nereye nasıl gidebileceğinizi falan filan ama inanın bir işinize yaramaz. siz zaten on yılda bir oraya giden insanlarsınız. on yılda bir kaybola kaybola yolunuzu bulun daha iyi. ha sen gene de anlat, biz işimize yaramayacak saçma sapan şeyleri bile merak ediyoruz diyorsanız, boş vaktimiz bol diyorsanız peki.

    efendim perpa ticaret merkezi dediğiniz yapı iki bloklu 13 katlı bir yapıdır. bu yapı a ve b olmak üzere iki blok şeklindedir. birbirinin tam simetriği iki blok yanyana düşünün ve ortasında uzun bir koridor ve asansörler var. sekizinci kattan düz girdiğinizde siz tam o iki blok arasında kalan uzun koridordasınız, sağınıza dönünce a blok solunuza dönünce b blok. 2-5-8-11-13 katları ana katlardır. diğer katlar tali katlardır. yük asansörleri dışındaki asansörler sadece ana katlara gider. yük asansörleri tüm katlara gider. aynı zamanda bu katlar ve bloklar kendi içlerinde dört avluya bölünmüştür. kısaca resmetmek gerekirse perpanın mimarisi şu şekildedir;

    görsel
    (14. kat teras katı, resmi daha ham ve daha anlaşılır olduğu için diğer katlar yerine paylaştım. uzun zamandır kapalıydı. sadece ck elektrik ve yönetim ofisleri var diye biliyorum. restoranlar kapanmış.)

    bu gördüğünüz dört avlunun ortasında bir ana avlu/alan vardır. her avlunun ortasında büyük bir boşluk ve avluların ortak avlusunun ortasında daha dev bir boşluk hayal edin. ve bu avluların birer asansörü olur sadece ana katlara giden. avlular ortasında bulunan ana avlunun ise dört asansörü olur gene ana katlara giden. a bloktan b bloka geçiş yapmak ana katlardan mümkün ama tali katlardan mümkün değil. çünkü tali katlar asma kat gibi dizayn edilmiş. örneğin a blok 12. kattan b blok 12. kata geçilmez. önce a blok 13. veya 11. kata geçeceksiniz sonra b bloka geçeceksiniz ve sonra tekrar 12. kata geçeceksiniz. ana katlarda(2-5-8-11-13) bir yer arıyorsanız kaybolmanız daha zordur.

    her katın en uç köşeleri tuvaletlerden oluşur. bu tuvaletler bir kat erkek bir kat kadın şeklinde gider. yani kuzeydoğu köşesinde bulunuyorsunuz diyelim. 13. kat erkekler tuvaleti ise aynı köşede bir alt kata indiğinizde 12. kat kadınlar tuvaletidir, 11. kat tekrar erkekler, 10. kat tekrar kadınlar şeklinde gider. tuvaletlerin hemen yanında büfeler bulunur. her katın köşelerinde tuvalet olduğu gibi büfe de vardır yani. bu büfelerden birini bulduysanız sevinin çünkü büfeciler ve servis elemanları numaraları ve adresleri en iyi bilenlerdir. sizin kaybolduğunuz bu yerde gözleri kapalı sipariş dağıtırlar. beş bin küsur dükkanlı bir binadan bahsediyoruz yani.

    diğer önemli bilgilere gelirsek bankaların hepsi ana katlarda ana avlularda bulunurlar. en işlek kat sekizinci kattır, restoranlar 13. katta sıralı biçimde bulunur. istisna bir iki restoran hariç. en alt üç kat otopark katıdır, o katların yarısı otopark yapılmıştır. diğer yarısı aynı şekilde dükkandır. 1-4-7 ve 10. katlar araç ile girilebilen katlardır. hani arkadaşın bir kat indim otoparka geldim bir kat daha indim ofisler çıktı dediği katlar bunlardır. bunlar mal indirip bindirmek kolay olsun diye üç katta bir araca uygun katlar yapılmıştır. buralardan direkt aracınız ile binaya girebilirsiniz. ilk yarım saat otopark ücretsizdir ama sonra para alırlar ona göre.

    edit : atladığım iki nokta daha ekleyeyim. her katta dört çay ocağı vardır her blokta. bu çay ocakları da adres sormanız için en ideal yerlerdendir. çay ocaklarının yanında yük asansörleri mevcut ama kullanın kimse karışmıyor. ayrıca avluların ortasında asansörleri buldunuzsa tam yanlarında dükkan numaralarını dahi gösteren haritalar var. evet harita da karışık ama tek başınıza kaldıysanız yardımı dokunabilir.

    a blok ve b blok şeklinde bölünmesinin sebebi perşembe pazarı esnafı buraya taşınırken kooperatife arsayı belediye veriyor. karşılığında bir blok belediye alıyor bir blok kooperatif. belediye dükkanlarını satınca iki ayrı yönetim oluşmuş oluyor. b blok ve a blok yönetimi ve bunların bağlı olduğu üst yönetim.

  • aba'in olduğu dönemlerde aba'de olan ve aba kapanınca nba'e geçen, ortabatı bölgesindeki (her ne kadar takım batı'da kuzeybatı divizyonunda ise de) colorado eyaletinin denver şehri merkezli bir nba franchise'ı. günümüzde lacivert ve altın sarısı renklerde, iki adet çekiç, bir adet dağ ve bir basket topu ihtiva eden bir logoya sahip ve forması da aynı renklerde. ama ben eski logolarını daha bir beğeniyorum, böyle dağ arka planında rengarenk binalar olan 81-93 arası logo ile mavi dağ arka planında bordo ve sarı-kahverengi arası büyük fontlarla nuggets yazan 93-2003 arası logolarını (denver tarihi logoları). yine mutombo'lu dönemlerinin formaları da daha bir hoş geliyor. ama bir ara carmelo'lu yıllarda kullanılan o açık mavi bir forma var dostlar, işte onu hiç sevemedim.

    70'li yıllarda aba'den nba'e geçiş yaptığında larry brown koçluğunda bobby jones, dan issel gibi isimlerle nba'e iyi başladılar.

    80'li yıllar boyunca kiki vandeweghe, alex english, fat lever, calvin natt gibi iyi kalibrede oyunculara sahip oldular. bu yıllarda playoff'un müdavimiydiler. 81-90 arası hiç playoff kaçırmadılar. bir kez de batı konferans finali oynadılar (1985). vandeweghe, english, lever, bu adamlar iyi skorerlerdi ve her biri birer all-star'dı. ancak rakipleri daha sağlam olduğundan, final göremediler. önce vandeweghe portland'a gitti ve natt sakatlık sarmalına girdi. 1990 itibariyle de yaş almış olan english ve lever da takımdan ayrılınca, 90'lar nuggets için kabus gibi başladı. ve öyle de sürdü. 90'lı yıllar boyunca denver sadece iki kez playoff'a, o da ucundan, girebildi (94 ve 95). özellikle 97-98 ve 98-99 sezonları, 11 ve 14 galibiyetle takımın dip yaptığı sezonlardı.

    90'lı yıllara aslında biraz düz bir adam olan ancak adam yokluğunda çok top kullandığı için istatistikleri uçan michael adams'ın "önderliğinde" girdiler. adams bir süre iyi oynadı ama sonunda kariyerine bakınca düzlüğü ağır basmış bir adam denebilir. neyse 90-91 sezonunda coşan adams coştuğu sezonun sonunda bir diğer takım elementi, bir sene durmuş olan orlando woolridge ile birlikte ayrıldı. takım reggie williams gibi vasatı biraz aşabilen adamların ve bir grup vasat elemanın eline kaldı. düşen takım performansı, yüksek sıradan draft seçimlerini beraberinde getirdi. işte bu dönemdir ki, 90'lar nba'inin aslanlarından bilinen, ribaund ve blok canavarı, cüssesiyle dikilip defalarca en iyi defansif oyuncu kategorilerine girmiş dikembe mutombo'nun 91'de denver'a 4. sıradan draft edilişi. 1990'da da fenerbahçe'den de bildiğiniz mahmoud abdul rauf 3. sıradan draft edilmişti. abdul rauf kötü oyuncu değildi ve bir dönem nba'de iyi istatistikler yakaladı; ama ilerlemesi beklendiği kadar iyi olmadı (bunda kendisinin bir olayda abd milli marşına ayağa kalkmadıktan sonra linç yemesinin de payı ve bundan sonra yaşadıklarının psikolojik etkisi mutlaka vardır). kendisine çok bel bağlanan bir diğer draft seçimi (92 beşinci sıra seçimi) laphonso ellis da bir iki iyi sezon geçirse de, sakatlıkların da payıyla uzun vadede bir draft bust oldu. yine o dönemlerdir ki nba'in 90'larda bilinen isimlerinden robert pack ve bryant stith'in adları burada duyulmaya başladı. keza yine bilinen isimlerden jalen rose ve rodney rogers da kariyerine denver'da başlamıştı (rose esas sonradan gittiği indiana'da ihya olacaktı). bu 94 ve 95 yıllarında, yıllanmış eski skorer dale ellis'ın skora katkısı, abdul rauf ve mutombo'nun parlayan performansları, reggie williams, pack, rogers, rose gibi isimlerin de etkileriyle ucundan playoff yapsa da denver, ya ilk turda ya da ikinci turda hemen elendi. 95'te takıma yine bilinen bir isim olan, ancak potansiyelini asla tam yakalayamamış uzun forvet antonio mcdyessda katıldı (bu rogers, brent barry gibi isimlerin yer aldığı bir takasla olacaktı ki kendisi uzun yıllar denver'da, yer yer sakatlanarak da olsa oynayacak ve katkı verecektir).

    95-96'da takımın düşen performansı ve playofflara kalınamaması, takımda bazı hamleleri ve değişiklikleri getirdi. ama esas problem mutombo'nun kontratının bitmesiydi. mutombo gitti atlanta'ya imza attı. jalen rose ve reggie williams yaşlanmakta olan mark jackson'un ve ricky pierce getirildiği bir takasla indiana'ya gitti. pack washington'a gitti. veteran isimler sarunas marciulionis ve kenny smith nba'de son senelerini yaşamak üzere geldiler ama pek fayda veremediler. 95-96'da playoff yapamayan takım giderek daha çok dip yapma yönüne gitti (laphonso ellis ve mcdyess'ın bu dönem bazı sezonlarda parlak performansları olmakla birlikte, takım genel olarak kötüydü). zaten abdul rauf'un performans problemleri yaşamaya başlaması ve mutombo'nun da atlanta hawks'a gitmesi neticesinde denver sittin sene playoff da göremedi 95'ten sonra. dale ellis da kariyerinin son demlerini başka limanlarda geçirmek üzere 97'de yelken açtı. problemli abdul rauf 96'da sacramento'ya geçmişti, orada da kariyeri bitti zaten, sonra fenerbahçe'ye geldi. sacramento'dan bildiğiniz bobby jackson ve golden state'ten bildiğiniz ribaund canavarı danny fortson da kariyerine burada başlamıştı, ama jackson 1 sene, fortson 2 sene kaldı. 97-98'de 11 galibiyetle berbat bir sezon geçirdiler (mcdyess 1 sene sonra dönecekti ama o seneyi suns'ta geçirmişti). 97-98 itibariyle kadroları o kadar kötüydü ki, takımın skor anlamında lideri takımın altıncı adamı johnny newman'dı. kadro o kadar kötüydü ki, bugün burada zikretmeye değecek bir tane adam yok içinde (dean garrett, tony battie, anthony goldwire, eric washington falan gibi bugün ismini dahi zor hatırlayacağınız adamlar ilk beşte başlıyordu). 98-99'da lokavt neticesinde kısa geçen sezonda mike d'antoni koçluğunda 14-36 yaptılar. bu yıl kadro biraz olsun düzelmişti. mcdyess geri döndü, nick van exel takıma getirildi, chauncey billups iki sene burada kaldı ama sonra minnesota'ya kaçtı. beyaz pivot yetersizliğinin nispeten iyi bir örneği olan ama nba kariyeri boyunca sakatlıktan kurtulamayan raef lafrentz draft edildi. miami'den bildiğiniz altıncı adam james posey kariyerine 99'da burada başladı. eski oyuncuları dan issel'ın koç olduğu 99-00'de ve 2000-2001'de performansları biraz ilerleyecekti (all star seviyesine ulaşan mcdyess ve de ayrıca van exel'in de katkılarıyla - kısa bir süre ron mercer de ufak bir parlama gösterecek, posey ve miami'den getirilen voshon lenard ufak tefek katkı yapacak, takıma yeni katılan george mccloud ve chris gatling veteran katkısı verecekti) ancak yine pek bir yere varamayacaklardı.

    2001-2002'de mcdyess sakatlanacak, bu trend de sona erecekti. iki sene kadar bir süre nba'in kontrat balonlarından, yine de iyi düzeyde bir oyuncu olan juwan howard bir süre burada duracaktı. yine 2002'de brezilya basketbolunun ölümsüz bir ismi nene hilario kariyerine burada başlayacak ve uzun yıllar kalacaktı. keza marcus camby de takıma aynı sene katılacak ve uzun yıllar kalacak, nba'in bu defansif canavarı, özellikle ribaund ve bloklarda iyi performans verecekti. van exel 2001-2002'de vites artıracak, ancak 2002'de vitesi artırdığı gibi takımdan ayrılacaktı. ancak takımla ilgili esas problem şuydu: takıma sürekli, çoğunluğu rotasyon adamları ve yedek hüviyetli oyuncular gelip gidiyor - ancak takım bir türlü doğru dürüst bir iskelet oluşturamıyordu. normal bir sezonda 20 küsür oyuncu takıma gelip gidiyor - hiçbiri de doğru düzgün katkı sağlamıyordu - ki bu şartlarla zaten bu adamlardan katkı alınması çok da mümkün değildi. ama bu durum 2002'den itibaren kırılmaya başladı. camby ve nene bunun ilk işaret fişekleriydi. nihayet franchise efsanesi carmelo anthony 2003'te draft edildi ve aynı sene andre miller da clippers'tan getirildi; nihayet belirli bir çekirdek oluşturulabildi. miller - anthony - nene - camby çekirdeği 2004'te nihayet takımı playoff'a taşıyacak (ilk turda en iyi dönemindeki minnesota'ya elense de), ümitli bir geleceğin kapılarını aralayacaktı. bu çekirdek durduğu sürece denver düzenli olarak playoff görecekti. bu çekirdeğe ertesi sezon kenyon martin de eklemlenecekti. ama takımın şutör gard pozisyonunda ciddi bir eksiği vardı; bu uzun süre başlarını ağrıtacaktı. birkaç senedir yine eski oyuncu kiki vandeweghe'nin gm olduğu denver'da george karl döneminin başladığı 2004-2005'te de çekirdek korunuyor olsa da, bu sefer ilk turda spurs'e eleneceklerdi. ertesi sezon da ilk turda clippers'a elenerek iyice hayal kırıklığı yaşatacaklardı.

    sonra 2006-2007'de flaş bir hamle geldi. allen iverson takıma katıldı. yıldızsa yıldız. carmelo ve iverson, yanında da andre miller, kenyon martin, camby, nene ve yeni getirilen j.r. smith.. iyi bir kadroydu, oyuncular kendini toplarsa (bilhassa iverson) şampiyonluğa oynayabileceği düşünülüyordu - ancak o sezon epey sakatlıklar oldu (iverson 50 maç oynadı -- miller sezonun çoğunu kaçırdı -- kenyon martin tüm sezonu sakat geçirdi)..2007-2008'de denver'ın rüya takım projesi daha iyi sonuç verdi. her ne kadar andre miller ayrılmışsa da, iverson-anthony-martin-camby çekirdeğinin pek sakatlık yaşamadan oynamış olması, 50-32 ile onları playoff'a çıkardı - fakat yine lakers'a ilk turda süpürüldüler.

    2008-2009'da baktılar iverson ile olmuyor, iverson'u detroit'e gönderdiler ve miller'dan sonra biraz eksik kalan oyun kurucu pozisyonuna chauncey billups'ı geri getirdiler. tartışmalı olabilecek bir takastı ancak bu takas neticede denver'ın lehine işledi. bu esnada yıllanmaya başlayan camby takımdan ayrıldı. buna karşın takım o sezon nihayet flaş bir patlama yaptı (bu billups değişik bir adam, geldiği takımı ihya eden bir beyin). on yıllar sonra ilk kez batı konferansı finaline çıktı ve kobe-gasol ikilisinin coştuğu 2009 playofflarında lakers'a 4-2 yenilerek sezonu bitirdi.

    ertesi sezonu (09-10) 53-29 ile daha evvelki sezon gibi yine konferanslarında lider bitirmelerine karşın, ilk turda utah jazz'a elendiler. takıma draft ile ty lawson geldi ki, birkaç sene oyun kurucu pozisyonunda oynayacak, bir dönem ışık gösterecek, sonra denver'dan ayrılınca derhal sönecekti. bu yıllar carmelo'nun coştuğu yıllardı. takım yine anthony, billups, martin, smith, nene gibi iyi isimlere sahipti. ancak takımın yedek (bench) derinliği epey zayıftı (bench'teki isimleri yazsan şöyle bir tane hatrı sayılır adam yazamıyorsun bile..); ki bu playoff başarısızlıklarında aşikar bir rol oynamıştır.

    denver'da bir türlü sonuç alamayan ve kontratı bitmekte olan arıza carmelo'nun talepleri tak ettiğinden ve denver kendisini beleş elden çıkarmak istemediğinden olsa gerek; 2011'in başında korkunç bir takasla anthony ve billups new york knicks'e gönderildi. karşılığında alınanlar ise saçmalıktı. wilson chandler, danilo gallinari, kontrat balonu timofey mozgov, raymond felton ve bir avuç draft hakkı..yine 10-11'de de bildik senaryo tekrarlandı, 50 galibiyetli performans ve yine ilk turda elendiler. ertesi sezon 11-12'de, aslında vasat kadrolarına karşın (lawson, arron afflalo, gallinari, yıllanmış andre miller, çoğu zamanı sakat geçiren nene, mozgov, kenneth faried, kosta koufos, yedekte al harrington, javale mcgee vs.) yine playoff görmeyi başardılar. bu kadro son derece vasat olmasına karşın iyi iş yaptı ve ilk turda lakers'ı 4-3'e kadar da zorladı. bu arada gm'liğe de aslen toronto'dan bildiğiniz masai ujiri getirildi.

    starsız bu kadro 2012-13'te iyi performans verdi. andre iguodala takıma eklenmişti. lawson - gallinari - iguodala - faried - koufos beşi, yedekten andre miller, mcgee, corey brewer, evan fournier tarzı adamlarla, hem de 57-25 ile playoff yaptı (ve tabi ki ilk turda gsw'ye elendi). 2013'te artık uzun yıllardır süren george karl dönemi bitti - yerine oyunculuğundan hafif kıl olduğunuz ama kötü oyuncu da diyemeyeceğiniz brian shaw geldi.

    2013-14'te iguodala ayrılınca ve gallinari ağır bir sakatlıkla bağlarını koparınca bu kadronun foyası meydana çıktı, balon patladı. playoff'a kalamadılar.. yine de bu kadro için 36-46 bile çok fazlaydı. bu arada o sene jan vesely'nin yolu da burdan geçti. ertesi sezon (14-15) daha da kötüydü. 30 galibiyetle kapattılar. bu bile fazla aslında da, lawson, faried, chandler gibi isimler kalibrelerine göre dirayetli performans verdiler (defansif güçleri berbattı). jusuf nurkiç de kariyerine burada başlamıştı, o esnada onu da harcamayı başardılar; saçma bir takasla mason plumlee karşılığı portland'a gitti ve sonrasında adam ciddi mertebe atladı.

    bugünkü kadrodan bildiğiniz isimler de bu yıllarda draft edilmeye başladı. will barton, gary harris, nikola jokic, jamal murray, 2014 - 2016 yıllarında draft edilen isimler. bu dönem draft edilen bir başka isim de emmanuel mudiay. 2015-2016'da gallinari biraz kendine geldi, yeni çaylakları performans vermeye başladılar. playoff yapamasalar da bir genç nüve oturtmaya başladılar.

    bu arada şunu belirtmek lazım, franchise'ın özellikle draftlerde bazı hataları olmadı değil, mesela draftte rudy gobert(2013) ve donovan mitchell'ı (2017) seçip çok kıytırık karşılıklarla utah'a gönderdiler..utah sayelerinde ihya oldu bile denebilir..

    2017-18'de playoff yapamasalar da paul millsap'ı takıma kattılar. bugunkü ilk beş o sene beraber oynamaya başladı (murray - harris - barton - millsap - jokic). velhasıl, 2018-19'da nihayet birkaç senedir oluşturulmaya çalışılan genç nüve sonuç verdi - hem 54-28 ile playoff yaptılar, hem de playoff ikinci turuna kadar geldiler (portland'ı son maça kadar da zorladılar). malik beasley, juan hernangomez, monte morris gibi eklemelerle iyi bir kadro derinliği yakaladılar. 19-20'de jerami grant gibi eklentilerle bunu katmerlediler. sakatlıktan dolayı potansiyelinin çok altında seçilen michael porter jr. da 19-20 sezonunda oynamaya başladı (dev manute bol'un dev oğlu bol bol'dan bahsetmek lazım herhalde :)) şu an kadro derinlikleriyle iyi bir takımlar. nikola jokic'in de bir süperstar seviyesine çıkması söz konusu oldu. jokic'in kendine has özellikleri, oyun kurucu rolünde bile oynaması, farklı bir taktik kabus yaptı denver'ı. ama bir şampiyonluk adayı mı, veya ilerleyen yıllarda güçlü bir şampiyonluk adayı mı, bu hala biraz soru işareti. playoff'taki yeri belki sabit, ama güçlü bir şampiyonluk adayı olarak addedilmiyor..

    gary harris'in grafiği tepetaklak aşağı gitti yıllar içinde. paul millsap yaşlandı. will barton'ın katkısı belli ve çok artış gösterebilecek düzeyde değil. jamal murray iyi bir oyuncu ama hala tam bir star seviyesine erişemedi. takımdan jokic'i çektiğinizde hemen düşebilecekmiş gibi bir görüntü var.. bakalım nereye giderler..

  • türk halkının telefon kılıfı, ekran koruyucu, v.b. ürünleri 1 dolardan aşağıya hatta çoğu zaman 50 centten aşağıya aldığı yıllardı. sonra berat albayrak içinde ne olursa olsun gümrükten geçen her kargoya vergi koydu. türk halkı şimdi de o 1 dolarlık telefon kılıflarını kullanıyor ama artık 3-5 liraya doğrudan çin'den alamıyor, aynı ürüne 100 lira vererek aradaki ithalatçı firmayı zengin ediyor.

  • 2007 yılıydı yanılmıyorsam. istanbul'da garajistanbul diye bir mekanda koçani orkestar grubunun konseri var, ben de oradayım çok sevdiğim bir arkadaşımla. konser süper, adamlar zaten inanılmaz eğlenceli. istanbul'a dışardan gelen herkesin ilk fark ettikleri şeylerden birisiyle karşı karşıyayım: pek çok tv ünlüsü var etrafta. tanıdık bir kaç yüz, birkaç ünlü işte. yok dream tv'nin viceyi bilmem ne falan da çarpıyor gözüme. o sırada gözüm bir hanımefendiye takılıyor. çok güzel, çok zarif. çalan grubu dinliyor mutlulukla. kim dersiniz? şevval sam. ama nasıl güzel, nasıl zarif. şimdi şevval sam, şevval sam olarak orada durmuyor olsa, belki de bütün geceyi ona bakarak geçirmek isterdim. ama yapamıyorum. aklım 1 dakika içinde bu zarif hanımın kim olduğunu, ne kadar hoş olduğunu ve aynı anda ona bakmamam gerektiğini söylüyor. niye? çünkü bu hanımefendi sarı fırtına metin'in eşi de ondan. 2007'den önce ayrılmışlardı ama benim için hep metin tekin'in eşi işte. bakamıyorum, utanıyorum. benim için beşiktaşlı olmak, şevval sam'ı görünce utanıp başka yere bakmak, süleyman seba'yı her görüşünde duygulanmak, nartallo'nun bile iyi futbolcu olduğuna inanıp onu sevmek, madida'yı ölmüş bir aile büyüğünü yadeder gibi hayırla yad etmek, hiç tanımadığım taraftarları, inönü'yü dolduran adamları her haftasonu evimden izlerken onlarla gurur duymaktır.