14 entry daha
  • çok sıradan bir akşam yemeğinde, dilimin sol tarafında bir uyuşma ile başladı her şey. sıcak çay içmişsiniz de diliniz yanmış gibi. bir de gece yatarken gözüm çok kaşınıyordu, bahar vakti polenler gözünüzü okşamış gibi. sonrasında bugün onyedinci kabus günü. filmin başrolünde ben, yönetmen sevgili paralog/nörolog doktorum, filmi kurtaran görüntü yönetmeni fizyoterapistim ve tüm sülalem figüran kadrosunda. oskar alma şansı olmasa da, çevremde iyi bir izleyici oranı yakalamış "bir yüz felcinin anatomisi" filmine buyrun;

    akşam yatarken "gözüme ne kaçtı acaba" diye düşünüyordum ki, sabah yüzümü sabunlarken gözüme kaçanı buldum, sabun. gözümün içine sürmüşüm gibi. ama evet gayet gözümün içine sürmüşüm, kafamı kaldırıp aynaya baktığımda farkettim ki, eneee ben sol gözümü kapatamıyorum. sadece sol gözüm ama, başka bir defo yok o an için. sabahın yedisinde hemen gidip yakındaki devlet hastanesinden nörolog için sıramı alıyorum, şaşkınım. eve döndüğümde tablo oturmaya başlıyor; sadece kapatamamakla kalmıyorum, sağ gözümü kapadığımda görüntü karlı, dilimin sol tarafı enikonu hissiz, sol kulağımda sesler başka bir tür patlıyor ve asıl bomba da patlıyor ki eyvah eyvah, ağzım sağa doğru kaymaya başlıyor. konuştukça simetri iyiden iyiye bozuluyor. yüzümün sağ tarafı kulağıma kadar gülümsüyor ama gözümde dehşet ifadesi olduğu için manyak bir gülümseme bu, uğursuz bir sırıtış, sol tarafı ise bir mumya kadar ifadesiz. nöroloğun gelmesini beklemek anlamsız soluğu acilde alıyoruz.

    acilin kapısında ağzıma kapadığım mendili çekip gösteriyorum kayıt alan görevliye, "hemen hemen acil vaka" deyip yolluyor beni içeri. hemşireler telaşla bir yatağa oturtup tansiyonuma bakıyor, hemen doktor geliyor ve "gözünü aç-kapa, ıslık çal, gülümse komutlarından sonra ciddi bir yüz ifadesi ile önümüzdeki yarım saatlik dehşetin sebebi cümleleri söylüyor, kelimeler havada döne döne kulağıma geliyor, idrak etmeye çalışıyorum, bir doktora bir kocama bakıyorum, gözümden yaşlar ardı ardına dökülüyor, doktorun söyledikleri gerçek olabilir mi?;

    - bu ya yüz felci hanımefendi, ya da beyindeki bir takım urlar bu etkiye sebep olabilir, beynin bilmem ne, bilmem ne bölgelerindeki bla, bla bla, bi beyin tomografisi alalım da görelim.

    serum bağlanıyor, içine bi takım ilaçlar zerkediliyor, beni bir görevli tekerlekli sandalyeye oturtuyor ve biz beyin tomografisi çektirmeye gidiyoruz. cümle böyle kuruluyor ama o an aklımdan geçenlerin cümle kurarak ifadesi imkansız. yanımda yürüyen kocamın yüzüne bakamıyorum, gözümden yağmur gibi yaşlar dökülüyor ama ne hıçkırıyorum ne de en ufak bir ses çıkıyor. "kaç ay der ki?" diye geçiriyorum aklımdan. ve ilginçtir şuna benzer bir cümle kuruyor hayalimde doktor; "eveeet, düşündüğüm gibi ur var, beynin iktiryus bölgesinde ve cerrahi olarak müdahalesi zor hatta imkansız, siz hemen ege üniversitesine gidin" ege üniversitesi evet, bizim buralarda hastalığın umutsuzluğunun göstergesi, son nokta, en ağır vakaların sevkedildiği, yaşlıların "goca hastane" dediği son nokta. oraya gitmek istemiyorum, ölmek istemiyorum, öyle bir planım yok, hem bahar önü havalar çok güzel, hayatım çok güzel, kocam çok güzel, oğlum çok güzel, ben kendimi çok güzel hissediyorum, bu ölmek ne?

    saçlarımdaki tokaları çıkarıp, yatıyorum tomografi için masaya. görevli doğru pozisyona getiriyor başımı "gözlerimi kapatmam gerekli mi, birini kapatamıyorum da?"diyorum. "nasıl rahatsan öyle kal" diyor görevli ve kocamı zorla odadan dışarı çıkarıyor. zorla çünkü yanımda kalmak istiyor, hala yüzüne bakmıyorum, bakarsam nasıl bir acı göreceğim bilmiyorum, korkuyorum, ellerinin titremesinden onun da korktuğunu anlıyorum.

    gözümün biri açık biri kapalı bitiyor işlem, büyücek bir can simidi şeklindeki alet bi takım sesler ve sarsıntılarla çalışıyor, garip bir teslim duygusuyla yatıyorum, hastane kokusu burnumun içinde. yine tekerlekli sandalyeyle çıkarıyorlar acile ve doktorun üzerinde bir sürü beyin görüntüsü olan filmi o ışıklı panoya takıp bakmasını bekliyoruz, uzun uzun inceliyor. belki saniyeler sürüyor dakika bile değil ama benim geleceğimi okuyor filmde ya, ben doktorun yüzüne bakıyorum, ne düşünüyor kestirmeye çalışıyorum. ve bana dönüp "beyinde bişey yok, yüz felci bu, bir de nörolog arkadaş görsün" dediğinde, bana bir yaşam bağışladığının farkında değil gibi.

    nörolog ağır bir yüz felci vakası olduğunu, tedavinin kortizon içeren ilaçlar ve sinir uçlarını uyarıcı b12 vitamini takviyesi ile mümkün olduğunu anlatırken çok da kendimde değilim, içim boşalmış gibi, tüm vücudum son raddeye kadar gerilmiş sonra bırakılmış gibi, neredeyse yüzümün sol yanı kadar felçli sanki ruhum. ilk on gün kortizonun yarattığı ödemle başetmek için tuzsuz yiyerek, bol maydanoz suyu içerek, yine kortizon midemin anasını sattığı için iki üç mide ilacı takviyesi alarak, gözüme bir kaç jel sürüp bantla kapatarak ve belime kadar gelen saçlarıma vedalaşarak geçti. en kötü zamanlardı, on günde hiç bir düzelme olmadı ve sevgili nöroloğumuz kendisini sevgili muayenehanesinde ziyaret etmediğimiz için her kontrolde "çok ağır bir vaka bu, çok ağır" diyerek bıçaklar sapladı kalbimize.

    bir haftadırsa iyi gidiyor her şey, fizik tedavi ile birlikte. hergün yaklaşık iki saat süren masaj, ısıtma, yüz hareketleri ve elektik verme şeklinde süren bir tedavi. hastalığa her şeyi itiraf ettirmek istiyor sanırım fizyoterapist. yoksa niye yirmi dakika boyunca yüzüme kalem gibi bir aletle nokta nokta elektrik versin ki? ama gıkım çıkmıyor, yumruklarımı sıkıp dayanıyorum; "konuşmayacağım muhlise, hiçbir şey anlatmayacağım."

    daha önce aynı eşekten düşenler okumaya üşenmedilerse çok iyi anlayacaklar tüm bunları. henüz düşmemiş olanlarsa, özellikle serin esintiden korusunlar yüzlerini ve kulaklarını, sabah duş alınıp çıkılacaksa saçları bele kadar uzatmanın manası yok hele de araba kullanılıyorsa. biraz stres, biraz da genetik. her an "size de çıkabilir" bir durumu var bu naletin.

    şimdi dudağımın sol yanında minik, minicik bir gülümseme var ki, görsen hayran olurdun. bir de gözüm seyriyor sürekli, sol gözüm ama ben çok fena hayra yoruyorum. şimdi gidip yüz hareketlerime çalışacağım, parmağımı da prize sokuyorum bir iki, faydası olur muhakkak, bilimsel bi kere. bir de ıslık çalabilsem. oğlum her gün okuldan gelince kapıda "anne hadi bi ıslık çal bana bitsin bu iş" diyor. henüz o muhteşem tını çıkmıyor ama kocam "biraz sokağa çıkıp güzel kızlara bakalım, belki ıslık çalabilirsin" dediğine göre, düzeliyorum ben. iyiyim iyi, biraz yılık yamuğum ama "goca hastane" de vardı işin ucunda.

    dün akşam da kendi fizyoterapimi yapıp uzun zaman sonra iki kadeh rakı da içebildim ki, gelip entrysini yazmayayım da ne yapayım?

    eeee şimdi nasıl oldu editi : 5 ayda işlem tamammış. cin gibiyim, gözler felfecir. saçımı asla sabahları yıkayıp çıkmıyorum, yaz boyunca geberten sıcaklarda bile duştan sonra saçımı mutlaka kuruttum, hala saçım kısa, sabah ayazında çevreden uzaylıya bakar gibi bakanlara inat atkılara dolanıp çıkıyorum sokağa vs. vs. tekrarlarmış fırsat verirsem, "yüz felci sen mi büyüksün ben mi?" deyip, mahal vermiyorum şimdilik.

    bir buçuk yıl sonrasını merak eden sözlükçülere: karşıdan bakışta güzelliğime zeval gelmiş değil, kimse anlamıyor ama yüzümde yeni sinir köprüleri oluşmuş durumda. ağzımda lokma varken, çiğneme hareketi yaparken sol gözümde bir yerler seyriyor. hep sol seyridiğinden her şeyi şerre yormak gerekiyor ki tarzım değil. hissetmemezlikten geliyorum, seyrisin otursun.
76 entry daha
hesabın var mı? giriş yap