• bazı akşamlar mesai bittikten sonra alıyoruz biralarımız yerleşiyoruz bunun ofise, müziğimizi de açıp şehrin yana söne giden ışıklarına baka baka yudumluyoruz içkilerimizi, benim henüz izmir'de olduğum, onun istanbul'da olduğu ama her hafta buluşup tatil yaptığımız günleri falan anıyoruz. "hacı" diyor, "ne güzeldik eskiden,hiç yaşlanmayacaktık amk:/". halbuki yaşlanan benim, daha 30 yaşında bu mal da işte dedeyle dede oluyor, saf biraz. çaktırmıyorum "evet pampa" diyip uzaklara bakarak bi fırt alıyorum biramdan.

    herhalde bi 6-7 sene önce söyleselerdi bize "bir gün aynı şirkette çalışacaksınız, patronun olacak bu diye", "siktir lan" derdik. şimdi sabah simidimizi paylaşıp akşam biralarımızı tokuşturuyoruz. geçen sabah ben daha gelmemişimdir, odam ısınsın da geldiğimde üşümeyeyim diye ısıtıcıyı açmaya inmiş benim odaya, anam sanki pezevenk.

    bazen mesai bitiminde haber vermeden çıkıyor, trip atıyorum arkasından "çıkarken söylesene eşek başı mıyım ben burda" diye. kızım sanki pezevenk, mervelere ders çalışmaya gidecek.

    bi ara zor bi dönem geçiriyorum, kalacak yerim yok falan, bu dedi "hemen gelip yerleş bana", dedim "ben rahat edemem öyle", biraz düşündü, "doğru" dedi haklısın, "sen bana yerleş, ben özgeye taşınırım bi 5-6 ay, yalnız olunca daha rahat edersin, o arada bi yerler ayarlarız". salağa bak lan, kendi evinden gidecek ben rahat edeyim diye .

    ben bunu size sabah kadar anlatırım da işte, götü kalkmasın diye kesiyorum burda. neyse işte, çok seviyorum, doğum günleri hep benimle olsun.
  • bugün doğum günü. hakkını vererek kutlamak isterdim ama ibne patronum çok koşturdu beni, o yüzden çok görüşemedik. zaten patronum da kendisi, çok da alınmamıştır bence. baktı işsizken çekilmiyorum, e iş de bulamıyorum, işe aldı beni. salakça di mi? neyse patronum, arkadaşım, dostum, kardeşim, yeğenim, eltim, bacanağım, hepsinin de en iyisi sensin. öyle de kal zaten.
  • birazdan kalkıp yanına gidicem, taksime. buluşup içicez, sarhoş olucaz, kahkaha atıp "koy dünyanın götüne" diye bağırıcaz, doğum gününü kutlayacağız bildiğimiz şekliyle. o tatilde böcek ısırınca kafam kadar kulağımla ne kadar aptal göründüğümü anlatacak, ben onun biber gazı yemiş halinin taklidini yapıcam, gülücez, manitam "bin kere anlattınız hiç komik değil" diyecek, biz daha çok gülücez falan, sonra birden sebepsiz içleniriz belki, iki dakika dayanamaz cıvırız yine. önemli bir şeyden bahseder, ben heyecanlanırım yine, "ne zaman, nerede, ne giyicen?" diye sorarım, "sana ne pezevenk, moda editörü müsün sen?" der, ben yine tüm göt olmuşluğumla hak veririm ona. ve günler böyle geçip gidecek diye umuyorum hep, yaşayabildiğimiz kadarını beraber dostlukla yaşarız diye. best friends forever kolyesi aldım kendisine ama sırf ucuz diye. işsizim olm ben, param yok nabayım, biraları da ona çakarım zaten.
  • kelimeler bir şeylere yetseydi, mutsuzluk gibi şeyler yazmazdı da kendi gibilere yakınlaştırıyor insanı o iyi.

    deyebe'yle tanışmam, `hiç gelmeyecek birisini bekleme, entrysine dayanır. (bkz: #31743082) ondan beridir, gizli gizli okurum, açık açık ağlarım. gidenin çaresi sende değil demiş, iyi dileklerle uğurla demiş, bir de hayat değişikli şeyler çıkarır demiş ki, bekliyorum öyle dedi diye, çıkarmazsa bulucam kendisini. pes edecek değilim. bu arada deyebe, evet, biz yakınları ona öyle deriz. bence yakınımdır.

    bu arada, annesi-babasının yaşlanması hasebiyle bütün bekleyenleri dövme fikri ufkumu açtı, eşlik etmekte beis görmüyorum. bence benden başlayabiliriz.
  • kim yaptiysa bunu çok iyi yapmis, çok güzel yapmis, isil isil yapmis, ömür uzatacak gibi yapmis. boyle yapip vermisler bana ya "al sakalli sana arkadas yaptik, seversin diye" demisler. yalniz biraz uzun mu olmus ne? neyse, elleriniz dert gormesin.
  • sırtım kapıya dönük oturuyordum. bir anda yabancı bir sesin keçiören aksanlı türkçesiyle "aminatorazatan?" dediğini duydum, kanım çekildi, bürosite çivilendim. ofiste benden başka kimse yoktu. beni tanıdılar siz gaçın yoldaşlar diyemedim, onun yerine kapıya dönüp kibarca "pardon?" dedim.

    oydu... her gördüğümde "bana bişi gelmiş mi?" diye darladığım kargocu çocuktu. her seferinde sen kimdin lan ifadesiyle bakar, tanımadığım o adları yanımda çır.. öhmm.. tanımadığım bi ton insanın adını soyadını okur, "bu kadar" der, ben de "he, ii bana bişi gelmemiş" diyip yanından uzarım.
    "nebahat hanım siz misiniz?" dedi, "eveeet!! evööött!!" diye yerimden fırladım. halbuki benim adım nebahat değil, sonradan aklıma geldi. ay yok, o ben değilim yanlış anlamışım dedim, bozuntuya vermeden. he o zaman biiiip (hayır adım biiiip değil, tv'de filan küfürlü şeyleri sansürlemek için öttürülen sesten ötcek burda-sansüre hayır!) hanım kim dedi. "aha!", dedim "benim o işte". sonunda gelmişti. kargocu çocuk değil lan, nağpiyim o sıskayı, beklediğim paket gelmişti.
    "muradına erdin mi len ezik karı? geldi işte sonunda sana da bişi." der gibi yüzüme baktı, gözlerime, ama senin gibi değil. anladım ki hiç kimse... ya ooooff... paketi aldığıma dair imzayı attım, hadi saol saol dedim yolladım bunu...

    gönderen: degmesin yagli boya alıcı: aminotriazoltiyon yazıyordu paketin üstünde. itinayla açtım laylon poşeti, delicemesine gülüyordum bu arada. paketin içinden çıkanları masama dizdikçe şirazeden çıkmış şekilde gülüyordum, histeri krizindeki hülya koçyiğit gibi gülüyordum. allahtan ofis hala boştu, rahat rahat anıra da biliyordum. ara: anıra da bilmek.

    galbimin güllü fıstıklı lokumu, bana tamm benlik ciciler yollamış. galbimi kıranlar olursa yabıştıriyim diye bayandan az kullanılmış çok temiz pritt yollamış, yabışkan tutmazsa dikerim diye iğne-gökkuşağından iplik yollamış, hiçbiri dutmazsa eeehh sikerim diyip pıtlatırım da şıtrezimi atarım diye pıtlayan laylon yollamış. mektub yazmış lan allaam 15 yıldır el yazısı görmedim ben, aklım çıkçak sandım. mütiş bişi, ekstrem bi duygu.

    evet böyle bi sevgi kelebeği, böyle bi erken dönem ece erken tineycliği hakim üzerimde. bu tineycır görüntüsünü 'imren aykut ciddiyeti' üzerinde düşünün bi... hee, işte öyle anlamsız bi döpiyes gibiyim şu anda. allaaam üzerinde nazar boncuklu kelebekler olan bi döpiyesin koşarak size yaklaşmakta olduğunu düşünün bi... işte dyb bu yüzden çok zor durumda, empati kurun. yemelik bir insan kendisi. zor durumda, evet. seviyorum onu, ama arkadaşça.

    entrynin tamamını okumaya üşenenler için: katil kargocu çocukmuş :/
  • bugün işyerimden birinin istifa ettiğini öğrendim ve hemen kıskandım onu. "negzel, çakmış dilekçeyi, çekmiş gitmiş. keşke ben de yapabilsem onun yaptığını :/" diye düşünerek kıskançlıktan burulan içimi daha da sıktım. çok sıkınca biraz ferahlayayım diye de "yapabilseydim onun gibi, ne olurdu?" diye hayal kurdum.
    misal istanbul'a giderdim, bu defa ataşehir'de inmezdim. yapardım, yapabilirdim bunu. sonra deyebek'i arar, doğum gününü kutlardım. "naaağapıyosun akşam ;;;;))) diye sorar, yoklardım. "evdeyim" derse lüferleri, tahin helvamı ve birkaç tane mumu kapar, kapısını çalardım. o kapıyı açınca da "istifa ettim!" diye bağırır, boynuna atlardım. çok sıkınca biraz ferahlasın diye lüferleri eline tutuşturur, elimi yüzümü yıkamaya giderdim. "dışardayım" derse de "vuuuu nerdesiniiiiiz ;;;)))))" diye sorar, tahin helvamla birkaç mumu kapar yanına giderdim. helvasız bir doğumgünü kutlaması düşünemem çünkü ben.
    bir de istifa edemem. yapamam bunu. o yüzden bir 29 ocak'ı daha ondan ayrı idrak ederim.
    neyse ki gelecek 29 ocak'ta birlikteyiz. na buraya yazıyorum. hem çok sıkılınca ferahlayayım diye okurum bunu arada.
    mutlu ol beybim, şimdi lüferin de tam mevsimi.
  • tavla oynarken beş atmak istediğimde zarı köşeye çarptırarak atıyorum. biri mutlaka beş geliyor ya da ben buna inanıyorum. bir oyunda neye ne zaman ihtiyaç duyacağını hiç bilemezsin. sadece orada bi yerlerde olmaları yeter kimi şeylerin. işte istediğimde beş atabilme kısa yoluna benzer bir mutluluktur benim için, deyebe'nin sesi. ben buldum.
  • kral olsam benden daha kralcı olurdu.
  • küçücük bir tepede oturuyoruz, yemyeşil bir çimenlikte, sırt sırta vermiş, konuşuyoruz. hayattan anlatıyoruz, aşklarımızdan, zaferlerimizden biraz, biraz da kaybettiklerimizden. kolay da mutsuz oluruz biz birlikteyken, milletin ortasında makara tukara yaparken iki dakika başıboş kalınca dünyayı üzerimize yıkmışlığımız var bizim. suratı asılıyor, "biz neden mutsuz olduk şimdi kızıl ya?" diye soruyor, "siktret be yağlım" diyorum, "iyi olucaz, gör bak", inanıyor hemen gülüyor, salak işte. biz mutsuzluğumuzu da çabuk unutuyoruz aslında böyle. sonra hayatıyla ilgili aldığı önemli kararları anlatıyor bana, daha cümlesi bitmeden yıkıp geçiyoruz hepsini, "karar verip de yapabildiğimiz bir şey olmadı hayatımızda, kararsızlığımızla barışmak daha mantıklı sanki" diyerek aklıyorum yavşaklığımızı. sonra aynı anda "bira içelim mi?" diye soruyoruz durup dururken, abanıyoruz şişelere. fondipleyip denize koşuyoruz, "benim ayaklarım çok küçük olm" diyor, "benim ellerim daha güzel" diyorum, bitmeyen bir sidik yarışı hep. yüzerken yosunlu yerlere gelince, "kaç la kaç" diye bağırıyorum, 3 galon su yutuyoruz yosundan kaçarken, dünyanın en çirkin manzarasıyız o an, yosundan kaçan eşşek kadar insanlar olarak. "olm dyb, sevgililerimiz görse halimizi terk ederlerdi lan" diyorum, cevabı demirbaş, "siktirip gitsinler aaabiii". sonra "dünyaya sataşıcaz" * diye her gün emrah serbes okuyup, ardından tokat yemiş gibi göt üstü oturuyoruz. oktoberfest'e gitmeye karar veriyoruz aniden, birer tane alman manita yapıp uzak mesafe ilişkisinin amına koymakla ilgili planlar yapıyoruz. sevgililerimizi çekiştiriyoruz birbirimize bazen, dedikodusunu yapıyoruz ortak tanıdıkların, işimizden şikayet ediyoruz, içiyoruz, sapıtıyoruz, gülüp ağlıyoruz birlikte. bildiğin yaşıyoruz işte. ve günler tepelerden aşağı koşan vahşi atlar misali geçerken, biz kendi çimenliğimizden akıp giden dünyayı izlerken, sırtını yasladığın kişinin bu hatun olması çok güzel. o olmasaydı çok daha zor olacaktı yaşamak ve birine dostum diyebilmek bu kadar anlamlı olmayacaktı.
hesabın var mı? giriş yap