• sanirim ilk kez bir yabanci sehir hakkinda yazdiracak kadar guzel yer. ciddi ciddi ileride buraya yerlesesim var -ki ben sicak havadan nefret eder bucak bucak kacarim... garip bir huzuru, ilginc bir yuzu var bu sehrin...
    buradakilerle konusmalarimizdan ogrendiklerimiz soyle:
    - bir kere o cape point'te iki okyanus karismiyormus, soguk akinti ve sicak akintinin farkiymis o gorulen, iki okyanusun karistigini gormek icin denizde 150 km daha gitmek lazimmis, gerisi pazarlama yalaniymis.
    - gecmisleriyle barismislar ve insanlari renklerine gore adlandirmak ayip degilmis. statu degilse bile butce olarak en ustte beyazlar yer aliyormus, sonra yerli afrikalilar yani zenciler geliyormus. en sonda ise renkliler varmis. renkliler guney afrika vatandasi olmayan afrikalilarmis. kamerun, ruanda, vs...
    - kole kokeni endonezya/malezya/madagaskar imis.
    - gecekondularda 1,5 milyon insan yasiyormus. sehrin tum nufusu 4,5 milyonmus. ortalama kira 2000 rand (yaklasik 500 tl) iken ozellikle renklilere en fazla 1000 rand verdikleri icin ya bir kac aile bir ev tutuyorlarmis, ya da gecekondu bolgesine gidiyorlarmis. gecekondu bolgesinin kendi okullari varmis, egitim ne olursa olsun aksamiyormus ama afrika'nin diger ulkelerinde egitim cok daha iyiymis.
    - irkcilik beyaz-siyahlardan ziyade zenci-renkli arasindaymis su siralar. bu adamlar geliyor bizim islerimizi elimizden aliyor gerginligi mevcutmus. soylenen o ki gelenler yuksek egitimli ancak ulkelerindeki yuksek issizlikten dolayi gocmus kisilerken irkciligi tetikleyenler genelde egitimsiz kisimdanmis.
    - herkes cok guler yuzlu. sehre garip bir huzur havasi hakim.
    - district 6 ic acitan bir yer. 60 000 kisiyi yerinden etmisler irkcilik zamaninda. sehrin 30 km kadar disina tasimislar. o donem ustun irk olan beyazlarin bile yuregi bunu kaldirmadigindan bolgeye kimse tasinmamis. bolge hala bos.
    - mandela guzel adam.
    - hava caninin istedigi gibi takiliyor.
    - deniz suyu sicakligi yazin kistan daha dusukmus. cape bölgesi sıcak akıntı tarafında olduğundan suyun üst tarafı oldukça çabuk buharlaşıyormuş. buharlasan deniz suyu hemen ruzgara katilip sehre geldiginden suyun sicakligi 15 dereceye kadar inebiliyormus. hatta angola ve cevresi soğuk akıntı tarafında olduğundan ve sıcaklık dusuk oldugu icin kolay buharlasmadigindan corak oldugundan bahsettiler. o kismisi henuz muglak.
    - babunlar doganin besinlerinin yetebilecegi canlilarmis ama turistler onlari bozmuslar. aman da ne seker beslesek mi biz bunu tavrindan dolayi babunlar pizza vs turevinden yiyeceklere alismislar, o yuzden vahsilesmisler. sizi bi'sey yerken fark ettikleri an ustunuze geliyorlar, isirabiliyorlarmis elinizdekini vermezseniz. bir uyarida yazana göre epey vahsilesebiliyorlarmis ve sonunda katledilme noktasina gelebiliyorlarmis. sizin vereceginiz bir lokma pizzanin bir babunun katline sebep olabilecegini unutmayin yaziyordu uyarida.
    - ruzgardan agaclar yon degistirmis. isin tuhafi deniz tarafindaki agaclar dagi gosterirken, dag tarafindaki agaclar denizi gosteriyor. megerse denizden esen kuvvetli ruzgar agaclar daga yatiriyormus, sonra binalara carpip geri donerken de diger taraftakileri denize yatiriyormus. oyle siddetliymis yani ruzgari.
    - ruzgarli gunlerde teleferigin tabanina su dolduruyorlarmis. yaklasik 4 ton su alabiliyormus. boylelikle stabilite saglaniyormus. ruzgar gidince bu suyu dagin tepesinde wc, lavabo vs kullanimi icin birakip bos iniyormus. su kullaniminda tasarrufa gidilmis dagin tepesinde, normal sifonlar 1 lt su harcarken buradakiler 0,75'le temizleyecek sekilde ayarlamislar. su kullanimi fazla olmasin diye kagit tabak hadisesine gecmisler. brosurler geri donusumden yapilma kagitlara basilmis.
    - stellenbosh 3 kere kompilen yanmis.
    - umit burnu'nun adi esasinda firtina burnu imis. cok gemi batmis. ilk somurgecilik doneminde adi firtina burnu olsun demisler, sanirim portekizdi ama hollanda da olabilir krali kabul etmemis, cok depresif oldu o, gelin adi umit burnu olsun demis... adi cok uzaklardan konmus kisacasi.
    - o meshur rengarenk evler aslinda bir sessiz protestoymus. irkcilik doneminde kolelere renkli giymeyi yasakladiklari icin, sen misin yasaklayan ben de evimi boyarim zerrece de karisamazsin demekmis o evler. o yuzden oyle rengarenkmis. o renklerin ardinda ne kadar da acikliymis... [bu arada bu kiyafet baskiciligi demir leydi'nin ira elemanlarina yaptigina cok benzemiyor mu? (bkz: hunger)]
    - hiv hala büyük sorunmuş.
    - pazarlik mantigi bizdekiyle ayni, hic bir fiyat tutarliligi yok.
    - dünyanın ilk kalp nakli burada güney afrikalı bir doktor tarafından gerçekleştirilmiş. ama işin aslında bu doktor operasyonun ardındaki beyinmiş. eller ise çok yetenekli zenci bir teknisyene aitmiş. ama hem doktor olmaması hem de (ya da daha da önemlisi) zenci olması (beyaz olmaması) sebebiyle bu çok yetenekli adamın hiç adı geçmemiş. hastane hala kullanımda bu arada.
    - cok cok cok guzel sehir.
    - acayip guzel sehir.
    - enfes guzel sehir.
    - bunca zamandan sonra ilk kez bir yer hakkinda yazdiracak kadar guzel sehir.

    edi budu: oha, ansiklopedik bilgi verseymisim.
  • dünyanın en fazla suç işlenen şehirlerinden olduğunu biliyor muydunuz? her ne kadar 2007'den bu yana suç oranı düşmekte ise de, halen günde ortalama 6(altı) insan öldürülmekteymiş, hepi topu 2,5 milyon nüfusu olan bu şehirde. şimdi bu bilgiye sahip biri olarak soruyorum, nerede öldürüyorsunuz kardeşim bu insanları? cape town'da 8 gün kaldık, cape town içinde ve çevresinde 1200km'den fazla yol yaptık, bırakın bir cinayet, soygun(o da çok oluyormuş) veya kap kaç hadisesini, en ufak bir tartışmaya bile şahit olmadık desem yeridir. hoş gittiğimizin ertesi günü bir turist öldürüldü. bu nedenle gerigin bir başlangıç olmadı değil bizim için ama dediğim gibi, en ufak bir tehlike, risk yaşamadık.

    ilk defa gidiyorsanız cape town şehir merkezini güney afrika gezinizin merkezi almanız gayet mantıklı zira mutlaka görülmesi gereken yerlerin en önemlileri cape town'dan kolaylıkla ulaşılabilir durumda. kalacak yer olarak çok fazla ve aşırı ucuz seçenekler olduğunu görebilirsiniz. ben açıkçası güvenlik ve konum nedeniyle emin olamadığımdan bu seçenekleri eledim. yine güvenlik endişesiyle "butik" görünümlü, villa/bungalov gibi müstakil oluşumlu veya gelenin gidenin takip edilmediği seçenekleri de eledim okuduğum kadarıyla otelde hırsızlık ve soygun da olabilmekteymiş. bu nedenle kalmanızı tavsiye edeceğim bölgeler waterfront, green point, sea point. bunlar haricinde güvenlik nasıl bilmiyorum ama buralarda refah ve güvenlik seviyesinin yüksek olduğunu söyleyebilirim. diğer bölgelerin güvensiz olduğunu söylemem için temel sebebim binaların bahçelerinin elektrikli tellerle çevrilmiş olması. ayrıca akşam bir şeyler yapmak istiyorsanız, hem güvenli, hem de gece açık mekanlar daha çok waterfront bölgesinde.

    güney afrika çok ucuz, genellikle capetown'ın en pahalı bölgesinde, gayet kallavi yerlerde bulunduk, yedik, içtik zira misal bir mojito istanbul'da en ucuz 13tl iken, cape town'da en pahalısı 9tl idi. oradan hesap edin farkı. para birimleri rand, kısaltması zar, bugün itibariyle 1 güney afrika randı = 0,208335136 yeni türk lirası. sürekli "beşe bölsek kaç eder, ay ucuzmuş aalım" şeklinde dolaşıyorsunuz. pahalı olan tek şey otelde internet, eğer ücretliyse saatliği için 12tl talep ediyorlar o yüzden odada veya en azından lobide ücretsiz interneti olan bir otel sizin ekonomik bir tercih olacaktır. yine gittiğim restoranların hepsinde kablosuz internet olmasına rağmen hiçbiri(quay4 hariç) müşterilere şifre vermemekteydi, kendi kullanımımız için diyerek konuyu kapatıyorlar. ancak quay4 da biraz özensizdi, temiz değildi, neyse internet hatrına gidebilirsiniz.

    v&a waterfront yeme, içme, alışveriş ortamı. uluslararası markaların fiyatları türkiye ile aynı, o yüzden kastırmayın, yerel bir şeyler alacaksanız bu bölgede de, long street'te de bulabilirsiniz. bölgenin en pahalı yeri desek yeridir. waterfront'un güzel yanı, günün her saati bir dolu grubun şarkı söylediği, küçük çaplı konserler dahi verdiği, gösteriler yaptığı, hareketli, kalabalık bir yer olması. pazar günü en işlek caddesi denilen long street'te dolaştığımızda bir ara bizden başka kimse yoktu sokakta, her yer kapalıydı ama waterfront gayet hareketliydi, oradan hesaplayın.

    two oceans aquarium waterfront bölgesinin başka bir güzelliği. envai çeşit deniz canlısı, yosunundan, penguenine, hepsi çok güzel şekilde sergilenmekte, hayvanların keyfi gerçekten yerinde, içiniz rahat olsun, gönül rahatlığıyla ziyaret edip para kazandırabilirsiniz. gayet büyük bir yer ama en etkileyici kısmı penguenler tabi ki. üç çeşit penguen var, sırayla büyük havuza yüzdürülmeye gidiyorlar, kalan vakitlerini de doğal ortamları(deniz kenarı) görünümlü bir yerde geçiryorlar. yapay dalgasına kadar var. penguenlerin ve köpek balıklarının beslenme ve penguenlerin yüzme zamanlarına denk gelmeye gayret edin, biz havuzda yüzme sefalarını havuzun altını da gösteren cam bir bölmeden seyrettikten sonra, eğitmenleri eşliğinde yürüyerek yuvalarına gidişlerine denk geldik, beraber yürüdük, çok keyifliydi.

    robben island nelson mandela dahil bir çok siyasinin küçücük hücrelere tıkıldıkları hapishanenin bulunduğu ada. bu turu tavsiye ederim. hava rüzgarlıysa tekne seferleri iptal ediliyor ve yer bulmak çok zor, o yüzden önceden yer ayırtın.

    table mountain cape town'ın merkezinde bulunan bu dağ esasen sıradağ ve ümit burnuna kadar gidiyor, muhakkak gidin görün, teleferikle çıkması ayrı bir heyecan, inmesi ayrı, manzara süper, gün batımı inanılmaz.

    cape point ve point of good hope table mountain national park içinde kalmakta. olmazsa olmazı, oraya kadar gidip de bu iki noktayı görmeden gelmeyin. rüzgarı içinizde hissediyorsunuz.

    cape point fotoğraflarım

    boulders beach yine table mountain national park içinde, cape point ve point of good hope'a giderken yol üzerinde, penguenlerle doğal ortamlarında kaynaşma ortamı, isterseniz denize de girebiliyorsunuz. soğuk ama yazın bozcaada'nın olduğundan daha soğuk değil. penguenlerle takılabilirsiniz ama dokunmak yasak.

    boulders beach fotoğraflarım

    stellenbosch cape town'dan 150km uzaklıkta bir bölge, ben diyeyim onlarca, siz deyin yüzlerce bağ var. bağları gezebileceğiniz bir wine route çizmişler, onu da takip edebilirsiniz ama bir günün, hatta iki günün yetmeyeceği kesin o yüzden bir kaç kallavi bağı gezin. biz bir tane çok yeni, iki tane de 1600'lerden kalma bağ gezdik. hepsinin restoranı ve bazılarının pansiyonu var, dilerseniz geceyi geçirebilirsiniz. eaglevlei ve muratie görüp tavsiye edebileceklerimden, ilki yeni, ikincisi 1685'ten beri.

    kirstenbosch national botanical garden dünyanın en büyük botanik bahçelerinden, yarım gününüzü orada geçirin derim, çimlere yatın, inanılmaz bir dağ manzarası eşliğinde envai çeşit çiçek koklayın, gerçekten çok güzel. açıkhava heykel sergisi de bulunmakta. yazın(yani kasım-aralık civarı) konserler de yapılmakta.

    camps bay muhteşem manzara, olağanüstü kumsal ve okyanus. arada birbirinden zenginlerin oturduğu villalar, restoranlar. dalga sörfü yapılmakta. cape town sosyetesinin biraz ilerisinde süper bir barbekü ortamı da vardı, deniz kenarına bir otopark ve çimler üzerinde de sabit, derli toplu mangallar. türk mangalcısını bozacak düzgünlük ve temizlikte.

    signal hill noon gun denilen topun patlatıldığı yer, her gün 1200'de sanıyorum, ziyaret edilebilir vaktiniz arttıysa.

    safari konusunda bir kaç seçeneğiniz var, her yer broşür dolu, biz aquila safari'yi tercih ettik, bunu haricinde belli bölgelerde gezi yapan turlar da var, onları nedense tavsiye etmediler, iyi mi kötü mü bilmiyorum.

    safari fotoğraflarım

    gold of africa museum tamamen gereksiz, vakit kaybı.

    district six museum gitmek isteyip vakit bulamadıklarımdandı, siz gidin.

    bunun haricinde ne gördüm derseniz, beyazlar zengin, zenciler fakir, herkes mutlu, ırkçılık adına bakiye bir şey kalmamış gibi görünüyor ama bunca yıllık birikimden sonra dediğim gibi kaymağı beyaz adam yemekte. şehrin içinde koca koca yollar, her yer tertemiz, yerlerde çöp yok, herkes saygılı, trafik kurallarına büyük çoğunluk uymakta. hükümetin çevre bilinci yüksek, her doğal güzelliği koruma çabasındalar, insanlardan yalıtmadan. babunlar tamamen insanlarla birlikte yaşıyorlar. yola bir babun çıktığında trafik duruyor. babunlarla ilgili turistleri de uyarıyorlar. vahşi bir hayvanın şehir yaşamına bu kadar girmesini ve insanların kendilerini onlara göre düzenlemelerini her gün ezilmiş kedi ve köpek görmekten bıkmış bir insan olarak hayretle karşıladım. onun dışında insanları gayet sevecen, melaba* diyorlar. açıkçası günde türkiye'nin 30 katı cinayet işlenen bir ülkede olduğumu unutturacak her şeyi gördüm. gecenin bir yarısı dağ kenarında yalnız başına koşu yapanından, milli parkın bir kenarında yalnız başına yürüyüş yapan kadına kadar gördüm. emin olun bir türk olarak bizim cesaret edemeyeceğimiz yerlerde ve saatlerde yalnız spor yapan insanlar görüyorsunuz. o nedenle bu güvenlik kısmını anlayabilmiş değilim.

    rahat gezebilmek için otomobil kiralayın derim. o da gayet ucuz. navigasyon da kiralanabiliyor uygun fiyata, o yüzden kaybolma derdiniz yok. trafik soldan ama alışmak zor değil, yeter ki otomatik vitesli olsun aracınız. sigorta kapsamları farklı, muhakkak muafiyet miktarlarını öğrenin. yaptırdığınız sigorta muafiyet sınırı dışında kalan kısmı karşılıyor risk gerçekleştiğinde. bunu özellikle sormaz da "ucuz" peşinde olursanız sigorta kapsamınız daralmakta. bu konuda ayrıntılı bilgi için bildiğiniz markalardan şaşmayın derim. biz avis'ten kiraladık ve personel çok yardımcıydı, araç da gayet iyi durumdaydı. ayrıca buradan rezervasyonu yaptırıp direkt havalimanından arabaya binebildik.

    ne yedik, ne içtik? her şey ucuz. mesela ocean basket'te koskoca bir deniz mahsulleri tabağına, daha doğru tepsisine 60tl verip iki kişi doyabilirsiniz ve bunların içinde istanbul'da porsiyonunu 14tl'ye yediğiniz kalamarlardan 3 porsiyon kadar, koskoca bir linefish dedikleri balıktan, onlarca prawn(karidesin epey büyüğü desek oluyor mu, bilmem) falan filan yiyebiliyorsunuz. alelade bir şeyler yemek isterseniz iyice ucuz. yemekleri genelde güzel. game dedikleri zebra, kudu, spring bok gibi hayvanların etlerini de denedim, zebra beş para etmez, diğerleri idare eder, sade ızgara yiyecekseniz dana eti gibisi yok. waterfront tarafında yiyecekseniz belthazar var, bir iki garsonu hariç süper bir mekan. aynı ekibin bir diğer restoranı var, balducci's, o da harika. ocean basket deniz mahsulü için en makul yer. biz hiç gitmedik ama tasca diye bir portekiz restoranı var, sanıyorum sahibi türk, türk mutfağı da var, alinazik felan, az buz türkçe de konuşuyorlar.

    ben seyahat sigortası yaptırdım, sadece orada kalacağınız süre kadar yaptırırsanız zaten ucuz oluyor, dursun bir kenarda.

    güvenlik için neye dikkat etmek lazım diyorsanız biz her gideceğimiz şehir dışı rota için otelimize güvenli olup olmadığını, olur da gece dönecek olursak bir sorun olup olmayacağını sorduk.

    yine gider miyim, evet. güvenli mi? gördüğüm ve gezdiğim yerler itibariyle gayet güvenli.
  • - ingiliz kültüründen çokça etkilendikleri için arabaların direksiyonları sağda. ayrıca trafik ışıkları sadece arabalar için var. çünkü yayalar için koca caddede yeşil sadece 5 saniye yanıyor. yolun yarısında koşsan bile kırmızıya dönmüş oluyor. o yüzden yolu boş buldun mu atlayacaksın

    - kesinlikle kontürlü hat alın. viber yükleyin, insanlarla bunun üstünden konuşun. telefon hatlarını zengin etmeyin. vodafone burada vodacom diye anılıyor.

    - internet her yerde var ama herkese açık değil. dolayısıyla eğer 4günden fazla kalacaksanız ve bilgisayar götürüyorsanız bizim vınn usb lerinden alın, onu da kontürlü yapmışlar yükleyin gitsin.

    - her gün öğlen saat 12 de gerçek top atışı oluyor saati belirtmek için. korkmayın

    - sokakta kedi, köpek vs yok. hatta köpek sahibi bile çok az. fakat parklar sincap dolu.

    - binalar kesinlikle avrupaya özenilmiş ama tam da olmamış olduğunu hissettiriyor. bunun nedenlerinden bence en önemlisi çimen. şöyle ki bizde bir köye veya şehirdeki boş araziye baktığınızda kahverengi toprak veya sarımsıya kaçan yeşil tonlu tek tük çimen öneği görürsünüz. burada ise fıstık yeşiline kaçan cart ve gür çimen hakim heryere. özellikle şehirleşmeyi becermiş betonarme yollar ile garibim bizim gecekondulardan fena evlerin olduğu çimenlik alanlarda bunu iyice fark edebiliyorsunuz.

    - evlerdeki durum sosyal seviyeye de yansımış durumda resmen. beyazlar direk normal bildiğimiz alıştığımız avrupalılar. afrikalılar ise 3 gruba ayrılıyor. ilki direk oxford luyuz modunda takılan elit tipler direk algılayabiliyorsunuz onları, ikincisi orta sınıf normal insanlar - hani kasada çalışan a olur, yahut sokakta alternatifim ben diye giyinmiş mini şortlu kızlar da olur, bir de en fakir ve yöresel giyinen kesim.
    - para birimi rand. ortalama tl nin 5te 1 i değerine sahip.

    - eğer ki buralara gelecekseniz çok kısıtlı nakit para alın onu da dolar alın. ama exchange için aşırı komisyon alıyorlar. onun yerine tl bankamatik kartıyla atm den rand çekebiliyorsunuz ve fiks 5tl alıyorlar. çok daha ucuza geliyor. gerektiği yerlerde hatta kredi kartı kullanın, her yerde geçiyor.
    - insanlar burada fazla iyiler ve nazikler. istanbul'da kesinlikle görmediğimiz hareketler bunlar. direk göz göze gelinince gülümseyip selam vermeler, benim aşırıya kaçan herşeye özür dileme alışkanlığımı bütün kentin bünyesinde taşıması filan... çok acayip. hatta garsonlar özellikle bundan nasiplerini almış moddalar. direk max ilgi, kibarlık. hiç de rahatsız etmiyorlar.

    - ayrıca insanlar temas etmeyi seviyorlar. özellikle e yaygın ve sevdikleri hareket ufak bir omuza dokunuş. alışıyorsunuz bir süre sonra. bir de eski ingilizce 101 dersindeki "how do you do" dan bozma "how is it" leri var

    - yemek porsiyonları hiç küçük değil, hatta büyük bile denebilir. ve bitmeyen yemeği kutuya koydurup alma çok meşhur bir hareket, en lüks lokantalarda bile. bizdeki gibi eve servisten çok zaten take away konsepti hakim.

    - bana geceleri çıkma aman sakın ha deniyordu ya. cuma akşamı çıktım ( tek değil tabi :p). long street diye bir sokağı var meğerse oranın hayatı cuma-cumartesi akşam 7den sonra başlıyormuş. direk istanbul kadıköy ortamı, her yer full dolu, insanlar içmeye, dans etmeye geliyorlar. gayet de güvenli. restaurantlar o kadar dolu ki rezervasyon usulü çalışıyorlar veya bekleme listesine adını yazdırman gerekiyor.
    - greenmarket square diye meşhur antika ve tahta pazarının olduğu küçük bir meydanları var. bu pazar her sabah 6-10 arası kurulup 5-8 arası toplanıyor. pazarlıkla bir çok ürünü dediklerinin 3te 1 i fiyatına alabiliyorsunuz. özellikle tahta süs eşyaları ve boncuk takılar çok moda.

    - yemekler çok yağlı ve baharatlı hatta spesifik olarak sarımsaklı demiş miydim amma velakin çok ucuz (istanbula kıyasla) ben normalde istanbulda 25-30 tl ye yediğim şeylere burada 15-20tl veriyorum.
    - özellikle kızartmaya çok düşkünler. her yerde kfc ve türevi lokal markalara denk gelebiliyorsunuz. ayrıca sushi ve deniz ürünleri aşırı ucuz. et olarak her tür et var: kendilerine özel devekuşu ve timsah eti var. hamburlerleri de ayrı güzel

    -lakin kıyafet anlamında bizim kadar kazıkcılar. onlara göre yeni sezon kışık kazaklar 70-80 tl, kotlar 100-120tl kıvamında. modaları da güzel değil zaten hıh! turistik tshirt alcaktım 40tl olur mu ya!

    - çayı genelde sütlü içiyorlar, bu da sevdiğimiz bir detay. ayrıca burada rooibos diye bir bitkinin çayı içiliyor ilk önce bizim normal siyah çay sandım ama daha tatlı ve rengi daha kırmızı. ben aşırı sevdim, hele süt ekleyince muazzam bir şey oluyor kendisi. honeybush diye ayrı bir çayları daha var o da adı üstünde ballımdı daha da tatlı bir tadı var.

    - bu long street in orada eskiden adı &union olan bir mekan var. bizdeki taps gibi kendi biralarını üretip dağıtıyorlar. çok da başarılılar. ayrıca mekanın konsepti devasa ve uzun masalar. insanlar birbirleriyle tanışmak için oraya gidiyor. gayet chill-out tadı var.

    - musluktaki su aslında içilebiliyor ama hafif buruğumsu bir tadı var. restauranlarda "tap water" istediğinizde veya direk masaya oturduğunuzda buzlu ve limonlu bu musluk suyu geliyor. tadını nötrlemek için ve bedava.

    - v&a waterfront diye deniz kenarında liman yanına kurulmuş gayet güzel bir turistik alanı var. ortamda bir dönme dolap, deniz turları düzenleyen yerler ve bizdeki cevahir&istinye park kırması ( çok deli pahallı markalar da var, bildiğimiz zara,mango vs de var) devasa alışveriş merkezi de var.

    - waterfront u gezdiğim için oradan devam ediyorum: içinde woolsworth diye bir alışveriş zinciri var. bu da bizim boyner ile macrocenter ın birleşimi bir yer diye düşünebilirsiniz. şehrin bir çok yerinde de bulabiliyorsunuz. bir de pick and pay diye bir market zinciri var. o da direk migros. waterfronttaki direk 3m migros kıvamındayken, otelimin ordaki direk tek m hatta bir bim kıvamında.

    - dilencileri çok kibar ama bir o kadar da yapışıklar. çoğu sizin turist olduğunuzu anlarsa veya tek başınıza yürüyorsanız sizinle bir 5-10dakika gelip yalvarıyorlar. fakat bazıları var ki hakaten aç. onlarla yemeğinizi paylaştığınızda mutlu oluyorlar. çoğunlukla görmezden gelmek, göz temasından kaçınmak en kolay kurtulma yolu. normal türk dilencileri gibi değiller.

    - mutlaka hop-on hop-off bus denilen turistik gezi otobüsüne binin. 2 rotaya da gidin. kırmızı rotada table top dağına çıkabiliyorsunuz, mavi rotada ise kirshtenburch denilen arboretum u (doğa,bitki türleri, trecking alanı) ile world of birds ( her türlü kuş ve türevi -penguen dahil- ve bilimum hayvan türleri ile birebir tanışabileceğiniz bir ortam) a gidebiliyorsunuz.

    - ben mayıs ayında geldim. havası istanbul kadar dengesiz ama çoğunlukla yağmurlu ve serin. şemsiyenizi, yağmurluğunuzu ve şapkanızı alın. aynı zamanda rüzgarlı da bir şehir çünkü.

    - dükkanların çoğu 5te, restaurantların çoğu 6da kapatıyor. long street ve waterfront ise gece 10a kadar açık.
    -taksiye binecekseniz dikkat edin taksimetresini açsın. eğer taksimetre göremezseniz illa ki ne kadara götüreceğini sorun, gerekirse pazarlık edin çünkü türk taksicilerinden beter kazıklayabilirler.
  • dünya üzerindeki en güzel yerlesimlerden biri. istanbuldan 12 saat kadar ucunca variliyo. bi de eger burdan kisin giderseniz yaz sicagina iniyorsunuz, ya da tam tersi. düzenli ve temiz bir sehir. hic afrika gibi diil. zaten cape town'i gören afrikayi gördüm demesin diyorlar adama. sehrin hemen yani basinda table mountain diye bi dag var, gercekten masa gibi, üstü dümdüz ve basdöndürücü bir teleferikle cikiliyor. yukaridan sehrin manzarasi ise inanilmaz. bulutlarin üstünden okyanusu ve sehri izliyorsunuz. bu arada ilginc yanlarindan biri (tüm güney afrika'nin) bulutlarin bir sekilde full animasyon seklinde garip durumlarda karsiniza cikmasi. cape town'in ilginc bir yani da ayni gün icinde bir kac saatlik yolculukla iki okyanusta birden yüzme sansinizin olmasi.
  • ayrica dünyanin en güzel kadinlarinin yasadigi sehir. hem de acik ara farkla. avrupa kökenlisinden zencisine, hintlisinden uzak dogulusuna kadar dünyanin en seckin örneklerini bir arada görmek mümkün. ben sahsen hayatimda gördüüm en güzel kadini orada gördüm. hala gözlerimi kapadigimda kendisini hayal edebiliyorum. evet, bunu sik sik yaptigimi da itiraf etmeliyim eheh. kadinlarin güzelliginin sirri ise sanirim özellikle avrupa kökenli olanlarin o bilinen kuzey avrupali kadinlar kadar alimli olusu, buna ek olarak da tropikal iklimde atesli bir cekicilik kazanmis olmalari diyebilirim. bildigimden mi söylüyorum, hayir, gördüümden. ancak benim gördüklerimi siz de görseydiniz bana hak verirdinis.
  • burayı en güzel şu şekilde tanımlayabilirim: ''dünyanın geri kalanı üzerindeki filtre burada yok... renkler inanılmaz parlak ve canlı; mavi gerçek mavi, yeşil gerçek yeşil...''

    turistik görünüm:

    birçok koya sahip bu şehrin kumsalları da karayipler gibi bembeyaz ve pudra yumuşaklığındadır. gerçi plaj girişlerindeki ''köpekbalığı saldırısına dikkat!'' uyarısı içinizdeki sevinci biraz burabilir :)

    ana arterler için altyapısı epey yeni ve güzel. sağdan direksiyonlu araç kullanma bakımından ilk deneyimimdi ve birkaç kere karşıdan gelen araca önce küfredip sonra yanlış şeritte gittiğimi fark edince özür dileyen ben oldum ama garden route gibi uzun bir yolculuktan sonra adapte olunuyor.

    ''tatava yapma kızlardan haber ver!'' diyen sözlük gençleri için: kızları hiç beklemediğimiz (kızlı-erkekli epey kalabalık bir gruptuk) kadar güzeldi; sarışın, siyahi, melez, hepsi ayrı güzel. zamanında hollanda sömürgesi olmasından ötürü gen havuzu çok başarılı bir şekilde kaynaşmış.

    robben island, gerçekten hüzünlü bir yer. özellikle tur rehberinin eski bir mahkum olması ve çıktıktan 14 yıl sonra adanın hikayesini anlatırken hala yutkunuyor olması çok etkiliyor, üzüyor, içini eziyor insanın ve bir kere daha kendi ırkına küfrettiriyor.

    table mountain defalarca yazılmış, özellikle gün batımında harika bir yer ancak burayı özel kılan kendi güzelliği değil, aksine şehrin, dolayısıyla manzaranın güzelliği.

    lion's head ise coğrafi oluşumun aslana benzetilmesinden gelse de bence köpekbalığı yüzgecine daha çok benziyor. zirveye yapılan hiking harcanılan eforu kesinlikle ödüllendiriyor. hele gün batımı yakınsa... ağırlık yapacak ama sırt çantanıza 2 bira atın ve bunun zirvedeki günbatımı anı için ne kadar değerli bir tavsiye olduğunu anlayacaksınız.

    camps bay için afrika'nın miami'si deniyor. çok güzel bir koy ve epey geniş bir plaja sahip. burada ünlü aktör/aktrislerin okyanus manzaralı villaları olduğu için sanırım bu ünvana sahip. su soğukluğu çok yerinde. girerken bağırtan, içindeyken titreten, dalgalarla boğuştuktan sonra üşüme hissinden ziyade diri tutan bir soğukluk. sabah 6'da uyanıp önce sahilde koşu yapıp sonra serin sulara girmenin hazzı, bir gözünüz sürekli köpekbalığı gelir mi korkusuyla ileride olsa da paha biçilemez.

    hop-on hop-off mutlaka yapılmalı. iki ayrı rota izliyor ve mutlaka büyük turu, hatta zamanınız varsa iki turu da alın derim. sürekli duyurulan ''hava sıcaklığı çok yüksek olmayabilir (32 derece civarıydı) ancak afrika güneşi acımasızdır'' uyarılarına kesinlikle kulak verin. ben böyle şeyleri nedense çok önemsemiyorum ve kumral biri olarak her seferinde zararlı çıkıyorum (hay allah neden acaba?:) sonra benim gibi kalan tatilinizi uzun kollu gömlek-şapka kombinasyonuyla (bak hala ısrarla güneş kremi sürmüyorum) geçirmek zorunda kalmayın. bu tur boyunca muhteşem güzellikte koylar ve plajlar, çok ünlü bağlar ve şarap üretim tesisleri, harika şehir manzaraları ve lüks oteller göreceksiniz. ha bir de şehrin göbeğinde meşhur bir yarım kalmış otoyol var onu göreceksiniz; artık film çekimleri için kullanılmakta olan.

    şarap bağları demişken hepsi birbirinden güzel olduğu için mutlaka en az bir tanesini gezin, şarap tadımı yapın. biz villiera'yı gezdik ve iyi ki ona gitmişiz çünkü adamlar sadece bağcılık yapmıyor, adeta küçük bir ulusal park işletiyor bünyelerinde. zürafadan, zebraya, antiloplardan 120 çeşit kuş türüne kadar birçok canlıyı barındıran devasa bir alandan bahsediyorum.

    garden route, olmazsa olmazlardan. adeta küçük bir ülke büyüklüğündeki tsitsikamma ulusla parkı'nda gecelemeden, o muhteşem ağaçlar arasında kıvrılan yolda araba kullanmadan, ve dünyanın bungee jumping yapılan en yüksek köprüsü olan bloukrans köprüsü'nden atlamadan gelmeyin. ayrıca rota üzerindeki knysna, güney afrika'nın en güzel kasabası iddiasındalar. thesen adası bu kasaba sınırları içinde ve orada ile de pain isimli restoranda (öğleden sonra 3'te kapanıyordu sanırım ona göre gidin) ''hanoi honeymoon'' yiyin, duacım olacaksınız. ayrıca cape town genelindeki süper lezzetli ekmekler furyası burada da devam ediyor o yüzden karışık ekmek sepeti sipariş etmeyi de unutmayın. suflemsi bir tatlısı vardı o da harika. hay allah canım çekti...

    neyse, güney afrika'da aktiviteler bitmez, cape town'a 2-3 saat mesafede gansbaai'de büyük beyaz köpekbalıklarıyla kafes dalışı yapmadan olmaz. bungee jumping'ten sonra pek açmaz diyordum ama 4 metre büyüklüğündeki canavarın ağzını kocaman açmış bir şekilde suratınızın 1 karış, yazıyla yirmi beş santimetre, yakınına saldırması epey adrenalin salgılatıyormuş :)

    yarımada turu (peninsula tour):
    hout bay cape town'luların haftasonları kaçtıkları sayfiye yeri. gerçekten filmlerdeki dingin, huzurlu, tek sesin hırçın dalgalar olduğu koylardan. ayrıca burası bisikletliler için de sıkça kullanılan bir parkurun üzerinde. hatta swarm uygulamasında check-in yapmak istediğinizde türkçe ''bisikletçi bayıltan yokuş'' çıkıyor :)

    tur kapsamında ümit burnu'na da gidiliyor tabi ki. cape point iki okyanusun birleştiği yer. cape of good hope ise bildiğimiz ümit burnu. ikisi yan yana zaten. ve ne de olsa dünya'nın bir ucundasınız, buralara kadar ulaşmak farklı hissettiriyor.

    boulders beach ise penguenlerin yaşadıkları ve ümit burnu'na çok yakın bir koy. burada penguenlerle yüzmek isteyenler çok oluyor, ki ben de yüzdüm ama su inanılmaz pis ve penguenler de etrafınızda yüzmüyor, neticede vahşi hayvanlar, dolayısıyla çok da tavsiye etmem gaza gelmeyin.

    kirstenbosch ulusal botanik bahçelerini ziyaret etmenizi de tavsiye ederim. yüzlerce çeşit bitki arasında muhteşem kokular ve serinlik içerisinde çok keyifli bir 2-3 saat geçirebilirsiniz. içindeki moyo restoranda sadece cuma günleri akşam yemeği servis ediliyor. açık büfe şeklindeki yemekler fena değil. içerinin ambiyansı, canlı müzik ve servis ise afrika konsepti olması nedeniyle keyifli.

    green market square için gereken tüyolar verilmiş zaten. hediye almak için en ideal yer olabilir.

    yeme-içme:
    hemen her şey çok lezzetli ve dünyanın herhangi bir yerine göre çok daha ucuz.

    waterfront şehrin turistik merkezi olduğu için görece daha pahalı ancak kalite de daha yüksek ve pahalı olduğu hali bile gayet uygun. dolayısıyla burada sevruga'yı özellikle ''peanut calamari''yi şiddetle tavsiye ederim. yine bu bölgede food market adında büyükçe bir yemek pazarı var. az sayıda lokal, çok sayıda dünya mutfağından oluşan standlardaki yemeklerin geneli çok lezzetli ve fiyat olarak da belki de waterfront'un en ucuzu. ben dolmades dedikleri ve bildiğimiz zeytinyağlı yaprak sarma buldum ve türkiye'de daha güzelini yediysem bile hatırlamıyorum. ayrıca fish market diye bir restoran var, masalar kumun içinde, o bakımdan keyifli ancak lezzet olarak vasat, fiyat olarak muadillerine göre uygun. her gün sevruga olmaz zaten.

    bu bölge dışında bungalow ilk tavsiye edilen ve buranın en lüks restoranlarından biri ancak benim için sevruga'dan sonra ikinci tavsiye olur.

    bu arada carling black label uluslararası ödüller almış en meşhur biraları, gördükçe için, tavsiye ederim.

    camps bay'de la perla isimli italyan restoranını es geçmeyeyim. sanırım şehrin en pahalı mekanlarından biri. ne de olsa afrika'nın miami'sinde! dolayısıyla adı ilk öğrenilenlerden. benim tavsiyemse burada çok meşhur olan ''chili&garlic calamari'' ve bir kadeh beyaz şarap sipariş edilmesi yönünde. menünün geri kalanı için ortak görüşümüz vasat olduğu idi. restoranlarda genelde tuvalet kontrolü yapan biriyimdir; illa ki görmek isterim. buranın tuvalet girişinde kapı üzerindeki erkekler/kadınlar yazıları bildiğiniz a4 kağıda yazılarak yapıştırılmıştı. böylesi lüks bir restoran için hayalkırıklığı olan bu girişin ardında michelin yıldızlı restoranlarda bile görmediğim dekorda bir tuvalet bekliyor; çok beğendim.

    malva pudding buraya özgü bir tatlı. özellikle karamel severler için iyi bir alternatif olur. benim düşkünlüğüm olmadığı için merakımı gidermiş oldum.

    hussar'ı söylemeden geçmek olmaz. şehrin en iyi steakhouse'u ödüllerini topluyor her yıl ve bence hakkını da veriyor. buraya gidip lokum gibi etleri muhteşem güney afrika şarapları eşliğinde afiyetle yiyin.

    neredeyse hep turistik ve dünya mutfaklarından tavsiyeler verdim ama en güzellerinden birini sona sakladım. mama africa buranın meşhur long street'i üzerinde bulunan tamamen afrika mutfağı odaklı bir restoran. yer bulmak çok zor. rezervasyonu 1 hafta önceden yaptırmanız gerekiyor ve biz ''2 kişiyiz, turistiz amca ehehe'' şeklinde zar zor bir masa edindik. sonra zaman içerisinde arkadaşları çağırmak suretiyle 8 kişiye kadar genişlettirdik o ayrı :) mekanda canlı müzik olması ve müziğin afrika müziği olması çok güzel. tam bu noktada belirtmek isterim ki afrikalılar genel olarak gerçekten çok cana yakın ve güleryüzlü insanlar. dolayısıyla özellikle bu mekandaki servis hele ki o büyüklüğe ve kalabalığa rağmen 10 numaraydı. bu yazacağım kısmı vegan-vejetaryen arkadaşlar pas geçsin. timsah, antilop*, afrika ceylanı*, devekuşu etlerinden oluşan ''game menü''yü kesinlikle tavsiye ederim. bunları denemeden afrika'dan ayrılmak olmaz, üstelik çok lezzetliler. merak edenler için timsah eti tavuk etine çok benziyor ve bence daha lezzetlisi. antilop kuzu eti tadı ve yumuşaklığında, ceylan eti hafif ekşimsi, devekuşu eti ise olsa da olur olmasa da.

    gece hayatı:

    genellikle iki merkez üzerinde. biri meşhur long street üzerindeki barlar ve clublar, ki buralar daha bizden. diğer merkez ise camps bay'deki lüks clublar, ki buralar da ''bakın ne kadar cool'um'' tribindeki zengin lokal ve turistlerden oluşan, gösteriş budalası görgüsüz tiplerden birinin ağzını yüzünü kırmamak için terk edeceğiniz mekanlardan oluşuyor. en meşhuru da caprice.

    gerçek afrika:

    şimdiye kadar yazdıklarım hep şehir merkezi içindi. şehrin asıl lokal yerleşim yerlerine gittiğinizde ise (ki grup halinde değilseniz asla tavsiye edilmiyor güvenlik gerekçesiyle), gerçekten çok fakir bir yaşam hakim. ayda ortalama 500 randla (110tl) geçiniyorlar. ve bu kadarcık paranın önemli bir kısmını en önem verdikleri şeye, cenaze sigortasına yatırıyorlar. çünkü gelenek, görenek ve dini inançları açısından çok önemli olan cenaze merasimlerinin maliyeti 15.000 rand'dan başlıyor. bu yüzden mahalleler kendi içinde bir havuz oluşturmuşlar. bireysel emeklilik sigortası gibi 100 randlık ilk giriş parası ve aylık 50 rand aidatı var. mahalleden birisi öldüğünde havuzdaki paradan karşılanıyor cenaze masrafları. tabi kurumsal simsarlar da ''cenaze sigortası'' ürünüyle bu pazara girebilmek için birbiriyle yarışıyor.

    para transferleri ise genellikle cep telefonu üzerinden gerçekleştiriliyor. bu noktada da hat operatörleri ile pastadan pay kapmak isteyen bankalar arasında kıyasıya bir mücadele var. bu gibi hizmetlerin özellikle güvenlik ve altyapı avantajlarından ötürü kurumsallaştırılmasının uzun vadede halkın yararına olacağını düşünsem de, bir yandan da fakir fukaranın üç kuruşu peşinde birbirini kesen kurumsal yapılar midemi bulandırıyor (sadece turist olarak değil, kısa süreli bir eğitim ve seminer programı için gitmiştim).

    şehir içinde gelir uçurumu o kadar büyük ki, bir yanda okyanus manzaralı havuzlu villalarında yaşayan kesim, diğer yanda bu kesime hizmet eden yerel halk. hal böyle olunca da o villalardaki güvenlik ve alarm sistemleri bizdeki pronet, tepe, vs. gibi değil, bildiğin silahlı savunmayı da kapsıyor. sen gel adamın topraklarına yerleş, kendine köle yap, sonra da korkundan 7 kat dikenli tel, silahlı savunma sistemi kur. dağdan gelip bağdakini kovmak ancak bu kadar ete kemiğe bürünebilirdi.

    lokaller ise merkezin biraz dışarısında kurulmuş, etrafı duvarlarla çevrili yerleşim birimlerinde, ya da tepelere kurdukları gecekondu mahallelerinde yaşıyor. durum böyle olunca da malesef kazandıklarının yarısı işe gidip gelmek için yaptıkları yol masraflarına gidiyor.

    lokal bir eve misafir olma şansımız oldu. o durumlarına rağmen bize kola ve kek ikram ettiler. evdeki vitrinde duran hiv eğitimi sertifikası bir kere daha koşulları hatırlatıcı nitelikteydi. zira hiv oranı cape town merkezinde düşük olsa da, genelinde 30%'lar civarında.

    her şeye rağmen afrikalılar'a özgü neşeleri ise hep yerinde, moralleri hep yüksek, gel de özenme... bizse sahip olduğumuz onca şeyin içinde hala mutsuz olabilmekte ısrarcıyız.

    genel olarak güvenlik konusunda ziyaretçilerin aklında bir soru işareti olsa da şehrin merkezi gayet güvenli. 30'dan fazla kişi 15 gün kaldık ve ne grup olarak ne yalnız gezerken rahatsız edilen/olan oldu. ancak gecekondu mahallelerinden kesinlikle uzak durun çünkü orada her gün bir vukuat olduğu da bir gerçek.

    amsterdam-dubai-cape town rotasında 19 saatlik uçuşla erişebildiğim ve belki de hayatımın en güzel tatili olan bu şehirde kesinlikle yaşamak isterdim. ancak her az gelişmiş ülkede olduğu gibi burada da malesef sadece parası olanın insan gibi yaşama hakkı var; bunu da göz önünde bulundurmak gerek.
  • gidecekler için:

    1) "ben siyahî insanların ayrımcılığa uğramasına karşıyım. dolayısyla onlara dudak bükerek bakmadığımdan gece varoşlara iner, trenleri kullanır soıhbet etmek isterim" gibi bir irade sahibiyseniz gitmeden önce annenizi, babanızı, sevdiklerini görüp, hellalık isteyin. ülkenin yüzde onu aids hastasi ve sefalet şehir merkezlerinin dışındaki !schola'larda hat safhada. !schola, gazze'den daha sıkışık, varoş bile denilemeyecek, güney afrika polisinin girmediği, naylon ve bakır suntaklardan yapılmış evlerin bulunduğu akıl almaz yerleşimleri görün ama sakın içerisine girmeyin.

    2) waterfront'a yakın bir otel ya da hostel'da kalın.

    3) ocean's basket restorantlarına gidin ve iki kişilik plutter yiyin. kalamar, balık, midye seviyorsanız, kâbe'sindesiniz. (takribi iki buçuk ytl)

    4) waterfront'ta the greek restaurant'ta sivaslı murat'tan yardım isteyebilirsiniz başınız belaye girerse. ya da tyger valley centreda halı satan halil'den.

    5) mutlaka bacardi breezer için bol bol.

    6) stellenbosh'a gidin, gezin, şarap için.

    7) j'borg'e gitmeyin!

    8) sakın trenleri kullanmayın şehir içi ulaşım için. black taxi'lere yanaşmayın.
  • burada yazılanları bi okuyayım dedim, sahte cüzdan hazırlayan mı dersin ne olur ne olmaz diye yanına feyk telefon alan mı dersin. yok oğlum öyle şeyler burada, bildiğin istanbul'dan 17 kat daha güvenli bir şehir. hele hele johannesburg ile karşılaştırırsan iskandinavya gibi kalıyor onun yanında, bizzat yaşayan biri olarak diyorum bunu. gecenin bir yarısı long street'ten çıkıp istediğin yere yürü, kimse sana başını çevirip bakmaz bile değil seni gasp etsinler. ha tabi öyle absürd yerlere girip çıkarsan gidersen eh ne diyeyim, aynı işi izmir'de de yapsan başın belaya girer.

    şunu kolaylıkla diyebilirim, buraya geldikten sonra diyeceksiniz ki paris neymiş bea venedik neymiş, işte öyle bir şehir burası. dünyanın bir ucunda adamlar tek kelime ile ideal hayatı yaşamakta. şunu yapın bunu yapın demekten ziyade vereceğim en önemli tavsiye mutlaka araba kiralayın. bu tavsiyem güney afrika'nın her noktası için geçerli, çünkü şehirler çok geniş, apartman kavramı yok, herkes yayık yayık yaşıyor, araba kiralamanız çok işinize yarar. zaten şehre geldiğinizde yapmanız gereken şeyleri herkes size söylüyor olacak.

    tek yapmanız gereken ucuz gidiş geliş uçak bileti bulmak. yeme, içme, konaklama komik derecede ucuz. ha bir de afrika'da iseniz güne her zaman erken başlayın, saat 6'da kalkın çıkın dolaşın, tadı öyle çıkıyor buraların.
  • sadece yasamanın yapıldığı değil ya$amanın da yapıldığı tek şehir.
  • gitmeyi düşünüyorsanız ve bu sebeple başlığı okuyorsanız hiç düşünmeden alın biletinizi derim.

    yalnız alırken şunu da unutmayın ; thy'nın moskova-istanbul-cape town uçuşu fiyat olarak istanbul-cape town uçuşundan genelde 300-400 tl daha ucuz oluyor ,en azından oranın yaz mevsimine denk gelen aralık ayı için öyle , kampanyaları takip ederseniz pegasus'dan 120-150 tl arası tek yön istanbul - moskova bileti çok rahat bulursunuz,ben buldum,cape town'a uçmadan 1 gün önce moskova'da oluyorum,bayılana kadar votka içtikten ve ayılmak için biraz karda yürüdükten sonra şort,tshirt cape town'a iniyorum.aynı fiyata geliyor, bu opsiyonu değerlendirebilirsiniz sonuçta rusya dediğin 3 saat ,nolucak ki?

    cape town için söylenebilecek herşey zaten yazılmış daha önce.
hesabın var mı? giriş yap