• konuyla ilgili detayli bilgi icin:

    http://www.kbbhastanesi.com/…ari/fasialparalizi.htm
  • yıllar önce tatlı kaçıklar dizisinde bununla ilgili beni gülmekten yerlere yatıran bir geyik olmuştu rafet & saffet ikilisi ve ev sahipleri*** dürdane hanım arasında :

    dürdane: aaa gece cam açık uyunur mu evladım?! dikkat edin kendinize, sonra yüz felci falan olursunuz maazallah..
    r&s: merak etmeyin dürdane hanım, bize birşey olmaz!.. ehi ehi..
    d: öyle demeyin! zamanında benim teyzemin oğlu da sizin gibi gece pencere açık yatmış, yüz felci olmuştu.. gencecik, yakışıklı, aslan gibi bir çocuktu.. akşam tarık akan gibi yattı, sabah ilyas salman gibi kalktı..

    daha komik nasıl anlatılırdı bilmiyorum..*
  • yaklaşık 3 hafta içerisinde büyük ölçüde geçen, ancak doktordan uzak durulmasıyla aylarca sürebilme riski olan hastalık.
    mümkün olan en erken zamanda doktora gitmek ve tedaviye başlamak gerekir.
    büyük oranda tedavi formülü; kortizon, b vitamini, mide ilaçları, göz damlaları, yüz masajı, yüz hareketleri, rüzgar ve klimadan uzak durmak, evden çıkmadan bolca dinlenmek ve olmazsa olmaz olan sakızdır.
    yuzde 70 oranında geçmesi için 3-4 hafta; yuzde 90 geçmesi için 2 ay gerekir. geri kalan kısım ise 2. aydan sonra hızlı bir biçimde düzelicektir.
  • bir sabah joker olarak uyanırsınız.

    bir haftadır jokerim. bolca kortizon alarak ve sakız çiğneyerek günlerimi zor da olsa geçiriyorum. çok zor bir hastalık. sol gözüm bantlı şu an, açılınca neler olup bittiğini anlatabileceğim, sadece evlerden ırak diyebiliyorum şimdilik. tedavi uzun sürecekmiş, "bir aydan fazla sürer düzelmen" diyor nörolog. aynaya bakmıyorum. aynaya bakabileceğim zamanın gelmesini bekliyorum. umut ediyorum. şimdilik.
  • çok sıradan bir akşam yemeğinde, dilimin sol tarafında bir uyuşma ile başladı her şey. sıcak çay içmişsiniz de diliniz yanmış gibi. bir de gece yatarken gözüm çok kaşınıyordu, bahar vakti polenler gözünüzü okşamış gibi. sonrasında bugün onyedinci kabus günü. filmin başrolünde ben, yönetmen sevgili paralog/nörolog doktorum, filmi kurtaran görüntü yönetmeni fizyoterapistim ve tüm sülalem figüran kadrosunda. oskar alma şansı olmasa da, çevremde iyi bir izleyici oranı yakalamış "bir yüz felcinin anatomisi" filmine buyrun;

    akşam yatarken "gözüme ne kaçtı acaba" diye düşünüyordum ki, sabah yüzümü sabunlarken gözüme kaçanı buldum, sabun. gözümün içine sürmüşüm gibi. ama evet gayet gözümün içine sürmüşüm, kafamı kaldırıp aynaya baktığımda farkettim ki, eneee ben sol gözümü kapatamıyorum. sadece sol gözüm ama, başka bir defo yok o an için. sabahın yedisinde hemen gidip yakındaki devlet hastanesinden nörolog için sıramı alıyorum, şaşkınım. eve döndüğümde tablo oturmaya başlıyor; sadece kapatamamakla kalmıyorum, sağ gözümü kapadığımda görüntü karlı, dilimin sol tarafı enikonu hissiz, sol kulağımda sesler başka bir tür patlıyor ve asıl bomba da patlıyor ki eyvah eyvah, ağzım sağa doğru kaymaya başlıyor. konuştukça simetri iyiden iyiye bozuluyor. yüzümün sağ tarafı kulağıma kadar gülümsüyor ama gözümde dehşet ifadesi olduğu için manyak bir gülümseme bu, uğursuz bir sırıtış, sol tarafı ise bir mumya kadar ifadesiz. nöroloğun gelmesini beklemek anlamsız soluğu acilde alıyoruz.

    acilin kapısında ağzıma kapadığım mendili çekip gösteriyorum kayıt alan görevliye, "hemen hemen acil vaka" deyip yolluyor beni içeri. hemşireler telaşla bir yatağa oturtup tansiyonuma bakıyor, hemen doktor geliyor ve "gözünü aç-kapa, ıslık çal, gülümse komutlarından sonra ciddi bir yüz ifadesi ile önümüzdeki yarım saatlik dehşetin sebebi cümleleri söylüyor, kelimeler havada döne döne kulağıma geliyor, idrak etmeye çalışıyorum, bir doktora bir kocama bakıyorum, gözümden yaşlar ardı ardına dökülüyor, doktorun söyledikleri gerçek olabilir mi?;

    - bu ya yüz felci hanımefendi, ya da beyindeki bir takım urlar bu etkiye sebep olabilir, beynin bilmem ne, bilmem ne bölgelerindeki bla, bla bla, bi beyin tomografisi alalım da görelim.

    serum bağlanıyor, içine bi takım ilaçlar zerkediliyor, beni bir görevli tekerlekli sandalyeye oturtuyor ve biz beyin tomografisi çektirmeye gidiyoruz. cümle böyle kuruluyor ama o an aklımdan geçenlerin cümle kurarak ifadesi imkansız. yanımda yürüyen kocamın yüzüne bakamıyorum, gözümden yağmur gibi yaşlar dökülüyor ama ne hıçkırıyorum ne de en ufak bir ses çıkıyor. "kaç ay der ki?" diye geçiriyorum aklımdan. ve ilginçtir şuna benzer bir cümle kuruyor hayalimde doktor; "eveeet, düşündüğüm gibi ur var, beynin iktiryus bölgesinde ve cerrahi olarak müdahalesi zor hatta imkansız, siz hemen ege üniversitesine gidin" ege üniversitesi evet, bizim buralarda hastalığın umutsuzluğunun göstergesi, son nokta, en ağır vakaların sevkedildiği, yaşlıların "goca hastane" dediği son nokta. oraya gitmek istemiyorum, ölmek istemiyorum, öyle bir planım yok, hem bahar önü havalar çok güzel, hayatım çok güzel, kocam çok güzel, oğlum çok güzel, ben kendimi çok güzel hissediyorum, bu ölmek ne?

    saçlarımdaki tokaları çıkarıp, yatıyorum tomografi için masaya. görevli doğru pozisyona getiriyor başımı "gözlerimi kapatmam gerekli mi, birini kapatamıyorum da?"diyorum. "nasıl rahatsan öyle kal" diyor görevli ve kocamı zorla odadan dışarı çıkarıyor. zorla çünkü yanımda kalmak istiyor, hala yüzüne bakmıyorum, bakarsam nasıl bir acı göreceğim bilmiyorum, korkuyorum, ellerinin titremesinden onun da korktuğunu anlıyorum.

    gözümün biri açık biri kapalı bitiyor işlem, büyücek bir can simidi şeklindeki alet bi takım sesler ve sarsıntılarla çalışıyor, garip bir teslim duygusuyla yatıyorum, hastane kokusu burnumun içinde. yine tekerlekli sandalyeyle çıkarıyorlar acile ve doktorun üzerinde bir sürü beyin görüntüsü olan filmi o ışıklı panoya takıp bakmasını bekliyoruz, uzun uzun inceliyor. belki saniyeler sürüyor dakika bile değil ama benim geleceğimi okuyor filmde ya, ben doktorun yüzüne bakıyorum, ne düşünüyor kestirmeye çalışıyorum. ve bana dönüp "beyinde bişey yok, yüz felci bu, bir de nörolog arkadaş görsün" dediğinde, bana bir yaşam bağışladığının farkında değil gibi.

    nörolog ağır bir yüz felci vakası olduğunu, tedavinin kortizon içeren ilaçlar ve sinir uçlarını uyarıcı b12 vitamini takviyesi ile mümkün olduğunu anlatırken çok da kendimde değilim, içim boşalmış gibi, tüm vücudum son raddeye kadar gerilmiş sonra bırakılmış gibi, neredeyse yüzümün sol yanı kadar felçli sanki ruhum. ilk on gün kortizonun yarattığı ödemle başetmek için tuzsuz yiyerek, bol maydanoz suyu içerek, yine kortizon midemin anasını sattığı için iki üç mide ilacı takviyesi alarak, gözüme bir kaç jel sürüp bantla kapatarak ve belime kadar gelen saçlarıma vedalaşarak geçti. en kötü zamanlardı, on günde hiç bir düzelme olmadı ve sevgili nöroloğumuz kendisini sevgili muayenehanesinde ziyaret etmediğimiz için her kontrolde "çok ağır bir vaka bu, çok ağır" diyerek bıçaklar sapladı kalbimize.

    bir haftadırsa iyi gidiyor her şey, fizik tedavi ile birlikte. hergün yaklaşık iki saat süren masaj, ısıtma, yüz hareketleri ve elektik verme şeklinde süren bir tedavi. hastalığa her şeyi itiraf ettirmek istiyor sanırım fizyoterapist. yoksa niye yirmi dakika boyunca yüzüme kalem gibi bir aletle nokta nokta elektrik versin ki? ama gıkım çıkmıyor, yumruklarımı sıkıp dayanıyorum; "konuşmayacağım muhlise, hiçbir şey anlatmayacağım."

    daha önce aynı eşekten düşenler okumaya üşenmedilerse çok iyi anlayacaklar tüm bunları. henüz düşmemiş olanlarsa, özellikle serin esintiden korusunlar yüzlerini ve kulaklarını, sabah duş alınıp çıkılacaksa saçları bele kadar uzatmanın manası yok hele de araba kullanılıyorsa. biraz stres, biraz da genetik. her an "size de çıkabilir" bir durumu var bu naletin.

    şimdi dudağımın sol yanında minik, minicik bir gülümseme var ki, görsen hayran olurdun. bir de gözüm seyriyor sürekli, sol gözüm ama ben çok fena hayra yoruyorum. şimdi gidip yüz hareketlerime çalışacağım, parmağımı da prize sokuyorum bir iki, faydası olur muhakkak, bilimsel bi kere. bir de ıslık çalabilsem. oğlum her gün okuldan gelince kapıda "anne hadi bi ıslık çal bana bitsin bu iş" diyor. henüz o muhteşem tını çıkmıyor ama kocam "biraz sokağa çıkıp güzel kızlara bakalım, belki ıslık çalabilirsin" dediğine göre, düzeliyorum ben. iyiyim iyi, biraz yılık yamuğum ama "goca hastane" de vardı işin ucunda.

    dün akşam da kendi fizyoterapimi yapıp uzun zaman sonra iki kadeh rakı da içebildim ki, gelip entrysini yazmayayım da ne yapayım?

    eeee şimdi nasıl oldu editi : 5 ayda işlem tamammış. cin gibiyim, gözler felfecir. saçımı asla sabahları yıkayıp çıkmıyorum, yaz boyunca geberten sıcaklarda bile duştan sonra saçımı mutlaka kuruttum, hala saçım kısa, sabah ayazında çevreden uzaylıya bakar gibi bakanlara inat atkılara dolanıp çıkıyorum sokağa vs. vs. tekrarlarmış fırsat verirsem, "yüz felci sen mi büyüksün ben mi?" deyip, mahal vermiyorum şimdilik.

    bir buçuk yıl sonrasını merak eden sözlükçülere: karşıdan bakışta güzelliğime zeval gelmiş değil, kimse anlamıyor ama yüzümde yeni sinir köprüleri oluşmuş durumda. ağzımda lokma varken, çiğneme hareketi yaparken sol gözümde bir yerler seyriyor. hep sol seyridiğinden her şeyi şerre yormak gerekiyor ki tarzım değil. hissetmemezlikten geliyorum, seyrisin otursun.
  • bütün bir kış evde olan biri olarak ben, her sabah yürüyüş yapiyordum. bu böyle bir ay kadar sürmüştü. her sabah kesintisiz saat 7 ile 9 arasi tempolu yürüyüş yapiyordum. havaların soğuk olması hastalık ve enfeksiyon riskini arttırıyordu. herşey bir saç ağrısıyla başladı. garipti sanki saç derimde pişik vardi, öyle bir haz yaratıyordu. bu böyle iki gün sürdü daha sonra şiddetli kulak ağrısı başladı. ben önemsiz birşeymiş gibi salladim. bir akşam film izlerken, tabi doğal olarak filmi tartışıyoruz evdekilerle bir anda konuşmamın garipleşmeye başladığını hissettim. kimse sorsam " sesim nasil ? " diye, " hep aynı " cevabını aldım. sabah oldu işte ben yine yürüyüşe gittiğim sırada, sağ gözümün yaşardığını farkettim, çünkü kırpamıyordum. yürüyüşü yarıda kesip eve gittim telaşla. yüz felci olduğu aklıma gelmiyordu.

    ilk önce aile hekimine gittim. benden dişlerimi göstermemi, ıslık çalmamı ve göz kırpmamı istedi. hiç birini yapamayınca " sen yüz felci olmuşsun dostum ya " dedi doktor. o kadar iç rahatlatıcı bir üslupla söyledi ki, " herhalde önemsiz bişi lan bu " dedim. beni özel bir doktora yönlendirdi. oraya gittiğimde, aile hekiminin yaptırdığı şeyleri tekrar yaptırdı. birkaç soru sordu. kulağın akıyor mu ? her ikisinde de ağrı var mi ? ne kadardır ağrıyor ? gibi. hepsini tek tek cevapladım. akıntı olmadığını duyunca, atlatman kolay olur dedi doktor. birkaç ilaç yazdı, ağrı kesici ve bir antibiyotik. 2 hafta kadar sırf bunları kullandım ilerleme olmuyordu. sadece kulak ve saç ağrım geçmişti.

    bir gece bilgisayar başında oturup araştırma yaptım. herkes kortizon ilacindan bahsediyordu ama bana verilen reçetede böyle birşey yoktu. bu sefer devlet hastanesine gitmeye karar verdim. sağolsun ordaki doktor konuyla son derece ilgiliydi. bana yüz felcinin kulağın içinden geçen, yüz sinirlerin iltihaplanması sonucu olduğunu söyledi. eski reçetemi gösterdiğimde bu ilaçlarla biryere varamazsın dedi. sürekli sakız çiğnememi söyledi. ayrıca bana kortizon ilacını yazdı. ilk hafta günde 3 defa tok karnına, 2. hafta günde 2 defa tok karnına, 3. hafta günde 1 tane tok karnına. ayrıca kortizon ilacını tuzlu yiyeceklerle asla tüketmememi söyledi. tuzlu her neyle olursa olsun kortizon yutulduğunda vücutta yağlanma ve su bezesi oluşmasına sebeb oluyormuş. evde herşey tuzsuz olmuştu bir anda. yemekler tuzsuz pişiyor, fırına rica edilip tuzsuz ekmek aliniyordu. hayat ev için kötü " en azından tuzu sonradan koyabiliyorlar " benim için ise berbat ötesiydi. hiç bir ağrım felan yoktu. galiba en zor olan şeyler bunlardı. dudaklarım ve ses tonum tıpkı silvestre stalone gibi olmuştu. arkadaşlarım beni güldürüp, dudaklarımın aldığı şekli görünce, yarılışları ikiye cıkıyordu. gülürken kendinden geçiyorlardı. aslında kızmıyordum böyle kötü şeyler ancak böyle geçebilirdi. millet bol tuzlu turşuları, lahmacunları, çorbaları fataliti yaparken ben izliyordum. hatta ismail yk'nın beyaz show'da ki yüz felci olma sahnesini defalarca izledim. ama benim ki öyle değildi. adama resmen inme iniyordu. güldüm geçtim.

    kortizon kullanmaya başlamamın ikinci haftasının ortalarına doğru, kaşımı kıpırdatmaya başlamıştım. 2 hafta daha geçtikten sonra, yüzümün coğusunu hareket ettirebiliyordum. 1 ay sonra yüzde 95'i kadar iyileşme olmuştu. gerikalan yüzde 5 bir ömürlük imza olarak suratımda. üzülmeyin bu farkedebilinecek şey değil. sadece siz biliyorsunuz hiç bişiye etki etmiyor kalan yüzde 5. bu hastalık sizi güldüren arkadaşlarla ve yüksek moralle iyileşiyor. ayrıca bütün gün çiğnemek zorunda olduğunuz o sakızla.
  • sayesinde, soğukkanlılığınızı rahatlıkla ölçebildiğiniz meret.

    sıradan bir pazartesi günü, sıradan bir okula gitme telaşıyla başladı herşey. makyajımı yapmak için geçtim aynanın karşısına.. yüzümde bir ağırlık.. ne olduğunu çözemiyorum kesinlikle. önceki hafta sonu, tat alamadan yemek yiyip, fışır fışır burunla dolaştığımdan, bunu da gribe veriyorum önce. sonra durup, tekrar ama daha dikkatli bakıyorum. sağ gözüm kapanmıyor. duruyor, derin nefes alıp, tekrar deniyorum. yok, olmuyor, kapanmıyor. konduramıyorum, devam ediyorum hazırlanmaya. dişlerimi fırçalarken, ağzımın sağ tarafını açamadığımı fark ediyorum. geriyorum iyice, suratım tuhaf bir şekle giriyor. kendimi tanımakta zorlanıyorum. daha önce annem de geçirdiğinden, anlıyorum ne bok olduğunu yüzüme. ağlaya ağlaya havlu ısıtıp ısıtıp yüzüme sürüyorum. hemen iyileşecek sanıyorum salak gibi. öyle olmuyor tabii.

    atlayıp okula gidiyorum, gitmem lazım, ödev teslim etmem gerek. benim oturduğum yerde pencere var, muavin onu açıyor, kapat diyemiyorum, şoktayım. öylece bakıyorum çocuğun suratına. anlıyor beni, kapatıyor pencereyi.

    okula vardığımda, kapıda oturuyorum, sakinleşmeye çalışıyorum. arkadaşlardan birini arayıp, "gel beni al burdan" diyorum ağlayarak. koşarak geliyor yanıma. hastahaneye götürüyorlar beni. doktor benden bir şeyler yapmamı istiyor, bilmeyenler için: dişlerimi göstermemi, ıslık çalmamı, gözlerimi açıp kapatmamı vs.
    oturuyor sonra, evet yüz felcisin, desin diye bekliyorum. diyor. ağlıyorum. konduramıyorum. yakıştıramıyorum. herkes şok oluyor, önce ben..

    sonra tedavi süreci başlıyor. tam 21 gün yamuk suratla evde, kendimle, olumlu bir enerji oluşturmaya çalışarak geçiriyorum. o suratla duman konseri'ne gidip şarkı bile söyledim. ama zor. psikolojik safhası daha zor. ha, iyileştim mi? evet. hiç olmamış gibi oldu, yani öyle görünüyor. ama sinirlenince, bazen yüzüm uyuşuyor. hemen masaj yapıyorum, o korku herkese bunu yaptırır eminim.

    ne kadar erken teşhis, o kadar kalıcı çözüm arkadaş. benim annem de geçirdiği için kolay fark ettim. tat alma hissinin kaybolması ve şiddetli kulak çınlaması ilk belirtileri. dikkat etmek lazım.
  • bir saat evvel ege üniversitesi tıp fakültesi acil servisinde bir çeşidinden edindiğimi öğrendiğim illet.

    her şey dün akşam 11 gibi allahın belası mukavemet çalışırken başladı. bir ara sol gözüm sulandı. sonra fark ettim ki ulan kırpamıyorum gözü. gittim aynaya baktım hemen, göz kırpmamda inanılmaz bir mantık hatası var. sağ gözümün kırpılışını izliyor sol gözüm. eşşoğlueşşek kapansana sen de! yok arkadaş, kapanmıyor. kırpamıyorum. bildiğin göz açık. sonra bir fotoğrafımı çektim. dalga geçmek gibi olmasın ama hayko cepkin'in yandan yemişiyim! o_0!

    kendimle dalga geçiyorum bu sırada tabii. nereden geldi şimdi bu tipler, tripler... ulan mukavemet daha neler yapacaksın bana vesaire... pek de panik yapmamaya çalıştım. kötü bir şey olmamasını, uyuyup uyandığımda her bir şeyin her zamanki gibi olacağını falan düşünüyorum. bok var öyle düşünüyorum!

    neyse uyuyup uyandım. tabii bu uyanma akşam 5'e tekabül etmekte. ve maalesef kendimi bulmak istediğim gibi bulamadığımı fark ettim. fark etmemek imkansız zaten. üst dudağımın solunda hareket yok. hareket yok derken işte ne bileyim o an bir garibim. sol göz ben hep dünyayı görmek istiyorum ya, kapatma beni ben böyle iyiyim havalarında. ya sabır. sonra az bir gitar çalayım dedim. evet gerizekalıyım. bu durumda aradığım şey gitarım. neyse aldım, negzel sertab erener'in bahçede şarkısını çalıyorum. bilen bilir, şarkının sonlarında bir solo var. bendeniz bu soloyu gitarla yapamadığından ıslık ile ağzından uydurur. geldik o bölüme, hassiktir! ıslık da çalamıyorum. koştum yine ayna karşısına, ciddi ciddi ıslık çalamıyorum. dilimi de yuvarlayamıyorum. aha, sıç!

    biraz daha vakit geçti. izmir'deki tek dostum diyebileceğim adam geldi yanıma. sözde ders çalışacaktık ama daha önce söylemiştim, olum bende bir problem var diye. adamın annesi eczacı, babası doktor. kendisi de makine mühendisliği okuyor ama bir teşhis koyabilir diye düşünüyorum. evet gitar çalmamın sebeplerinden biri de ajdar. tövbe yarabbim!

    neyse eleman baktı, dedim bir de bak ben hep yüzümün sol yanı yastıkta olacak şekilde yatıyorum, alakası olabilir mi? olabilir dedi. neyse vakit su gibi geçti. o sırada ben dedim, abi bi eczaneye, acile falan gidelim. benim içim hiç rahat değil. tamam dedi bu. gittik hemen bornova meydanı civarında bir eczane bulduk nöbetçi. eczacı doktora gidin dedi. 3 senedir doktor yüzü görmemiş beni afakanlar bastı. uğraşmak istemiyorum hastalıkla falan, lanet olsun finallerim var benim, uğraşamam bunlarla!

    gittik acile. hemen ilk muayene odası, tansiyon, nabız, kandaki oksijeni ölçen bir zımbırtı (sol elin yüzük parmağına bir şey yapıştırıyorlar, bir de 3,5''lik harici harddisk boyutlarında bir cihaz falan fişman) sonra daha detaylı bir soru cevap, muayene daha. bir tane doktor geldi, yüzümün sağına soluna tahta zımbırtılarla aynı anda dokundu, his durumu nedir dedi. aynı. dişlerini gösterir misin dedi, sol taraf yok. gözlerini sıkıca kapa dedi, sol göz doktoru süzmekle meşgul. ve o cümle geldi, yüz felci geçirmişsin. hee, iyi o zaman. ben artık gideyim dedim. malum geç oldu. bize de bekleriz dedim, hadi öptüm seni görüşürüz dedim. iyi bak kendine dedi. yüzümün sol tarafıyla güldüm. gülemedim, neyse.

    2 tane ilaç yazdı. lansor ve prednol. lansor sabahları aç karna, diğeri tok karna günde 5 tane (en azından önümüzdeki 2 gün. pazartesi nörolojiye gitmemi söyledi doktor, dozaj durumu için).

    prednol'ün prospektüsünü okudum da (kelimesi kelimesine anladım, hehe), psikolojik rahatsızlık, depresyon falan diyor. uyarı için sağol canım benim. finallerime şurda 3 gün 4 saat 29 dakika kalmış, yüzümde mal bir ifade, makine mühendisliği 2. sınıfını 2. kez okuyorum, sen bana depresyon diyorsun, psikolojik rahatsızlık diyorsun. hay ağzını öpeyim senin!

    yazılanlara göre tedavi uzun sürüyormuş. ona katlanırım, sabrederim. bu noktada sözlükten maddi değilse de manevi ve hastalık iyileştirmeye yönelik ciddi destek istiyorum. şimdiden hepinize teşekkür ederim. öncelikle sağlığım, sonrasında okulum ile ilgili güzel haberler verebilmem ümidiyle sizlere yüzümün sağ tarafıyla gülümsüyorum. o_0

    ****

    pazartesi nöroloji sonrası: gittim, derdimi tasamı anlattım. stres kaynaklı olabilir ama sebebini elbette şu halde bilemeyiz dedi doktor. mümkün mertebe stres yapma, rahat ol diye öğütler verdi. finallerim bittikten sonra (2 haftalık ilaçla tedavi dönemine denk geliyor) gidip tekrar görünmemi söyledi. bir de her şeyden emin olmak için, içimi biraz daha rahatlatmak adına beyin tomografisi (böyle bir kelimeydi sanırım) önerdi. finaller sonrasına sakladım onu. böylesi daha iyi sanırım. saçma ama evet.

    sakız çiğneme dedi ayrıca. bilmiyorum. çiğnemem muhtemelen. yasaklar listesinde tuzun altına şeker de girdi. kötü oldu. onun dışında değişiklik yok. aynı ilaçlar, aynı zırvalar.

    ama bugünkü hastane ziyaretimin en can alıcı noktası sanırım en kralından bir terapi gibi gelmiş olması. halime şükrediyorum... hastalıklar uzak olsun. o_0

    ****

    2 haftalık ilaçlı tedavi sonrası: yüzüm neredeyse eski haline döndü. 4 5 gün daha kortizon kullanacağım, ondan sonra da kontrol. geçiyor. ama sinir ediyor. 2 hafta ile kısa sürede atlattım gibi ama garip bir illet. uzak olsun.
  • malesef max cavalera'nın yakalandığı rahatsızlık.

    http://www.theprp.com/…-diagnosed-with-bells-palsy/
hesabın var mı? giriş yap