211 entry daha
  • sinema hakkında kimle konuşsam bu aralar hep aynı şeyi söylüyor. "ne lan bu rebootlar, remakeler?" bu seneki oscar adaylarına bakıyorum gerçekten haklı insanlar. yaratıcılık namına hiçbir şey kalmamış ortada. ve hollywood bu çöküşü kendi elleriyle hazırladı yıllarca. ellerindeki maddi imkanlar ve medya gücü çok olduğu için gelişi biraz uzun sürdü ama artık karşımızda dikiliyor bu gerçek. şimdi size örneklerle koca bir endüstrinin içine nasıl ettiklerini ve remake belasına düştüklerini anlatacağım.

    öncelikle söylemek istediğim şey şu. hollywood bitmiş derken maddi anlamda değil tabi. yoksa box office'te rekor kırmaya devam ediyorlar hala. ancak temel sorun burada yatıyor. hollywood için ana başarı kıstası box office olduğu için yaratıcılık anlamında bir kısır döngüye girdiler. farklı filmler iş yapmıyor, basit mantıklı filmler milyonları getiriyor. ancak bu basit filmleri de insanlar beğenmiyor. ha yaratıcılık konusunda zaten çok üst düzey değildiler ama ellerindeki bütçe inanılmaz iyi bir rüya makinesi kurmalarına izin veriyordu. şimdi maalesef o da yok. sadece seksenlerde doksanlarda yapılan filmlerin remakeleri var.

    o zaman sürecin başından başlayalım. hollywood'un film endüstrisinin tepesine çıkması yaklaşık olarak birinci dünya savaşı sırasında oluyor. sinemanın mucidi olarak genelde fransız olan lumiere kardeşler gösterilir. bu nedenle sinema avrupa'da başladı daha sonra amerika'ya geldi diyebiliriz. birinci dünya savaşında bu ülkelerde film üretimi duruyor. daha öncesinde üretilen filmler de ham madde olarak fabrikalarda falan kullanılıyor. ana karasında fiili bir çatışma olmadığı için de amerika film üretiminde liderliği ele alıyor. tüm dünyayı saran bir karamsarlık dalgası olduğu için de insanlar dramatik filmler izlemek istemiyorlar. bu nedenle "kendini iyi hisset" diye tanımlanan seyircinin isteklerine hitap eden kötülerin hep yenildiği iyilerin hep kazandığı erkeklerin çok yakışıklı kadınların çok güzel olduğu filmler yapılıyor. bu filmler çok izlendiği için de üretimine devam ediliyor sürekli.

    ingiliz yönetmen paul rotha zamanında demiş ki "sinema endüstri ile sanatın birleşimidir." sabun köpüğü adı verilen bu filmler yapılırken endüstri gidişattan memnun ancak üretimin sanat kısmını temsil edenler hep aynı şeyleri üretmekten hoşlanmıyor tabi. çünkü bu insanlar sürekli yenilik arıyorlar. bu kişilerden en ünlüsü orson welles. citizen kane'i yazan, yöneten ve baş rolünde oynayan welles'in filmi şuan çoğu listede birinci sırada yer alsa da sinemalarda gösterildiği sırada box office'te başarısız oluyor. karakter olarak da stüdyolar tarafından sevilmeyen welles mimleniyor ve üretim yapmasına izin verilmiyor. welles'in stüdyolar tarafından sevilmemesinin nedenleri şöyle; yönetmen filmi yaparken denenmemiş bir çok teknik deniyor, süreyi uzatıyor, sürekli değişiklikler yapıyor bu nedenle bütçe sürekli artıyor. sonuçta çıkan iş muazzam olsa da ilk etapta düzgün para getirmediği için de welles sektörden dışlanıyor. çünkü yaptığı iş ekonomik açıdan zayıf görülüyor.

    hollywood'dan şikayetçi olan bir diğer yönetmen de stanley kubrick. kubrick sinema yapmaya borç ile finanse ettiği fear and desire ile başlıyor. çıkışını da baş rolünde kirk douglas'ın yer aldığı savaş filmi paths of glory ile yakalıyor. bu filmde arkasında stüdyo olduğu için imkanları çok fazla ancak bir mükemmeliyetçi olduğu için bu filmde çalışmaktan çok da memnun olmuyor. çünkü kontrol kendisinde değil. bu filmden sonra tarihi bir epik olan spartacus filmini yapıyor kubrick ancak bu filmde stüdyo kubrick'e illallah ettirdiği için yönetmen başlarım yapacağınız işten diyerek hollywood'dan ayrılıyor.

    kubrick'in istediği kontrol seviyesini hollywood sadece bir insana veriyor. o da francis ford coppola. coppola ilk the godfather filmi ile büyük başarı yakalıyor ancak kafasında başka projeler var. paranın kokusunu alan stüdyo ise ikinci filmi yapması için coppola'nın peşine düşüyor. coppola bu projede yer almak istemiyor önce. stüdyo da yönetmeni ikna etmek için tüm kreatif kontrolü kendisine veriyor. yönetmen de bu imkanları kullanarak teknik açıdan çok farklı bir film yaparak tarihe geçiyor.ancak coppola'nın durumu tamamen istisna. sanırım başka hiçbir yönetmene verilmeyen bir lüks söz konusu. bir de bu noktaya ulaşmak tabi ki kolay değil. iyi bir yönetmen olmanız yeterli değil illaki elinizde "para getirecek" bir potansiyel olması gerekiyor.

    bu verdiğimiz örneklerden de anlayacağınız üzere bu çatışmayı her zaman stüdyolar kazanmış. çünkü star sistemi sağ olsun bilindik oyuncuların kaşeleri sürekli artıyor. siz de filminizde tanınmış birini oynatmak istiyorsanız illaki stüdyoya çalışmak zorunda kalıyorsunuz. anlaşmaya imza attığınızda da stüdyo filmin çekimlerinden sonra ruloları sizden alıyor, hiç alakanız olmayan bir kurgucuya emanet ediyor ve filmi kendi istediği şekilde kesip biçmeye başlıyor. bundan önceki süreçlerde de sürekli kararlara müdahale ediyorlar tabi. sistem içinde bulunan walter murch ve verna fields gibi çok iyi kurgucular da var ancak genelde final cut dediğimiz filmin piyasaya sürülecek haline stüdyolar karar veriyor. yönetmenler de bu durumdan memnun olmadıkları için kendi kurgularını çıkarıyorlar. director's cut denen seçenekler de buradan geliyor.

    bu sebeplerden hollywood'da yönetmenlik stüdyo yöneticilerini de idare etmeye dönüyor. yani atıyorum filminizde çok uçuk kaçık bir şey deneyeceksiniz. senariste bunu yazdırdınız, oyuncuyu ikna ettiniz, görüntü yönetmenine istediğiniz kompozisyonu aktardınız normalde kayıt dediğinizde bu sahnenin çekilmesi gerekiyor ama iş böyle değil. çünkü önce stüdyo yöneticileriyle toplantı yapmanız filmdeki bu sahnenin nasıl "satacağına" onları ikna etmeniz lazım. eğer yöneticiler bu sahnenin çok pahalı, gereksiz yada seyircinin anlamayacağına karar verirse geçmiş olsun o sahneniz artık yok demektir. asıl sorun da burada patlak veriyor. yöneticiler sanatçı değil iş insanı. onlar filme maliyet kar endeksiyle bakan ve filmi "acaba kaç kişi izler?" diye değerlendiren kişiler. sonuçta filmleri yatırım olarak görüyorlar. bir filme genelde yirmi beş ila yüz milyon dolar arası para yatırıldığı için de olabilecek en güvenli yolu seçiyorlar hep. peki en güvenli yol ne? tabi ki daha önce denenmiş ve onaylanmış olan şey. mesela paranız var ve emlaka yatırıp kira geliri elde etmek istiyorsunuz. ne yaparsınız? kesin ve sabit kazanç için herkes nereye yöneliyorsa oraya yönelirsiniz. stüdyo yöneticileri de aynı şekilde davranıyor. buradaki fark ise kendilerinin sanata yatırım yapıyor oluşu.

    sonuçta ortaya şöyle bir durum çıkıyor. yapılan farklı filmler gişede başarısız oluyor. değerleri çok sonra anlaşılıyor. ancak değeri anlaşılana kadar stüdyo para kaybetmiş oluyor. bu nedenle stüdyo bu tür çabaları olan herkesi sindirmeye başlıyor ve sadece gişe getiren filmlere para yatırıyor. sonuçta onlar da parasını kazanacak dediğinizi duyar gibiyim. bu bir bakıma doğru ama sinema yaparken sadece para kazanmaya odaklandıkları için cesur bir adım atamaz hale geldiler. kimsenin yeni bir şey üretip kendini riske atmak istemediği bir ortamda ne oldu? daha önce başarısı garantilenmiş işlerin yeniden çevrimlerini yapmaya başladılar. işte o star wars'lar, ghostbusters'lar, jurrasic park'lar hep bu mantıktan çıkıyor.

    peki reboot'lar neden sevilmiyor? çünkü film yapmak pek çok farklı faktörün aynı anda bir arada bulunmasını gerektiren zorlu bir iş. yani iyi oyuncu, iyi yönetmen, iyi sesçi, iyi kurgucu vs. vs. olacak bir de bu insanların kimyası tutacak falan. bu kadar bileşeni bir araya getirmek çok zor. o yüzden bazı yönetmenler sürekli aynı görüntü yönetmeniyle aynı bestecilerle yada aynı oyuncularla çalışıyorlar. bir filmi tekrar yaptığınızda bu öğelerden birini bile ıskalarsanız elinizde çamur gibi bir şey kalır. ayrıca bitmiş bir hikaye bitmiştir. mesela jumanji. robin williams oyundan kurtuldu ve film kapandı. olması gereken bu kadar. siz hikayeyi tekrar başa alır ve içine dwayne johnson'ı dahil ederseniz bu hikayeyi kimseye beğendiremezsiniz.

    peki ne olacak? hollywood'un orson welles'e yaptığı muamelenin aynısını şuan işin başında olan insanlara uygulaması lazım. peki kim bu suçlular? birincisi star wars'u hiç anlamayıp mahveden rian johnson, ikincisi nolan filmleri tuttu diye dc'nin bütün filmlerini karanlık ve kasvetli yapan zack snyder, lucasfilm'in başında olup star wars serisinin anlamsız bir yere sürüklenmesine neden olan kathleen kennedy, sırf patlama var diye abuk subuk filmler yapan michael bay. daha da uzar bu liste ancak bu insanların ve düşünce yapılarının bir an önce gitmesi lazım. yoksa izleyiciler olarak christopher nolan yada quentin tarantino bir film yapsa da izlesek diye yıllarca bekleriz.

    not: tarantino'nun bağımsız sinemacı olduğunu biliyorum. yağdırmayın sonra bana zaten sistem içinde değil diye.
132 entry daha
hesabın var mı? giriş yap