hesabın var mı? giriş yap

  • belirli bir seviyeyi aşan insanların içe dönük olduğuna inanıyorum ben. fakat onların çoğu iç dünyalarını başkalarından tecrit etmek isterler bu dünyalarını adeta başkalarından kıskanırlar, bu sebeple dışa dönük bir elbise giyerler. oğuz ataybir bilim adamının romanı

  • üzmez'in arlanmadan yaptığı açıklama ise evlere şenlik:

    "... benim düşmanım yok, benim düşmanım amerikancılar, bunu bana yapmış olan dinsizler, din düşmanları ve kapitalistlerdir. (...) en çok kendi nefsime ve şeytana kırgınım. kime kırgın olayım?" dedi. dava sonunda beraat edeceğini ileri süren üzmez, adalete güvendiğini söyledi.
    --- /---
    böyle bir ülke var mı bildiğin? sapıklık yapıyorsun, mağdurun ruh sağlığını bozmadan tecavüz ediyorsun, hapse giriyorsun ve sonra suçu dinsizlere, din düşmanlarına, kapitalistlere, amerikancılara atıyorsun bu arada da şeytana kırılıyorsun. derken araya sevenlerin giriyor, hükümet senin için pervane oluyor; sokaklarda özgürce dolaşıyorsun.

    böyle bir ülke var mı bildiğin?

    bir de bu adamı savunuyorlar. allah belanızı versin. amin.

  • yaklaşık üç ay siparişle pizza söylenmesi sonucunda şöyle vahim haller olabilmektedir:

    "bi zahmet çabuk hocam, turunculu arkadaş sırtının üstünde dönmeye başladı" -ninja kaplumbağalar

  • -biricik kardesim benim dunyanin en guzel kizkardesi cinimm..
    -param yok, su getiremem, bakkala gidemem ders calisiom
    -allah cezani vermesin ben istemesem seni yapmiyolardi ama.

  • ülkede bir şair, bilim insanı, sanatçı veya sporcu yetiştiremeyenlerin "çivi çakıyoz yeaa" diye atladığı köprü.

    insana değil beton dökmeye yatırım yapın: sonra altınızda alman arabası, cebinizde amerikan telefonu, ayağınızda amerikan ayakkabısı, üzerinizde italyan kıyafeti ile fransız-isveç tasarımı, bankadan borçla yapılmış köprüden geçerken miliyetçilik yaparsınız boş boş...

  • sabah sabah üzdü ama;

    generalleri falan öldü hâlâ bekliyorlar. tek adam ve diktatörlük ile yönetilen bir ülke gösterin bana savaşa girip kazanmış. işleri güçleri dış politika da "r" yapıp, iç tarafta kazanmış gibi göstermek.

    çünkü ülkenin savaş kaynaklarının çoğu, kendini ayakta tutması gereken medya, mafya ve küçük terör gruplarına hibe edilmiştir ve elde avuçta pek bir şey yoktur. azerbaycan da mavi olanı işte. iç politikada biz gardaşız edebiyatı yapıp çomarların gazını almaya benzemez. elin ermenisi bile gelir tokadı yapıştırır.

    edit: arkadaş şurada özetlemiş olayı #113549095

    edit 2: arkadaşlar dokuz yıldır çaylaklara mesaj alımını kapatmayan ben bugün itibariyle kapattım. iyileri tenzih ederek yazıyorum ama hepsi mi hakaret eder :) biri hakaret etmiş, "bak seni savcılığa veririm uğraşırsın" diyorum, "ver ben zaten avukatım" diyor. ülkenin okumuşu bile bunu yapabiliyor. arabalar hakkında soru soran çaylak kardeşlerimden özür diliyorum.

  • bilindiği üzere edebiyat anlayışları çağlara göre değişkenlik gösterir. yani edebiyat, matematik gibi sabit kuralları olan bir bilim değildir. kendi çağında "dahi" kabul edilen birçok yazar (mesela joseph cronin, pearl buck), günümüzde sadece detaylı ansiklopedilerde kendilerine yer bulabilir. gerçi ansiklopedi olayı da bitti ya neyse! yani demem o ki, gittiğiniz yol, yol değil. bırakın trollüğü. trollükte gelecek yok! şaka bir yana, demek istediğim şu ki, günümüzün en önemli romancıları olan orhan pamuk, ihsan oktay anar, hasan ali toptaş gibi yazarların yapıtları, sonraki kuşaklar tarafından pek itibar görmeyebilir. ve ne acıdır ki, bu dönemde aşağıladığımız cezmi ersöz ve tuna kiremitçi , belki ileride "dahi" olarak kabul edilecektir. eserleri yeni baştan basılıp milyarlar satacaktır! yok lan, şimdi bunu yazarken düşündüm de çok uç örnek verdim. 500 bin yıl geçse de bir bok olmaz onlardan*

    not: sadece yabancı yazarlar kıstas alınmıştır.
    not 2: yazarlar rastgele sıralanmıştır.

    cervantes : tarihin garip bir cilvesi olarak shakespeare ile aynı yıl doğup, aynı yıl ölen cervantes, kendi döneminin bestseller yazarıydı. başyapıtı don kişot, sadece ispanya'da bile yayımlandığı yıl birçok baskı yapmıştı. hatta peşi sıra birçok devam serileri yazılmıştı. ama bu seriler, dönemindeki diğer çakma yazarlar tarafından kaleme alınmıştı. o zamanlarda korsan kitapçı yoktu, ama anlaşılan korsan yazar bayağı varmış. zira art arda yayımlanan don kişot serileri cervantes'i bayağı kızdırmış olmalı ki, bu konuda sert bir önsözün de yer aldığı ikinci cildini bizzat kendisi yazmak zorunda kalmış. ortaya çıkan kitabın belki döneminde çok satması dışında bir önemi yoktu. belki cervantes bile, ne kadar önemli bir roman yazdığının farkında değildi. ama sonuç itibariyle don kişot, roman türünün ilk ve hala en önemli örneği sayılır. daha iyileri mevcut olabilir ama daha önemlisi kesinlikle yok.

    stendhal: çağdaşı balzac dışında kimseden itibar görmeyen stendhal, yazdıklarının edebiliğinden öylesine emindi ki, öldükten sonra anlaşılacağını bizzat kendisi belirtmişti. nitekim 19. yüzyılın sonlarına doğru hak ettiği değeri verilmeye başlandı. sadece 52 günde yazdığı parma manastırı ve başyapıtı sayılan kırmızı ve siyah'ı artık dünya edebiyatının en iyi yapıtları listesindedir. hatta kırmızı ve siyah, bazı yazarlar ve eleştirmenlerce (mesela somerset maugham) en iyi on romandan biri kabul edilir. ayrıca yarattığı julien sorel karakteri, adeta "yükselme tutkusu" ile özdeşleşmiştir. bir psikolojik terim huvviyeti bile kazanmıştır denebilir.

    franz kafka : büyük olasılıkla, bu sonradan anlaşılma konusunda ülkemizde en bilinen örnek. hemen herkesin bildiği üzere, dostu max brod'un (bir diğer vefasız brutus'e selam olsun) yaptığı tarihin en anlamlı vefasızlığı sayesinde, bugün kafka yapıtları okuyabiliyoruz. kendisi için, 20. yüzyıl insanını ve durumunu en iyi anlatan yazar diyebiliyoruz. halbuki ölümü, yerel bir gazetede sadece tek satırlık bir haber olarak yer almıştı. ama ikinci dünya savaşı sırasında bireyin düştüğü acizlik, ezilmişlik, çaresizlik, çırpınma, boşluk gibi karmaşık durumlar kafka'nın yeni baştan değerlendirilmesi gerektiği fikrini doğurur. bu konuda olağanüstü bir örnek de mevcut. genellikle en iyi marksist eleştirmen olarak kabul edilen györgy lukacs, edebi anlayışına uymadığı gerekçesiyle kafka'yı pek beğenmezmiş. ancak ikinci dünya savaşında yaşadığı çok sıradışı bir olay (#15110169) sonrasında kafka'nın değerini anladığını belirtmiştir. yani kafka'yı anlamak için, bazen okumak bile yetmez; yaşamak lazım.

    marcel proust: şimdilerde, birçok edebiyat eleştirmenine göre, edebiyat tarihinin en iyi birkaç romancısından biri. halbuki, sağlığında kitaplarını yayımlatacak yayınevi bile bulamamıştı. hatta kendisini reddeden yayınevi editörleri arasında 20. yüzyılın en iyi yazarlarından sayılan nobel ödüllü andre gide bile vardı. ama proust, oldukça zengin olduğundan dolayı, kayıp zamanın izinde adlı devasa eserinin ilk cildini kendi parasıyla bastırabilmışti. gerçi fransa'nın en önemli edebiyat ödülü olan goncourt edebiyat ödülünü aldı. picasso ve stravinski gibi kendi alanlarının en iyileri olan modernist çizgideki dahilerle çeşitli salonlarda sohbet etti. yani kısmen de olsa kendi döneminde itibar görmüş denebilir. ama o dahilerle dolu salonlarda, kendisine günün birinde balzac ile kıyaslanacağını, hatta onu aşacağını söyleselerdi, snobluğuyla ünlü proust nasıl bir tepki verirdi merak konusu.

    edgar allan poe: büyük olasılıkla edebiyat tarihinin en bahtsız yazarı. adam sözlük anlamıyla "loser" kelimesinin tam karşılığı bir hayat yaşadı. ileriki zamanlarda bu konuda detaylı bir entry yazmayı planlıyorum. ancak şimdi mevzu bahis olan sonradan anlaşılma süreci. poe'nun şiirleri kendi döneminde beğenilmesine rağmen, öyküleri dönemi için fazla ileriydi. dolayısıyla karabasanı andıran atmosfere sahip eşsiz öykülerinin anlaşıldığına şahit olamadan genç yaşta ve tam da hayatının özeti olan bir ölüm biçimiyle gitti garibim. aslında fransızların en iyi birkaç şairinden biri olan charles baudelaire onu keşfetmişti. hatta eserlerini fransızcaya çevirmeye başlamıştı bile. ama ne utançtır ki, kendi ülkesinde hak ettiği değeri ancak 20. yüzyılda verildi. avrupa'da ise, 19. yüzyılın ortalarından itibaren kült statüsüne erişmişti. ama o bunları değil, sadece acıyı yaşadı. tabi o dönemlerin dünyada en popüler yazarı olan charles dickens ile olan sıradışı buluşması istisna edilecek olursa.

  • a haber'de olsaydı bu durum;

    spiker: efendim davutoğlu'nu cumhurbaşkanı aldı makamından.
    binali yıldırım: olur mu öyle şey akp kongre kararı aldı ben seçildim.
    spiker: doğru söylüyorsunuz efendim.

    aslında o kadar cevap veremeyecekleri konu var ki ama soru soracak organlı insanlar lazım.