• sahillerinde zenci abilerin skunk var, charlie var, pills var diye fink attıkları ufak bir şehir (bir hafta sonra o abilerin büyük çoğunluğu sizi tanıyor, size fiyatta güzellikler yapıyor konuma geleceklerdir. emin olunuz). ama gitmeden önce bodrum'a benziyor, antalya'yı andırıyor diyenlere poponuzu göstermelisiniz çünkü gidip görüldüğünde bir kez daha kendi ülkenizin değerini anlamanıza yetecek bir çok unsur var. öncelikle yaşamaktan bi haber ingiliz halkının sahil diye yatıp güneşlendikleri çakıl taşları bus stationın hemen dibinde otobüsten iner inmez sizi karşılayacağı için ufak çaplı bir şok yaşamanız olası. bu yüzden ulaşım için tren'i tercih edin ki indiğinizde ilk önce ingiliz kızları filan laf atsın biraz sevinin ilk etapta. ancak destination* olayını tam çözemediyseniz trene de hiç bulaşmayın yoksa elinizde 9 bavulla üç tren değiştirmek düşündüğünüz kadar zevkli olmayabilir. sahil denilen alan uçsuz bucaksız olmayıp bir ucu marina'ya diğer ucuda hove'a kadar götürür sizi. ikisi içinde yürümeye kasmayın otobüs var.. herneyse bu sahilin olayı ülkemizdekinin aksine gündüzleri yüzüp, dondurma yalayıp, hatun kaldırma şeklinde değilde daha çok akşamüstleri ot takılıp, yetmişsekiz milletten insanla içip, hatun kaldırma şeklinde geliştiğinden mütevellit ilk başta alışma dönemi yaşanabilir ama yağız türk genci için tabii ki aşılması gayet kolay bir durum bu. evet yine sahilden devam etmek istedi canım (zaten gidilecek pek başka düzlem olmadığı için brighton'daki çoğu anınız sahil çevresinde oluyor sizin anlayacağınız) böyle kanka, manita yapıp eğlenedururken çok önemli bir meseleyi göz ardı etmemk gerek. ki o da çiş meselesi. sahile en yakın hela pier'de*bulunduğu için bayan iseniz oturduğunuz yerden pier'e koşma zamanınızı büyük bir titizlikle hesaplamanız gerekir kanaatindeyim. kendimden biliyorum o pier'deki tuvaletler kapalıysa lunapark'ın arkasından denize işemek çok hoş karşılanan bir davranış değil hem de asil ingiliz soyunun hüküm sürdüğü bu soylu topraklarda*. (dip not:ben erkeğim ve tanrıya şükürler olsun ki ayakta işeyebiliyorum. bir bağyanın koskocaman bir iskeleden aşağıya çiş yapmaya çalıştığını düşünmek oldukça korkunç üstelik) cinsiyetiniz erkekse ''abi bunun penaltysi 1000£ tur göte gelmeyelim'' diye korkmanıza gerek yok herkes işiyo salın denize, koşmaya rezilliklere hiç lüzum yok.
    ev hayatına değinmek gerekirse.. çok büyük olasılıkla dil okulu için brighton'da bulunduğunuzu varsayarak söylüyorum ki burada öyle diğer ingiliz kentlerinde bolca bulabileceğiniz çok şirin japoncuk aileler, aşmış yemekler yapan italyan ailelerle karşılaşma olasılığınız neredeyse sıfır. gözünü para hırsı bürümüş, tek kişilik odalara üç öğrenci tepeleyen*, çoğunlukla eve giriş çıkış saatlerine bile karışan, welsh aksanlı, hiç mi hiç dalaşmak istemeyeceğiniz lavuklara hazırlıklı olarak gidilmeli, kafalar güzelken eve geceyarısı kahkaha atarak girmemeli, evdeki perdeler o halde bilinçsiz şekilde yere indirilirse sabaha kadar sizinle uğraşmış olan, evdekilerin ruhu bile duymadan onları tamir eden süper kankaya sabah olduğunda binlerce kez teşekkür edilmelidir*. eve hatun atma olayına ise hiç bulaşılmaması gerektiğini söylememe gerek yok galiba ancak dünyanın en şanslı hayvanı olup evi okuldan bir finli, bir danimarkalı ve bir isveçli ablayla paylaşma olasılığınız da olabilir (var biliyorum) odalarınız yanyana olacağı için bunlara mutlak suretle şirinlik yapılması, sabahları duş sırasında centilmen olunması, türk kültürünün en iyi şekilde tanıtılması farzdır. bütün bunlara rağmen varsa öyle bir şans öğrenci yurdunda kalınması her açıdan daha güzel olacaktır. genelde bütün dil okullarının yurdu şehir merkezinde olup, okula ulaşmanız için 2 otobus değiştirmenizi gerektirmemektedir. yemek konusunda ise ingiltereye gitmeyi düşünen herkese verilebilecek en güzel tavsiye uçağa binmeden bir hafta önce hayvani şekilde yemek yemeye başlaması, imam bayıldı olur, kuru fasülye pilav olur, beyti olur... girişmesi, ingiltereye öyle gitmesidir. çünkü ülkede bulunduğunuz süre içerisinde ziyadesiyle aç kalacağınız aşikar üstü aşikardır. neden? ingilizler yemek yememektedirler daha doğrusu yemek kültürleri yaşamsal faaliyetlerini sürdürmek adına ağızlarına random biçimde soktukları besin maddelerinden oluşmaktadır. olayı özetlemek gerekirse (bkz: english breakfast)
    o yuzden ingiliz eli deymemiş haliyle gayet lezzetli olan sebzelerin piştikten sonra nasıl o hale geldiğini anlamaya hiç çalışmayın bence. üzülebilirsiniz! hatta evde pişen pilavın üstüne mutfakta bulduğunuz fındık yağını dökmek suretiyle tad alma duyunuzu kaybetmeden ülkeye dönüş planları bile yapabilirsiniz bir müddet bu güzel şehirde yaşadıktan sonra..
    öte yandan dil eğitimi için uk'de seçilebilecek yegane yer brighton'dır. londra dünyanın en güzel şehirlerinden biri olmasına karşın ingilizceyi öğrenebileceğiniz son yerdir neredeyse. manchester, liverpool, kuzey ingiltere intihar nedeni olabilecek kadar sıkıcıdır. diğer kıyı şeridinde bulunan kentlerden en canlısı da brighton'dır, okulunuz toplama kampı gibi olacaktır, varsın olsundur. ciddi şekilde dünyanın en güzel yaratıklarıyla ders alma düşüncesi bile sizi sabahın köründe yataktan kaldırmaya yetecek kadar ilginç olabilir, ocean rooms'da bir gece daha geçirmek için herşeyinizi verebilirsiniz döndükten sonra, sokakta dolaşırken seen'in graffitilerini görüp hayatınızda daha önce hiç duymadığınız küfürler sarfedebilirsiniz, spor salonunda çalıştıktan sonra gaylerle soyunma odasına girip çok fazla gülebilirsiniz (yada götü de kaybedebilirsiniz tabi maazallah), aşık olabilirsiniz, aşık olduğunuz kız doğal olarak ülkesine geri dönerse ne yaparsınız onu bende bilemiyorum hala...
    akılda bulundurulması gereken şeyler bu kadardır aslında. ufaktır, şirindir, tehlikesizdir, görülesidir her şeye rağmen brighton
  • 2.haftama girecegim burada (gorunen o ki 1 sene buradayim) ekside yazilanlari okuyunca sandim ki sehre gelince seni lgbt komitesi karsiliyor, bir odaya geciyorsunuz ve oranin onde gelen gayleri senin tadina bakiyor. sonra iste kalacagin yere gidiyosun falan.

    ya bu eksici aptallarin abartmasina bakmayin, herkes normal insan iste burada. hintlisinden bilmemnesine herkes cok kibar. bak onu soyleyebilirim. ama onun disinda yok gaymis yok bilmemne bunları gecin.

    gece hayati hakkinda bilgim yok, tabiatim degil ancak bir-iki safkan ingilizle arkadas olsam fena olmaz tabii.

    parklar var. cok fazla. ve cok guzeller. kosuya gidiyorum her aksam.*
    sosyallik adina bise yapasim gelmiyor. ne istegim var ne de kabiliyetim sanirim bilmiyorum cozemedim. gerci turkiyede de boyleydim, neyse.

    gecen otobuse binerken para cikaricam diye 10 dakika beklettim herkesi de kimse gıkını cikarmadı. vallahi helal olsun.
    kopek havlamasi ve araba sesi disinda ses yok etrafta.(ki sadece arabanın kendi sesi, iki haftada toplam 4 korna sesi duydum)
    ama kopekler ve sahipleri biraz yavsak. kopekler kimseyle muhattap olmuyor. sahibinin attigi topu kovaliyor o kadar. gel bi seviyim aq. yok.
    dun dayanamadim egildim bi tanesine sevmek icin zipladi yuzumu yaladi. dedim bu da biseydir.

    gerci bu dediklerim brighton ozelinde degil ingiltere genelinde sanırım. ilk yurt dışı deneyimimiz kardeşim napayım sehir sehir mi karsilastirayim (a bi de gürcistan gitmistim)
    sokakta bir tane balgam gormedim, muthis bir duygu ya.

    tek problem sterlin 3.6 tl. o kadar.
  • 40 günlük dil eğitimi maksatlı yaşantı sürdürdüğüm güzel şehir. öncelik olarak buraya gideceklere kafadan söyleyeyim 12 haftadan az gitmeyin. ya param az anca altı hafta gidebiliyorum derseniz- ki ben öyle dedim- doyamadan ve bazı şeyleri tam oturtmadan dönüyorsunuz demektir. kış sezonunu bilemiyorum ama yaz sezonu gidiyorsanız çok kalabalık bir şehir. şöyle ki türkler uzak doğululardan sonra en uzun soluklu kalan millettir ve yaz boyu bir çok türk buradadır. temmuz ayı boyunca ispanyol furyası başlar ki gerçekten çok kalabalık gruplar halinde dolaşırlar. çoğunun dil okulu umurunda değildir kaldı ki hemen hepsi 2 veya 3 haftalık programlar ile gelmektedir. ağustos ayı ile birlikte ispanyollar ülkelerine dönerken italyanlar aynı yoğunlukta akın akın gelmektedir. aynı zamanda bir çok isviçreli, fransız ve arapta yaz döneminde sıklıkla karşılaşacağınız milletlerdir. ister istemez türk arkadaş grubunuz olacak ama bunu en yararlı şekle getirmek için fransız ve isviçreliler bulunmaz nimet. başta çok sıcak insanlar ve çok çabuk arkadaşlık ilerletebiliyorsunuz. milletler kısmını geçip okul kısmına gelirsek hemen hemen bütün okulların eğitimi aynı denilebilir. ben isis adlı okulu seçtim ve oldukça memnun kaldım. okulların derslerinden çok sosyal aktiviteleri çok yararlı olmakta. her akşam bir aktivite yapılıyor ve öğrencilerin kaynaşması sağlanıyor. bu aktivitelerde pratiğiniz çokça gelişir ve konuşmanızı ilerletebilirsiniz.

    brighton'da hayat oldukça pahalı. zannımca ingiltere'nin geneli böyle. helal takıntınız varsa hiç korkmayın oldukça fazla türk restorantı var. dışarıdan yemek biraz pahalıda olsa buralarda yenebilir. favori restorantlarım istanbul restorant ve arnavut işletmecilere sahip olan istasyonun hemen yakınında bulunan albion kebab. fiyat olarak makul lezzet olarak güzel yerlerdir. oldu ki başka milletten arkadaşınızı şık ve kaliteli bir yerde türk yemekleri ile doyurmak istiyorsunuz makara sizin gideceğiniz adres olacaktır. ayrıca zincir restorantlar hemen hemen her köşe başında da mevcut. ayrıca western road starbucks karşısındaki türk kafesinde -kusura bakmasın ismini hatırlayamadım- çok lezzetli sandviçleri çok uygun fiyatlara yiyebilirsiniz. ya da her markette satılan soğuk sandviçlerle anlık açlığınızı giderebilirsiniz.

    ulaşım ağı oldukça kuvvetli bir şehir brighton. haftalık veya aylık otobüs bileti alıp otobüsleri özgürce kullanabilirsiniz. bunu satın almak için en uygun adres ise one stop travel. haftalık biletlerde 5 pound ucuza alabilirsiniz. londra seyahatlerinizde ise iki ve daha fazla kişi ile gittiğinizde oldukça ucuza bilet bulabilirsiniz. 4 kişilik bir grup kurabilirseniz gidiş dönüş kişi başı 9 pound gibi bir fiyata bilet alabilirsiniz.

    gece hayatına da değinecek olursak oldukça eğlenceli ve ucuz bir gece hayatı sizi bekliyor. pazar ve pazartesi durağan olan şehirde diğer günler her clubda deliler gibi eğlenebilirsiniz. alkol fiyatları oldukça ucuz. cumartesi günleri ingiliz ağırlıklı diğer günler ise genelde uluslararası öğrencilerin oluşturduğu kalabalık gruplar hakim. herkes gibi oceana(özellikle cuma geceleri) favorilerim arasında. diğer güzel clublar olarak coco-loco, shooshh ve yate's önerebilirim. salt ingiliz toplulukların takıldığı yerlere gitmek isterseniz wahoo ve digital kesinlikle aradığınız yer. yazın gittiğiniz clubların hemen hemen yarısının türklerin oluşturduğunu da hatırlatmadan geçmeyeyim.
    yerli halkın sanıyorum hemen hepsinde piercing ve dövme var. hepsi çok sıcak ve yardım sever insanlar. market ve dükkanlarda çalışanlar genelde yabancı ve bunların çoğunluğuda hindistan-pakistan çevresinden.

    son olarak en yakın hava alanı gatwick- trenle 20dk-, en uzak hava alanı stansted-2 saat 15dk-.

    anlatılarak anlaşılamayacak duyguların yaşandığı, biraz zaman geçiren herkesin bir daha gelmek istediği sevimli, gündüz uyuyan gece yaşayan bir ingiliz kenti.tadın damağımda kaldı.

    olur da buraya gitmeyi düşünen ve bilgi arayan yazarlar varsa bir mesaj yeterli.
  • gay muhabbeti neden bu kadar abartılıyor anlamadığım başlık. birisi yazmış “gideceğim ama hemcinslerime karşı mesafeli olacağım “. onlar da senin boklu götünü sikmek için bekliyorlardı. şehre gelir gelmez tecavüz edecekler sana. salak salak konuşmayın. insanlar özgürce yaşıyor , kim napsın seni. dalyarak.
  • burada, lanes'de cupcake yapan ve tüm lanes'in mis gibi kokmasını sağlayan minik, buz mavisi duvarlı bir dükkan vardı. şimdi orada oturup o koku eşliğinde bir fincan kahve içmek isterdim. sonra da atkım ve montuma iyice sarılıp gara kadar yürüyüp victoria'ya bir bilet almayı... yalnız kalmayı isterdim bir süre.
  • dil okullarıyla nam salmış şirin ingiliz kenti. ingilterenin yazlık mekanlarından birisidir. dil öğrenmek için gitmek isteyen varsa tereddüt etmesin londranın karmaşasındansa burası daha iyi. cebine parasını koyup giden için sorun yok hem okuyup hem eğlenip gününü gün edebilir. okul yanında çalışmak isteyenler içinde iş imkanı var. yalnız resmi olarak 20 saatten fazla çalışamıyorsunuz yanılmıyorsam. türklerin arapların yanında gayri resmi çalışabilirsiniz ama tavsiye etmem zira ingilizceye bye bye dersiniz :)
    he bu arada bolca eşcinsel var hatta mahalleleri bile var o derece. ağustos sonuydu sanırım festivalleri dahi oluyor. yolda giderken iki afeti devran hatunun öpüşmesine tanık olup, kıvanç ile kenan gibi iki delikanlıyı sarmaş dolaş görebilirsiniz.
    çok renki bir şehir hem sakin hemde eğlenceli daha nolsun haydi brighton yolcusu kalmasın.
  • oldukça sessiz sakin görünüp alttan alta kaynayan şehir.
    sokaklarında hippi gibi giyinmiş 5 yaşında bebeler görebilirsiniz. hiç beklemediğiniz bir anda kendinizi bir eşcinsel nikahında bulabilirsiniz. bisikletle şehrin bir ucundan diğer ucuna kolaylıkla gidebilen, yüzlerinde telaştan eser göremediğiniz sakin insanlara hayretler içinde bakakalabilirsiniz.
    güneşli bir günü değerlendirme derdiyle elinize sandviçinizi alıp banka oturduğunuzda, iki hamlede sandviçinizi elinizden kapan azman martılara hiç şaşırmayabilirsiniz.
    hoşgörünün, uyumun içinde, daha önce hiç tanık olmadığınız sevinçleri içinizde görebilirsiniz.
    deli gibi esen rüzgarının bile öyle içe işleyen bir sakinliği vardır ki hiç bırakıp gitmeyesiniz gelir.
    gündüz tüm bunlar olurken gece hangi mekandan hangi partiye, hangi eğlenceden hangi karmaşaya aktığınızı fark edemezsiniz bile.
    ertesi gün aynı sakin, dingin düzen..

    tuhaf, güzel, değişik yetmez brighton'u tanımlamaya. kendine has bir hali vardır, cinsi, cinsiyeti belli değildir. o haliyle güzeldir.
    mesela 3 gün içinde kendi parçası gibi hissettirir bu şehir insana kendini. ama ne kadar uzun kalırsanız kalın daha kalıp yaşamanız, görmeniz gereken şeyler varmış gibi gelir diğer yandan.
    hem herkesle birlikte, hem bir başına, hem her şeyle bir, hem hiçbir şey olarak yaşayabileceğiniz, gizemli, serin/ılık, huzurlu, anlayışlı, naif bir şehir brighton.

    ha gezdiğin gördüğün şurda dursun bana yiyip içtiğini anlat diyenlere ise ısrarla grubbs burger diyorum. brighton'a gidip grubbs'da acılı meksika cheese-burger yiyen hem kendi için hem benim için büyük sevap işlemiş olur.
  • eğer brighton'a gidecekseniz londra gatwick havaalanını tercih etmeniz avantajlı olacaktır. gatwick havaalanından çıkışta hemen sağda national express otobüsleri her saat brighton'a hareket etmektedir. ayrıca eğer isterseniz havaalanı içinden doğrudan tren istasyonuna giderek yine brighton'a gidebilirsiniz. ben giderken otobüsü dönerken de tren yolunu tercih ettim. otobüs bileti 9-15 sterlin aralığında tren bileti 13-25 sterlin aralığında. erken bilet alırsanız daha ucuza alıyorsunuz. otobüsle 1 saat 15 dakikada brighton'a varıyorsunuz.
    brighton küçük bir şehir hove ve brighton diye ikiye ayrılıyor zaten otobüslerde brighton-hove yazıyor. tipik ingiliz evleri,heryerde publar,denizin üstünde kumarhaneleri ve restaurantlarıyla pier,oyuncak müzesi,sanat müzesi...
    öncelikle şehir içinde ulaşım ağırlıklı olarak iki katlı otobüslerle sağlanıyor ve trafiği otobüsler oluşturuyor. taksi bulmanız problem olabilir o yüzden günlük otobüs kartı alın ya da uzun kalacaksanız haftalık kart alın.

    brighton gerçekten çok rüzgarlı bir şehir ordaki rüzgar istanbul'da olsa çatı kalmaz burada kesinlikle benim bulunduğu yılbaşı döneminde hava hep 6-8 derece civarındaydı ama gerçekten rüzgarlı ve üşüyorsunuz ama elin ingilizleri şortla parmak arası terlikle t-shirtle dolaşıyorlar nasıl oluyor anlamıyorum.
  • bugün 21 aralık yani buradaki burning the clocks festivalinin tarihi. şimdi bir dünya insan festival için hazırlığını yapmış, manş denizi kıyısındaki sahiline çılgınlar gibi eğlenerek yürüyüp, yaptıkları saatleri yakarak gökyüzüne ulaştırmak için heyecanla beklemektedir.

    her sene giderdik aksatmadan. çok özledim seni ingiltere!!!
  • mumkun mertebe yaslilardan arinmis olan mutlak gidilesi ve gorulesi publari:
    fitzherbert's (kulagi paralamayan canli muzik ve ust katta rahat deri koltuklara sahip irlanda bari)
    bar (evet adi bar, ki burasi sehirde 2£'a bira icebileceginiz ucubik olmayan belki de tek yer - ship st.)
    the george (trafalgar st.)
    evening star (genel marka biralari bulamazsiniz, onu yerine porto'lu veya espresso'lu ale gibi dark star brewery'nin biralari ve ilginc belcikar biralari bulunur)

    devasa dekolteli ingiliz kizlarindan ve dovmeli altin zincirli ingiliz bebelerinden arinmis guzel klupler:
    concorde 2 (girisi pahali olmakal beraber bunun sebebi genelde kendini kanitlamis iyi gruplarin calmasidir, brighton'in en iyi mekani oldugu iddia edilebilir - madeira drive)
    funky fish (girisi ogrenciler icin ucuz olan son dereceli eglenceli velhasil nefes almakta zorluk cekilebilen yer)
    free butt (kucuk olmasiyla beraber cilgin bir mekan)
    sussex arts club (ship st.)
    hanbury ball rooms

    sehir icinde gorulesi yerleri:
    laines ve north laines
    st. james street - kemptown bolgesi
    royal pavillion (mutlak suretle disardan, icine girmek icin istenilen paraya degmez)
hesabın var mı? giriş yap