• amerikan ortamlarında çok üşüyen ruhunu derin temizlikten geçirmek için arkadaşları gibi hindistan'da gurular tarafından istismar edilip üçüncü göz ve sariyle geri dönmek yerine daha hayırlı bir iş yapıp genelev mahallesinde büyüyen çocuklara fotoğraf öğreten zana briski'nin akademi üyelerinin tam da beğeneceği şekilde ördüğü rengarenk, oryantalist oya.
    gıy gıy hint müzikleri, cascavlak hint renkleri eşliğinde seyrediyoruz bu çocukları ve inanılmaz fotoğraf becerilerini ama film boyunca asıl gayretimiz onları bu batakhanede uyuşturucu müptelası pezevenk babaları, orospu anneleri ve anneanneleri arasından çekip kurtarmak, yatılı bir okula kapağı atmalarını sağlayarak bu batakhane hayatına kesinkes veda ettirmek. bu yüzden finalde yatılı kolejlere kabul edilen çocukların çoğunun ya kendi özlemlerinden ya da ailelerinin isteğiyle okuldan ayrıldığını okuyunca 'vay salaklar' demekten kendimizi alamıyoruz güzel ingilizce konuşan dillerimizle. niye ki? sevdiklerinden, yakınlarından, tuhaf bir şekilde birbirlerine kenetlenen batakhane insanlarından kopartılıp kondukları misyoner kolejlerinden orospu ya da uyuşturucu müptelası çıkmıyor mu *? bu tecrit kolejlerinde gerçekten fırsat eşitliği ve mutluluk diploması mı vermiş olacağız ellerine? liberal beyinlerimizin herkes için en iyisini düşündüğünden ne kadar eminiz.

    aklıma çalıştığı ücra köylerden, yol kenarında duran küçük çocukları toplayıp istanbul'daki malikanesinde çalıştıran meşhur doktor geldi. çocuklar 'annemiz babamız nerde? bizi köye götür.' deyince 'vay nankörler, orada sürünecektiniz. sizi kurtardım, karnınızı doyurdum, şükredin bana.' diye bağırırmış.
  • enfes bir belgesel. kıskandırıyor. bunu yapanın, çekenin, hissedenin, hatta editleyenin, hatta kablo taşıyıcının yerinde olmak istiyor insan. çok samimi, iyi niyetli, kasıtsız, kontrollü bir film.gitmeli, görmeli, hissetmeli, eve de bir adet dvd sini alıp aradabir yeniden yeniden izlemeli insan.
  • korkunç zengin ve hoş hint müzikler ve fotoğraflarla başlayan belgesel, tahminimin ötesinde iyimser geldi. belki konu çocukların kendisi olması nedeniyle umut dolu olması ve tasaların anında unutulabilir olması ya da belki sadece öyle olması.

    fahişelik mesleğinin anadan-kıza adeta geçmesi, hiçbir okulun bu mahalleden çıkan çocuklara şans vermek istememesi, erkek doğmanın bu ortamdan çıkmak değil sadece farklı bi şekilde dahil olmak olduğunu ve bölgenin yapıştırdığı yaftanın herkes için geçerli olması üzücü.

    ama fotoğrafların sahici olması, çocuk-ergen çocukların kendi ağızlarından kendilerini, ailelerini, hayatlarını anlatmaları acayip hoş olmuş.

    mütevazi bir dille duygu sömürü yapmazken, biz bu film seyrederken az da olsa manik, tapasi, avijit , gour, shanti, suchitra, kochi, puja icin katki sağladığınızı, onları umursadığınızı hissetmek güzeldi. 2 saat için onların hayatlarına dahil olurken, belgeselin sonunda neler olduğunu, topluma & yapıya rağmen ayakta kalıp kalamadıklarını öğrenmek iyiydi, çoğu güzel haberler olmasa.
  • 2004 yapımı born into brothels,zana briski ve ross kauffman'ın sonagachi, kalküta'daki bir genelev sokağında yaşayan fahişelerin çocuklarının hayatı ve briski'nin onlara fotoğraf dersleri vermeye başlayarak hayatlarını değiştirişi üzerine, sosyal içeriği son derece güçlü, özyargılayıcı, iş birliğine dayalı ve biyografik bir belgesel.her şey new york'lu fotoğrafçı zana briski'nin bölgedeki fahişeleri fotoğraflamak üzere görevlendirilmesiyle başlıyor fakat kadınların bu duruma son derece kapalı oluşunun ve bu durumun aksine genç fotoğrafçının çocuklarla kurduğu müthiş iletişim bu projenin dönüşümünü sağlıyor ve ortaya etkileyici bir başyapıt çıkarıyor.

    hikayenin kahramanları yaşları 10 ila 14 arasında değişen sekiz çocuk;avijit, gour, kochi, manik, puja, shanti, suchitra ve tapasi.her biri yaşları dolayısıyla içinde bulunmaları gereken masumiyetin çok ötesindeler.içine doğdukları hayatın acımasız şartları onlar için normal durumda.ekonomik olarak çok kötü durumda olmaları bir yana, okuyup düzgün bir meslek sahibi olmaları ihtimalı neredeyse yok.hindistan'daki gayri resmi kast sistemi dolayısıyla sınıf atlama şansları da bulunmuyor bu yüzden gereken yaşa geldiklerinde aileleri gibi seks işçisi olmak zorundalar.hiçbiri bunu istemese de hepsi bu gerçeği kabullenmiş durumdalar.birbirleriyle ilişkileri çok naif.alışıldık şehir çocuklarının aksine,işlerini yapmak konusunda çalışkanlar, sorumluluklarının bilincindeler ve hayret verici bir olumluluk taşıyorlar.hayat şartlarındaki güçlüğün pek de etkilemediği neşeleri ve coşkuları da briski'nin hayatlarına girişiyle iyice artıyor.bu noktada söyleyebiliriz ki filmin bizi duygu sömürüsüne boğmak gibi bir niyeti yok, yönetmenin de.onun odaklanmak istediği nokta dünyada bizden uzak bir yerlerde tahmin bile edemeyeceğimiz şartlarda yaşayan çocuklar olduğu, bu çocukların okuma veya düzgün bir iş sahibi olma şanslarının bulunmadığı fakat hayatlarına yapılan en ufak bir müdahalenin bile -bu, filmde fotoğraf makinelerini ellerine aldıkları an olarak tanımlanabilir- hayat değiştirici olabileceği,gereken imkanlar verildiğinde özgün bakış açılarıyla sanata müthiş katkılar yapabilecekleri ama her şey bir yana,bu değiştirilemez gözüken durumun vahametine devletin, gerekirse de devletlerin el atması gerektiği.o yüzden bunu yaparken gözyaşları, ağır,duygulu müzikler kullanmak gibi kötü klişelere kaçmıyor, sefaletin içindeki gülen muzır suratlara odaklanıyor ki zaten filmin kamerasal ve kurgusal anlamdaki ritmine karşın bu suratların ardındaki korkunç gerçek apaçık ortada.dolayısıyla sunuluş tarzı ne olursa olsun, izleyici koruma içgüdüleri ve empati kurmaları dolaysısıyla karakterleri sahiplenmekte güçlük çekmiyor, bu da daha filmin en başından duygusal bağın kurulması ve ilginin tamamen toplanmasına yarıyor.bütün bu durumu anlamlı bir öyküye çeviren de filmin sadece objektif, mesafeli bir belgesel olmaması.onlara fotoğraf makinelerini verip neler ortaya çıkarabileceklerine bakmak yalnızca sosyal bir deney olurdu.fakat zana briski bir çevirmen aracılığıyla, oldukça zorlanarak ama bir o kadar da keyif alarak onlara ciddi fotoğraf dersleri vermeye başlaması, fotoğraflardaki gelişimin barizliği ve son olarak briski'nin onları bulundukları bölgeden çıkarıp eğitim sahibi olmaları için uğraşmaya başlamasıyla filmin ana hattı belirleniyor,böylece soğuk bir belgeden ziyade etkileşimli bir umut hikayesi sayılabilecek bir iş ortaya çıkıyor.

    filmin alt metinlerinden biri kuşkusuz öğrenmenin psikoloji üzerindeki etkisi.hayatlarında ilk kez fotoğraf makinesi gören karakterlerimizin kendi fotoğraf makinelerine sahip oluşları, mahallelerinden ilk kez doğru düzgün uzaklaşıp fotoğraf çekmeye çıkmaları ve ortaya çıkan sonuçların memnuniyet verici olması dolayısıyla büyük bir tatmin duygusuyla kaplanmaları onlar için umut olduğunu hem kendilerinin,hem de izleyicinin anlamasını sağlıyor.ilk kez kendilerini önemli hisseden, birşeyler yapabileceklerine inanan çocuklar, bu noktadan itibaren yönetmenin amacına doğru nihayet ilk adımı atıyorlar seyircinin ifadesi de endişeli gözlerden meraklı gözlere dönüşüyor.

    zana briski filmde bölgeye ilk gittiğinde yapmak istediği şeyi belli bir mesafeden yapamayacağını anladığını belirtiyor.bu yüzden çok uzun bir süre onlarla birlikte yaşıyor ve güvenlerini kazanıyor.öykü de bu süreci oldukça zaman dizinsel olarak anlatıyor, özellikle de çocukların okullara girmeye çalışmaya başladıkları bölümlerden itibaren.öykünün düzenlenişinde tabii ki de olması gerektiği gibi esas karakterler olan çocuklara odaklanılıyor fakat ailelerin koyduğu mesafe dolayısıyla briski'nin kamerasının da onlara karşı bu temkinli duruşu bir açıdan eksiklik bırakıyor denebilir.çocuklar gelecek korkusu içindeler,okutulmuyorlar, ev temizliği gibi işlerde çalıştırıyorlar ve bütün bunların yanında inanılmaz kibar ve sempatikler.onlar için asi, inatçı, isyankar, bencil gibi kelimeler kullanmak neredeyse imkansız ve bu kabul edilebilir olsa da oldukça ilginç bir bileşim.bu yüzden onların aileleri olmayan ikna edici disney karakterleri gibi gösterilmesi kimi zaman izleyiciyi tam olarak tatmin etmiyor.kapalı kapıların ardında varlığı hissedilen ama somut olarak görülmeyen, korkutucu ve soğuk gölgeler yerine, çocuklarının durumu hakkında gerçekten ne hissettiklerini anlatan samimi röportajlarla varolsalar belki bu eksiklik hissi bir nebze kapanırdı.belki de bu, karakterlerimizi daha sahipsiz göstererek etkiyi büyütmek adına yapılan bilinçli bir seçim, belki de yalnızca kameralardan rahatsız olan seks işçilerinin briski tarafından ikna edilemeyişi, ne olursa olsun merak uyandıran cevapsız sorular olarak filmde yer alan bir nokta olduğu gerçeği değişmiyor.

    karakterlere odaklanılırken yapılan seçimler de gayet düşündürücü.örneğin çocukların fotoğraf dersleri, röportajları ve sokaktaki çekimlerinden oluşan görüntüler kullanılmış fakat hikayenin gerçeğine en acı şekilde parmak basan durumlardan biri olarak avijit'in annesinin ölümü gayet basit ve kısa bir şekilde verilmiş.kadının pezevengiyle yaptığı kavga sonucu adam tarafından mutfakta yakılarak öldürülmesinden kısaca bahsediliyor, bunun çocuklara bir mutfak kazası olarak yansıtıldığı belirtiliyor ve konu kapanıyor.filmin o noktasında karakterlerle çoktan güçlü bir duygusal bağ kurmuş olan seyirci, avijit için üzülüyor, onun durumunu hislerini, olayı nasıl atlatmaya çalıştığını bilmek istiyor ama bunların cevaplarını alamayınca,konu hiç açılmadan kapanınca rahatsız oluyor, hatta öfkeleniyor.filmin kurgusuna bakıldığında olaydan sonra gelen sahneler dolayısıyla zana'nın olayı umursamadığı fikri ortaya çıkıyor ve bu durum da ayrı bir tatminsizlik yaratıyor.

    karakterler konusunu kapatırken zana briski'ye değinmeden geçmemek lazım.yönetmen briski bu belgeselde hiç görünmemeyi de seçebilirdi ama o kararını performative bir iş yapmaktan yana kullanmış.aynı zamanda sosyal bir belgesel olan film amacına kuşkusuz daha objektif bir bakış açısından da verilebilirdi fakat o kadar uzun zaman onlarla yaşayan briski'nin çocuklarla ilişkisini göstermeden kurgulansa, anlam eksikliği kaçınılmaz olurdu.briski'nin çocuklarla olan iletişimini gördükten sonra oluşan onların başarılı olacağına dair inancın sağlanması da bu yüzden güçleşirdi.

    filmin anlatısında tek bir yol kullanılmamış.çoğunlukla zana briski'nin sesi filme eşlik etse de bu kimi zaman onun kamerayla direkt konuşması, kimi zaman çocuklarla olan diyaloğu kimi zaman da farklı görüntüler üzerine bindirilmiş sesi ile sağlanıyor.bunun yanında elbette çocuklarla olan röportajlar da var.röportajlardaki sesleri de bazen bahsettikleri şeyin görüntüleri üzerine voice over yapılmış ve böylelikle briski'nin filmin tek anlatıcısı olması önlenerek keyifli bir çeşitlilik sağlanmış.çocukların anneanneleri veya briski'nin bir takım belgeler almak için uğraş verdiği memurların sesleriyse de genellikle sahneleriyle eş zamanlı verilmiş.yani öykü bize zana briski'nin açısından verilse de bu kısıtlı bir öznel açı değil, paylaşımcı ve geniş bir pencere.

    belgeseller en iyi anlık görüntüleri yakalamak için genelde yalnız bir şansları bulunduğundan ve non-fiction olduklarından dolayı her zaman çok kaliteli bir görselliğe sahip olamayabilirler.bu noktada filmimizi bu ihtimalden uzaklaştıran sebepler zana briski'nin orda geçirdiği sürenin kısıtlı olmayışından ötürü bu konuda daha şanslı oluşu ve ilk belgeselini çekiyor olmasına rağmen fotoğrafçılıktan gelen ışık bilgisi ve kadrajının iyi oluşu gibi avantajlarını kullanması kuşkusuz.bu yüzden de yalnızca derdini anlatması değil,bunu yaparken seçici ve estetik olması filmin büyük artılarından biri.örneğin filmin girişindeki ilk kareden bahsedelim.'red light district'i bariz bir şekilde simgeleyen kırmızı bir lamba, fonda sıvası yıpranmış bir duvar ve ampulün etrafında uçuşan sinekler.fazla söze gerek yok.sinekler hem bölgenin leşliğini-gerek fiziksel gerek psikolojik olarak- hem de ordaki fahişelere üşüşen erkekleri temsil ediyor bence.yani aynı iyi bir kurmaca filmde filmin derdinin daha ilk sahnelerden anlaşılması gibi, briski de bir kareyle bize konuya dair ilk ipucusunu veriyor.ardından gelen ikinci kareyse küçük bir kız çocuğunun gözlerine yapılmış extreme close up, siyah fonda duruyor ve bir ışık kaynağıyla aydınlatılmış.iki kare ve arkadaki ağır, bölgesel,adeta ağıt denebilecek müzik neredeyse filmin özeti denebilir.bu iki kareyi caddenin eğik açılı görüntüleri ve aralık kapıların gerisinde,neredeyse ve belki de gizlice çekilmiş gibi gözüken fahişelerin görüntüleri takip ediyor.her bir kare son derece fotografik ve etkileyici.bu karelerden siyah fondaki kızın kocaman üzgün gözlerine dönüşler devam ediyor ve ardından sokaklardaki görüntülerin açısı sokağın içine çekiliyor ve kamera alt açı ile çocukların gözünden dolaşmaya başlıyor.zana briski'nin sesi bize anlatmaya başladığında ise sözü çabucak çocuklara getiriyor.çocuklarla tanıştığını söylediği ansa adeta bir ağıt olan müzik değişip yerini hareketli ve neşeli bir başka bölgesel müzik alıyor ve müziğe ek olarak çocuk kahkahaları duyulmaya başlanıyor.bu esnada cut'ların ritmi de artıyor ve film bize daha önce de bahsettiğim ağır konulu fakat duygu sömürüsünden uzak,çocukları anlamaya çalışan hareketli bir dil kullanacak bir belgesel olduğunu belli ediyor.bunu yaparken de izleyicinin onlara oldukça uzak olduğunu bilse de belli bir mesafeyi korumuyor.çocukları filmin başında teker teker tanıtıyor,birbirleri hakkındaki yorumlarına yer veriyor ve ardından hepsinin çektiği fotoğraflardan örnekler gösteriyor.filmin başında briski'nin fotoğraflarını da gördüğümüzden onların onun stilinden son derece etkilendiğini anlıyoruz.eğik çerçeveler, nesneleri ve kişileri çoğu zaman kesik olarak kadraja almalar...fakat aynı zamanda hepsinin kendi özgün stilleri var ve film ilerleyip biz de onları tanıdıkça fotoğraflarını ve aralardaki belirgin farkları daha iyi anlıyoruz.film,karakterlere bir bütün olarak bakmıyor,onların her birine bireysel olarak bakıyor ve bu da durumu iyice kişiselleştiriyor,seyirciyi daha da içine alıyor.hepsinin hayatlarından kişisel kesitlere de yer veriyor.onları iş yaparken izliyoruz, bir yandan da kişisel görüşlerini dinliyoruz.bunu yaparken briski kuşbakışı shotlar, close up'lar ve zaman zaman fotoğraflar kullanıyor.müzikse film boyunca ritmini ve coşkusunu koruyor.dış mekanlarda veya apartmanın ortak alanlarına hatta kimi zaman evlerin içindeyse müthiş bir gürültü söz konusu.dış sesin olmadığı neredeyse her sahnede çevre sesleri var.bu da hindistan'ın ve tabii ki genelev mahallesinin kalabalıklığını, kaotikliğini, koşuşturmasını gayet açık bir şekilde veriyor.yine bilinçli bir seçim olarak sokakların ve evlerin içi,son derece klostrofobik bir biçimde verilmiş, bu da çocukların içinde bulundukları çıkmazı en iyi şekilde yansıtacak kadrajlara sebebiyet vermiş.

    filmin genelinde naturel ışık kullanılmış.genelev mahallesinde geçen sahnelerdeki çeşitli renkli ışık kaynakları ve neonlardan da en iyi şekilde faydalanılarak hem bölgenin ruhu yansıtılmış hem de iyi bir görsellik yakalanmış.işık, yine ev içi sahnelerde, içinde bulunulan sıkışık,büyük ölçüde mutsuz ve sıkıntılı durumu da hissettirecek şekilde, iyi düzenlenmiş kontrast ve dengelerle başarıya ulaşmış.teras sahnelerinde de güneş ışığının önünde duran çocukların ani hareketlerle çekilmeleri ile kamerada patlayan ışık, doğal ve spontane hisler yaratarak bir çocuğun oyuncu yapısını yansıtmış adeta.

    filmin genelinde elde kullanılan kamera, genelde bir takip halinde.bu da hem ilgiyi ayakta tutucu, hem de hikayenin içine çekici bir durum yaratmış.fakat evlerin içindeki sahnelerde bir kişi sözgelimi merdivenden çıktığında veya bir kapının diğer tarafına geçtiğinde kamera genellikle duruyor ve bize 'evet, olayın içindeyiz ama bir yerden sonra mesafeyi korumalıyız' hissi veriyor, ev sakinlerinin çocuklar gibi cana yakın olmadıklarını, kendilerini bizden saklamak istediklerini hissettiriyor.film ilerledikçe baştaki ağır ve kasvetli müziğe benzer parçalar ara ara tekrarlanıyor, bu sahnelerde de genellikle can sıkıcı şeyler gösterilirken yavaşlatılmış görüntü kullanılıyor.bunun sebebi filmin genel kurgusal ritminin o sahneyi farklı bir müzik ve hızlı görüntülerle istenildiği kadar dramatik kılamayacak olması.aynı zamanda briski'nin çocuklardan biri hakkında duygusal bir şey anlatırken yine daha ağır bir müzik altta varlığını sürdürüyor fakat bu oldukça kısık şekilde kullanılıyor, ajitasyona yer yok ve kısa sürede filmin dinamik yapısına geri dönülüyor.

    ara ara yine özelden genele geçen zoom'lar, izleyicinin anlık ruh değişimlerine sebep oluyor.büyük bir heyecanla elindeki fotoğraf makinesini inceleyen çocuktan birden geniş plana alınınca odadaki kir,dağınıklık, fakirlik, kalabalık, bağırış çağırış o çocuğun yüzündeki heyecana duyulan sempatinin yerini üzüntüye bırakmasına sebep oluyor.

    zana briski'nin katılımcı belgeselciliği sonlara doğru kendisini iyice gösteriyor.çocukları daha iyi bir geleceğe sahip olabileceklerine inandırıp okullara yazdırmaya çalışıyor, bizzat aileleri ikna ediyor,belgeler için bürokrasiye takılıyor ve okullara çocukları yazdırabilmek için uzun uzun dil dökmek durumunda kalıyor.bu konudaki çabaları kısmen işe yarasa da, çocukların bir kısmı yerleştirildikleri okullarda mutlu olmuyor ve kendi istekleriyle genelev mahallesine geri dönüyorlar.bu da briski'nin çocukları yeteri kadar anlamadığını gösteriyor olabilir.çocukların bir kısmı da ailelerinin zoruyla evlerine dönüyorlar ve kaçınılmaz sona ulaşıyorlar.film bu açıdan ne kadar tatmin edici bitiyor tartışılır.83 dakika boyunca izlediğiniz bir umut hikayesi, doğal ama üzücü bir şekilde sonlanıyor ve bu sanki biraz fazla ani oluyor.bir grup karakteri izleyicinizle duygusal bağlar kurduracak şekilde sunduğunuz zaman izleyiciye karşı bir takım sorumluluklar üstlenilmiş olur, bu yüzden son sahneler biraz daha uzatılabilirdi.
  • kesinlikle aldigi ve alacagi odulleri hak eden bir belgesel. konunun dogusu geregi acaip depresif olmasi beklenebilecekken film oldukca farkli bir yaklasim sergiliyor. zana briski calcutta'da red light district'te calisan kadinlarin fotograflarini cekmek icin baslamis projeye, daha sonra onlarla yasamaya baslamis bir sure ve elbette bu surec icerisinde oradaki cocuklarla arkadaslik yapmaya baslamis. bir sure sonra bu cocuklara fotograf ogretmek gibi bir proje baslatmis, ve film genellikle bunun uzerinden anlatiyor ortamdaki durumu. cocuklarin inanilmaz yetenekleri bir yana, kurgusu da cok basarili filmin, hem yapimcilarin gozunden gorebiliyorsunuz tum bu mekanlari, hem de cocuk gozunden. cocuklarin fotograflari dunyada bircok yerde sergilenmis bildigim kadariyla, buyuk ihtimalle internetten de ulasilabiliyordur.
  • kirli dunya.
    firsat esitsizligi.
    seks iscileri ve cocuklari.
    cocuklar;gozlerini actiktan sonra dayatilan gelecegi muglak kucukler. yasama inat, o safiyane ama zengin dunyalari, ne denli renkli ve nasil gercekci..
  • kendi hayatlarına çıplak gözle bakmaktan yorulmuş çocuklara, dışarıdan bakabilecekleri bir araç verildiğinde ortaya çıkan güzelliklerle şaşırtan, dokunaklı belgesel.
  • izlerken ister istemez halinizden memnun olacağınız filmdir.halbuki tam da bu yüzden kalküta nın cocuklarının hayatları acı ve sefalet içinde sürmektedir.herşeye rağmen doğu insanın sıcaklığı ve az ile yetinmeyi bilmesi,zorla batı ya çevrilmiş gözleri insanlığa,maneviyata bakmaya davet etmektedir.

    --- spoiler ---
    avijit in babasının esrar içerken ki surat ifadesi muhteşemdir,adamın yüzünden beyinsizlik fışkırmaktadır,hele gözler kayık bir sırıtışı var ki görmelere sezadır.
    --- spoiler ---
  • az önce bitirdim, şimdi toparlanmaya çalışıyorum.
    aslında doğru değil, bitireli birkaç saat oldu, hakkında biraz araştırma da yaptım. biraz okuma, azıcık çeviri falan.
    ama yazmak yine de çok zor geliyor. nereden başlayacağımı bilemiyorum sanırım.
    film bir saatten biraz fazla. ama saate bakmak aklınıza bile gelmiyor zaten. öylece akıp bitiveriyor. yalnız filmi izlediğim site fazlasıyla edepsiz ve saldırgandı. arada çıkan cima tekliflerini silmekten dikkatimin dağıldığını da söylemek zorundayım.
    bu film iki yönetmenli bir belgesel. zana briski, ross kauffman belgeselin yönetmenleri. ama zana briski aynı zamanda filmde görünen en önemli şahıslardan biri.
    bu film-belgeselde oyuncu(lar) yok tabii.
    gerçek kişiler var.
    sekiz çocuk.
    belgesel bu sekiz çocuğu temel alıyor.
    bu çocuklar, kalküta'da 'red light district' olarak nitelendirilen bir genelev mahallesinde yaşıyor. anneleri, anneanneleri hatta büyük nineleri hepsi bu genelevlerde yaşamış, çalışmış. hepsi orospu çocuğu yani. gerçek anlamda. bu sokakta erkekler de var. bu erkekler çocukların babaları da olabilir, annelerinin pezevengi de ya da orada yaşayan uyuşturucu müptelaları veya satıcıları.
    zana briski bir fotoğraf sanatçısı. başlangıçta, 1988'de, yalnız burada çalışan kadınların fotoğraflarını çekmek için gelmiş bu sokağa. ama daha sonra bakmış, yetişkinler fotoğraflarının çekilmesinden hiç hoşlanmıyor ve karşı çıkıyor. kendisini tanıtması ve hatta sevdirmesi gerektiğini düşünmüş ve onlarla birlikte yaşamaya başlamış. bu sureçte oradaki çocukları tanımış, sonra bu birbirinden renkli, meraklı ve sempatik çocukları sevmeye başlamış. onlara nasıl yardım edebilirim, hayatlarına olumlu anlamda nasıl dokunabilirim diye düşünmeye başlamış. sonra bu çocuklara, en iyi bildiği işi öğretmeye karar vermiş. fotoğraf çekmeyi. bu çocuklara ucuz ve basit de olsa birer fotoğraf makinesi bulmuş ve dağıtmış. sonra da onlardan gördükleri, yaşadıkları hayatın fotoğraflarını çekmelerini istemiş. onlarla sürekli bir araya gelip, çekilen ve kendisi tarafından çoğaltılan fotoğraflar üzerine dersler vermeye başlamış. zaman ilerledikçe kafasındaki proje çocuklara yönelmiş. belgesel film bize, çocuklar üzerinden oradaki hayatı, ortamı, durumu anlatıyor. ve film-belgesel bu anlamda görevini başarıyla yerine getiriyor. çocukların bütün doğallıklarıyla belgesele katkıları, çektikleri fotoğraflar, yerel müziklerle de desteklenerek ve başarıyla kurgulanarak ortaya gerçekten etkileyici bir belgesel-film çıkarılmış. filmi hem filmi yapanların gözünden izleyebiliyorsunuz hem de filmin odağındaki çocukların gözünden.

    çocuklarla zaman geçirdikçe, onlarla fotoğrafçılık derslerinin dışında da ilgilenen zana, onların bu hayattan uzaklaşması için de mücadele vermeye başlıyor. arıyor, soruyor, araştırıyor. ama hiçbir okul bu fahişeler mahallesi çocuklarını almak istemiyor. sonunda bulabildiği yerler için de kendisi tek tek uğraşıyor. belgeselde biz bunları kısacık izliyoruz ama o yoksul coğrafyanın devlet dairelerinden tutun da sağlık ocaklarına kadar gitmediği yer, uğraşmadığı iş kalmıyor. belgeler, belgeler... defalarca aynı yerlere gidip hantal bürokrasinin istediği belgeleri en sonunda toparlayabiliyor. sonra bunların gerekli yerlere verilmesi işini. çocukların bu okullara gidiş hikayesini de izliyoruz. hepsi mutlu sonla bitmese de.
    aslında belgesel-film, fazlasıyla iç karartıcı bir konuyu ele almasına rağmen, içimizi sıkmıyor. zaman zaman içimizde burkulmalar oluyor ama asla bizi karamsarlığa boğmuyor. bu da filmin belki de en olumlu özelliklerinden biri. fimde vicdan mastürbasyonu yok. o çocuklar gerçek mağdurlar olmalarına rağmen bir mağduriyet ağlaklığı da yok. yani kısaca belgesel, duygu sömürüsü yapılmadan da, acındırmadan da dünyanın belki de en aşağı, en haksızlıklarla dolu ortamında 'nasıl hayatta kalınır'ın dersini veriyor bize.
    aslında yukarıda adını yazdığım çocuklardan ve onların çektiği o olağanüstü fotoğraflardan da söz etmek gerekir uzun uzun. o zaman da bütün sözlük 'limit'leri aşılmış olacak.

    belgesel, 2005 yılında, 'best documentray feature' dalında oscar ödülü almış.

    bu belgesel hakkında ulaşmak istediğiniz her şey
    (çocukların dünyanın pek çok yerinde sergilenen fotoğraflarına da bu verdiğim linkten ulaşabiliyorsunuz.)
    bu da belgeselin imdb sayfası:

    bunca uzun yazmama rağmen, belgeseli yine de yeterince tanıtamadığımı hissediyorum. yaptığım araştırmalarda belgesel hakkındaki en iyi yazılardan birine yine ekşi'de rastladım. yazının linkini de vermek istiyorum. aranızda özellikle fotoğraf ve belgesel fotoğrafçılığı ile ilgili olanlarınız yazıdaki detaylardan yararlanabilirler: işte burada
  • insanin canini yakan bir belgesel. bazen ufak gulumsemeler beliriyor insanın yuzunde ama bu gulumsemeler de yetmiyor belgeselin huznunu ardında bırakmaya. durust olmak gerekirse utandim zana briski nin yaptıklarını gorunce. belki birkac cocugun hayatini degistirmeye calismak garip gelebilir insana, ama biz ne yapiyoruz ki kicimizi televizyonun ya da bilgisayarin basina yaymaktan baska. en cok da avijit in "gelecegimde umut goremiyorum" cumlesi canimi acitti, kendimi eve atip hungur hungur aglamak istedim. belki butun cocuklara yardım edemedi zana briski, ama uc cocugun hayatini kurtardi. ben mi ne yaptim? eve dondukten sonra bilgisayarin basina kicimi yaydim, yine ve her zamanki gibi, bir sey yapmadim.
hesabın var mı? giriş yap