140 entry daha
  • (i. bölüm)

    ıı. bölüm: ahlak meselesi, “bunlar felsefe” zırvası, taslaman’ın “boşlukların tanrısı” savunması

    geçelim taslaman'ın söz konusu programda ve bazı diğer videolarda dile getirdiği iddialara, safsatalara. sözlük'teki arkadaşlar bazı safsataları etraflıca çürütmüşler zaten - bu yüzden tekrara düşmemek adına "evren rasyoneldir", "multiverse bilimsel bir kuram değildir", "evrenin hassas ayarları vardır"* zırvalarını es geçiyorum.

    ahlak konusunda ortaya şöyle bir soru atıyor: “küçük çocuklara tecavüz edilmesinin kötü bir şey olduğunu düşünüyor musunuz?”

    kerem cankoçak bu konuda felsefeye gerek duyulmadığını, evrimden, hormonlardan ve ayna nöronlarından bahsederek biyolojinin bu soruyu yanıtlayabileceğini (yanıtladığını değil, yanıtlayabileceğini) savunuyor. elinden oyuncağı (felsefe) alınan taslaman elbette bunu kabul etmiyor ve kendi başlattığı "ahlak" tartışmasını "iyi vs kötü" karşılaştırmasına kaydırıyor. adam bildiğin hile yapıyor.

    şu videonun yaklaşık 7. dakikasından itibaren başlattığı konuşmaya dikkat edin. söze nasıl başlıyor?
    - önce "biraz bilim dışına çıkıp, felsefe takılalım - bilimin alanında olmayan konulara bakalım" diyor.
    - sonra, "bu arzularımız niye var? ahlak niçin var?" gibi soruların işte bu bilimin alanının dışına çıktığını, felsefeye girdiğini savunuyor.
    - cankoçak'ın müdahalesinden sonra ise, "ahlakın nasıl çıktığı ayrıdır, bir şey iyi veya kötüdür demek ayrıdır. siz insanlar neden ahlaklıdır sorusuna cevap verdiniz deminden beri. benim sorduğum soru bu değildi!" diyerek resmen kendisiyle çelişiyor.

    neyse, biz yine de bu konu hakkında sorduğu sorulara geçelim. caner taslaman'ın dediği gibi ahlak anlayışı, "iyi vs kötü" veyahut empati gibi kavramlar gerçekten de bilimle, biyolojiyle, evrimle açıklanamaz kadar "felsefik" kavramlar mı? müsade edin, bu noktada şu sayfada yazılanların özetini geçeyim: http://greatergood.berkeley.edu/…olution_of_empathy

    hayvanlarla yapılan birkaç deneyden ve bu deneylere tabi tutulan hayvanların duygusal tepkilerinden bahsediliyor. şöyle ki:
    - karşısındaki insanın üzüldüğünü veya ağladığını görüp de sanki onu teselli etmeye çalışıyormuş gibi hareketlerde bulunan evcil hayvanlar;
    - yemeğe ulaşmak için çektikleri zincirin hareketiyle arkadaşlarına elektrik çarptığını gören rhesus maymunlarının yemekten vazgeçmeleri, yani arkadaşları uğruna ve açlık pahasına bir fedakarlıkta bulunmaları;
    - oyunu bırakıp çatıdan aşağı inmesi istenen inatçı bir şempanzenin bu ricaya ancak sahibinin üzülmüş rolü yapmasıyla karşılık vermesi, yani kendisini karşısındakinin yerine koyması;
    - yaralı bir kuşu güvenli bir yere götürmeye çalışan, uçup kaçamadığını gören bir bonobonun kuşun güvenliğinden emin oluncaya dek başında nöbet tutması.

    "bu kadar deney yetmez" diyorsanız, frans de waal videolarını da ayrıca tavsiye ederim.

    şimdi, buradan çıkartılacak sonuç zor olmasa gerek: ahlak ve empati insanlara özgü olgular değil. dolayısıyla bunların evrimsel açıklamaları olması da işten bile değil. nedir mesela bu evrimsel açıklamalar?

    1) çocuklarımıza son derece duyarlı bir şekilde yaklaşıyoruz ki, üreme güdülerimizin meyveleri olan bu varlıkların doğada hayatta kalabilmelerini, başka bir deyişle, türümüzün devamını sağlayabilelim.
    2) "yardımlaşma", türümüzün selameti için son derece önemli. bu yüzden kendileriyle işbirliği içinde olduğumuz grubumuzun üyelerinin sağlıklı ve becerikli olmalarına da ister istemez katkıda bulunmaya çalışıyoruz.

    buradan yola çıkarak da şu sonuca varabiliriz: empati duygularını geliştirmiş türlerin veya tür içindeki grupların, bu duyguları geliştirmemiş türlerle veya gruplarla kıyaslandığında, hayatta kalmaları daha olası. çocuğunun veya grup üyesinin zor durumda olduğunu görüp de onu kurtarmaya giden bir maymun türünü düşünün. şimdi de bu zor durum karşısında duyarsız kalıp çocuğunun ölmesine izin veren bir maymun türünü düşünün: hangisinin başarılı bir evrim sürecinden geçerek ayakta kalıp günümüze kadar gelmiş olması daha olası? elbette ki birinci tür. işte tam da bu yüzden, yani, empati duygusu gelişmiş varlıkların ayakta kalmayı becerip üremeye devam edebildikleri için (doğal seleksiyon), bu varlıkların üremesi sonucu ortaya çıkmış bizlerin de empati duygusu gelişmiş varlıklar olması da çok ama çok doğal.

    kendi türümüz veya çocuklarımız dışındaki, başka bir deyişle, kendi çıkarımızla pek alakaları olmayan varlıklara karşı empatik yaklaşımımız da bundan kaynaklanıyor olabilir. mesela, taslaman'ın sorduğu gibi "çocuklara tecavüz etmek neden yanlış”? çünkü bizler empati duyguları gelişmiş varlıklarız. bu empatiyi sırf kendi çocuklarımıza değil, içimizdeki zayıf olanı, korumaya muhtaç olanı koruma güdüsü sayesinde, aynı zamanda başka çocuklara veya başka korumaya muhtaç canlılara da uygulayabiliyoruz. burada ayrıca cankoçak’ın da değindiği “ayna nöronlar” gerçeği devreye giriyor. araştırmalara göre beynimizdeki bu nöronlar, hem karşımızdakini taklit ettirecek, hem de karşımızdakinin acısını veya sevincini hissettirecek şekilde aktif hale gelmek üzere gelişmiş.

    yalnız, şuraya bir ara not düşelim. deminden beri “çocuklara tecavüz etmek yanlıştır” diyoruz ya… bu elbette herkes için geçerli olmuyor. evet, benim ahlak anlayışıma göre çocuklara tecavüz kötüdür. ama benim ahlak anlayışıma göre mesela (hazır küçük çocuklardan bahsetmişken) 9 yaşındaki kızı nikahına almak, veya, ne bileyim, savaş esiri kadınların erkeklere helal kılınması veya cariyelik ve kölelik müesseseleri de ahlak anlayışıma göre kötüdür. ama bir zamanların toplumlarında ve hatta günümüzdeki bazı "geri kalmış" olarak nitelendirilen toplumlarda dahi bu konularda ahlak açısından bir beis görülmüyor. bu eski zaman toplumlarının ahlak anlayışı hiçbir değişikliğe uğramayıp, evrimleşmeyip hayatta kalmayı başararak günümüze kadar gelmiş olsaydı, veya, somutlaştıralım, eğer sen 7. yüzyılda arabistan çöllerinde yaşamış olsaydın, savaş esiri kadınların helal kılınması, cariyelik ve kölelik müesseseleri, küçük yaştaki kız çocuklarıyla kıyılan nikahlar çok büyük ihtimalle senin de ahlak anlayışına ters düşmeceyecekti (aslında zamanda yolculuğa da gerek yok: günümüz arabistan, afganistan gibi ülkelerde “çocuk gelin” gerçeği ne güne duruyor? suriyeli mülteci kamplarında arap şeyhleri tarafından ailelerinden koparılıp götürülen binlerce kızçocuğu ne güne duruyor?).

    “nazi almanyası” örneği de aynı şekilde değerlendirilmeli. taslaman diyor ki (hatırladığım kadarıyla), "demek ki heissenberg başarılı olmuş, almanya da atom bombasıyla savaştan galip çıkmış olsaydı, size göre yahudilere, çingenelere yaptıkları doğru olacaktı". birader, yahudilere yapılanlar 1945 öncesinde zaten birçok avrupalı tarafından "doğru" adlediliyordu. hollywood sizi yanıltmasın: almanya, hollanda, belçika, danimarka gibi ülkelerde halkın önemli bir kesimi olayları ya görmezden geliyor, ya da yahudilere yapılan zulme bir şekilde katkıda bulunuyordu. ya onu bırak, ermeni soykırımından “galip” çıkmış kendi memleketinde hala “soykırım yapmışsak da hak etmişlerdir, asıl topunu kesmediğimiz hata!” diye böğürenler var.

    fazla uzatmayalım: insanlardaki ahlak anlayışının gelişiminin açıklaması için ayrıca, zamanınız olduğunda, şu entry’ye de bir göz atmanızı rica edeceğim (bkz: kötülük problemi/#29536348).

    şunun özellikle altını çizeyim: ben burada “ahlak ve vicdan konusunda bilim her şeyi çözdü” iddiasında asla ama asla bulunmuyorum. 3-4 sene önce bana bu konuyu sorsaydınız “ayna nöronlar”, 7-8 sene önce ise frans de waal hakkında hiçbir şey bilmiyor olacak, dolayısıyla size böylesine kapsamlı bir cevap veremeyecektim. veya belki de 3-4 sene sonra bilim insanları bu ayna nöronlar hakkındaki tezlere artık itimat edilmemesi gerektiği kanısına varabilirler. lakin bunların hiç önemi yok. buradaki maksat sadece caner taslaman’ın zırvalarını çürütmektir. taslaman, “bilim, evrenin rasyonalitesini açıklayamıyor” ve “multiverse kavramı bilimsel değildir” zırvalarında olduğu gibi, ahlak konusunda da aynı safsataya sarılıyor: “bilim açıklayamaz, bunlar felsefedir, benim alanımdır”. halbuki, yukarıda görüleceği üzere, bilim bu tür kavramları da açıklayabilir. tekrar ediyorum: “bilim her şeyi açıkladı” demiyorum, “açıklayabilir” diyorum. yani bu konuda taslaman’ın dediğinin aksine, sırf felsefeye bel bağlamaya gerek yok.

    ve geleliyoruz zurnanın zırt dediği yere: “boşlukların tanrısı” kavramına. güler misiniz, ağlar mısınız, bu konuda taslaman’ın şöyle bir iddiası var:
    ---- alıntı ----
    “boşlukların tanrısı” yaklaşımlarını ileri sürenler, teistlerin tanrı’nın varlığı konusundaki yegane dayanaklarının evren ve canlılar konusunda bilinmeyen hususlar olduğunu, bu bilinmeyen boşlukları tanrı ile doldurduklarını, dolayısıyla boşluk kalmazsa tanrı’ya gerek kalmayacağını düşünmektedirler. gerçekten de bazı teistler, “bak kalbin nasıl attığını bilmiyoruz, demek ki tanrı kalbi yapmış” veya “yıldızların ışığının nasıl üretildiğini bilmiyoruz, demek ki tanrı yıldızları yapmış” gibi yaklaşımlar göstermişlerdir. fakat tanrı’nın varlığıyla ilgili argümanlar ileri süren günümüz teist felsefecilerinin ve teologların hemen hiçbiri “boşlukların tanrısı” yaklaşımlarını benimsememektedirler. günümüzde ileri sürülen kozmolojik delillerin veya tasarım delillerinin hepsi modern bilimin sunduğu verilere dayandırılmaktadır; evren konusundaki cehaletimize değil.
    ---- alıntı ----

    işte bu safsatanın dik alasıdır birader. “evrenin rasyonalitesi”, “multiverse kavramı” ve “ahlak anlayışı” örneklerinde de tanık olduğumuz üzere, taslaman tanrı kuramını t-a-m-a-m-e-n bilimin sözde sunamadığı verilere, yani evren ve biyoloji konusundaki cehaletimize, yani bilimin sözde bıraktığı bir boşluğa dayandırıyor. “bunlar felsefe alanına, yani benim alanıma giren şeyler! beni alanımla başbaşa bırakır mısınız?!” gibi süslü zırvalarla da bunu aklınca kamufle etmeye çalışıyor. bir de verdiği “kötü örnekler”in basitliğine bakar mısınız lütfen? bazıları şunları diyormuş: “kalbin nasıl attığını bilmiyoruz, demek ki tanrı kalbi yapmış”, “yıldızların ışığının nasıl üretildiğini bilmiyoruz, demek ki tanrı yıldızları yapmış” – lan zaten, doğru dürüst eğitim görmemiş garibanlar hariç, bunları diyebilecek kadar ahmak biriyle selamı sabahı keserim lan ben. çevremdeki kimse de demiyor zaten. hayali bir senaryo üzerinden kendini “ben onlardan değilim!” şeklinde pohpohlamak da neymiş öyle? sonra da başkalarına “straw man”ler hakkında fırça atmaya kalkmaz mı..? oha birader.

    bölümün özeti: “bunlar felsefedir, benim alanımdır, siz de biraz felsefe öğrenseymişsiniz keşke” gibi süslü zırvalarına kanmayınız – bilimin pekala açıklayabileceği konuları kafasına göre “açıklanamaz” kılan taslaman, “boşlukların tanrısı”nı savunuyor.

    not: dikkat edin, taslaman gibi tipler her daim karşılarındaki ateistlerden her şeyi ama her şeyi ama her şeyi ama her şeyi bilimsel anlamda açıklamalarını talep ederler, ama sıra kendilerine geldiğinde işi hemen “bunlar felsefe”ye vururlar, ki, inançlarını açıklamak zorunluluğundan kurtulabilsinler. akıllarınca...

    --
    - imla

    ---
    *eleştiri mesajı üzerine düzeltme:
    orada haksiz oldugumu degil, ama yanlis cumle kurdugumu kabul ediyorum. "hassas ayarlar hakkinda zirvaladiklari..." daha dogru olurmus. (zira, zirvaliyor, ondan bir suphem yok.) kestirip atmisim.

    (iii. bölüm)
2324 entry daha
hesabın var mı? giriş yap